GÖK-ÜLKÜ
– DÜNDEN,ÖBÜR GÜNE, HER DÂİM, SİYÂSETÇİLERİMİZ VE BÜROKRATLARIMIZ ARASINDAKİ İLİŞKİLER, NASIL OLMALIDIR? –
Ömer ARISOY
BİLGİLENDİRME: BU YAZIM, HOCA AHMET YESEVÎ ULUSLARARASI TÜRK-KAZAK ÜNİVERSİTESİ; SOSYAL BİLİMLER FAKÜLTESİ; SİYÂSET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ’NDE YAPMIŞ OLDUĞUM “TÜRK SİYÂSETİ’NDE (MHP’NİN) ÜRETKEN BELEDİYECİLİK ÖRNEĞİ: İHSÂNİYE BELEDİYESİ” BAŞLIKLI YÜKSEK LİSANS BİTİRME PROJEMİN (=TEZİMİN) SONUÇ BÖLÜMÜNÜN, ÖZETİDİR.
Târihte,dünden,bugüne, bütün Türk devlet, hânedan,beylik vb oluşumlarımızda ve Osmanlı Devleti’mizde, her derecedeki memurun atanmasında ve görevini ifâsında, Türk Töre’miz (örfî hukuk) ile, şer’î hukuk esasları dikkate alınmış ve “liyâkât” ,vazgeçilmez temel kıstas olmuştur.
İlhâmını, Büyük Türk Târihimizden alan 9 Işık Millî Doktrini ve bu doktrinin ,mahâllî idârelere yansıması olan Üretken Belediyecilik anlayışı da, gerek, belediye hizmetlerine tâlip olunmasında;gerekse de, mahâllî iktidâr olunduğunda, belediye hizmetlerinin , sunulmasında,“Her şeyin, Türk’e göre, Türk tarafından, Türk için” olması doğrultusunda, “Türklük gurur ve şuuru ile, İslâm ahlâk ve fazileti”’nin esas alınmasını;mahâllî ve merkezî idârede, liyâkata göre görevlendirmeler yapılmasını benimsemiştir.
Bu husus,MHP’de ve MHP ile gönül bağı olan kurum ve kuruluşlarda, ast ve üst kademelerde görev yapanlar ve genel olarak da, atanmışlar (bürokratlar)ve seçilecekler/seçilmişleri (siyâsetçiler) için de, aynen,geçerlidir.
Bir belediye başkan adayı, seçilene kadar, siyâsetçi ama seçildikten sonra da,her ne kadar,siyâsete devam etmesi yönünde, meselâ, partisinden istifa etmesi gibi, hukukî bir engel olmasa da, beledî görev ve sorumlulukları açısından, bir bürokrat niteliği kazanmaktadır.
Siyâsetin ve siyâsetçinin,aynı siyâsî iklime mensup olsalar bile, bürokratlar üzerindeki etki ve ağırlığı ise,bir vakıâdır.
Târihî süreç ve millî târih şuûru açısından ise, yereldekiler ve merkezdekiler dâhil olmak üzere, atanmışlar (bürokratlar) ve seçilecekler/seçilmişler (siyâsetçiler) arasındaki ilişkiler, günümüzde ve gelecekte, şu şekilde olmalıdır:
Târihî süreçte, Büyük Türk Târihimizde,Kağanlar, sultanlar, pâdişahlar dâhil,bütün “seçilmiş” ya da “atanmış” görevlilerin, Türk Töre’mize uygun hâl ve hareketlerde bulunmaları;Kut anlayışımıza göre hareket ederek, Türk Cihân Hâkimiyeti Ülkü’müzü gerçekleştirmek için çalışıp çabalamaları, Türk Devlet yönetimimizin, olmazsa, olmazlarıdır.
— Orhun Âbideleri’mizde, Kutatgu Bilig’de, Siyâsetnâme’de vd temel kaynaklarımızda, vurgulandığı gibi, gerek, idârenin, uzmanlık,teknik bilgi vb işlerini yürüten bürokratların; gerekse , idâreyi oluşturan siyâsetçilerin, Türk olmaları ve Türklüğümüzün, yüksek çıkarlarını gözetmeleri,esastır. Çünkü,yönetimde,gayri Türkler olduğu zaman,bu,bizim için,her zaman,bir felâketle sonuçlanmıştır.
–Büyük mütefekkirimiz Yusuf AKÇURA’nın, Mısır’da yayımlanan Türk Gazetesi’nde, 1904’de, yayımladığı “Üç Tarz-ı Siyâset” isimli makâlesinde de belirttiği gibi, ister“atanmış”; isterse de,”seçilmiş” olsun, bütün devlet görevlilerinin,hem,Türk ve hem de, Türkçü olması gerekmektedir.
–Bürokratların da, siyâsetçilerin de, Türkçe’mize vâkıf olmaları,Türkçe’mizi ,doğru düzgün kullanabilmeleri, elzemdir.
— Bürokratların da, siyâsetçilerin de, töreli yani kânun-nizam sâhibi olmaları; Türk Töre’mize göre,iş ve işlemlerinde, sıra ve saygıyı (Weber’in tâbiriyle,disiplini, hiyerarşiyi) ihmâl etmemeleri gerekmektedir.
–Genel geçer kabûl açısından, bürokratlar da, siyâsetçiler de, Sultan Alparslan’ın dediği gibi, “bid’at nedir bilmeyen hâlis Müslümanlar” olmalıdırlar.
— İdârenin temel görevi, Büyük Türk Milleti’mizin,huzur,refah ve emniyetini temin ederek, barış içinde yaşamasını sağlamak olduğuna göre, bürokratlar ve siyâsetçiler,bunu, gerçekleştirme azim ve irâdesini, yaşama tarzı hâline getiren; ufkun ötesini görebilen ve gösterebilen yüksek hedef sâhibi (Ülkü’lü) karakterli insanlar olmalıdırlar.
–Bürokratlar ve siyâsetçiler, aynı zamanda, Oğuz Kağan’ımızın, “Okumuzun ulaştığı her yer, bizimdir.” emri mucibince, dünyadaki ,diğer insanların da, adâlet,huzur,güvenlik ve barışını sağlamakla görevli olduklarını unutmamalıdırlar.
— Bilim, hayatımızı düzenleyen temel unsurlardandır.İnsanlık,bilimle var olur ve gelişir. Mensubu olmakla gurur duyduğumuz Büyük Türk Milleti’mizin bürokrat ve siyâsetçileri, bilime sâhip çıktığı ölçüde, Kızılelma Ülküsü’müzü gerçekleştirmiştir.
Birkaç örnek vermek gerekirse;
Hun atalarımız, atı evcilleştirerek, uçsuz bucaksız Orta Asya bozkırlarının,bir ucundan diğerine, çok kısa bir zamanda gidebilmişler (çok hızlı hareket etmişler) ve demiri işleyerek (o dönemin en üstün askerî teknolojisini bulup,geliştirerek = bilimsel gelişmeleri yöneterek ) , hâkimiyetlerini pekiştirmişler ve Oğuz Kağan atamızın,”Okumuzun ulaştığı yer,bizimdir.” vecizesi mucibince, Orta Asya’yı, “Türkeli/Turan” hâline getirmişlerdir.
Ergenekon’dan Çıkış’ımız, siyâsî târihimizin en önemli şan ve şeref nişânelerinden biri olduğu kadar, dünya bilim târihi açısından da,mükemmel matematiksel hesapların yapıldığı;denklemlerin çözüldüğü ve ortaya yeni verilerin çıktığı bir laboratuar işlevi görmüştür. Şöyle ki, Gök Türk atalarımız, o demirden dağı eritmek için,kurulacak körüklerin boyunu; o körüklerin, dağa vuruş hızını;rüzgâr v.b unsurların, körüklerin çalışmasına etkisini;dağın, ne kadarlık bölümünün,ne şekilde,ne zaman delineceğini vb durumları, en ince ayrıntısına kadar hesaplamışlar ve böylece, bilimsel yaklaşımla, kutlu sonuca ulaşmışlardır.
Ulvî övgüye mazhar olan Fâtih Sultan Mehmet Han da, gemileri, karadan yürüterek, düşmandan,çok hızlı hareket etmiş ve şâhî toplar kullanarak,aynı Hun atalarımız gibi, en üstün askerî teknolojiyi bulup,geliştirerek yani bilime önem vererek, İstanbul’umuzu fethetmiştir.
İlk emri , “Oku!” olan yüce dinimizin,bilimsel gelişmeleri teşvik ettiğini;pek çok âyet ve hadislerde, cehâletin,yenilmesi gerektiğinin vurgulandığı,her dâim, aklımızda ve gönlümüzdedir.
Yine, Büyük Atatürk’ümüz,Türkiye Cumhuriyeti Devleti’mizde,bilimsel anlayışın hâkim olması gerektiğini ,sık sık vurgulamıştır.
Bürokrat ve siyâsetçilerimiz, bunların bilincinde olarak, dünyadaki rakiplerinden daha hızlı hareket etmeli ve daha üstün teknolojiyi üretmeli ve kullanmalıdırlar.
–Ayrıca, bürokratlar ve siyâsetçiler, âdil,ehil, cesur ve bilgili olmalı;her iki zümre de, liyâkata göre (Batılılar,buna da, meritokrasi diyorlar), işbaşına gelmelidirler..Çünkü, Nizâmü’lmülk’ün, Siyâsetnâme’de vurguladığı gibi,” “Küfr ile belki amma zulm ile, pâyidâr kalmaz, memleket.”
–Türk Devlet yönetiminde,temel amaç , târihî mirasımıza göre,Türklüğümüzün,var olması ve var kalması olduğuna ve olması gerektiğine göre, her iki zümre de, şahsî çıkar,koltuk/kayıkçı kavgası vb kötü hasletlerden uzak durmalı ve birbirlerine, devletle ilgili iş ve işlemlerde, yardımcı olmalıdır.
–Büyük Ülkü Mütefekkirimiz Gök Bilge Hüseyin Nihâl ATSIZ Bey, Dalkavuklar Gecesi ve Z Vitamini isimli eserlerinde, “ilm-i siyâsetçi” siyâsetçileri ve “idâre-i maslahatçı” bürokratları, hicvetmiştir.Büyük Türk târihimiz de, bizlere, îkâz etmektedir ki, idârenin, faâliyet ve işlemlerinde, ilm-i siyâsetçilik ve idâre-i maslahatçılık,olmamalıdır.
— Bir târihçi/siyâset bilimci olarak, benim aklıma, siyâsetçi deyince, ilk önce,Kutsal Gök Türk / Asena Hânedânı’mızdan gelmesi dolayısıyla, Kutlu yani Tanrı tarafından, siyâsî iktidâr yetkisi için “seçilmiş” olan ve sonunda, öleceğini bile bile, Türklüğümüzün kurtuluşu için, 19 Mayıs 639’da, Kurt başlı sancağıyla, Çin Sarayı’nı basan kahraman atamız Kür Şad ve bürokrat deyince de, ulvî övgüye mazhar olan Fâtih Sultan Mehmet Han’ın, “atanmış” bir askeri olan ve 29 Mayıs 1453’de, İstanbul burçlarına, Üç Hilâlli sancağı diken kahramanımız Şehit Ulubatlı Hasan’ımız gelmektedir.
Her iki “siyâsetçi” ve “bürokratımızın” ortak özellikleriyse, kendilerinin düşüp, Asil Türk Bayrağı’mızı yere düşürmemeleri; üstün cesâretleriyle, hürriyet ve istiklâlimiz için ,birer simge hâline gelmeleri; daha sonraki Türk nesillerimize,birer model teşkil etmeleridir.
İşte, atanmışlar (bürokratlar) ve seçilecekler/seçilmişler (siyâsetçiler) arasındaki ilişkiler tam da, böyle olmalıdır:
İster,merkezî; isterse,mahâllî olsun, her siyâsetçimiz,birer Kür Şad ve her bürokratımız, birer Şehit Ulubatlı Hasan gibi , millî târih şuuruna sâhip olarak, Büyük Ata’mız Bilge Kağan’ımızın ifâdesiyle,”Türklük için,gece demeden,gündüz oturmadan, Türklük için,ölesiye,bitesiye” çalışmalı;Büyük Atatürk’ümüzün istediği şekilde,”Türklüğün,unutulmuş medenî vasfının, âtinin ufkundan,yeni bir güneş gibi doğmasına”, vesile olmalıdır.
Târihî süreç, 9 Işık Millî Doktrini’nin ve Üretken Belediyecilik anlayışının, uygulanması ve “Milliyetçi Türkiye ve Büyük Turan” ’ın kurulmasının yani “Lider Ülke: Türkiye” hedefine ulaşılmasının, ancak,mezkûr teklif ve tavsiyelerin,hayatın ve târihin,doğal akışı olarak kabûl edilmesi ve gereğinin yapılmasıyla, mümkün olacağını, Tanrıdağları’ndan esen ve alnımızı serinleten bir rüzgârla,kulaklarımıza fısıldamaktadır.
TANRI,TÜRK’Ü KORUSUN!
ÖMER ARISOY -TÂRİHÇİ/SİYÂSET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ UZMANI