GÖZDEN KAÇANLAR / KAÇIRILANLAR
“Herkes yanlış yapar, ancak ahmaklar yanlışlarında direnirler.”
CICERO
Biliyorum çok keyifli bir yazı olmadı ama…
Türkiye beş gündür Taksim Gezipark’a yapılmak istenen AVM ve ağaçların yerinden sökülmesine kilitlenmiş durumda.
Toplumda uzun süreden beri bir öfke birikimi var. Bu öfke; Başbakan’ın dikta söylemlerinden, ‘’ben yaptım oldu efelenmelerinden’’, kaynaklanıyor.
Bu öfke; Ergenekon’dan diğer şafak operasyonlarına, gözaltı ve tutuklamalara, baskıya, PKK’nın muhatap alınarak millete rağmen milliyetsiz anlaşmalara, Apo ile pazarlıklara, Türk’süz anayasaya, Türk’ün tarihine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularına yapılan hakarete ve bu güne kadar bu ülkenin kurucu unsuru Türk’ün düşüncelerini görmezden gelen iktidara birikmiş isyanın patlamasıdır.
Henüz protestonun ilk gününde 3. Köprü projesinin temelinin atıldığı törende Başbakan’ın tepkilere yönelik “it kervan yürür”, “biz burayı yıkmakta ve Topçu Kışlası -biçiminde rezidans ve oteller, alışveriş merkezleri- yapmakta kararlıyız” sözleriyle neye ve kime hizmet ettiği belli olmayan, zorbalık ve dayatmalarla uygulanmaya çalışılan projelerin, yine Başbakan’ın bilim, hukuk, teknik tanımaz ifadeleriyle gerilimin artmasına neden olmuştur.
Çünkü bu tepki; polis kontrolü altında kepçelerle sökülen ağaçlar için değildi sadece. Cumhuriyet caddesinde 80 yıllık çınarların sökülmesi ve Gezi Parkı’ın ağaçlarının ve içindeki tüm canlıların bir AVM’ye kurban edilmesine de değildi.
Şimdi Gezi Park’la ilgili olarak biraz gerilere gidelim;
1993’te Kentsel Sit Alanı ilan edilmişti. İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 1999’da, “Kentin önemli yeşil alanlarından biri olan Taksim Gezisi’nin ve bunların oluşturduğu aksta bulunan Atatürk Kültür Merkezi’nin birbirinden ayrılamaz ve Taksim Cumhuriyet Alanı ile bir bütün olduğu yönüyle anılan bu anıtların tümünün korunması gerektiğine…” karar vermişti. Aynı kurul, 2001’de “Meydanın canlılığının sağlanması için gerekli işlevlerin (kültür, turizm, eğlence v.b.) Cumhuriyet Meydanı’nda yapılanma öngörmeden, meydana komşu alanlarda çözümlenmesine, meydanın tarihi kimliğini ve niteliğini bozacak hiçbir yapılanma olamayacağına, Taksim Cumhuriyet Alanı’nın tüm bu özellik ve nitelikleriyle korunması gerektiğine ‘’ karar vermişti.
Uzun süredir getirime(ranta) dayalı; insanı, doğayı, tarihi, kültürü, kısaca tüm değerlerimizi yok sayan, şeffaf olmayan plan ve proje üretme süreçleri, halkın katılım ve bilgilendirme süreçlerine alınmaması, yapıldığı söylenen bilgilendirme toplantılarının kararlar alındıktan sonra gerçekleştirilmesi, ilgili tüm paydaş ve birimlerin bu bilgilendirme toplantılarına davet edilmemesi, davet edilenlere sınırlı ve eksik bilgi verilmesi farklı görüşlerin dikkate alınmaması ciddi bir huzursuzluk kaynağı oluşturmuştur.
Taksim projesi dâhilinde, Mimar Halil Onur’un hazırladığı Topçu Kışlası projesi, II Numaralı Koruma Kurulu tarafından ocak ayında reddedilmişti. Kurul kararında, projenin 1800’lerde yapılan Topçu Kışlası’nın ‘özgün mimarisi’ ne dair yeterli bilgi ve belge içermediği belirtilmiş ve Gezi Parkı’na atfen, ” Günümüzde 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış “ve “İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiş” ifadeleri kullanılmıştı.
Başbakan’ın ‘reddi reddedeceğiz’ açıklamasının üzerinden üç hafta geçmeden Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu kışlaya izin verdi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, şubatta A Haber’e çıkarak AVM’nin söz konusu olmadığını belirterek “AVM yok demişti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Taksim’deki altgeçit inşaatının etrafına kurduğu paravanlarda “Topçu Kışlası’nı yeniden inşa ederek kültür merkezi ve sanat galerisi olarak hizmete açmayı planlıyoruz” yazısını hâlâ görmemiz mümkün.
Taksim Topçu Kışlası’nın yeniden inşası fikri, geniş kamu kesimlerinin ücretsiz olarak kullandığı kentsel açık bir mekânı yani Taksim Gezi Parkını herkesin giremediği kapalı bir mekâna dönüştürecektir.
Tarlabaşı’nda da sürdürülen yenileme projesinde bu bölgelerin içine kapalı konut alanları olarak düzenlendiği, konut ve AVM’lerin yapılacağı projenin başlangıcında beyan edilmiştir. Umarım kültür mirası sivil yapıların yıkılarak, rant kokan projelerle bu mirasımız da yok edilmez.
Koca bir şantiyeye dönüştürülen İstanbul’da Yenikapı sahili de doldurularak miting alanı yapma çalışmaları son sürat devam ediyor.
1 milyon 250 bin kişilik miting alanı, 2 bin 200 araç ve 760 otobüs kapasiteli iki açık otopark yapılacak. Meydanın altında İleri Biyolojik Arıtma Tesisi kurulacak. Meydanda bir sahne, sağlık, idari ve güvenlik birimleri, kafe, büfe, restoran, sergi alanları olacak!
İstanbul 1 No’lu Yenileme Alanları, Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 23 Ocak 2012’de proje kapsamında yapılacak dolgunun kentin silüeti ve topografyasını bozacağı yönünde olumsuz görüş belirtti. Fakat Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu olumsuz görüş üzerine dolgunun “sit alanına değil denize yapılacağını” belirtip projeye onay verdi. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi de 11 Ocak 2012 tarihinde, projenin “kültür varlıklarına hasar vereceğini ve tarihi dokuyu bozacağını” gerekçe göstererek İstanbul 6. İdare Mahkemesi’ne yürütmeyi durdurma talebiyle başvuruda bulundu. Ancak mahkeme kararı çıkmadan çalışmalara başlandı.
Bütün bu vurdumduymaz, hak, hukuk tanımaz, rant ve yandaşlara çıkar sağlama amaçlı gelişmeler, son on yıldır kültür mirasının yoğunlaştığı alanlar, bölgeler ve buralarda daha önceden varlığını sürdüren kamusal alanlar üzerinde yoğun bir baskı meydana getirmektedir. Bu alanlarda gayrimenkul değerleri yükselmekte, yapılan bu kimliksiz kentsel dönüşüm projeleri ne yazık ki tarihi ve kültür birikimlerini yok ederek ‘’kimliksiz, ruhsuz kentler’’ yaratmaktadır.
İşin başka bir vahameti 1999 depremi sonrasında, beklenen olası bir afet sonrasında Taksim Gezi Parkı afet toplanma merkezi olarak ilan edilmişti.
İstanbul’da olası bir deprem sonrasında insanların toplanması için 450 den fazla meydan, park, boş arazi belirlenmişti. Ancak geçen zaman içinde, değiştirilen imar yasaları ile birlikte ne yazık ki bu alanların yarıdan fazlası imara açılmış durumda. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem ve Doğal Afet Komisyonu acaba 1999 depreminden sonra kaç kez toplandı ya da İmar Komisyonunun kaç kez toplandığını bilen var mı? (Bazı kaynaklardan aldığım bilgiye göre, büyükşehir afet komisyonu en fazla 3-4-5 kez toplanmasına karşın imar komisyonu 2000’in üstünde toplanmıştır.)
Bu talan sadece Gezi Parkı ile sınırlı değil, Çamlıca Tepesi, Haydarpaşa Garı, Atatürk Orman Çiftliği, Göztepe Parkı, Kuşdili Çayırı. Hepsinin ayrı bir hikâyesi ve alıcısı var!
Birkaç hatırlatma daha yapmak istiyorum.
10 Mart 2013 tarihli ‘’İğfal Yasası’’ başlıklı yazımda 2b Yasası olarak anılan ”Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun’’ ve kısa bir süre önce yasalaşan ‘’Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu’’ olarak anılan kanunun,yaşam alanlarımızın yağmalanmasına, talan edilmesine yol açacak; barajlar, HES’ler madencilik gibi ekolojiyi bozan faaliyetler için yerli ve yabancı sermayenin emrine vereceğini yazmıştım.
İşte Gezi Parkı hadisesinin başladığı gün nurtopu gibi yeni bir yasa kucağımıza doğdu.
Evet, Türkiye’nin gündemi suni gündemlerle palazlandırılırken ‘’Türk Petrol Kanunu’’30 Mayıs 2013’te Mecliste kabul edildi.
Petrol Mühendisleri, Jeoloji Mühendisleri, Jeofizik Mühendisleri Odaları ile Petrol Jeologları Derneği ve Petrol-İş Sendikası Başkanları bir basın toplantısı yaparak, çıkarılan bu yasanın ‘’ milli menfaatlere aykırı olduğunu, ormanların yanı sıra milli parkların da petrol arama ve üretimine açılacağını, şirketlerin vergi oranının 15 puan indirilerek devletin gelir kaybına uğratılacağını ve milli şirket TPAO’nun özelleştirilmesinin önünün açılacağını vurguladılar.’’
Kanunla ilgili olarak dört meslek odası ile işçi sendikası, Türk kamuoyunu Türk Petrol Kanunu Tasarısı’na karşı çıkmaya çağırdı. Ama kimse duymadı, Gezi Parkı kadar bir ses getirmesini bir tarafa bırakın biz milliyetçi camiadan bile en ufak bir ‘’ne oluyor ‘’ diyen olmadı.
Bu kanunla;
- Petrol arama ve üretim talebinin milli menfaatlere uygun olması koşulu yeni kanunda yer almamıştır.
- Yabancı devletlerin önü açılmıştır.
- TPAO’nun mevcut kanunda sahip olduğu haklar geri alınarak, kamu kuruluşumuzun özelleştirilmesinin önü açılmıştır.
- Petrol arama ruhsatı için yapılacak başvurularda ‘talebin milli menfaatlere uygun olması’ ile teknik yeterliliğe ve tecrübeye sahip olunma şartı kaldırılarak; bilgi, ekip ve ekipman yönünden yetersiz şirketlere ruhsat verilmesi sağlanmıştır.
- Bir şirketin sahip olabileceği arama ruhsat sayısındaki kısıtlama kaldırılırken, tek bir şirketin tekel oluşturabilecek şekilde tüm ülke kara ve deniz alanlarında hak sahibi olma riski yaratılmıştır.
- Orman sayılan yerlere ilave olarak milli parklarda dahi petrol arama ve üretimi yapılmasının önü açılmıştır.
- Petrol şirketlerinin mevcut kanunda ödemekle yükümlü oldukları yüzde 55 toplam vergi oranı, yüzde 40’a indirilerek devlet gelir kaybına uğratılmıştır.
- Petrol şirketlerine istihdam ettikleri yabancı personel sayısının iki katı oranında yerli personel çalıştırma şartı getirilmemiştir.
Yapılan bu değişiklerle, petrol potansiyeli olduğu bilinen Güney Doğu Anadolu ve Trakya Bölgelerine özel önem de verilmiş.
Oysa yıllardır; ‘‘bizde petrol yok’’ masalları anlatılmamış mıydı, Güneydoğu’da açılan kuyular kapatılmamış mıydı? Petrol yoksa o zaman bu kanunla ormanlarımızı, sit alanlarımızı yabancıların petrol aramasına neden açıyoruz?
Şimdi yeniden başa dönecek olursak, 11 yıllık AKP iktidarında bu ülkenin neredeyse her metre karesi, yerli ve yabancı işbirlikçilere peşkeş çekildi.
Binlerce yıllık kültür mirasımız yok edilirken hiçbir karşılık ilkesi gözetilmeden vakıf malları azınlıklara peşkeş çekilirken, işten çıkarma, aşırı pahalılık, insan yerine konmama, yıkılmış ve her yöresi işgal edilmiş bir imparatorluktan genç Türkiye Cumhuriyeti Devletini vücuda geçirmek üzere kanlarını, canlarını esirgememiş bu devletin kurulucularını ‘’iki ayyaş’’ diyerek aşağılayarak, kendilerine özel, BOP ve AB çıkarlarına hizmet etmek üzere yeni bir Anayasa oluşturma çalışmalarında, PKK ve bebek katiline hizmette hiçbir desteği esirgemeyen, iktidarın ‘’akil adamlar’’ına kucaklarını açıp ülkenin bölünme riskine gülüp geçen, Kürt kalkışmalarına ‘’özgürlük mücahitleri’’ diyerek Cumhuriyetin kendisiyle yüzleşmesini savunan ayrılıkçı, etnik ve mezhepsel kışkırtmaları her alanda yöneten-yönlendiren bu insanlar, ne oldu da bir yerden düğmeye basılmışçasına ayağa kalktılar hem de ülkenin her bölgesinde.
Peki ya biz milliyetçiler, ülkücüler? Biz bunları takip edip daha sonraki yıllarda büyük sıkıntılara gebe bırakacak olan bu düzenlemelerin neler getireceğini hesap edebiliyor muyuz?
Zira; dün ilgilenmediğimiz, gülüp geçtiğimiz her şeyin, bugün yaşadıklarımızın öncesi olduğunu kavrayabildik mi?
Neden bu iktidarın Türk’e yaptığı bunca eziyete ‘’dur’’diyebilmek için, özellikle son on yılda yapılanları bu millete anlatmanın sivil toplum kuruluşlarından geçtiğini öğrenip buna göre tedbirimizi almadık?
Partimizden bağımsız ama partimize sırtını yaslayan; dernek,, vakıf, platform, girişim grupları, yurt içi ve yurt dışı temsilcilikler vs. gibi STK’larımızı neden oluşturamadık? Son dönem sadece Gn. Başkan ve teşkilatlarımızın yıpratılmasına yönelik oluşturulan bazı merkezlerin dışında, yaptığımız işe yarar ne var?
Taksim Gezi Parkı için bu gösteri ve protestoları düzenleyen ‘’Taksim Platformu’’ na destek veren birkaç STK’nın adını vereceğim. Bir kısmının ayaklarından birinin yurt dışında olduğu bilinen bu STK’ların sitelerini de ülkücü-milliyetçi camianın incelemesini diliyorum
- Beyoğlu Semt Dernekleri Platformu
- Asmalımescit Derneği
- Ayaspaşa Derneği
- Bedrettin Derneği
- Cihangir Güzelleştirme Derneği
- Galata Derneği
- KA.DER
- Mayader
- Europa Nostra/ Bizim Avrupa-Türkiye
- ICOMOS-Türkiye
- docomomo- Türkiye
- TEMA Vakfı
- Şehristanbul Derneği
- Şehir Plancıları Odası-İstanbul Şubesi
- DİSK
- Herkes için Mimarlık Derneği
- Kadıköy Kent Konseyi
Ve bir de MARKSİST bir hareket ismi: OCCUPY ‘’İşgal Hareketi veya Küresel işgal hareketi’’ https://www.facebook.com/events/234114123311672/.
Peki sonuç:
Bütün bu olup bitenlerden sonra, iktidar sahibi ya istifa etmek zorunda kalacak ya da güçlenerek çıkacak. Umudum, iktidarın bir an önce gitmesine.
Bu olayların bu şekilde uzun bir süre sürmesi hem ülkemiz hem milletimiz için züldür. Bunun dışında, uzayan her eylemde illegal gruplar kendilerine uygun üreme alanları bulurlar. Bunun örneklerini de son 3 gündür hep birlikte görüyoruz veya bir şekilde içinde yaşıyoruz.
Sözün özü; Bu tür olayları yönetme ve yönlendirmede öncelik sahibi olabilmek için mutlaka kendi STK’larımızı oluşturmak zorundayız.
Not:Hem uzun hem sıkıcı… Çok okunmayacak biliyorum ve okuyan arkadaşların bir kısmı da belki sitem edecek ama iğneyi önce kendime batırdım, acısını yüreğimde hissediyorum.
ÇUVALDIZ MI?
‘’ İnanılması en zor dedikodular, aptalların belleğinde en uzun süre kalanlardır.’’ – Alfred De Vigny