ÇAĞLAYANLAR’DAN
‘’MÂVİŞ’’ ÜZERİNE
Güntülü AYYILDIZ
“Ben isterim ki bu eseri analar, babalar evlâdlarına; muallimler şâkirdlerine; zâbitler neferlerine okuyup şerhetsinler ve müellifin nağmeleriyle şakısınlar.’’
Dr. Fethi TEVETOĞLU
Diplomat olan ve Türk Edebiyatı’nda önemli bir yere sahip, yazmaya meraklı bir aileden gelen, Servet-i Fünun’da Türklük cereyanının ilk işaretlerini veren, II. Meşrutiyet’in ardından Türkçülüğün en hararetli taraflarından biri olan Ahmed Hikmet Müftüoğlu’nun eseri; Çağlayanlar kitabı milli duyguları içerisinde barındıran hikâyelerden oluşmaktadır. Günümüzde aşikâr olmadığımız kelimeleri barındırdığından sözlük yardımıyla anlam bütünlüğünü yakalamaya çalıştım.
Okumuş olduğum ‘’Mâviş’’ hikâyesi bu kitabının bir parçasıyken benim için diğer hikâyeler arasında Çağlayanlar kitabının kalbi olmuştur.
Benim için bütün renklerin şahı olan mavinin İstanbul’un şahı Boğaziçi ile anılması ve Boğaziçi’nin böyle güzel tasviri, yüreğimde buz tutmuş duyguları yeniden canlandırmıştır. Mâviş’ i tekrar tekrar okudum. Okumaya devam ettikçe İstanbul’a, Boğaziçi’ne adım adım yaklaştım. Göğüm mavinin tonlarıyla boyanırken gözlerimi kapatıp açınca karşımda görecekmişim hissine kendimi bıraktım.
Mavi benim için hem yaşayamadığım çocukluğum hem de yaşamak istediğim geleceğimdir. Mavi ben de huydur, aşktır, gelecektir. Boğaziçi ise varmak istediğim sevgilidir. Nazlıdır, bir o kadar da güzeldir ama uzaktır. Bu ikilinin birleştiği bu hikâye beni maviyle boyayıp sevgiliye yaklaştırmıştır. Bu sebeple hikâye, beni içine zahmetsizce çekmiştir.
Boğaziçi; kendisi, göğü ve mavimtırak güneşiyle mavinin en güzelini saklamışken koynuna Ahmed Hikmet Müftüoğlu’nun da dediği gibi ‘’Mâviş’’ denmez de ne denir.
Müftüoğlu’nun da dediği gibi, ben de Mâviş kelimesini ne zaman duysam kendimi bulutlarda, yıldızlarla kucaklaşır sanırım. Aynı hissi Boğaziçi’nin güneşli bir sabahı, mehtaplı bir gecesi de verir der. İşte bu yüzden buraya Mâviş demeyi seçer.
Hikâyede Mâviş o kadar güzel anlatılıyor ki hiç görmeyen biri bile muhakkak burayı hayallerinde en güzel yere koyarken tereddüt etmez.
Müftüoğlu, Nedim’in Sa’dabad kasidesine atıfta bulunarak hatır için şiir söylememiş olsaydı; mutlaka, hayalini Mâviş için sarf edeceğini söyleyerek Mâviş’in güzelliğini vurgulamıştır.
Mâviş’in sahilleri, çeşit çeşit çiçeklere benzettiği sarayları, zümrüdin dağları, nefti ormanları gözlerimin önünde, fıstık çamlarının kokusu burnumda şimdi. Ben de bütün benliğimle bu güzelliklere adım atıyorum.
“Mâvişin saata, havaya, güneşin parlaklığına göre değişen lâcivert, mâvi, cam göbeği renklerini yırtan, berbat eden o çirkin vapurları, o kara lekeleri silecek, bir kuvvetim bulunsaydı bu periler bucağının Hâkanı olsaydım, Mâvişi yalnız beyazlı, kırmızılı, mâvili, nârin kayıklar, kiklerle okşardım. Bu mâvi atlası, bu ince ütülerle ütülerdim.’’
Okuyucu olarak beni de çok etkileyen bu kısımda şikâyetin bile ne kadar naif ve güzel yapıldığına gıptayla bakıyorum.
Gök ve denizin benzer cilvelerinden bahseder, mavi dalgaları ak kurşuni bulutlarla bir tutar. Böyle mükemmel bir bütünlüğü öyle sihirli kelimelerle anlatır ki büyüye kapılmamak söz konusu bile değildir. Okuyucu derin ve dipsiz bu kuyuya gözünü kırpmadan dalacak, kendini yazarın ellerine bırakacaktır.
Mâviş’in karanlığını koyu menekşeye, gündüzünü altın rengine benzetir. Peri hikâyelerindeki tasvirlere denk tutar. Dalgalarını bir yürek titremesine benzetir. Ay ile yıldızın Maviş’e yansımasını, sabahlara kadar Maviş’in köşelerinde süslenip sulara dalıp köpüklerle yıkanır olarak tasvir eder. Sabah olunca tazelenen, dinlenen Maviş’in edasını anlatır. Rüzgârın ve güneşin kişileştirilerek anlatılması baktığımız noktayı değiştireceği gibi göreceklerimizi de muhakkak değiştirecektir. Hayal dünyamızın ufku muhakkak genişleyecektir.
‘’Îşte bu rûhânî mâvi dakikalarda şu tepedeki köşkünün penceresini açan, saçları karışık, gözleri mahmur şâir, Mâvişe yukarıdan bakar, onda cânân vatanın mâvi damarlarını görür. Boynunu büker.’’
Yazarın buradaki anlatımı sayesinde o pencereden bakan, güzellikler karşısında boynunu büken mahmur şair ben oluyorum.
‘’Bu kenardaki mescidin minâresinde seherin sislerine bürüne bürüne “es-selât” veren müezzin, bu cennet ırmağına doğru kalbinin bütün îmânıyle teveccüh ederek onun üstüne titreyen sesiyle tekbir alırken ruhu, mâvi dalgaların âteş-i aşkıyle erir ve bir damla yaş şeklinde dökülür.’’
Sela veren müezzin gibi bu hikâye biterken benim de ruhum, mavi dalgaların aşk ateşiyle eriyor ve bir damla yaş şeklinde gözlerimden dökülüyor.
Yazana rahmet, okuyana nimet olsun.