H. Nihal ATSIZ: “MİLLÎ SECİYE” BUHRANI

15 HAZİRAN 1932
ATSIZ MECMUA

“MİLLÎ SECİYE” BUHRANI

Garp medeniyetine, bu medeniyetin iflâs etmek üzere olduğu bir sırada girmemiz, bizim için hakikaten bir talihsizlik oldu. Zaten memlekette muhtelif zümrelerin birbirinden büyük ayrılıklarla uzak bulunduğu bu devrede, garbın karışık fikirleri de daha kanamış bir hâlde aramıza sokuldu. Bir kere aramızda müşterek ve mazbut bir ahlâk telakkisi kalmadı. Hangi hareketin ahlâklılık, hangisinin ahlâksızlık olduğunu bugün kestirmek güçtür. Sonra korkum; bir ecnebiperestlik ve milli kuvvete inanmamazlık ortaya çıktı. Kendimize ait şeylere sövmek, başkalarınınkini övmek moda oldu. Ve nihayet Paris kadınlarına benzemek için millî serveti kül eden tufeylî ve vatansız bir kadın sınıfı peydahlandı. Bütün bunların sebebi de dışardan gelen tesirlerin, hiç bir gümrüğe uğramaması ve kötü hazmolunması oldu.

Aramızda müşterek ve mazbut bir ahlâk yok dedik. Bunun en açık misalini cinsî ahlâkta görüyoruz. Cinsî hayatta erkeğin kadına, kadının erkeğe karşı alacakları vaziyet nedir? Türk Cemiyeti bugün bunu bilmiyor. Mekteplerde bugün talebeye dışarıdan gelen mektuplar şiddetle kontrol ediliyor. Aşk ve cinsî alâka mektupları olan ve yazanlar cezalandırılıyor. Fakat aynı talebenin en açık şehvet filimlerine, en kepaze balolara, barlara, plajlara gitmeleri men olunmuyor. Bu haraket ya yanlıştır, şu hâlde Maarif gibi memleketin diğer müesseseleri tarafından da takip edilip men olunmalıdır; yahut ta bu hareket tabiîdir, o hâlde Maarif Vekâleti talebeyi boşuna sıkmaktan vazgeçmelidir. Bu misal memlekette muhtelif devlet müesseseleri arasında bile müşterek bir ahlâk telakkisi olmadığını gösteriyor. Halbuki biz şimdiye kadar ahlaka yalnız cinsî bakımdan telakki etmiştik. Fakat o zaman hiç olmazsa cinsî ahlâkımızda müşterek prensipler vardı ve en kötü insan bile, bir ahlâksızlık yaparken onun ahlâksızlık olduğunu biliyordu.

Garp medeniyetine girerken, takip olunan gümrüksüzlük siyasetinin doğurduğu vahim neticelerden biri de yabancılara tapmak ve kendi kudretimizi, varlığımızı, mazimizi, mefahirimizi inkâr etmek veya hiçe saymaktır. Vaktiyle Hamdullah Suphi Bey, Türk Ocağında “biz garp medeniyetine ihtida ettik” diye bağırıyordu. Bu, şimdiye kadar içinde bulunduğumuz şark medeniyetini “küfür” saymak demekti. Halbuki biz maziyi pek çabuk unuttuk. Vaktiyle içinde bulunduğumuz şark medeniyetinin garp medeniyetinden yüksek olduğunu, o medeniyet sayesinde yüksek bir imparatorluk kurduğumuzu, büyük insanlar yetiştirdiğimizi pek çabuk unuttuk. Bu unutkanlıkta garptan galen tesirlerin rolü büyük oldu. Bu milletin parasıyla Fransa’da tahsilde bulunan kozmopolit bir züppe, Maarif Vekâletinin parasıyla çıkan Hayat Mecmuası’nda, bu millete vatan aşkını öğreten ve siyasî hayatı gibi şahsî hayatı da parlak ve lekesiz olan Namık Kemal’e “müsecca tıraşçı” demek küstahlığında bulundu. Ve İngiliz Şekspir’in dehası inkar olundu diye bar bar bağıran, protestolar yağdıran edebiyat birliğinin zavallı edipleri buna ses çıkarmadılar. Alman Göte için ihtifal yapan Darülfünun birkaç gün sonra yapılan Mimar Sinan ihtifaline iştirak etmemek kansızlığını gösterdi. Bir iki yıl önce Anadolu Mecmuası’nı çıkaran ve şuurlarının tam olduğu muhakkak olan birkaç münevver Türklüğü inkâr ederek bu milletin adının “Anadolu Milleti” olduğunu ilân ettiler. İstiklâl Harbi sırasında Anadolu’ya kaçan, fakat kendilerinde seciye zaafı var diye geri çevrilen birkaç kişi Rusya’ya gidip Moskova canbazhanesinde talim‐terbiye gördükten sonra içimize katışarak bir şeyler sayıklamaya başladılar. Gerek bunlar, gerek Şinasi’nin türbesinin üstüne apartman yapılması ve Bursa’da Gazi Osman Bey’in mezarı etrafında meyhaneler açılması hep aynı millî şuursuzluğun neticesidir.

Ve nihayet manen olduğu gibi maddeten de bir züppelik baş gösterdi. Konuşmalara, giyinişlere, hareketlere bakın. Bunu her yerde göreceksiniz. Yüzde doksanı talebe değil, salon kadını kıyafetinde olan darülfünun kız talebesine bakın, bunu göreceksiniz. Saçları maşalı, kaşları yoluk erkeklere bakın aynı şeydir. Bütün bunların yalnız bir tek sebebi vardır: dışarıdan gelen tesirler, açık ve kapalı propagandalarla millî ve dinî mefkuresini kaybeden, ailesini ve aile hayatını hakir gören bu gençler için hayatta yalnız bir gaye kalıyor: cinsi zevk. Bu türlü gençlerin konuşmalarına dikkat ediniz. Yalnız kur, mektup, randevu, balo, elbise, süs ve tuvalet kelimelerini işiteceksiniz.. Birkaç yıl önce İstanbul maarif müdürü gazetelere beyanatta bulunarak, İstanbul Kız Muallim Mektebi’ndeki bazı kimsesiz ve yoksul kızların bile mektep tarafından kendilerine verilen azıcık harçlığı ipek çoraba sarf ettiklerinden şikâyet etmişti. Fakat bu seciye zaafı kimsenin dikkatine çarpmadı. Hayat denilince yalnız süs ve boya anlayan, sabahleyin kalkınca ilk işi kaşlarını yolmak olan, fakat Çanakkale ve Sakarya destanlarını bilmeyen, 16 Mart faciasından haberi olmayan kızların yarınki Türk neslinin anası ve mürebbisi olamayacağını kimse düşünmedi.

Münevverlerimiz arasında seciye buhranı vardır. Gençliğe ve halka kendilerinde olmayan bir şeyi veremezler. Maarif Vekâleti bu millî seciye buhranının farkına varmış gibi gözüküyor. İhtimal ki mekteplerde ve darülfünunda okunulması mecburî kılınan yeni tarih kitabı bu düşüncenin neticesidir. Fakat bu kâfi değildir. Bu kitaptaki birçok ilim ve prensip yanlışlıklarını yok farz etsek bile yalnız bu kitabı mekteplerde okutmakla millî seciye kuvvetlenmez. Bunun için ilk önce yeni nesli yetiştirecek olan mürebbi sınıfının bu evsafı haiz seçme insanlar olması lâzımdır.

Çünkü bugün öyle gülünç tezatlara tesadüf ediyoruz ki gülmek mi ağlamak mı lâzım geldiğini kestiremiyoruz. Bu gülünç tezatlardan birisi vatanperverliği inhisara almış insanların askerlik aleyhtarı olmasıdır ki bundan da gelecek sefer bahsedeceğiz.