İnsanlığın tarihini muhtelif açılardan ele almak mümkündür. Bu ele alışlar çeşitli saiklerden beslenir. Kimisi tarihi; savaşlar, kimisi siyasi gelişmeler, kimisi teolojik değişimler, kimisi sosyal kırılmalar, kimisi ekonomik ilişkiler, kimisi iklimsel durumlar üzerinden okuyabilir. Bunların hepsi makul tarih okuyuş biçimleridir. Lakin bunlardan da öte insanlığın tarihini bir göçler tarihi olarak okumak da mümkündür. Tarihin en büyük öznesi insandır ve insanlık tarihi yukarıda sayılan nedenlerle beraber aynı zamanda bir göçler tarihidir. Gerek birey olarak gerek toplu olarak göçler, insanlık serüveninin adeta bir özetidir. Kimi toplumlar Tanrısal bir emir ile kendilerine vaat edilen topraklara doğru, kimileri insanın en kesif güdüsü olan merak ile, kimisi de cihangirane bir fetih arzusuyla, kimisi de zaruri bir hayatta kalma iştiyakıyla hareket ederek göç olgusunun içini doldurup insanlık tarihini şekillendirmişlerdir.
Beyaz adam tarafından henüz yeni dünya keşfedilmeden evvel bilinen dünya bugünkü Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarından mürekkepti. Haddizatında bu üç kıta dahi tam olarak bilinmiyor, bu kıtaların bilinemeyen muhitlerinde doğa üstü canlıların var olduğu varsayılıyordu. Bunun nedeni de kadim zamanın toplumlar arasına inşa ettiği izolasyondu. Zaman ilerledikçe insan grupları arasındaki izolasyon da nispeten azalmaya başladı ve toplumsal göçler daha görünür hale geldi. Tarihi şekillendiren toplumsal göçlerden en önemli ve büyüklerinden birine hatta birkaçına imza atanlar da hiç şüphesiz Türklerdir. Bu göçler Turan coğrafyasının doğusundan başlayarak gerek kendi kurdukları büyük siyasi teşekküllerin hakimiyet coğrafyaları ile ilintili olarak gerek de muhtelif siyasi, sosyal, ekonomik v.b. nedenlerle bağlantılı olmak suretiyle genel olarak Batı’ya doğru bir seyir takip etmiştir. Turan coğrafyasından Batı’ya doğru Hazar Denizi ve Karadeniz’in güney ve kuzeyinden bir yol takip ederek Batı’ya doğru akan Türk göçlerinin duraklarından biri de Anadolu coğrafyasıdır. Duraktır çünkü yoğun Türk göçleri, tıpkı Karadeniz’in kuzeyinden batıya akan diğer göç kollarının Roma duvarına çarpması gibi bu coğrafyada da Roma’nın doğu koluna çarpmışlardır. Er geç bu duvar da aşılacaktır hatta yıkılıp tarihten silinecektir. Yine de bu doğu Roma duvarı uzun süre Türklerin bu coğrafyada birikerek yerleşmesine neden olarak Anadolu’nun siyasi ve sosyal anlamda Türkleşmesine dolaylı katkı sunmuştur.
Türk toplulukların yaşam biçimlerinin sosyolojik karşılığı olan pastoral göçebelik, kendisine devamlı surette geniş, sulak ve verimli araziler bulmak zorundadır. Zira bu topluluklar ve bu yaşam biçiminin en önemli hayatta kalma unsuru bakmak zorunda oldukları büyük hayvan sürüleridir. Bu büyük sürülerin beslenmesi için geniş ova ve platolara ihtiyaç vardır. Anadolu toprakları da bu ihtiyaçlar için çok uygun bir iklim koşulu sunmaktadır. İşte Anadolu’nun Türkler, özellikle Türklerin en önemli kollarından biri olan Oğuzlar için yurt tayin edilmesinin nedenlerinden biri de budur.
Anadolu’nun kuzeyini kapsayan Karadeniz Bölgesi’nin daha özelinde Ordu ilinin Türkleşme serüveninin en önemli mihenk taşı Hacıemiroğulları adıyla anılan ve ikinci dönem Türk beylikleri kapsamında değerlendirilen beyliktir. Hacıemiroğulları Beyliği, Oğuzların Çepni koluna mensuptur. Malazgirt Savaşı’ndan sonra Selçuklu İmparatorluğu’nun fetih ve iskan faaliyetleri için sınırlara yönlendirdiği ve zaman içinde başkentlerini Niksar olarak tayin etmiş ilk dönem beyliklerden Danişmentlilerin en büyük ardılı ve mirasçısı olan bu beylik, Danişmentlilerin kıyılara inme hedefinin takipçisi olmuştur. Nitekim artık bir destan kahramanı hüviyetine de bürünmüş olan Danişment Gazi 1105 yılında Trabzon’da bulunan Rum tekfurluğuna nihayet vermek amacıyla bugünkü Ordu iline bağlı Aybastı ilçesinde bulunan Perşembe yaylası istikametinden Trabzon’a doğru ilerler iken Rumlar ve Gürcüler tarafından pusuya düşürülür ve ağır yaralı bir şekilde Niksar’a götürülür. Kısa süre sonra burada şehit olan Danişment Gazi böylelikle Karadenizi Türkleştirme hedefini gerçekleştiremeden uçmağa varır. Bu konuyla ilgili Urfalı Mateos adıyla bilinen Ermeni vakanüvis ; “Roma memleketinin büyük emiri Danişman öldü. O; iyi bir adam, memleketi imar edici ve Hristiyanlara karşı çok merhametli bir zattı. Onun tabiiyetinde bulunan Hristiyanlar, onun ölümü için büyük matem tuttular” demiştir. Danişmentlilerin 1178 yılında tarih sahnesinden ayrılmasından sonra Karadenizi Türk hakimiyeti altına alma misyonu iki beylik tarafından yürütülmüştür. Bunlardan ilki Taceddinoğulları Beyliği diğeri ise konumuz olan Hacıemiroğulları Beyliğidir. Yukarıda da bahsedildiği üzere bu iki beylik de Oğuzların Çepni koluna mensup beyliklerdir. Hacıemiroğulları Beyliği’nin mücadele sahası tarihte Halidya/Chalbiya olarak da bilinen Orta Karadeniz ve Doğu Karadeniz bölgesinin bir bölümünü içerisine alan bölgedir. Beyliğin bu bölgede karşısına dikilen güç Trabzon Rum Tekfurluğudur. Binaenaleyh ismi çeşitli kaynaklarda “imparatorluk” olarak belirtilen bu rakip siyasi teşekkül imparatoruk gibi büyük bir siyasi teşekkül olmaktan çok uzak olup, sadece karadenizin kıyı kesimlerinde lokal hakimiyet alanları bulunan bir beylik hüviyetindedir. Dolayısıyla adı geçen bölgede Doğu Roma’nın Türk ileri harekatıyla Konstaninapolis’e kadar gerilemesiyle beraber arda bir başka imparatorluk değil can çekişen bir Rum Beyliği kalmıştır. Hacıemiroğulları’nın hakimiyet mücadelesi de tekfurluk olarak tarif ettiğimiz bu beylik ile olmuştur.
Hacıemiroğulları ile alakalı ilk bilgi Trabzon’lu tarihçi Panaretos’a ait kronikten alınmaktadır. Bu kroniğe göre bölge, Trabzon Rum Tekfurluğunun 1284 tarihinde ikinci kez başına geçen ve 18 yıl tahtta kalan Kalaionnes Komen zamanında Türkler Halidya bölgesini ele geçirir ve yine Panaretos’a göre bölgeyi harabeye çevirir. Lakin eldeki veriler bu ifadenin vücut bulduğu tarihlerde Hacıemiroğulları’nın başında kimin olduğu konusunda bilgi vermemektedir. Tam olarak Hacıemiroğulları ile ilgili ilk bilgi 1301 yılına aittir. Yine Panaretos kroniğine göre 1301 senesinde Trabzon Rum Tekfurluğunun başında olan II. Aleksios Giresun’u ele geçirmek üzere Türkler üzerine sefere çıkar ve Türkleri ağır bir yenilgiye uğratır. Burada önemli olan husus Türklerin o tarihte deniz kıyısına kadar inmiş olup Trabzon sınırına dayanmış olmasıdır. Kronikte ifade edildiğine göre bu savaşta Türklerin başında bulunan kişi Koustougenes’tir. Bu kişinin gerçek adının Kuştoğan olduğu tahmin edilmekle beraber farklı görüşler de mevcuttur. Yine de bölgede Kuştoğan adında bir çok yerleşim yeri ve bir kale olması bu ihtimali güçlendirmektedir. İleride bahsedileceği üzere Kuştoğan Bey’in mezarının Mesudiye ilçesinde bulunan Kale Köyü’nde bulunan kümbetlerden birinde olduğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte aynı dönemde Çepnilerin batı yönünde de hakimiyet alanlarını genişlettikleri görülmektedir. Bugünkü İkizce bölgesinde kendi adına bir kale de yaptıran Genç Ağa adındaki komutan Hacıemiroğulları özelinde Çepnilerin Haldiya’nın batı kesiminde yaptığı iskan faaliyetlerinde önemli bir figür olarak görülmektedir. Bununla birlikte Genç Ağa’dan günümüze pek bir bilgi kalmamakla beraber yaptırmış olduğu kale bugün Ordu ilinin İkizce ilçesinin Karlıtepe köyündedir.
Hacıemiroğulları Beyliğinin esas anlamda temelini atan kişi Bayram Bey’dir. Bu nedenle beylik, bazı kaynakla Bayramoğulları beyliği diye de anılmaktadır. Zira 1455 yılında tutulan tahrir defterlerinde bölge “Vilayet-i Bayramlu me’a İskefsir ve Milas” olarak zikredilmektedir. Bayram Bey döneminde Türk akınları yoğunlaşmış ve özellikle kuzey ve doğu istikametinde iskan faaliyetleri artmıştır. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre Bayram Bey; 2 Ekim 1313 tarihinde Trabzon Rumların ait bir pazar yerini Maçka’da basmış ve burayı zaptetmiştir. Yine kaynaklardan edinilen bilgilere göre bölgede artan Türk-Rum çekişmesi mucibince Bayram Bey, 1332 Ağustosunda II. Manuel’in kuvvetleri ile Maçka’ya bağlı Hamsiköy’de karşılaşmış çok ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bununla birlikte kısa süre için doğu yönünde harekatlarına ara veren beylik hakimiyet alanını batıya doğru kaydırmış, Ünye ve Fatsa’da kesin Türk hakimiyetini tesis etmiştir. Bayram Bey yönetimindeki Hacıemiroğulları’nın bilinen faaliyetlerinden biri de 29 Haziran 1348’de Erzincan Valisi Gıyaseddin Ahi Ayna Bey, Bayburt Valisi Mehmet Rikabdar, Akkoyunlu Beyi Turali Bey, Suriye Türkmen Beylerinden Bozdoğan Bey’in kuvvetlerinden oluşan Türk müttefik güçleriyle birlikte Trabzon Rum Tekfurluğuna 29 Haziran 1348’de yaptığı ortak saldırıdır. Müttefik Türk kuvvetleri bu saldırı ile Trabzon kalesini üç gün süre ile kuşatmışlar fakat ağır kayıplar neticesinde kaleyi almaya muvaffak olamamışlardır.
Ordu Türk tarihi ile ilgili önemli bir husus da 19 Aralık 1356’da bugün Perşembe ilçesine bağlı Yason Burnu’nda gerçekleşmiştir. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre bu tarihlerde tekfur olan III. Aleksius saray ahalisiyle birlikte Hz. İsa’nın doğumunu kutlamak amacıyla Trabzon’dan Giresun ve Ordu istikametine doğru hareket eder. Bugün Ordu ili Perşembe ilçesi sınırlarında bulunan ve üzerinde bir kilise bulunan Yason Burnu’nda 14 Türk infaz edilir. Her ne kadar bugün turistik hüviyetli bir alan olsa da Yason Burnunda 14 Türk’ün idam edilmesi kollektif bilincimizde unutulmaması gereken acı bir hadise olarak yer etmelidir. Zira milletler halinde yaşayan topluluklar için geçmişin acı ve tatlı günleri, yarınlar için bir referans kaynağıdır.
Tarihi net olarak bilinmemekle beraber Bayram Bey’in 1357 yılının ilk aylarında öldüğü tahmin edilmektedir. Zira tarihi kaynaklardan edinilen bilgiye göre Bayram Bey’in 19 Aralık 1356’da sağ olduğu ve oğlu Hacı Emir İbrahim Bey’in 13 Kasım 1357’de kendisinin yerine geçtiği bilinmektedir. Bayram Bey’in kabrinin de tıpkı Kuştoğan Bey gibi Mesudiye ilçesinde bulunan Kale Köyü’ndeki üç kümbetten birinde olduğu tahmin edilmektedir. Burada bir anekdot paylaşmak gerekirse bahsi geçen kümbetler üç adettir ve aslı iki kattır. Kümbetlerden birinde bulunan kitabede; “Fİ ŞEHR-İ REBİ’İL-EVVEL SENETE SİTTETİN ERBA’İN VE SEMANÜMİ’E Fİ HİCRET’İN NEBEVVİYE” yazılıdır. Günümüz Türkçesiyle bu kitabenin karşılığı; “Hicretin sekiz yüz kırk altıncı yılının rebiyülevvel ayının altısı”dır. Ayrıca kümbetlerde Çepni boyuna ait tamgalar bulunmakla beraber bahsedilen hicri tarih, miladi olarak 1442 yılına tekabül etmektedir.
Hacıemiroğulları Türklüğünün, Trabzon Rumluğuyla ilişkileri bağlamında Bayram Bey sonrasında beyliğin başına geçen Hacı Emir İbrahim Bey’in, Trabzon Rum Tekfuru I. Basileios’un kızı olan ve o tarihte tahtta bulunan Aleksios’un kardeşi Theodora ile evlendirilmesi mühimdir. Zira bu yöntem dönem itibarıyla diplomatik bir iyi niyet göstergesidir. Aynı tekfurluk diplomatik amaçla etrafında bulunan siyasi güçlerle arasını iyi tutmak için Akkoyunlu Bey’i Kutlu Bey’e, Fahreddin Kutlu Bey’e Uzun Hasan Bey’e, Taceddinoğulları Beyi Taceddin Bey’e de kızlarını vererek varlığını sürdürmek adına diplomatik evlilikler yapmak zorunda kalmıştır. Ünlü tarihçi Hammer bu tavrı Trabzon tekfurlarının kudretsizliğine bağlamış ve Komnenos Hanedanlığının evlilik bağı ile kendilerinden daha kuvvetli olan komşularının himmetine sığındıklarını belirtmiştir. Hacı Emir İbrahim Bey’in Theodora ile evlendirilmesinin ardında da yine aynı gerekçeler vardır. Zira yukarı da zikredildiği üzere 1356’da Yason Burnunda 14 Türk’ün infaz edilmesinin intikamını almak üzere Hacı Emir İbrahim Bey 13 Kasım 1357’de Canik Dağları eteklerinden Maçka’ya doğru bir sefer düzenlemiştir. Bu sefer Hacı Emir İbrahim Bey ile ilgili rastlanılan ilk bilgi olması bakımından mühimdir. Bu seferde Türkler mutlak bir zafer elde etmiş ve bol miktarda ganimet ile seferi sonlandırmışlardır. İşte Hacı Emir İbrahim Bey ve Theodora evliliği Rumlar için böyle bir hezimetin neticesi olarak kurulmak istenen iyi ilişkilerin bir sonucudur. Hacı Emir İbrahim Bey dönemi Türklerle Rumların birbirileriyle ve bölgede bulunan diğer Türk beylikleri ile mücadeleleri ile geçen bir dönemi kapsamaktadır. Zira beylik bu dönemde sadece Trabzon Rumlarıyla mücadele içinde bulunmamış, bölgenin diğer bir Türk beyliği olan Taceddinoğulları ile siyasi ve askeri olarak karşı karşıya gelinmiştir. Hacı Emir İbrahim Bey 1387 yılında ciddi bir hastalığa yakalanır. Bu dönemde beyliğin Taceddinoğulları ile girdiği mücadele ve Hacı Emir İbrahim Bey’in hastalığı Esterabadi’nin Bezm u Rezm adlı eserinde şu şekilde anlatılmaktadır: “Taceddin, gözünü Hacı Emir’in vilayetine dikti ve oranın fethi için çaba harcamaya başladı. Çünkü Hacı Emir; ağır bir hastalığa ve elim bir derde yakalanmış, ölümün eşiğine varmıştı. Çocuklarının en büyüğü, evlatlarının en olgunu Süleyman Bey idi. Alnında büyüklük ve asalet izleri, yüzünde olgunluk ve yiğitlik ışığı parlıyordu. Hacı Emir, akrabalarını ve vilayetin ileri gelenlerini yanına çağırarak, “Her yaratığın sonu ölümdür. O, herkesin içmesi gereken bir şerbet; her canlının er geç yudumlayacağı bir yudumdur. Hastalık, onun sebeplerinden ve alametlerinden biridir. Ben şimdi ölümün eşiğindeyim. Dil sayfama sessizlik harfi konmadan, hayat defterime azil çizgisi çekilmeden yerime geçecek veliahtımı sizin içinizden seçeyim. Halkın idaresini ve işlerini yoluna koyacak birini tayin edeyim de ölümümden sonra emirlik makamına otursun. Sizin durumunuzun iyileşmesi, geçiminizin sağlanması için çaba harcasın. Sizi yönetme ve koruma işini üzerine alsın. Bunu yaparsam oğullarım arasında kavga çıkmaz ve o kavga ayrılık ve kargaşaya sebep olmaz. Zarar ziyana uğrayarak durumumuz bozulmaz” dedi.” Lakin hazindir ki Hacı Emir İbrahim Bey’in hastalığının geçmesi kendisinin bu ifadelerden vazgeçerek yeniden beylik mücadelesine girmesine neden olur ve beylikte baba-oğul arasında kısa süreli bir hakimiyet mücadelesi yaşanır. Beylik ileri gelenlerinin çoğunlukla Süleyman Bey’in yanında olması sayesinde ve elimizdeki tarihi veriler ışığında 1386 yılına gelindiğinde beylik yönetiminde Süleyman Bey’in tek hakim konumuna geldiği anlaşılmaktadır.
Hacıemiroğulları Beyliği’nin İbrahim Bey dönemini kapatıp beyliğin en ihtişamlı dönemi olan Süleyman Bey dönemini açarken büyük Türk Başbuğ Emir Timur devrinde İspanya Kralı III. Henry tarafından Emir Timur ile görüştürülmek üzere İspanya’dan Semerkand’a gönderilen Ruy Gonzales de Clavijo’nun seyahatnamesinden de bahsetmek yerinde olacaktır. 1404 yılında Clavijo’nun Hacıemiroğulları topraklarına gelişi ilgili seyahatnamede şu şekilde anlatılmaktadır; “5 Nisanın Cumartesi günü Sinop’tan hareket ettik. O gün bütün geceyi denizde geçirdik. Ertesi gün öğle üzeri, Samsun’a vardık. Burası Türklerin elindeydi. Samsun’un iki kalesi vardır. Biri Cenevizlilerin, diğeri Süleyman Çelebinindir. Biz, burada limana girmeyerek denizde kaldık. Hava müsaitti ve biz ertesi gün öğle üzeri Ünye’ye ulaştık. Hava koşullarının muhalefeti nedeniyle buraya sığınmak istedik. Tepelerde evler görünüyordu. Halkının çoğu Rum’du. Bize, kalenin etrafında üç yüz kadar Rum bulunduğu anlatılmıştı. Fakat bütün bu bölge Meleseno adında bir Rum asilzadesinin hükmü altındaydı ve bu kişi Timur’a vergi veriyordu. Ertesi gün hareket ettik. Fakat hava koşulları uygun değildi. Onun için Türk topraklarına sığındık. Sığındığımız yerin adı Lena idi. Bize anlattıklarına göre, birkaç yıl önce Cenevizliler buraya akın etmişlerdi. Bütün bu bölge Erzamir adında bir Türk prensine bağlıdır. Aynı gün bu limandan hareket ettik. Çok geçmeden deniz kenarında başka bir kaleyle karşılaştık. Santa Niciyo adını taşıyan bu kaleye komşu bir yerde demir attık. Çünkü rüzgar gittikçe şiddetleniyordu. Şehrin ağzına yakın bir yerde geceyi geçirdik. Bütün bu bölge, Erzamir adındaki Türk prensine aitti. Bu prensin kumandası altında bin atlı bulunduğunu söylemişlerdi. Ertesi Çarşamba günü hava koşulları müsait olduğu için hareket ettik”.
Hacıemiroğulları Beyliği’ne en görkemli yıllarını yaşatan bey arşiv kayıtlarında “Mir-i Çepniyan” olarak kaydedilen Süleyman Bey’dir. Süleyman Bey devrinde ilk göze çarpan önemli husus bölgede hakim olan üç Türk beyliği arasındaki münasebetlerdir. Bu beylikler Hacıemiroğulları ile beraber Taceddinoğulları Beyliği ve Kadı Burhaneddin Beyliğidir (Kadı Burhaneddin Beyliği’nin kurucusu olan Kadı Burhaneddin Oğuzların Salur kolundandır). Hacı Emir İbrahim Bey zamanında saldırgan tutumlarına başlayan Taceddin Bey, Süleyman Bey’in beyliğin idaresini ele almasından sonra Hacıemiroğulları aleyhine olan faaliyetlerini hızlandırır. Bunun üzerine Hacıemiroğulları’nın bölgedeki müttefiki olan Kadı Burhaneddin elçi olarak şeyhülislamı Şeyh Yar Ali’yi Taceddin Bey’e gönderir. Elçilik heyeti vasıtasıyla Taceddin Bey’e ulaştırılan mektupta Kadı Burhaneddin, Taceddin Bey’e ;”Onların atalarından miras kalmış mülküne göz dikip düşmanlık ve kavga yolunu tutmuş, dostluk ve kardeşlik hakkını çiğnemişsin. Bu hareketin bana çok çirkin geldi. İyi huyundan ve temiz tabiatından beklenilen şeylerin tersini yapmışsın” şeklinde hitapta bulunmuştur. Bu mektuptan sonra Taceddin Bey gelen elçilik heyetine söz vererek Hacıemiroğulları ile arasındaki husumeti bitireceğini taahhüt eder. Fakat Tacedddin Bey henüz elçilik heyeti Kadı Burhaneddin Beyliği’nin başkenti olan Sivas’a ulaşmadan 24 Ekim 1386 tarihinde on iki bin kişilik bir kuvvetle Hacıemiroğulları topraklarına saldırır. İki beyinde Trabzon tekfuruyla olan kız alıp verme hususuyla Trabzon Rumlarıyla kurdukları diplomatik akrabalık gelişmelerin Trabzon Rumlarını da yakından ilgilendirmesine neden olmuştur. İki Çepni ordusu bugünkü Mesudiye ve Reşadiye arasında bulunan Erdembaba mevkisi olarak tahmin edilen bölgede karşılaşır. Hacıemiroğulları, Taceddin Bey’in kuvvetlerini ağır bir yenilgiye uğratır. Yörede bulunan çok sayıda mezar taşı ve yöre halkının “burada iki ordu savaşmış, kardeş kardeşi öldürmüş” şeklindeki söylenceye itibar etmeleri bahsi geçen savaşın yukarıda zikredilen bölgede gerçekleştiği ihtimalini kuvvetlendirmektedir. İki beylik arasında gelişen bu hadise neticesinde Hacıemiroğullarının müttefiki ve bölgenin en kuvvetli siyasi teşekkülünün başında bulunan Kadı Burhaneddin, Taceddinoğulları’nın başkenti olan Niksar’a gider ve Niksar’ı hakimiyeti altına alır. Bununla birlikte Kadı Burhaneddin; Taceddinoğulları’na ait olan günümüzde Tokat’ın Reşadiye ilçesinde bulunan İskefsir Kalesi’ni de Hacıemiroğullarına verir. Yine Kadı Burhaneddin ile Hacı Emir oğlu Süleyman Bey arasındaki müttefiklik kendini Erzincan Emiri Mutahharten’in (Emir Mutahharten bir Uygur Türkü’dür) Sivas’a saldırmasında gösterir. Sivas üzerine sefer hazırlığı yapıldığı bilgisini alan Kadı Burhaneddin, Süleyman Bey’den yardım ister. Ordusuyla beraber Süleyman Bey’in Sivas’a gelmesi üzerine Emir Mutahharten Sivas’a saldırmaktan vaz geçer. Bu olay Hacıemiroğulları Beyliği’nin bölgedeki hakimiyet savaşlarında oynadığı etkin rolü göstermesi bakımından mühimdir.
Süleyman Bey döneminin diğer bir önemli gelişmesi ve günümüz Ordu şehrine akisleri bakımından ehemmiyetle değerlendirilmesi gereken bir diğer husus da beyliğin başkentinin bugünkü Mesudiye Kale Köyü’nden, Ordu merkezine dört km uzaklıkta bulunan Eskipazar bölgesine nakledilmesidir. Bu naklediş Türk iskanının dağlardan kıyıya doğru yöneldiğini göstermesi bakımından mühimdir. Ordu ilinin adı da bu hadisenin bir neticesidir. Dolayısıyla Ordu iline ad verenlerin Hacıemiroğulları olması bu beyliğin Ordu şehri için önemini vurgulamaktadır. Divan-ü Lugat-it Türk’te ordu kelimesinin karşılığı olarak : “Bir hakanın konutu. Nitekim Kaşgar kentine ordu kend: Hakanların konutu olan kent denir” ifadesi bulunmaktadır. Yine aynı mümtaz eserde ordulandı ifadesinin karşılığı olarak ; “beg bir yerig ordulandı (bey bir yeri kişisel ikametgahı olarak zapt etti)” tanımı verilmiştir. Ordu kelimesi Türk tarihinde hakanın oturduğu merkez kent anlamını ihtiva etmektedir. Yine Orhun Bengütaşları’nda “ortu” şeklinde ifade edilen kelime orta anlamına gelmekle beraber, aynı Bengütaşlarda “ordu” şeklinde ifade edilen kelimenin karşılığı olarak; merkez, payitaht, kağanın oturduğu yer, hakanın oturduğu şehir, ordugah, karargah anlamları verilmektedir. Türk tarihinden aldığımız bu bilgiler ışığında Ordu ilinin adının Süleyman Bey devrinde Hacıemiroğulları’nın başkentinin bugünkü Eskipazar mevkine taşınması nedeniyle verildiği açıktır. Binaenaleyh beyliğin başkentinin taşınması ile birlikte bugünkü Ordu coğrafyası yöre Türklüğü için merkez olma konumunu kazanmıştır. Yerleşim yeri adı olarak da kullanılan ordu tabirinin bölgedeki Türkler tarafından kullanılmasına bir örnek de yukarıda sıkça zikrettiğimiz Taceddinoğulları Beyliği için verilebilir. Beyliğin yaylak olarak da kullandığı başkenti olan Niksar’la beraber, kışlak olarak kullandığı bugün Çarşamba ilçesi sınırlarında bulunan köyün adı da Ordu’dur. Hakanın oturduğu yerin ordu adını alması çok kadim bir Türk geleneğinidir ve bu geleneğin bugün hala Ordu ilinde yaşatılıyor olmasının mihmandarı Hacıemiroğulları’dır.
Beyliğin Ordu tarihinde oynadığı bu önemli rol ile birlikte Giresun ilinin Türk yurdu haline gelmesinde de başat rol oynadığı ortadadır. Haddizatında Giresun ilini fetheden beylik Hacıemiroğulları Beyliği, fetih eden Türk komutan da Hacı Emir oğlu Süleyman Bey’dir. 1397 yılına gelindiğinde Süleyman Bey, o güne kadar Türklerin eline geçmemiş olan Giresun’u fetheder ve bu fethi bir mektupla Kadı Burhaneddin’e bildirir. Bu haber üzerine Kadı Burhaneddin şenlikler tertip eder ve Süleyman Bey’e bir tebrik mektubu gönderir. Giresun o dönemde Trabzon Rum Tekfurluğunun en önemli ikinci büyük kentidir. Süleyman Bey’in bu kenti fethetmesi, bölgedeki Rum hakimiyeti için adeta sonun başlangıcı olmuştur.
Süleyman Bey’den sonraki dönemde Hacıemiroğulları ile alakalı bilgiler kısıtlıdır. Türk tarihinin acı gerçeklerinden biri olan kardeş kavgalarının en hazinlerinden biri olan Sultan Yıldırım Bayezid ile Emir Timur arasında 1402 yılında gerçekleşen savaştan evvel, 1398 yılında Sultan Yıldırım Bayezid’in Samsun istikametine sefere çıkar. Bu seferde Samsun’un Osmanlı hakimiyetine girmesi ile birlikte Hacıemiroğulları’da dahil olmak üzere bölgenin küçük beylikleri Osmanlı hakimiyetini kabul eder. Yine de bu hakimiyete rağmen bölgenin idaresinin Süleyman Bey’e bırakıldığı tahmin edilmektedir. 1402 yılında vuku bulan Ankara Savaşı’nda Osmanlıların yenilmesi ile Hacıemiroğulları Beyliği tekrar bağımsız olur.
Yukarıda belirtildiği üzere 1403 senesinde Emir Timur’a elçi olarak gönderilen Ruy Gonzalez de Clavijo’nun seyahatnamesinde geçen Arzamir adından anlaşılacağı ve 1455 tarihli tahrir defterinde Vilayet-i Bayramlu Me’a İskefsir ve Milas’a bağlı Bölük-i Niyabet-i Ordu nahiyesi sınırları içerisinde yer alan Bucak-ı Küçük karyesinin Hacı Emir Çelebi ve İnayet Çelebi Evlad-ı Hacı Emir Çelebi’nin mülkü olarak kaydedilmesinden hareketle tarihçiler, Hacı Emir İbrahim Bey’in, Süleyman Bey’den başka Hacı Emir ve İnayet adlı iki oğlunun da olduğunu beyan etmektedirler. Zira Clavijo’nun Arzemir olarak tarif ettiği kişinin Süleyman Bey’in kardeşi olan Hacı Emir olduğu tahmin edilmektedir. 1455 tarihli tahrir defterinde bölgedeki 526 Rum aileye karşılık, 6651 Türk ailesinin olduğunun belirtilmesi henüz Trabzon fethedilmeden evvel, Hacıemiroğulları öncülüğünde yapılan Türk iskan hareketinin bölgedeki Türklüğün artışına yaptığı muazzam katkı bakımından önemlidir.
Hacıemiroğulları Beyliği’nin, mutlak olarak bağımsızlığını yitirip Osmanlı Devleti hakimiyeti altına girdiği tarihin 1427 yılı olduğu konusunda bir çok tarihçi hemfikirdir. Bu durumdan sonra yeni bir idari düzenlemeye giden Osmanlı Devleti bölgede idari taksimatlar yaptı. Buna göre Bolaman Irmağı’nın batı tarafında kalan bölüm Canik Sancağı’na bağlanmış, Aksu Irmağı ile Bolaman Irmağı arasında kalan alan Vilayet-i Bayramlı olarak belirlenmiş, Aksu Irmağı’nın doğusu ile Vilayet-i Çepni olarak adlandırılmıştır. Osmanlı hakimiyeti ile siyasi anlamda tarih sahnesinden çekilen Hacıemiroğulları’nın tarih sahnesinde son görünüşü Fatih Sultan Mehmet ile Akkoyunlu Uzun Hasan Bey arasındaki mücadele safhasındadır. Tarihi kayıtlarda bu mücadelede Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon fethini engellemek amacıyla Uzun Hasan Bey tarafından kışkırtılan Kızıl Ahmed ve Canikoğlu adlı beylerin Emir Bey isimli birini baş tayin edip Tokat’ı yağmaladıklarından bahsedilir. Bahsi geçen Emir Bey’in, Süleyman Bey’in oğlu olduğu tahmin edilmektedir. Aynı Emir Bey, Otlukbeli Savaşı’nda Uzun Hasan Bey, Fatih Sultan Mehmet’e yenilince Dulkadiroğulları’na sığınır. Son olarak Hacıemiroğulları’nın tarihe mal olmuş olan son kişisi olan bu kişi Dulkadiroğulları tarafından Urfa’ya gönderilir. Böylece Karadeniz ve Ordu Türklüğünün önemli bir safhasını teşkil eden Hacıemiroğulları’nın görünebilir son cılız ışıltısı da sönmüş olur.
Türk tarihi başlı başına bir göç, akın, fetih ve iskan tarihidir. Tarihimizin bu özelliğiyle irtibatlı olarak Hacıemiroğulları’nın Karadeniz ve Ordu yöresindeki oynamış olduğu tarihi rol çok mühimdir. Binaenaleyh Anadolu’nun mutlak Türk yurdu olarak tescil edilmesinin Karadeniz Bölgesindeki tarihi-siyasi izdüşümü Selçuklu-Danişmentliler-Hacıemiroğulları-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti şeklindedir. Bu durumdan hareketle, Hacıemiroğulları Beyliği Karadeniz ve Ordu Türklüğü için çok önemli bir merhaledir. Henüz cumhuriyetimiz yüz yaşını dolduramamışken, XIV. Yüzyıl ile XV. yüz yıl arasında bölgede Türklüğün sancaktarlığını yapmada öncü olmuş olan bu beyliğin tarih sahnesinde kapsadığı yaklaşık yüz küsür yıllık alan düşünüldüğünde beyliğin ehemmiyeti daha iyi anlaşılabilir.
Beylik her ne kadar dönem dönem bölgede bulunan diğer Türk siyasi teşekkülleri ile anlaşmazlıklara girse de, esas mücadelesini kıyasıya bir şekilde Trabzon’da bulunan Rum siyasi teşekkülüne karşı vermiş ve bu mücadele boyunca Türklük lehine olumlu neticeler almıştır. Bu neticenin hakimiyet olarak ulaştığı sınırlar bugünkü Terme ve Vakfıbekir arasındaki bölgeyi kapsamaktadır.
Aynı zamanda beylik Ordu iline adını vererek dün-bugün-gelecek kurgusu içinde tarihsel varlığını bugünlere kadar aksettirebilme becerisini gösterebilmiştir. Hacıemiroğulları Beyliği’nden günümüze kalan eserler arasında; günümüzde Ordu ili İkizce ilçesi sınırları içinde bulunan Genç Ağa Kalesi, beyliğe ilk başkentlik yapmış olan Mesudiye ilçesinde bulunan kale, kümbetler ve saray, Ordu merkezine dört km uzaklıkta bulunan Eskipazar mevkiinde bulunan cami, bu caminin daha sonra Selimiye mahallesinde bulunan Selimiye Camii’ne taşınan mihrabı, yine bu caminin Ankara Etnoğrafya Müzesi’nde sergilenen minber, kapı kanatları ve pencere kanadıyla yine Ordu ili sınırları içinde bulunan Hatipli Köyü’nde bulunan mezar taşları bulunmaktadır. Yine Giresun ili Tirebolu ilçesi sınırları dahilinde bulunan Bedreme Kalesi’nin de Hacıemiroğulları tarafından inşa edildiği düşünülmektedir.
Ordu iline ad veren ve Karadeniz Bölgesi’nin Türkleşmesinde önemli görevler ifa eden bu beyliğin unutulmaması ve hak ettiği değeri görmesi dileğiyle Tanrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin…!
KAYNAKÇA
Sıtkı ÇEBİ, Ordu Şehri Hakkında Derlemeler ve Hatıralar. 2000. Orsev Yayınları
Prof. Dr. Necati Demir, Hacıemiroğulları Beyliği. İstanbul 2007. Neden Kitap Yayınevi
Prof. Dr. Sadettin Gömeç, Türk Kültürünün Ana Hatları. Ankara 2012. Berikan Yayınevi
Prof. Dr. Muharrem Bilgin, Orhun Abideleri. Ankara 2013. Boğaziçi Yayınları
Çığır Doğu Zorlu, Anadolu Türk Beylikleri Tarihi. İstanbul 2015. Kamer Yayınları
Kaşgarlı Mahmud, Divan-ü Lugat-it-Türk. Salon Yayınları
İbrahim Tellioğlu, Osmanlı Hakimiyetine Kadar Doğu Karadeniz’de Türkler. 2007. Serander Yayınları
Ruy Gonzales de Clavijo, Timur Devrinde Kadis’ten Semerkant’a Seyahat. Köprü Kitapları
Mithat Baş, İlkçağ’dan Günümüze Ordu Tarihi. 2014. Yason Yayınevi