HAFTA SONU AĞIDI
Mualla Yasdıman
Bir hafta sonu…
Bütün haftayı evinin rızkını sağlamak için binbir külfete katlanarak çalışan, çoğunlukla gerek yöneticilerin gerekse yandaş mesai arkadaşlarının baskı, kuşatma ve tacizi altında çalışmaya çalışan yurdum insanına ”günaydın, güzel hafta sonları olsun…” dilekleri sunamamanın aczi ve acısı içindeyim.
Başlayan her yeni günle; ufkumuzu, gönlümüzü karartan, umutlarımızı yok eden yeni belirsizlikler, psikolojik ve sosyal dengemizi altüst eden birçok olay ne yazık ki hepimizi kıskıvrak yakalamakta…
11 yıl yani 4 bin gün acaba sırada ne var diye düşünmekle geçti…
4 bin gün, her sabaha yeni bir gündemle başladık, yeni senaryolara figüranlık ettik milletçe topyekün ve her günün bitiminde birbirimizle yaptığımız kavganın yorgunluğuyla koyduk başımızı yastığa…
Televizyonu her açtığımızda liyakatsiz, ehliyetsiz, kocaman kocaman adamların!, kadınların! Öngörüden uzak tartışmalarını taşıdık kendimize ait sanal sayfalarımıza…
Gazete ve dergileri her açtığımızda büyük manşetler altında yüceltilen bir grubun küçük, anlamsız ve bize ait olmayan düşlerini okuduk, birçok köşe yazarının kalemini nasıl sattığına şahit olduk.
Oysa siyasi gücün merkezinde olanlar, yeni başlıklarla bizi birbirimize düşman kılanlar, bizleri lime lime bölüp parçalayanlar gayet mesut ve memnun, uzaktan bu hesaplaşmaları seyrederek ağızlarıyla değil başka yerleriyle güldüler bu ufuksuzluğumuza, bu kayıkçı kavgalarımıza…
36 etnik gruptan açılım sürecine, kilise ve azınlık okullarının açılmasından cemaatlerin mallarının iadesine, yol yapmak için cami yıkılmasından Ayasofya’nın ibadete açılmasına, komşularımızla sıfır sorundan giriştiğimiz kavgalara kadar birçok konu Cumhuriyetimizin bugüne kadar katettiği mesafeyi bir anda yok etti.
Biz Kürt meselesiyle uğraşırken aslında buzdağının altını göremedik.
Şu anda yaşadığımız, Barzani, Şivan Perver, İbrahim Tatlıses hadisesi basit bir Kürt meselesi değildi fark edemedik.
Yüzyıllardır bu ülkenin kaymağını yiyenler; ne yazık ki Kürt dediğimiz bizim insanımızı daha önce defalarca yaptığı gibi maşa olarak kullanıp, kendi istek ve arzularını ”Kürt açılımı, demokratik haklar ve özgürlükler, barış süreci” gibi yumuşak ve romantik adlandırmalarla masaya yatırdı.
AB ve AHİM bu konuda ellerinden gelen desteği esirgemedi!
İktidar kıskıvrak bağlandığı bu sarmalın içinde, önüne konan bütün reçeteleri eksiksiz olarak uyguladı. Bir taraftan içinden geldikleri siyasi İslam’ın baskısı diğer taraftan kendisine güç verip iktidar olmasını sağlayan egemen güçlerin dayatmalarıyla ülke fırtınaya tutulmuş gemi gibi sallanmaya, her sallantıda bir parçasını kurban vermeye başladı.
Yıllardır sessizce oymaya başladıkları Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli, çatlayan kolonlarıyla küçük bir depremde yıkılması muhtemel bir binaya dönüştürüldü.
Evet, biz KÜRTLER’le uğraşmaya başladığımız günden bu güne Türkiye’deki azınlıklıkları ve isteklerini hiç hesaba katmadık sanırım. Oysa; bütün bu keşmekeşin tam ortasındaydılar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan aldıkları hakları yeni Cumhuriyet’ten bekliyorlardı. Bu nedenle de ”Kürt açılımı”na yürekten destek vererek ” Türkiye’de azınlık olmak, Ermeni Olmak, Rum Olmak” gibi çeşitli anketlerle Türk insanının yufka yüreğine dokundular.”
Bu nedenle ”RENKLER SOLMASIN” diyerek yumuşak ve okşayıcı bir tanımlama ile yazılar yazıldı…
Evet, son dönemde ülkenin içinde bulunduğu durumu, bütün olup-biteni sadece ”kürt açılımı” olarak nitelemek, olaylara tek bir açıdan bakmak anlamını taşır.
Buzdağının görünmeyen tarafında ”Türkiye’deki azınlıkların ”CUMHURİYETLE HESAPLAŞMALARI”nı da gözardı etmemek gerekir.
Türk Milliyetçiliği onlar için ”ırkçılık ve militarizm”i çağrıştırır.
Onlar; halkların kendi kaderlerini tayin hakkını ve enternasyonalizmi savunur.
Onlar; hazırladıkları raporlarda Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Ermenilerin, Süryanilerin. Musevilerin, Rumların, Bulgarların, Keldanilerin, Marunîlerin ve başka toplulukların anadilde eğitim yapan okullarının bulunduğun söyleyerek, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde 6437 okuldan 6415 okulun 1894-2013 tarihleri arasında kapatıldığından bahseder.
Onlar; ‘’okullara dayatılan Türk milliyetçisi bakış ve andımızın okunma zorunluluğunu’’ bu tür raporlara ekleyerek ayrılıkçı PKK tezlerine ekleyip sempatizan ”KÜRTLER”i maşa olarak kullanarak arzularına nail olurlar.
Onlar; her fırsatta ”gayrimüslimlere karşı geçmiş dönemlerin dışlayıcı bakışını paylaşmadıklarını, onları bu ülkenin eşit vatandaşları olarak gördüklerini ilan eden AKP’nin hem geçmişi mahkûm ederek, hem de yarınlar adına olumlu bir adım atarak ”Cumhuriyet’in ayrımcı uygulamalarına” son verebileceğini her fırsatta ve her türlü iletişim biçimiyle iktidara dikte ederler.
Bu yazı bir nefret yazısı değildir. Eğer nefretle ilgili bir suç işleniyorsa Türkiye azınlıklarına ait site, dergi ve köşe yazılarına bakınız.
Biz Türkler tarihin hiçbir döneminde sınırlarımız içindeki azınlıklara nefretle bakmadığımız gibi kendi soyumuzdan olanlardan daha fazla kıymet vererek yücelttik.
Belki de bütün hatamız, ” romantikliğimizdi!”