AHMET SÜHEYL ÜNVER’LE SOHBETLER
Halim KAYA
21.01.2022
Aslında ben, Ahmet Güner Sayar’ı Ötüken yayınlarından çıkmış bulunan ve 1985 yılından beri artık hafızama kazınmış olan “Yılkı Atı” kitabının yazarı Abbas Sayar’ın soyadı benzerliğinden tanırdım. Abbas Sayar’ın yazdığı “Yılkı Atı” sanki bana yaz tatillerinde gittiğim annemin babası Nasuh Dedemin işler bitince kıra saldığı ve gece gündüz dağlarda özgürce otlayan ve işleri olunca da gidip yakalayarak işlerini gördüğü beyaz atını hatırlatır. “Yılkı Atı” ismini duyunca ya da kitabı gördüğüm her zaman ben daima kendi köyümüzdeki bir yaşantıyı anlatıyor düşüncesine kapılırdım. Bu sempati de beni A. Güner Sayar’ı okumaya itiyordu. Daha sonra okuduğumuz Sabri Ülgener’in kitaplarını hazırlaması ile de tanışık olduk. Bu arada Abbas Sayar’ın oğlu olduğunu da öğrenmemiz daha çok bağlanmamıza sebep oldu. En önemlisi de tarihe mal olmuş önemli kişiler hakkında hazırladığı “etrafını cami ağyarını mani” biyografi kitaplarını okudukça daha da sevdim.
Ahmet Güner Sayar’ın editörlüğünü yaparak yayına hazırladığı ya da yazdığı okuduğum kitaplar arasında bu kaçıncı kitap bilmiyorum. Şu anda da A. Süheyl Ünver üzerine yazdığı iki kitabı; “A. Süheyl Ünver Hayatı, Kişiliği ve Eserleri” kitabı ile bu yazının da konusu olan “A.Süheyl Ünver’le Sohbetler 7.XII.1968-25.XII.1985” aynı anda okuyorum.
A. Süheyl Ünver’le Sohbetler
A. Güner Sayar’ın “A. Süheyl Ünver’le Sohbetler 7.XII.1968-25.XII.1985” kitabı A. Güner Sayar’ın hocayla tanıştığı günden itibaren tuttuğu notlardan oluşmaktadır. Kitap Ötüken Neşriyat tarafından Haziran 2021 tarihinden sonra aynı yıl içinde basılmış. Kitap 1968 yılından başlamak üzere tutulan notların yıllarına göre bölümlere ayrılmış, bölümler de notun tutulduğu günün tarihine göre başlıklandırılmış ayrıca hangi yerde tutulduğunu ifade eden alt başlıklara ayrılmış ancak her tarihin altına da konu ile ilgili açıklayıcı bir cümle yazılmış. Ekler bölümü A. Süheyl Ünver’in çeşitli fotoğraflarından oluşmakta ve dizin ile birlikte 560 sayfada hitama ermektedir.
A. Güner Sayar, A.Süheyl Ünver ile ilkokuldayken kendisinden Kur’an-ı Kerim’i yüzünde okuma dersi aldığı ve bitince Abdulbaki Gölpınarlı’nın Mevlana’nın Mesnevisinden Seçmelerini içeren bir kitabın okunmasına geçişken 12 yaşında vefat eden dedesi Yusuf Bahri Nefesli’den duyduğu Fatih Türbesini bekleyen Tırnovalı Amiş Efendi sırrını çözmek üzere ararken 7 Aralık 1968 tarihinde Tıp Tarihi Enstitüsünde (S:12) ziyaret etiği zaman tanış olurlar. A. Güner Sayar’ın dedesi Yusuf Bahri Nefesli ile A. Süheyl Ünver arasındaki ortak noktanın Fatih Türbesini bekleyen Tırnovalı Amiş Efendi olduğunu görürüz.
Tırnovalı Amiş Efendi’nin sırrına vakıf olmak isteyen A. Güner Sayar sorduğu kişilerden alamadığı bilgiyi artık Osman Nuri Ergin’in Amiş Efendiyi anlatan kitabından alacaktı. Bu kitabın bir yerinde A. Süheyl Ünver’in babası Mustafa Enver Bey’in Amiş Efendi’nin Tırnova’dan hemşehrisi ve mekteb-i idadiden de talebesi olduğunu öğrendi. Bu bilgi üzerine Amiş Efendi hakkında bilgiyi A. Süheyl Ünver’den alacağına kanaat getirdi. 7 Aralık 1968 tarihinde Tıp Tarihi Enstitüsünde ziyaretine gitti.
Amiş Efendi hakkında sorduğu soruya A.Süheyl Ünver’in ilk tepkisi “Kâğıt kalemin var mı?” olmuştur. Yok deyince de kendinse kâğıt ve kalem verilmiş ve 17 yıl 17 gün sürecek uzun bir zaman not tutmaya başlamıştır.
Ahmet Güner Sayar’dan A. Süheyl Ünver’in babası Mustafa Enver Bey’in izlediği tasavvuf yolunun sıkı bir takipçisi ve ilkesinin de “Tasavvufu, mübalatsız [düşüncesiz] olmayacak derecede kabul, şeriattan nükûl etmemek [geri dönmemek]” (S:29) şekilde olduğu, takip ettiği Kuşadalı İbrahim Efendi, Ahmed Amiş Efendi, Abdulaziz Mecdi Tolun yol olduğunu da öğreniyoruz.
Ahmet Güner Sayar’ın Sabri Ülgener ve A.Güner Sayar sadece hoca olmaları dolayısıyla değil ile meşrep yakınlığından doğan bir münasebetleri vardır. Zira aynı münasebet Sabri Ülgener ile A.Güner Sayar arasında da vardır. Zira Sabri Ülgener, A.Güner Sayar için “Süheyl Ünver evliya gibi adam” (S:29) gibi iddialı ama A.Süheyl Ünver tarafından da “Bu söz doğru. Mecdi Efendi, benim için ‘Süheyl üsluplu bir veli olur’ buyurmuştu”(S:29) diyerek tasdik edilen bir kelam etmiştir.
Yukarıda bahsi geçtiği gibi Tıbbiyeli Arkadaş grubuyla Türk Ocağına Üye olarak milliyetçi bir duruş sergileyen A.Süheyl Ünver için A. Güner Sayar “…tükenmekte olan bir monarşinin son kuşağına mensubiyeti ve Cumhuriyetin ilanı ile yeni bir siyasal rejimin inşası ile kurtuluş ve kuruluşta emeği geçenlere, hususiyle Mustafa Kemal Atatürk’e olan bağlılığı müsellemdir” (S:27) der ve onun “… Allah, Türk düşmanına acımıyor” (S:29) sözünü naklederek Türklüğe verdiği kıymeti ortaya koyarak onu Türk devletinin ve kültür hayatının sürekliliğine inanan birsi olarak tanımlar. A.Süheyl Ünver ve ailesinin Bulgaristan Tırnova’dan göçen bir aileye mensup olmaları dolayısıyla yaşamış oldukları mağduriyetler ve vatan özlemi sevki tabi olarak onu diğer insanlara nazaran daha şuurlu ve mutedil bir milli duruş sergilemeye sevk etiğini düşünüyorum.
Ayrıca Ahmet Güner Sayar, A.Süheyl Ünver’in ve hocalarının tarikat, tasavvuf, cemaat, başına adam toplamak, tekke zaviyelerin fonksiyonları, devrinin tamamlanıp tamamlanmadığı, tekke ve cemaatlerin yardım toplayarak ve ticaret yaparak ekonomik bir güç olmaları, geçim sağlayacak bir fonksiyon görmeleri hususlarında ki bakış açılarını ve görüşlerini, gösterdikleri tavır ve davranışlarını uzunca yazdığı önsöz bölümünde gayet açık ortaya koymuş.
Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifi “Bana her müşkül olduğunuz hususta soru sormayınız. Bildiğiniz üzere yapınız. Yoksa ben cevap verirsem o konuda sadece o yolu takip etmek zorunda alırsınız” mealindedir. Amiş Efendi de bu hadise benzer bir söz söylemiş ve Allah dostlarının sözlerinin de tutulması gerektiğini dolayısıyla bildirmiştir. “ ‘Efendim! Emret deyip durmayın’ Fem-i saadetlerini göstererek: ‘Buradan bir şey çıkar, yapmazsınız, mesul olursunuz” (S:95)
Şu ana kadar A.Süheyl Ünver’den, Ahmet Amiş Efendiden, Kuşadalı İbrahim Efendiden, Balıkesirli Abdulaziz Mecdi Tolun’dan nakledilen sözlerin altına açıklamalar da yazılsaydı daha kolay anlaşılır olacaktır. Çünkü sözler alınan notlardan ibaret olması ve not tutarken mevzuu yakalayıp söyleneni eksiksiz yazıya aktarmanın mümkün olmaması dolayısıyla o andaki konu bütünlüğünü tamamen aktarmakta yetersizi kalıyor. Bu haliyle sözleri anlamak zorlaşıyor, birbirinden bağımsız, konu bütünlüğü olmayan, sırlı sözlerin peş peşe sıralanması sanki ilgisiz absurt bir söz gibi görünmesine sebep oluyor. Okuyucu kitaptan ayrı olarak geniş bir tefekkür ile sözlerin hikmet ve sırlarını anlamaya çalışmalıdır.
A.Süheyl Ünver Türkiye’de artık bir darb-ı mesel haline gelmiş bir sözü talebelerine de bir derste ifade ediyor.“Dünyada en iyi Müslüman olanlar Türkler. Onu bildikleri için herkes Türk’e düşman.” (S:138) Allah’a teslimiyette sahabeden sonra belki de başka bir milletin adı bu derecede ön çıkmamıştır. Her şeyin yozlaşmaya başladığı bir dönemde Müslüman olan Türkler İlay-ı kelimetullah için savaşmış, Allah’ın kelamını cihana yaymıştır. Sonra da İslam’ı ve Müslümanları korumak için kendi canını sebil ederek yedi düvelin önüne siper olarak sermiştir.
A. Süheyl Ünver İslam’ın modern ya da pozitif bilimlere bakışını da “Fen, İslamiyet’in koyduğu esasların tahlilhanesidir. Peygamberimiz’in sözleri de, fenne aykırı değildir.” (S:139) ve “Allah’ı anlamak isteyen fende ileri gidecek.” (S:139) sözleriyle ortaya koymuştur. Bu konuda yıllar önce bizim lise yıllarımızda Japonların “Eğer yemeğinize bir sinek düşerse onu yemeğe batırıp çıkarın ve yemeye devam edin” manasındaki bir hadisi şerifin anlattıklarını pozitif bilimle inceleyerek sineğin bir kanadında zehir diğer kanadında ise panzehir olduğunu, biz o an hangi kanadında panzehir olduğunu bilemediğimiz için iki kanadını da yemeğe batırmakla eğer zehir yemeğe temas etmişse diğer kanadını batırmakla o zehri nötürleştirmiş olunduğu tespitlerini yaparak ortaya koyduklarını Türkiye’de matbuat yazmıştır.
Peygamberimiz (s.a.) buyurdu ki “İki günü denk olan aldanmıştır.” bu hadisi şerifin A. Süheyl Ünver hocadaki tezahür ise “Kudret-i külliye, beni, geliştirmediğim kabiliyetlerimden dolayı cehenneme atacaktır” (S:144) şeklindedir. İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren vücut olarak gelişip tekâmüle ererken, ruhen ve yetenekleri bakımından da tekâmüle etmesi gerekir. Yaratılış nizamı bu surette bir takdir-i tabiye bağlamıştır. Ancak insan bazen takdiri ilahiye muhalif hal sergileyerek bu gelişime engel olmaktadır.
“Çok iş yapan çok hata yapar, hiç iş yapmayan hata yapmaz” sözünü tekzip eden ve katılmadığımız “Bozulmadık cemiyet yoktur. Onun için ben, hiçbir cemiyete girmedim.” (S:146) gibi bir söz A.Süheyl Ünver’den sadır olmuştur. Ancak bataklıkta gül vermek önemlidir, insan günah, kötülük, yanlış vs. den arındırılmış bir ortamda zaten imtihan olmaz, melek yaratılışlı bir varlık olurdu. Tövbe kapısı sadece imtihan ile mükellef insanlar için açıktır, iblis tövbe edemez sadece kıyamete kadar serbest bırakılmıştır.
A. Süheyl Ünver, Yahya Kemalden “Vatan; devletsiz, milletsiz ve dinsiz olmuyor.” Sözü ile “Maziyi, vatandan ayırmak, ruhu benden ayırmak kadar imkânsızdır.” (S:149) sözünü öğrencileriyle sohbet ederken aktarmış ve Ahmet Güner Sayar da not almıştır.
A. Süheyl Ünver, o kadar din ve millet aşığı ki sık sık şu sözler gibi sözleri öğrencisine ve sohbetlerine katılanlara aktarıyor. “Memleketi bu hale getirip de ‘ben Müslüman’ım, ben Türk’üm’ diyenin hiç biri cennete giremez.” (S:176) Hocası, Mürşidi olan Abdulaziz Mecdi Tolun Efendi İttihat ve Terakki mensubu olduğu halde o bu sözüyle muhtemel ki İttihat ve Terakkiyi kastediyordur. Hazreti Ali’den naklettiği şu söz ve akabindeki söz de onun milli duygularının şahididir.“Şahsınıza fenalık eden bir düşman ı affediniz. Ama vatanınıza, milletinize fenalık eden bir kimseyi asla affetmeyiniz” (S:178) Mete Han’ın olduğu söylenen bu hususu dile getiren benzer bir söz vardır. “Benden eğerimi isteyin vereyim, atımı isteyin vereyim, çadırımı isteyin vereyim, fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin vermem, veremem.” “Ben, iki zümreyi sevmem Allah ve Muhammed düşmanları ve Türk düşmanları.” (S:179) şu iki söz de Türklük düşüncesinin hiç aklından çıkmadığına işarettir. “Türk, birbirine kıymet vermez” ve “Zekâvet, Türk milletinin başına bela olmuştur. İdealist insanların yapacakları çok şey vardır.” (S:181)
A. Süheyl Ünver, gittikleri konferanstan sonra bulundukları bir kokteylde Ahmet Güner Sayar’ın kulağına yaklaşarak “Sen namaz kılıyorsun, bunu herkes biliyor mu? İşte melâmet bu! Eshab-ı melâmet, hayır yapar, ibadet eder söylemez. Söylerse tefahür olur.” (S:247) der ve yaptıklarıyla öğünmemeyi gizli yapmayı kendi şahsından örnek vererek Ahmet Güner Sayar’a telkin eder. Hatta Melâmet ehlinin kendisini levm ettirecek davranışlar sergileyerek gizlediklerinden söz eder.
“Müslümanlık, Hz. Muhammet gibi olmak demektir.” (S:248) burada Ünver Hoca talebesi Ahmet Güner Sayar’a Hz. Muhammed’in sadece emirlerini getirmekle yetinilmemesini davranış olarak da ona benzemek gerektiğini ifade ediyor. Çünkü Hz. Ali ile Hz. Muhammed Efendimizin birlikte davet edilip bulundukları bir davette “Ya Ali! Biraz bir şeyler yiyip gidelim” dediğini aktarıyor. Kendilerinin de böyle yapmaları ikram edilenlerden biraz yedikten sonra gitmeleri gerektiğini anlatıyor.
A. Süheyl Ünver 12 Eylül öncesindeki anarşik ortamdan dolayı Kenan Evren ve Cuntacıları tasvip eden ve ülkeyi, Türkiye’yi hatta daha da ilerisi Türklüğü kurtaran adam gibi gördüğünü beyan eden bir takım sözler etmiştir. Hiç sıkıyönetim uygulana illerde terörün durmamasını hesap etmeden, hiç ihtilali meşru gösterebilmek uğruna ölüm vakalarının artması için “Bir yıl olgunlaşmasını bekledik” dediklerini görmeden, ABD’ye rapor edilen “Bizim çocuklar yönetime el koydu, iktidarı Türkeş’e bırakmadılar” cümleleri üzerine düşünmeden, yaşı küçüklerin yaşı büyütülerek idam edilmelerini Mustafa Pehlivaoğlu gibi sonradan suçsuz olduğu anlaşılan idam edilmişleri hesap etmeden ihtilalden sonra 18.11.1981 tarihinde bile “Şimdi, Üniversite karmakarışık değil mi? Karışsın ki düzelsin. Bu karmaşıklığı düzeltecek biri çıkar. Bak! Memleketin bir Atatürk’e ihtiyacı vardı, geldi.” (S:249) cümleyi kurmuştur. Ki bu cümleyi Atatürk’e kıyaslayarak söylemiştir. Dibe vuran bir top yükselir mantığıyla “Karışsın ki düzelsin” mantığı yanlış bir mantıktır. Zayiat az iken düzeltmek varken masumların canının yanmasına sessiz kalmak da bir omuzlara bazı sorumlulukları yükler.
“İlim bir avdır, yazmak onu yakalamaktır.” (S:259) A.Süheyl Ünver sanki “söz uçar, yazı kalır” atasözünün veciz başka bir versiyonunu söylemiştir. İlim kayıt altına alınırsa gelecek nesillere aktarımı da sağlanmış olur. Hem de kişilerin ekleme ve eksiltmelerinden korunmuş olur. Kaldı ki fen alanında yapılan deneyler sonuç menfi olursa tekrar aynı yolu değil de yeni bir başka yol deneyelim, ya da doğru sonucu bulduğumuz deneyi tekrar edebilelim diye adım adım kaydedilir.
Bir sohbet esnasında Ahmet Güner Sayar’a “Allah tekidir, ama tek durmaz.” der, bunu öğrenen Neslipîr [Çelebi] hanım bir gün kendisine bu cümlenin ne demek olduğunu sorar, şu açıklamayı yapar “İnsan kendinin malı değildir.” (S:254) Bizce, kanaatim odur ki burada “Allah tekdir, ama tek durmaz” derken kendisinin yarattığı ama kendisinin kararlarına tesir eden iblis ve günahkâr insanlar gibi yaratılmışlardan bahsetmiştir. İkinci sözde “İnsan kendisinin malı değildir” derken de insanın Allah’ın İradeyi Küllisiyle yaptıklarına iradey-i cüzziyesiyle insanı da müdahil olduğu iması olmakla beraber ancak insanın sahibinin Allah olduğunu ifade etmiştir.
Binin üzerinde çeşitli konularda defter yazdığını, eğer Selçuklular döneminden de on tane böyle içtimai hayatımızı, tarihimizi yansıtan el yazması defter günümüze ulaşmış olsaydı Batı’ya karşı daha güçlü olacağımız vurgulamış, yazmanın önemine dikkat çekmiştir.
“Her millet, kendi Rönesans’ını kendi mazisinden yapar” (S:263) başka yerlerden medeniyet aramak kültür almak milleti kendine getirmez, eski canlılığına kavuşturmaz, gelişmesini sağlamaz. Eğer başka yerlerden alınan kültür ve medeniyet ile bunları sağlamak istiyorsak binlerce yıl bu kültür ve medeniyetleri işlememiz, sindirmemiz gerekecektir.
“Bizim de inancımız vardır. Tanrı, fendir.” (S:269) “Kuşadalı [İbrahim] hazretlerinin sözleri ayet ve hadistir.” (S:271) ALışıldık İslamî ölçülerle tyanlış anlaşılabilecek bu sözler hakkında bir açıklama yok. Şathiyattan sözlerdir. En azından Ahmet Güner Sayar hocam sözün söylendiği ortam ve anlatılan olayın tamamına vakıf olması dolayısıyla bir açıklama getirmesi gerekirdi.
“Her şeyden korkan insan korkmaz olur. Korkmanın aksülameli korkmamaktır.” (S:273) Söz şöyle de anlaşılabilir. Her şeyden korktuğu için korkacak başka bir şey kalmaz. Korkulacakların en büyüğü ol deyince olduran Allah’tır. O’ndan korkup yap dediğini yapan, yapma dediğinden sakınana da korkacak bir durum olmaz.
“Öğrendikleriniz sizin değildir.” (S:274) okuyup, dinleyip dolmak, doldurduklarımızı da pekiştirmek ve yeniden dolmak için boşaltmak gerek. Emaneti sahibine teslim etmek gerekir. Öğrendiğimiz bilgileri ihtiyacı olanlara aktarmak gerek.
Yahya Kemal bir gün kendisine hitaben “ne olur bütün dünya, senin peşinden gitseydi. Türksün, Müslümansın, müspet ilimler tahsil etmişsin, Garp kafalısın, vatanını seviyorsun.” (S:288) sözünü söyler. Aslında Yahya Kemal ideal bir Türk insanı tipinin vasıflarını sayar, ama A.Süheyl Ünver bu sözü açıklama babından “Çok cepheli insanın peşinden gidin.” dedi der.
Nûri Arlasez’in Süleymaniye Kütüphanesine bağışladığı hat örnekleri sergisini gezerken Abdurrrahman Efendi’nin yazdığı bir hattı eline alarak “Ne büyük bir hattat, ancak hakkında bir tek kelime bile bilmiyoruz” dedikten sonra “Şifahilik kadar bu memleketi geriye götüren bir olay yoktur. Bu yolda işlenen suç, hıyanet-i vataniyedir. Ben, bu bakımdan memleketimin istikbalini hiç de iyi görmüyorum.” (S:295) der. Bilgi toplamak zor ve meşakkatli olduğu kadar çok uzun zaman alan bir uğraştır. Bilgi aynı zamanda tecrubedir. Kişiler edindikleri bilgileri kaydetmezlerse öğrendikleri kendileriyle birlikte yok olur. Her seferinde insanlar baştan ve sıfır noktasından bilgi toplamak zorunda kalır. Bilgi ve tecrübelerin kayıt alınarak aktarılması bilgi edinmeyi hızlandırır. İnsanın bir ömür uğraşmasına gerek kalmaz. Kayıt altına alınan bilgileri edinmek daha kolay olur ve bu kayıtlı bilgiler daha kısa zamanda elde edilir. Milletlerin ömrüne insan ömrü açısından bakarsak kayıt altına alınmayan bilgiler insanları nasıl her seferinde çocukluk çağından başlatıyorsa milleti de hep çocukluk çağında bırakır ki bu da gerilik sebebi olur.
“En büyük keramet bilgilerimiz artırmaktır.” (S:308) diyen A. Süheyl Ünver “Dünyaya meyletmek değildir, bizim gayemiz. Müslüman günah işlemekten sakınır. Öğrenmekten kaçınmak en büyük günahtır.” (S:314) sözüyle de dinleyenlerini öğrenmeye sevk etmeye çalışmıştır. Bilgiyi artırmayı keramet sayan öğrenmekten kaçınmayı günah gören Türk-İslam medeniyetinden başka bir medeniyet var mıdır? Bilgileri artırmak ve öğrenmeye çalışmak ibadettir sevaptır sonucunu çıkarabiliriz.
Bazı tarikat ve tekke ehli ile cemaatlerin bağnazlıkları yanında A.Süheyl Ünver gibi bazı kişi ve Vakıf mensuplarının da namaza ibadetini yerine getirilmesine biraz esnek bakmak, başörtüsünün farz olmadığını işlemek gibi nakısları mevcut. Nakısları olan kişilerin hepsinin durumu Allah’u âlem, bu durumlarından dolayı kimseyi kimse dinden aforoz edemez. Ama A.Güner Sayar genelde Türkiye’deki grupların A.Süheyl Ünver’e uzak durduğunu ifade ettiği gibi, A.Süheyl Ünver de kendisinin bazı kişilerce bazı davranış ve sözleri dolayısıyla tabiri caizse Müslüman sayılmadığı hususunda ifadeleri vardır. Kendinin sadece kendi çevresine sohbet ettiğini de ifade etmiştir. Ama biz onların doğrularından istifade edeceğiz. A.Süheyl Ünver’in yanlış anlaşılırım diye basın organları ve kamuoyuna dönük dini konularda röportaj ve sorulan sorulara uzman değilim diyerek ve yanlış anlaşılırım düşüncesiyle cevap vermemesi doğru bir davranıştır, çünkü ülkemizde farklı ve yanlış yorumlanan söylediği çok da doğru olan kişiler toplum tarafından bir kenara itilmiş ve itibar edilmemiştir.
“Herkes iyi gün dostu. Abdulhamit’in kızı Ayşe Sultan’ın cenazesinde 15 kişi yoktu.” (S:335) dedikten sonra sanki bu günün Ülkücü Hareketinin içinde bulunduğu durumuna işaret eden şu cümleyi de ekliyor.”İkiye bölünmeler, bu ikiye bölünmeler nedir? Allah insanları yanıltmasın, şaşırtmasın.” (S:335) Daha önceki sayfalarda siyaset girmemesinin bir nedeni olarak da bu siyaseten rakip olanların her şeyiyle birbirlerine karşıtlık durumunu dillendirmiştir.
“Arkadaşlar! Ben, şapka giydim. Ama içim giymedi ki! Benim Müslümanlığım bu!” (S:338) Atatürkçü, inkılâplar ve laiklik hususunda müspet düşünen A.Süheyl Ünver’in bu sözü sarf etmesi gösteriyor ki devlettin aldığı bazı hususlarda farklı düşünsen bile alınan kararlara uymak gerekir, halk arasında karşıtlığa, bölünmüşlüğe dönüşebilecek bir fitneye sebep olmamak gerekiyor.
İttihat ve Terakkiye müspet bakmayan, ülkeyi batıranlar olarak gören A.Süheyl Ünver hoca Enver Paşa için “Enver Paşa’nın bazı fikirlerini benimsiyorum. Onun için de bir dosya açtım. Ülkeyi iyi tanıyor.”(S:339) diyebiliyor.
Yanlış anlaşılmaya müsait, açıklanması gereken iki söze daha rastlardım: Birincisi “Ben, hocalarımı Allah mesabesinde görmüşümdür.” (S:362) ikincisi de “Dinin bir folklor tarafı vardır.” (S:366) sözüdür. Bu sözleri ben açıklamak kudretinde değilim ancak sohbete katılan ve notları tutan A. Güner Sayar veya dinde uzman bir kişi açıklayabilir. Muhyiddin Arabî’nin aynı konuda meclisi şerifte farklı meclis hakikatte farklı konuştuğunu (S:366) zıt görüşler ileri sürdüğünü de aktarmıştır.
A. Süheyl Ünver daha önce örnekler vererek saygıdan Peygamber Efendimizin ismi Muhammed’in Mehmet, dört halifenin isimlerinin Ebubekir=Bekir, Ömer=Umur, Osman= Üsmen, Ali=Aliş olarak değiştirdiğini anlatmıştı. Burada da “Ese ne demektir? Peygamberimiz, Hulefa-ı Raşidin’in isimlerini Türkler, hürmetsizlik olmasın diye, Türkçeleştirmişlerdir. Hz. İsa’ya Ese, Hasan ve Hüseyin’e de Hasaneyn demişlerdir. Türk Müslümanlığı, başka bir Müslümanlık. Türkler Müslüman olmasaydı, İslamiyet, bu kadar ileri gidemezdi. Bu sözü, ilk ben söylemedim. Kâili meçhuldür.” (S:469) diyerek dile getirmiştir. İslamiyet’in ileri gitmesi sözünü de yayılması, yayıldığı alanın genişlemesi olarak algılamak gerekir. Zira Allah’ın vahyettiği İslam en mükemmel ve gelişmiş İslam’dır. Vahiyden ziyadesi sadece vahyi anlama çabasıdır.
“Tek bir konumuz var. Türk Kültürü. O da, mezar taşlarından minyatüre kadar gider. Türk kültürü üzerine toplayacağımız maddelerin sayısını veremem. O kadar çok ki!” (S:472)
Muhyiddin Arabî’nin aynı konuyu farklı meclislerde farklı anlattığına şahit olan bir dinleyicinin sorması üzerine verdiği cevapta “bir mecliste anlattığına şeriat, ikinci mecliste anlattığına hakikat demesi” gibi Hz. Ali de “Peygamberimizden iki şey aldım. Biri hepimize telkin ettiği şeyler. Onu sizler gibi yapıyorum. İkincisi ise, onu size anlatamam. Çünkü beni vurursunuz.” (S:473) demiş. A. Süheyl Ünver Hoca burada şu ilaveyi de yapmıştır. “Demek ki, İslamiyet’in anlatılmayan bir yanı da varmış.”
SONUÇ
Yahya Kemal Beyatlı’nın 04.06.1958 yılında “Süheyl hazinedir. Milli hazine” (S:425) A. Süheyl Ünver hakkında söylediği gibi Süheyl Hoca bir hazinedir. Eskilerin, çok şey öğrenip, öğrendiklerini aklında tutarak kendisinden bilgi soranlara hemen cevap verenler için söylediği tabir ile söylersek ayaklı kütüphanedir. 1500’ün üzerinde konuda kitap olacak çapta defter yazmış, bu defterleri de Süleymaniye Kütüphanesine bağışlamış, milletin hizmetine sunmuş tek başına bir tek kişilik kütüphanedir. Aynı zaman da nev-i şahsına münhasır bir örnektir. Çalışkan ve üretken biridir. Her vakıf olduğunu kaydetmeyi başarmış, ilim üretmiştir.
Ruhu şad olsun.