“ERDEM
HER ZAMAN
GALİP’TİR”*
Halim KAYA
08.12.2020
Anadolu’da hep büyük şehirlerde üçkâğıtçı adamlar tarafından laf cambazlığı ve el çabukluğuyla kandırıp soyup soğana çevirdiği hikâyesi ile korkutulmuş, saf temiz okuryazar olmayan insanların hiçbir yerini bilmediği gurbet ele düşünce sokaktaki insanlardan en güvenilir olana gidip adres sorması güvenini uyandıran, hiçbir şüpheye kapılmadan söylediği yapılacak kalabalıklar içindeki tek bir kişidir Osman Oktay ağabey benim için. Kendisi ile Ankara’da yapılan bir Türk Ocağı Genel Merkez toplantısında tanışma fırsatı bulmuştum. Öğretmen, idareci, TRT yöneticisi ve program yapımcısı, şair, yazar Osman Oktay, her şeyden önce “Galip Abi- Kendini Unutan Adam” kitabının yazarı. Galip Erdem’i ölümsüzleştiren adamdır o… “Galip Ağabey’i paylaşamadık bir türlü” diyen Sevinç Çokum’un ifadesiyle ‘paylaşılmayan Galip Ağabey’i yazan adam Osman Oktay. Daha ne olsun… Ha bir de şehidimiz Dursun Önkuzu’nun eniştesi…
Bazı işler ve bazı yazılar vardır dünya tarihinde bir kere işlenir veya bir kere yazılır kıyamet kopana kadar gelen insanlarda hiç kimse o konuyu ilk işleyen veya yazanın yazdığı mükemmellikte yazamaz. Hep ilk yazılanın gölgesinde kalır sonrakiler. Ülkücü hareket için de böyledir. Nihal Atsı bey’in yazdığı “Bozkurtlar”, Başbuğ Alparslan Türkeş bey’in yazdığı “Dokuz Işık”, Seyit Ahmet Arvasi bey’in yazdığı “Türk İslam Ülküsü” hiç aşılamamış aşılamayacak ilk ve tek referans kitapları olarak kalacak ölümsüz şaheserlerdir. Osman Oktay’ın yazdığı ilk baskıdaki adıyla “Bir Ülkücünün Romanı- Kendini Unutan Adam” dördüncü baskıdaki yeni adıyla “Galip Abi- Kendini Unutan Adam” kitabı da aşılamayacak kitaplar ve değerler arasına girmiştir. Bundan sonra Galip Erden adına söz söyleyecek her kişi mutlaka bu kitaplara müracaat edecek ve referans gösterecektir.
“Kendini Unutan Adam”
“Bir Ülkücünün Romanı-Kendini Unutan Adam” kitabından nasıl haberdar oldum da aldım, okudum; şimdi farkında değilim. Ama kitaptan çok etkilenmiş ve “Bir dava adamı Galip Erdem gibi fedakâr olmalı” diye düşünmüştüm. Dava adamlığına bir özenti hissi duyma-gıpta etmekle birlikte, bunu bizim gibi sıradan insanların başarmasının mümkün olmadığına toplumu gözlemleyerek karar verdim. Ancak böyle bir hayatı fevkalbeşer bir kişinin kârıdır ancak, o da dava adamlığının zirvesi Galip Erdem’dir. Bu durumu bir de ceza evlerinde işkence gören Ülkücüler işkenceye dayanarak göstermişlerdir. Akıl-sır ermeyecek şekilde işkencecileri tahammülleriyle mağlup etmişlerdir. Güçlerinin asıl kaynağını samimiyetleri ve imanları oluşturuyordu…
Galip Erdem “Sizden biriniz beni annesinden-babasından, çoluk çocuğunuzdan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.”(Buhari, 1926: İman, 7) bu hadis-i şerife uyan ve inandıkları için hayatını feda eden, ölmeyecek kadar yaşayan “tam inanmışlar”dan birisidir.
“Bir Ülkücünün Romanı – Kendini Unutan Adam” romanının ilk Baskısı Şubat 2004 tarihinde Yeni Avrasya Yayınları tarafından yayınlamıştır. 342 sayfalık birinci baskıda, içindekiler bölümü yok, bir önsöz var ve “Has Kul, Ülkücünün Çilesi, İhtilal, Milliyetçi Ailelerin Tabii Üyesi, Galip Hoca, Avrupa Avrupa Duy Sesimizi, Havaya Düşen Hükümler, Ah Kara Kedi Vah Kara Kedi, Mamak Yollarında, Politikayı Sevemeyen “Politikacı”, Hey Gidi Günler Hey, Kabanda Yolculuk ve Mukadder Son” bölüm başlıkları yer almıştır.
İkinci baskısı Boyut Tanıtım-Matbaacılık tarafından yapılmış, 244 sayfadan ibaret olan “Bir Ülkücünün Romanı – Kendini Unutan Adam” romanı için Osman Oktay “Gösterilen ilgi ve talep üzerine iki yıl sonra bu defa şahsi imkânlarımla ikinci baskısını yaptırmıştım” (Osman Oktay 4. Baskı Önsöz S.11) diyor. Bu bilgiye göre ilk baskısı Şubat 2004 de yapıldığına göre ikinci baskının 2006 yılı başında yapılmış olacağı anlaşılıyor.
İkinci baskı; içindekiler ve önsöz bölümleri konulmamış, “Has Kul, Ülkücünün Çilesi, İhtilal, Milliyetçi Ailelerin Tabii Üyesi, Galip Hoca, Avrupa Avrupa Duy Sesimizi, Havaya Düşen Hükümler, Ah Kara Kedi Vah Kara Kedi, Mamak Yollarında, Politikayı Sevemeyen “Politikacı”, Hey Gidi Günler Hey, Kabanda Yolculuk ve Mukadder Son” asıl bölümlerinden oluşmaktadır. Bu ilk baskıdaki aynı ad başlıkları ve sırasıyla yer alan 12 asıl bölüm sonuna “Kitap İçin Ne Dediler” bölümü konulmuş ve bölüm içerisine birinci baskı için çeşitli yayın organlarında çıkan farklı yazarların yazılardan bazı kesitler eklenmiştir.
Üçüncü baskı “Bir Ülkücünün Romanı-Galip Erdem- Kendini Unutan Adam” adıyla Ankara’da 2013 yılında Berikan Matbaa-Yayıncılık’a Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Teşkilatı tarafından 192 sayfa olarak bastırılmıştır. İthaf yazısından sonra bir içindekiler kısmı mevcut ve doğrudan 1. ve 2. Baskılardaki ana bölümlere yer verilmektedir. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Teşkilatı tarafından buna “Fakültemiz mezunu, Ülkücülerin Ağabeyi, Gönül ve Dava Adamı Galip Erdem’in hayatını anlatan bu eseri bastırmış olmanın mutluluğu içerisindeyiz.” işaret edilmektedir. Ayrıca Galip Erdem Hakkında “ ‘Ülkücünün Çilesi’ni yazan, politikanın değişen icaplarına uymayı tercih etmeyen, sinmeyen, uslanmayan, yılmayan, daimi bir mücadele içinde ömür tüketen, istikametinden asla taviz vermeyen, hatta bu yüzden hemen herkesle, her şeyle zaman zaman çatışan ….” (Bir Ülkücünün Romanı-Galip Erdem- Kendini Unutan Adam S:3) diyerek dava adamlığını tavsif ederler.
Dördüncü baskıda kitap “Galip Abi-Kendini Unutan Adam” adını almış. Net Kitaplık tarafından basılmış. Üçüncü baskıda olduğu gibi “Kitap İçin Ne Dediler” bölümü çıkarılmış ve yaklaşık 55 sayfa “12 Eylül Kenan Evren’e Açık Mektup” ile 4 sayfa olan “Galip Erdem’in Kendi El Yazısından Belgeler” başlıklı 59 sayfalık iki ayrı ekleme yapılmış ve kitabın hacmi 272 sayfaya çıkarılmış. Dördüncü baskısı ilk baskısından 15 yıl sonra 2019 yılının Mart ayında yapılmıştır. (1)
“Sabırsızlanıyordu… Kür Şad’ın, “Yüzbaşı Galip!” diye sesleneceği anı bekliyor gibiydi. “Yok”, dedi. “Yüzbaşı, Onbaşı hiç önemli değil. “Galip” desin, “sen” desin, ne derse desin; yeter ki yoklamada beni de saysın… Sonra ondan da vazgeçti: “Saymasa da olur. Yeter ki vatan kurtulsun!” (Galip Abi, 4.Baskı S:17) Serdengeçti isimsiz kahraman Galip Erdem, Kür Şad’ın Çin sarayını basmadan önce 40 yiğidiyle buluştuğu yerde “yaptığı yoklamada” adı sayıldı mı bilmem ama bundan sonra Türk Milleti yeryüzünde bu dünyada durdukça isimsiz kahramanların, serdengeçtilerin arasında her zaman anılacaktır.
Milli Eğitim Bakanlığının yayınlamış olduğu Doğu Klasiklerinden Sultan Veled Çelebi’nin Maarif adlı eserinden “ Namaz, Oruç, hac ve zekât insanları iman kalesine götüren bir köprü gibidir. Ama öyle Yiğitler vardır ki köprüden geçmeksizin kaleye ulaşırlar!” (Galip Abi, 4.Baskı S:18) sözünü okuyunca beyninde şimşekler çakar. Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi, 1917 de Ruslardan aldıkları silahlarla Doğu Anadolu’da katliam yapan Ermenilere karşı kurmuş olduğu 60 kişilik müfrezesiyle savaşmış. Ermenilerden elde ettiği silahları Türk Ordusuna teslim etmiş. Galip Erdem daha önce bu özelliklerini bildiği Alvarlı Muhammed Lütfi Efendiye gidip huzurunda O’na sormuş ve şeyhten “Küfür derim” cevabını alınca “Ama efendim Veled Çelebi’nin Maarif’inde yazıyor” cevabını vermiştir. Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi “Bak evladım; sen akıllı bir çocuğa benziyorsun. Şimdi bana doğruyu söyle bakalım; Maarif’te o cümleleri okuduğun zaman, ‘Köprüden geçmeksizin kaleye ulaşacak yiğitlerden biri de ben olabilirim’ diye geçirdin mi?” bunun üzerine Galip Erdem “Geçirdim Efendi Hazretleri!” der ve “İşte o söylediğin cümleler onun için küfürdür. Şimdi anladın mı?” cevabını alır, Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’den. (Galip Abi, 4.Baskı S:19) Sözün inceliklerini anlamıştı Galip Erdem. “Köprüden Geçmeden Kaleye Ulaşanlar” dan olmak için de Namaz, Oruç, Hac, Zekat ibadetlerini yapmak gerekiyordu. Ancak bazıları bu ibadetler yaptığı için değil de “Köprüden Geçmeden Kaleye Ulaşanlar”dan olması gerektiği için ulaşır kaleye.
“… Ülkücünün en çok dinlediği ‘nasihat’tir. ‘Yapma’ derler, ‘Hayatını heba etme‘ derler. ‘Gününü gün et’ derler. O kadar çok şey söylerler ki hiç bitmez. O hepsini dinler ama hiçbirini tutmaz, gene bildiği gibi yapar” (Galip Abi, 4.Baskı S:42) “Gün gelir ecel hükmünü icra eder, ülkücü dünyasını değiştirir. Kalabalık ona acır, ‘daha iyi yaşamış olmasını’ temenni eder. Hâlbuki o, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömür boyunca ‘kalabalık’a acımıştır.” (Galip Abi, 4.Baskı S:43) Hayatları heba olanlar kendi heva ve heveslerine göre yaşayanlardır. Bunlar ne dünyada insanlığa faydalı bir iş yaparlar, ne de ahirette kendilerine fayda sağlayacak, ebedi kurtuluşa erdirecek amel işlerler. İslam’dan beslenen bir ideal uğruna bu dünyada çektikleri cefanın mükâfatı ile yaptıkları işin sevabı birleşince onların iki cihanda kurtuluşunun garanti belgesi olur.
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” misali çalıştığı gazetelerden sık sık ayrılmak zorunda kalır. Bu durumu da kendisi “Bu gazetelerin birinden ayrıldım, dördünden kovuldum” (Galip Abi, 4.Baskı S:44) diyerek ifade eder.
Soruyu sorar “Düşman kuvvetlerin tahribatına yine de mani olamıyoruz, acaba neden?” cevabını verip çözümünü de kendi gösterir. “Çünkü okumayı, düşünmeyi, hakikati araştırmayı ve en fenası; birbirimizi sevmeyi bilmiyoruz. Birbirimize kenetlenmemiz, aralarından su sızmayan yekpare bir granit gibi durmamız gerekirken ayrılıyoruz.” (Galip Abi, 4.Baskı S:48) Granit gibi yekpare olmamızın yolu okumak, düşünmek ve hakikate ram olmak geçtiğini, başka ölçülerin birlik sağlayamayacağını, her ne surette olursa olsun sağlanan birliğin de faydalı olmayacağını anlatır. Hakikatte doğruda birleşmek için başka bir çabaya da gerek yok her işin doğrusunu yapmak, doğrusuna destek olmak yeterlidir.
“Önce kazanmanın başlıca şartını yerine getirmeli, aramızdaki DAĞINIKLIĞIN önüne geçmeli, tam bir güç birliğine gitmeliyiz. FİKİR BİRLİĞİ DEMİYORUM, GÜÇ BİRLİĞİ DİYORUM. Zira fikir ayrılığı saydığımız konuların çoğu davanın özü ile ilgisiz, hep entipüften şeylerdir. Diğer bir söyleyişle, fikirde birlik olanların güçlerini de birleştirmeleri mücadeleyi kazanmaya zaten yeterlidir.” (Galip Abi, 4.Baskı S:53) bu gün milliyetçiyim diyenlerin hali ortada, farklı partilere ayrılmışlıkla yetinmemişler ferdi olarak milliyetçi olmayan partilere de dağılmışlardır. Herkes vatana millete hizmetten dem vurur, ancak fedakârlık yapmaya gelince hiç kimse nefsinin istediklerinden millet menfaatine geri adım atmaz. “Tarih, günümüzün Türk milliyetçilerine hem çok şerefli hem de çok ağır bir sorumluluk yüklemiştir. Mücadelemizin kutsallığına yaraşır bir samimiyetle çalışır, gayemizin büyüklüğü içinde bencilliğimizi eritebilirsek, Allah bizimledir.” “Tüm Türk milliyetçilerini parti, dernek, meşrep ve mezhep farkı gözetmeden, eğer önemli sayılıyorsa fikir birliğine zemin hazırlayacağını da hatırlatarak güç birliğine davet ediyoruz. Güç birliğini gerçekleştirme isteğinde birleşirsek ilk adımı atmış sayılırız.” (Galip Abi, 4.Baskı S:53) geçmişte dağınık olan milliyetçilerin bu günlerine de ışık tutmuş. Ama biz hep yakınmakla yetinmişiz. Zaman zaman da hiç bir toplumsal milliyetçi organizasyona katılmayarak, oy dahi kullanmayarak, bir kenarda atıl kalarak, mevcut organizasyonlara bir protesto hali sergileyerek de dağınıklığın başka bir veçhesini oluşturmuşuz.
Misafir Gideceği Eve Kendisini Davet Eden Misafir
Bir kurban bayramında beraber gittikleri Sadi Somuncuoğlu’nun memleketi Aksaray’da bayram günü bayramlaşmaya gelen misafirlerin kim olduğunu sorması üzerine tanıştırmak için “O, sizin-bizim gibi milliyetçi ailelerin tabii üyesi ve ağabeyi Galip Erdem’dir!” (Galip Abi, 4.Baskı S:74) der. Bu cümle Gali Erdem’in ne kadar güvenilir biri olduğunu gösterdiği gibi milliyetçilerin aralarındaki bağın fikirdaşlık haricinde aile dostluğu şeklinde devama ettiğini göstermektedir.
Ülkücü Milliyetçiler sadece sokaklarda, faaliyetlerde, derneklerde birbiriyle ilişkili olmamalı, aile dostu da olmalılar. Bir birlerine misafir olabilmeliler. Ancak böyle olursa birbirlerine teslim olup güvenirler. Bu konuda Samsun Türk Ocağında bir konferans veren “Türkçülüğün İlkeleri” adlı bayağı hacimli kitabı 5 yıllık bir emek sonunda yazan Prof. Dr. Davut Albayrak konferansta “Arkadaşlar bütün milliyetçi aileler birbirlerine misafir olarak aile dostlukları da kurmalıdır. Hatta misafirliğe giderken çoluk çocukla gidelim ki çocuklar birbirini tanısın. Tanısın ki bu tanışıklıktan dolayı bir birleriyle evlenerek şuurlu sağlam milliyetçi aileler kurulsun.” diyerek tavsiyede bulunmuştu.
Yücel Hacaloğlu 1955 yılında yeni tanıştığı 45-50 kiloluk sıska adamın verdiği bilgileri test eder ansiklopedilerden karşılaştırmasını yapar. “Anladı ki spordan, tarihten, kültürden, dinden her ne söylüyorsa hepsi de doğru” (Galip Abi, 4.Baskı S:79)
“Galip ağabey çok özel bir insandır. Şahsiyetinden ve ideallerinden hiçbir zaman taviz vermez. O, makam, mevki v e para hırsı olmayan bir insandır. Başkalarına yardımcı olmaktan, vatanı milleti için çalışmaktan zevk alır. Onu tanıdıkça daha çok seveceksin.” Yücel Hacaloğlu eşi Türkan Hacaloğlu’na Galip Erdem’i tanıtırken bu gün onu görmeden ilk tanıyacak kişilere anlatır gibi anlatıyordu. “Onun bu dünyadaki en büyük ve biricik serveti gördüğü bu saygı ve itibardır. Buna rağmen o, her öne çıkandan bir adım geri durmayı başaracak kadar mütevazıdır. Mensup olduğu camianın önde gelen birkaç kişisinden biri olmasına rağmen öne geçmeyi, ‘ben de varım’ demeyi hiç düşünmedi.” (Galip Abi, 4.Baskı S:84)
Enteresan bir şekilde Galip Erdem benim şehrimden de aday olmuştu. “…. 1965 seçimlerinde (Zeki Velidi Togan) birinci sırdan CKMP’nin Samsun adayı idi. O sıralarda Samsun on bir milletvekili çıkarıyordu. Galip Erdem, Zeki Velidi Togan Hoca’ya yardımcı olmak -ve tabii ki davayı anlatmak için- yedinci sırdan aday olup seçimlere girdi.” (Galip Abi, 4.Baskı S:100) Ülkücü milliyetçilerde milletvekilliği şahsi makam mansıp elde etmek, emeklilik fırsatı yakalamak olarak değil vatana millete hizmet etmenin bir aracı olarak görülüyordu. Bu yüzden de teşkilatın gösterdiği adaylar tartışılmaz, hizmetin her yerde yapılabileceğine inanırlar, milletvekilliğini de hizmet için bir basamak bir mevki olarak görürlerdi. Kimse aday olamadım diye teşkilata ve aday yapılmış olana gücenip darılmaz, protesto için başka parti adaylarına çalışmaz, gelecek umuduyla protestodan korkarak sessizce oy kullanmamazlık etmezlerdi. Galip Erdem seçim çalışmalarındaki çalışanları motive etmek için “Siz ne diyorsunuz? Benim seçilmem garanti de ben sekizinci için çalışıyorum.” (Galip Abi, 4.Baskı S:101) der. O yıllar birinci sıra bile garanti değildi, köy köy gezilerek dava anlatılıyordu. Burdur’dan birinci sıra milletvekili adayı olduğunda İzmir adayı İbrahim Metin şirketine ait olan 1939 model minibüsü Galip Erdem’e propaganda çalışmalarında kullanması için verdiğinde, siz ne yapacaksınız diye soran Galip Erdeme “Ben bir çaresini bulurum ağabey. Araba sizde kalsın” (Galip Abi, 4.Baskı S:103) cevabını alır İbrahim Metin’den.
“Sordular: Bey herkes bir şeyler vaat ediyor. Sen ne diyorsun? (Galip Erdem’den) Cevap: Milli şuuru ahlaki davranışı yerleştirmeyi. Hakkı ve adaleti. Eğer karşıma haksız bir istekle gelirseniz kovarım!” (Galip Abi, 4.Baskı S:103) diyen belki ilk ve son bir milletvekili adayı olur Galip Erdem. Seçmeninden gelen “Bey! Bu göl her sene taşıyor ve ekili tarlalarımıza zarar veriyor. Gölü nasıl kurutursunuz?” (Galip Abi, 4.Baskı S:104) soru ve isteğine karşı bu işin teknik bir iş olduğunu ve mühendis arkadaşlarına soracağını ancak “Eğer gölün kurutulması ya da suların çekilmesi için yapılacak masraf sizin kazancınızdan çok olacaksa yaptırmam. Ama sonunda hem siz hem devletimiz kazanacaksa yaptırırım!” (Galip Abi, 4.Baskı S:104) cevabını verir. Seçmeni kandırarak oy avcılığı yapmak aklının ucundan bile geçmez. Devletin ve milletin kazanmasıdır onun için aslolan.
“Milliyetçi hareketin -lider dışında- iki bilge kişisi vardı: Galip Erdem ve Dündar Taşer…” (Galip Abi, 4.Baskı S:116) hayatta kalan ikinci bilge kişisi olarak Galip Erdem, Dündar Taşer’in 1972 yılındaki ölümünden 10 yıl sonra “Daha önce niçin tanışmadığımıza çok hayret etmişizdir. Düşüncelerimizde, inançlarımızda, ülkülerimizde ve hele duygularımızda öyle bir yakınlık vardı ki birbirimizi bulduktan sonra bir daha hiç ayrılmadık.” (Galip Abi, 4.Baskı S:117) diyerek anıyor.
1962 yılında Hüseyin Nihal Atsız, İsmet Tümtürk, Necati Bozkurt, İzzet Yolağan, Mustafa Kafalı, Fahri Ersavaş, Erk Yurtsever, Muzaffer Eriş ve Faik Tan tarafından kurulan ve ilk toplantısında Hüseyin Nihal Atsız’ı Genel Başkan seçen Türkçüler Derneği 1969 MHP Genel Kurulundan sonra Galip Erdem, Sadi Somuncuoğlu, İbrahim Metin, Cezmi Bayram, Acar Okan, Galip Çaka, Haluk Karamağralı, Necdet Özkaya MHP ile ile bağlantılı olmak gerekçesiyle ihraç edildiler. 1973 yılında Türkçüler Derneği MHP ile husumetin daha fazla büyümemesi ve milliyetçilerin aralarındaki tartışmalar basında yer almamasın diye kendini fesh etmiştir. Ancak Milliyetçiler ilk kitle halinde bölünmeyi yaşamıştı. Daha sonra bundan ders alınmamış ve defalarca bölünmeye devam etmişlerdir.
Onun Tabiridir: “Bedava Ülkücülük veya Ülkücülük Son Hedeftir.”
“Merhaba Ülkücü adayları!” (Galip Abi, 4.Baskı S:119) hitabına muhatap olanlar MHP il Başkanı, Ülkü Ocakları başkanı ve yönetim kurulları olursa hitap eden de Galip Erdem olabilirdi ancak. Fakat salondan homurtular yükselince “Sizler de şimdi ülkücü adayı değil, ülkücü aday adayısınız. Belli bir süre ülkücü gibi yaşadıktan sonra ülkücü adayı olacaksınız. Mesela ben ülkücü adayıyım. İnsan ancak bütün ömrünü ülkücü gibi tamamlayınca ülkücü olur. Yani insan ölünce ona, “Ülkücü idi” denir. Ömrünün herhangi ir döneminde yanlış yapan “ülkücü aday adayı” veya “Ülkücü adayı” olarak elenir; seçimi kaybeder. Kısacası ülkücülük bütün bir ömrün sonunda kazanılır. On yıl sonra içimizden on kişi ülkücü olarak kalabilirse bu iş tamam demektir.” (Galip Abi, 4.Baskı S:120)
“Doğru, güzel ve haklı fikirlere bağlanmak kolay ama inandığımız fikirlerin şartlarına uymak çok zordur. İşte bundan ötürü herkes milliyetçi olabilir fakat ülkücü olamaz…” (Galip Abi, 4.Baskı S:120)
“ ‘Mektup’ ya da ‘noramin’lerin başka işlerde kullanılmasına müsaade etmiyordu ama ‘içeridekiler’ ve aileleri söz konusu oldu mu hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor, onlara toz kondurmuyordu. Çünkü o ‘mektup’ları onlar için topluyordu… Ömrü boyunca para ile işi olmayan, parayı hiç sevmeyen bu adam adeta para ile yatıp para ile kalkar olmuştu ama eline geçen paraların bir kuruşunu bile bu amaç dışında kullanmıyor ve kullandırtmıyordu.” (Galip Abi, 4.Baskı S:158) Yaptığı işi Allah rızası için yapanlarda hassasiyet daha yüksek oluyor. Galip Erdem’in “mektup” ve “noramin” ad ile cezaevindeki ülkücüler ve dışarıdaki aileleri için topladığı paralarda gösterdiği hassasiyet, Samsun Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı (TÜRKAV) mali sekreterliği ve daha sonra Şube Başkanlığı yaptığım sırada yaşadıklarımı hatırlattı(2).
Herkes Çocuklarına Bunu Diyebiliyor mu?
Galip Erdem’in o zaman 12 yaşında olan kızı Bilge bir gün babasına sorar; “Baba ne yaparsam beni sevmezsin?” babası cevap verir: “Vatanını milletini sevmezsen!” sonra da şöyle devam eder; “Bak kızım… Eğer benim inançlarıma ve ülkülerime uygun yaşayıp bunları seversen hem arkadaşın hem de baban olurum. Yok, kendine başka bir hayat kurarsan yalnızca baban olurum.!” (Galip Abi, 4.Baskı S:182) Şimdi kimse çocuklarının kendisi gibi yetişmesine ihtimam göstermiyor. Ancak çocuk daha sonra farklı bir davranış sergileyip, kusur ve suç işleyince hayıflanıyorlar. Kimi ülkücü de kendisinin hayatını feda ettiği davasını ve teşkilatını çocuklarının öğrenip gidip gelmesini hiç önemsemiyorlar (3).
Samimi ülkücü, dava adamı, Allah rızasından başka maksadı olmayan dava adamlarının günlük hengâme içinde kendilerine rakip görenler tarafından harcanmalarının arkasındaki gerçekleri görecek ve takdir edecek, tarihe o meçhul fitnebazları deşifre etmeden de olsa vefa gösterecek birileri sağduyu sahipleri çıkacak ve Galip Erdem ağabeyin görmüş olduğu saygı misali onları kalplerde “örnek kişi” makamına oturtacaktır. Samimi dostlar arasına fitne sokarak onların aralarına düşmanlık sokanlar bu dünyada şahıs-şahıs, birey-birey, kişi olarak tespit edilip gerekli muameleye duçar olmasalar da Allah nezdinde hesap vereceklerdir. “Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri” konulu bir konferansta konuştuğu tek cümleyle: “Türk milliyetçiliğinin tek meselesi vardır; o da Türk milliyetçileridir!” (Galip Abi, 4.Baskı S:203) bütün problemi ortaya koyuvermiştir.
Ülkücü Milliyetçiler arasında anonim bir söz dönüşen Galip Erdem’den önemli bir tespit. “Bizler davayı Ağrı dağının zirvesine çıkaracaktık. Zirveye vardığımızda küçük bir noksanımız olduğunu fark ettik. Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz davayı değil kendimizi zirveye çıkarmışız.”
Meselenin özü bu: Davayı dağın eteğinde unutmamak.
O daha 26.11.1980 tarihinde 12 Eylül ihtilalının üzerinden yaklaşık iki ay geçmişken 12 Eylül Cuntası’nın başı Kenan Evren’e yazdığı ve Konsey üyelerine de birer nüshasını gönderdiği yaklaşık 60 sayfadan ibaret “Kenan Evren’e Açık Mektup” unda bugünleri görmüş ve etnik bölücü teröristler ile bölücü teröristlere karşı tedbir alınması babında olacak “Memur alırken, ehliyet ve bilgiden önce, devletin temel felsefesine bağlılık aranmalıdır.” (Galip Abi, 4.Baskı S:265) ve “… devlet düşmanı memurlar, şüphesiz insaflı ve adaletin emrettiği bir ölçü içinde tespit edilmeli ve devlet kadrolarından çıkarılmalıdır.” (Galip Abi, 4.Baskı S:266) tavsiyelerde bulunmuştur. 40 yıldır etnik bölücü teröristlerin devlet memurluklarında beslenerek devlete karşı savaşmalarının yanında Türk Milleti’ne hizmet etme makamı olan devlet memurluklarını, devleti ele geçirmek için işgal eden dış mihrakların kuklası teröristler Türkiye’de ihtilale kalkışabilmişlerdir.
“Kur’an’lı yaşadım; Kur’an’sız ölemem.” diyerek “Dilimin son hecesi, kalbimin son atışı Kelime-i Şehadet olacak. Sonra canımı almaya memur edileni incitmeden iteceğim; her şeyi ve herkesi bir yana bırakacağım, ölümsüzlüğün koynuna gireceğim. Evet, ey yaşayanlar! Ben işte böyle öleceğim… Sakın acımayın, ‘gençliğine yazık oldu’ demeyin. Artık çok geç; merhametinize ihtiyacım kalmadı. Şimdi hepinizin kıskanacağı bir rütbedeyim.” (Galip Abi, 4.Baskı S:212)
“Galip Abi- Kendini Unutan Adam”, ülkücü olmayı aklına koymuş, “dava adamı nasıl olur?” diye düşünen genç-yaşlı herkesin zaman zaman okuyup müracaat edeceği ve kendisini ölçüye vuracağı mihenk taşı bir hayatı anlatan bir kitaptır.
_______________________________________________________
İlgilisine Özel Notlar:
(1) ÜLKÜ-YAZ Genel Başkanı Hayati Bice ile telefonla yaptığımız görüşmede Osman Oktay’ın “Bir Ülkücünün Romanı – Kendini Unutan Adam” kitabının ilk baskısında sayfa sayısının daha fazla olduğunu öğrendim. Kitabın ilk baskısının 342 sayfa olduğunu ise Aydil Erol’un “Kitap İçin Ne Dediler” bölümünde gördüm ve bunu öğrenmem bende bir burukluğa da sebep olmadı değil. (Bir Ülkücünün Romanı- Kendini Unutan Adam / 2. Baskı / Aydil Erol, “Kitap İçin Ne Dediler?” / s.:243) Osman Oktay ağabeyden satışta olmayan 1. ve 3. baskıdan elinde kalan varsa göndermesinin mümkün olup olmadığını sordum. Osman Oktay elinde kalmadığını söyleyince Nadirkitap.com sitesinden 1. ve 3. Baskının siparişlerini verdim. 1. ve 3. Baskıları istememin sebebi 2. Baskı yapılırken kitabın yaklaşık 100 sayfa kadar eksilmesi, “Acaba kitaptan öğrenmemiz gereken bazı önemli bilgiler çıkarılmış mıdır?” diye duyduğum endişe idi. Bu yüzden ilk önce “Keşke hiç kısaltılmasaydı.” düşüncesine kapılmıştım. Ancak aldığımız 1. Baskıyı incelediğimizde 2. ve 4. Baskıda romanın ana metninde bir çıkarma eksiltme yapılmadığı, 1. Baskı ile 2. Baskı arasındaki 100 sayfalık farkın tamamen teknik nedenlerden; harflerin punto büyüklüğü ve farklı satır aralarından kaynaklandığını görünce yüreğime su serpildi.
(2) TÜRKAV adına öğrencilere burs vermek için topladığım paralara, haram bir iş işlemeyelim diye çok dikkat ederdim. Bir gün Zekeriya Coşkun adındaki arkadaşım bir miktar para verdi. Ben de verilen parayı ayrı koyayım diye cüzdan ve cebimdeki diğer paralardan ayrı uygun bir yer ayarlamaya çalışırken Zekeriya Coşkun “Koysana cebindeki diğer paraların yanına” dedi. Ben de “Sen hangi parayı verdiysen, o parayı ihtiyaç sahibi öğrencilere ulaştırmam gerekiyor. Bir vebale girmeyelim.” dedim. Arkadaşım “Kardeşim paranın alım gücü aynı; ha benim verdiğim paradan vermişsin, ha kendi parandan… Aynı miktar ve alım gücünde parayı verince aldığın emaneti yerine vermiş olursun, bir vebale de girmezsin” demişti. Ben yine de kişilerin verdiği parayı, aynıyla yerine ulaştırmaya gayret ettim.
(3) 2002 yılı seçimlerden meclis dışında kalan MHP ve ülkücüler bir avuç kalmışlar, menfaat peşinde koşanlar seçim ertesi sabah iktidar tarafına geçmişlerdi. Sağlık sektöründe çalışan 400-500 kişi ile yaptığımız toplantılara katılanlar bir gecede saf değiştirmişlerdi. Ellerinde raporlar bizleri iktidar partisinin il başkanlarına “aşırı ülkücü” olarak raporluyorlardı. Kala kala 6-7 bin kişi içinde 10-15 kişi kalmıştık. Bu şartlar altında Ülkü Ocakları Başkanı O.S.Z. gidip eğer izin verirseniz biz Ocak lokalinde arkadaşlar ile toplanacağız. Ben arkadaşlara İhya-u Ulumiddin okuyacağım, her ay size kiraya ödemeye bir miktar yardım da ederiz. Gençler hem bizi görür, Ocağın sahipsiz olmadığını görürler hem de yararlanmak üzere sohbete katılabilirler; hatta isterseniz siz de katılabilirsiniz, dedim. Ocak Başkanımız O.S.Z. in uygun görmesi üzerine toplanmaya başladık. Toplantıya 8-10 kişi katılıyor ben de İhya okuyor, arada da çay içip sohbet ediyorduk. Her ay da 400-450 lira da Ocağa yardım ediyorduk. 7.hafta sonunda şehirde bir dedikodu yayıldı: “Halim, Ocak başkanını değiştirecek, yerine de felanı getirecekmiş” diye. Bunu duyar duymaz hemen Ocak Başkanı’na gittim böyle bir düşüncem olmadığını sadece Allah rızası için çabaladığımı, Ocak başkanını da Ülkü Ocakları Genel Başkanı’nın atayacağını ve değiştireceğini söyledim. 8. Hafta arkadaşlara daha Ülkü Ocakları’nda toplanmayacağımızı durumu anlatarak söyledim ve toplantıları bitirdik, bir fitne bizi ocaktan engellemişti. Ocağa orta yaşta ülkücülerin gidip gelmesini ve gençlerin büyüklerini görüp örnek almasının önüne geçtikleri gibi Ocağı aylık 400-450 lira gibi bir destekten mahrum bıraktılar.
İNTERNETTEN SİPARİŞ: https://www.kitapyurdu.com/kitap/galip-abi/498139.html