Bir Roman Bir Yazar
MEVLEVİ / A. Yılmaz SOYYER
İlk defa “Çifte Vavın Eşiğinde” şiir kitabını okuyarak tanıdığım A Yılmaz Soyyer’in “Çerağlar Uyanırken” romanını da daha önce okumuştum. Yazara ait üçüncü kitap “Mevlevi”, ya da okuduğum ikinci romanı desek daha doğru olur. Yazarın “Semah Aşka Doğrudur” adlı üçüncü bir romanıyla, bu roman ve şiir kitapları dışında ilmi sosyal tarih kitapları ve makaleleri de var.
(Almanlar), “Cihan Harbine türlü oyun ve dalaverelerle soktukları ittihatçılarla beraber giriştikleri bir cihan devletinin ulaşım basamaklarındandı” (Haydarpaşa-Bağdat Demir Yolu). “Eğer böyle düşünülürse ben de bu tasarımın bir parçasıydım. Ben, Arkadaşlarım, İttihatçılar, Türk Ocaklılar,kısacası bütün Türkçüler…...”(s:15) Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geçerken son 15-20 yılda yapılmış olan ordunun yenilenmesi, demir yolları, okullar, mühendishaneler vs aklınıza gelebilecek Türk Modernleşmesiyle ilgili her şey Türkçülerin eseriydi.
Yazar roman boyunca Türk dünyasının ortak ABC’ye geçmesinin öneminden bahsederken daha başında dilin bir millet olabilmenin şartı olarak görüyor. Ve “Devletin birliği için evvela dilin birliği gerekliydi.” (S:16) diyor. Ben, yazarın bu ifadesinden bir millet olmanın şartı olarak önce konuşma dilinin birliğinin sağlanması gerektiğini, daha sonra ABC birliğinin geldiğini düşünüyorum.
Romanın kahramanlarından Mevlevi bir Türk Ocaklı Ali Dede, Yeni adıyla Ali bey. Ali Dede yeni bir düzen kurulurken Amca Bey, Nesrin, Yüzbaşı Nejat, Sultan, Mehpare, Behlül Bey, Mösyö Hayreddin vs. her düşünce ve fikirden insanı etrafında toplayan ve çevresiyle birlikte yeni hayata mutedil bir adaptasyon sağlayan merkezi oluşturuyor.Hem eğitimli hem de halk ile iç içe olmuş birisi.
Mustafa Safa bey, Avrupai ya da diğer adıyla Batı usulü bir yüksek tahsil yapmış, hakim olmuş ancak sahasından başka alanda bilgisi olmayan, vatandaşına yabancı bir ahmak.
Nesrin, Avrupa’da felsefe eğitimi almış, kendi kültürüne, kendi dinine yabancılaşmış, aldığı eğitimi de batılılar gibi bir hayat felsefesi inancına dönüştürememiş, muallakta ama öğrenmeye hevesli Avrupai bir hanım.
Yazar, romanın baş kahramanı Ali Bey’in ağzından “..önce oturacağım yeri öpüp oturdum. Bizde sağ ayağın baş parmağı sol ayağın baş parmağının üzerine konularak ayaklar mühürlenir.”(S:30) Türk İslam örf ve adetlerini terk etmiş, kendine bile yabancılaşmış şimdiki toplum için bir anlam ifade etmeyecek olan Mevlevi hayatının usul ve erkanından örnekler vermektedir.Aynı usul alevi bektaşilerde de var. Bu romanı okurken birlikte çalıştığımız bir alevi dostuma “Mevleviler de sol ayağın baş parmağı üstüne sağ ayağın baş parmağını koyarak ayaklar mühürleniyormuş” dediğim de arkadaş “aynı uygulama bizde de var, Ceme girince dede dua ederken sağ ayağımızı sol ayağımızın üstüne koyar öyle dua ederiz” dedi.
Romanda; Vatan ve millet uğrunda canlarını ortaya koymuş koca koca adamlar mesele iç siyaset olunca arkadaşlık, hemşericilik ve etnik kökenlerine göre gruplaşıyorlar, kendilerinin en iyi hizmeti yapacağını düşünerek ufak ufak parçalanıyor, gruplaşıyorlar. Tabi ki akabinde gruplar arası entrikalar başlıyor, Kurtuluş Savaşında yararlılık göstermiş samimi insanlar bunlarla uğraşırken savaş kaçkınlarının kumpasları cabası. Jön Türkler, Masonlar ve Azınlıklara tanınan özerklikler ve askerlikten muaf olan ekalliyet mensuplarının tahsilli yetişmiş kişileri İstiklal savaşının sonunda gazi Türkçüleri Gazi Mustafa Kemal Paşanın etrafından uzaklaştırmış, yeni kurulan devletin kurucu yönetim kadroları olmuşlardır. Atatürk, eğitilmiş vatanperver samimi insanların uzun süren savaşta ölmeleri dolayısıyla liyakatli Müslüman Türk kadro bulmakta zorlanmış, eldekiler ile ülkeyi yönetmeye çalışmıştır. Yaşanılanlar bize gösteriyor ki Atatürk’ün, mevcut dernekleri, Mason Localarını, Tekke ve Zaviyeleri kapatmakta ne kadar haklıdır. Bu gün bile insanlarımız tarafından her şehirde kurulan mahalle, köy, kasaba, vilayet vs. hemşeri dernekleriyle bölük pörçük olmuş vaziyettedir. Bu dernekler insanların kaynaşarak homojen bir millet olup ortak bir kültür oluşturmasını önlemektedir.
“-Hocam onlar Türk de ondan…
-Siz nesiniz peki?
-Sarıkeçiliyiz.” (S:44-45)
Burada halen ülkemizde yaygın bir kanaat olan Alevi ve Bektaşilerin Türk olduğu, Sünni Müslüman olan diğer Türk boylarının kendilerini Türk olarak bilmediklerini görüyoruz. Yüzyıllarca batılılar Müslüman olana “Türk oldu” derken biz mezhep farklılığından dolayı birbirimizi Türklükten dışlıyor, belki de farkında olmadan düşmanlarımızın oyununa alet oluyoruz.
“Eğilip elini öpmek istedim o da benimkini öptü. Bir Mevlevi ve bir Tahtacı mukabele ettik adeta.” (S:58) Türkiye’de Mevleviler ve Bektaşiler bir birine en yakın iki yoldur. Nitekim yüzyıl önce Bektaşi Tekkeleri kapatılınca Bektaşi Derviş ve Dedeleri Mevleviler içinde yaşamış ve günümüze ulaşmışlardır. Zira Mevleviler gülbenglerinin sonunda “Dem-i Hazreti Mevlana, Sırrı Ateşbaz Veli, Kerem-i İmam-ı Ali, Nur-ı Nebi, Hu diyelim Hu” (S:60) derken Tahtacılar yada Alevi Bektaşiler ” Nur-ı Nebi, Kerem-i Ali, Pirimiz Destgirimiz Hacı Bektaş Veli…..“(S:61) diyerek aralarında pek de fark olmadığını gösteriyorlardı. Bu iki yolun yolcuları birbirlerine yüzyıllarca hoşgörüyle bakmışlar, derviş olacakların meşrebine en uygun olanı tercih etmesine yardımcı olmak gayesiyle zaman zaman diğerini tavsiye ederek yan yana barış içinde yaşamışlar, Devlete karşı organize olabilecek tehlikeli hiç bir gücü içinde barındırmamışlardır.
Ali Bey’in hanımı Mehpare kocasının Mösyö Hayreddin’in yanında gülbeng okumasından rahatsız olmuş, korkuyla “Ali zülfiyare dokunmasın yaptığın” deyivermişti. “Doğruydu da yasaklayan tekkemizi devlet değildi, O’ydu.” (S:62) Ali Bey’in hanımı Mehpare’ye söylediği bu söz de Devletine bir teslimiyet, tekkelerinin yasaklanışını bir kabulleniş vardı. Devlet, kapatılmanın bir vesilesiydi sadece , Yaradan’dan gelene rıza gösterilmeliydi.
Dergahların kapatılmasıyla ilgili en yetkin sözü Mevlevilik konusunda en yetkili kişi olan amca bey’in ağızdan söyletiyor yazar. Amca bey’e Rasih hoca soruyor ” Affınızı istirham ederek sormak istiyorum, dergahlarınız kapandığı için devlete kırgın mısınız?” Amca bey ” Asla hocam asla, açan da Hak’dı kapatan da, demek ki ömürleri tamam oldu, değilse Hak kapısını kul kapatabilir mi?” diyerek tekkelerin fonksiyonunu tamamladığını söylüyor.
Ali bey ve çevresi Kurtuluş savaşından yeni çıkmış bir milletin fakr-u zarureti içinde olsalar da eğitimin elzem olduğuna inanan insanlarla gönüllü eğitim seferberliği başlatıyorlar.Çünkü hayat devam ediyor ve gelecekleri olan yeni nesillerin eğitilmesi gerek. Herkes maddi manevi bu seferberliğe katılıyor.Kimi çocukların elbise ve formalarını dikerek, kimi ertesi gün okula gidecek öğrenciler için yeni sipariş edilen kunduralarını yetiştirmek için fedakarlık edip gece boyu çalışarak, kimi kumaşların parasını ödeyip alarak, kimi Mevlevi Dervişlerine ait Dergahların kapatılıp dervişlerin dağıtılmasından dolayı kullanılmayan esvapları yeni kıyafetlere dönüştürülmek üzere bağışlayarak çocukların giyim kuşam ve okul kıyafetlerinin karşılanmasına katılıyordu.
Amca bey’e “Elbette Seyfullah bey, sizin manevi nüfuzunuz bize çok gerekli, irşad meselesinin sadece mahiyeti değişti, önceleri dini irşad vardı, şimdi milli irşad var.” dedi Rasih Hoca. Amca bey “Rasih Hocam, Milli irşad olmadan dinisi olmaz; biz o zaman da insan yetiştiriyorduk, şimdi de….. Allah yolu millet yolunda tecelli etmiştir, Hak artık millette aranmalıdır.” (S:65) diyerek verdiği cevap ile milli eğitime bir gönderme yaparak milli eğitimin elzem olduğunu, tekkelerin durağanlaştığını ve pirlerini aşamadıklarını vurguluyor.
İnsanların insana yediğinden yedirmeyi layık görmediği günümüz anlayışının aksine romanımızın baş kahramanı Ali bey’in sokakta karşılaştığı köpeğe kasaptan bizzat insanların tüketmesi için satılan ciğerden satın alıp verdiği bir peygamberi ahlak örneği. “Ciğerci davranışıma şaşırmış görünüyordu “Ağabey ite vereceğini söyleseydin satılmayıp kalmış ciğerlerden bedava verirdim” deyince “olmaz” dedim. Resul-i Ekrem efendimiz “yediğinizden yediriniz” buyuruyor. Yürüdüm baka kaldı arkamdan ciğerci.” (S:74) Bir yanda insanlara satamadığı ciğerleri fedakarlık yaparak bedava sokak hayvanlarına verebilecek vasıflarda bir alelade Müslüman örneği ciğerci, diğer tarafta eğitilmiş, çile çıkarmış yüzdeyüz örneklik teşkil eden bir hayat süren Ali Dede.
Sosyolog bir yazarın romanda anlattığı Amca bey ve Ali Dede gibi yetkin iki Mevlevi’nin kabullenişlerinden Türkiye Cumhuriyetinin yapmış olduğu inkılapların Mevlevi anlayışa uygun olduğunu, Mevleviler ve halk tarafından hüsnükabul ile karşılandığını görüyoruz. Terzi Cemal amca dervişlerden biri olarak “Ali bey dedi bana “esnaf aslında çoğunlukla kızlarını okutmaya hazır ama din adamları ikiyüzlü davranıyorlar. Vali, Müdür bey ya da Nejat Yüzbaşı yanlarındayken inkılapçı görünüyor, onlar gidince de “kızların okuması katiyen caiz değildir diyorlar” dedi bize. Bunlardan bir kaçının İstiklal Mahkemelerinde asılması elzemdir.”(S:88-89) demesi Mevlevi dervişlerin kabullenişinin en net, en kesin emaresi.
Yüzbaşı Nejat, Çanakkale’de bulutlarla yardıma gelen sarıklı veliler söylemine realist bir yaklaşımla “Ben gözlerimle gördüm; gerçi bulutlarla gelmedi, yürüyerek hep beraber indik cepheye“(94) diyor Mustafa Sefa bey’e. Savaşın bedenleriyle Tahirü’l Mevlevi ve Ali bey gibi bilfiil katılan Mevlevilerin öncülüğünde ki dervişlerin katkılarıyla kazanıldığını vurguluyor.
Felsefe öğretmeni Nesrin, Ali Dedeye ” Ağabey, ben Paris’teyken dervişleri hep tembel, işten kaçan, dilenerek hayatlarını sürdüren kişiler zannederdim” diyor. Ali Dede “Öyleleri de yok değil ama bizim gibileri de var“(S:102) diyerek her gruptan düzgün ve yanlış insanların çıkabileceğini, her olay ve işin iyi ve kötü yanlarının olabileceğini söylüyor zımnen de yapılan eleştiriyi, eksikliği kabul ediyor. Aynı zamanda karşı tarafta bırakılan intibaın kişilerin kendi yaşayışlarından kaynaklandığını da gösteriyor. Çalışan ve dilenen dervişler, iyi ve kötü, güzel ve çirkin, uygun olan ve uygun olmayanların çıkış noktası, kaynağının aynı olduğunu bakan kişilerin bunları aklı ile mizaçları üzere algıladıklarını vurguluyor.
Uzun süren savaşlardan sonra her şeyini kaybetmenin zorunluluğu ya da yeni kurulan Cumhuriyetin kapattığı müesseseler dolayısıyla mecburi göçler, ortaya çıkan zorunlu yeni durumlar insanları işsiz, yurtsuz, mekansız bırakmış, herkes eski statülerini kaybetmiş, fiili duruma adaptasyon sağlayarak geçinmenin derdine düşmüş, eğitimsiz, tecrübeden yoksun bir halde verilen işlerde ellerinden geldiğice ekmek parası için çalışmaya başlamış yılgın insanlara umut aşılayan bir Ali Dede.
Yazar, Ali Dedeye, Ziya Gökalp’ı kast ettirerek “Hak ettiği değeri görmedi son zamanlarda, Malta sürgününden geldiğinde onların yerini başkaları almıştı…..”(205) söylettiriyor. Milliyetçilerin o gününe atıf yaparak günümüzde de en belirgin vasıfları olan ahde vefa duygularının zayıflığını dillendiriyor. On-Onbeş yıl önce hizmet görenler görev başındaki genç nesil tarafından rakip olarak görülüp bunlar yoklarmış gibi muamele gösterenler ancak öldükten sonra “ne büyük adamdı” diye hatıralar dillendirirler, ölen ile ne kadar yakın dost olduklarını anlatırken aslında kendilerinin ne kadar eskiye dayanan milliyetçi birisi olduğunu, ne kadar vazgeçilmez önemli olduklarını dolayısıyla anlatırlar.
A. Yılmaz Soyyer, bu romanda ortaya koyduğu Jön Türk, Türkçü tasnifiyle çoğu milliyetçi Türkçülerin ihmal sebebiyle düştüğü her ikisini aynı görmek tarihi hatasına düşmeyen ender bir Türk aydını olduğunu gösteriyor. Türkçülerin, İttihat ve Terakki Mensuplarının yani Türk milliyetçilerinin Jön Türklerden farklı düşünceye mensup olduğunu “Türk Ocağı yavaş yavaş memleket sathındaki kıymetini kaybediyor. Batıcılar, batıda yetişen bazı eski Jön Türkler var artık Ankara’da…” (S:206) hatta birbirlerine rakip olduğunu ortaya koyan nadir milliyetçi aydın.
On yedi yaşında evlenmiş, kırk yaşına merdiven dayamış Mehpare yirmi üç yıllık evlilik hayatından sonra bile hala eşi Ali Dede’den iltifat alıyor “Hanım yemin ederim hala çok güzelsin.” Mehpare Hanımın, eşine olan aşkını ilahi aşkın ilk basamağı gören Ali Dede’ye güzelliğinin farkında bir bayanın cevabı “Farkına ne zaman varacaksın bunun diye düşünüyordum uzun zamandır“(S:245) Çocuğuna, dostlarına, arkadaşlarına iltifat etmeyi bırak bir kenara eşine dahi iltifat etmekten aciz günümüz erkeğine bir gönderme olabilir mi acaba,
Peçeli, bir İngiliz ajanı olarak inkılaplara karşı bazı yobaz tarikatları örgütleyerek isyan çıkarmaya çalışırken başarısız ve deşifre olmuş, hemen kendisini bir İngiliz asilzadesi olarak farklı takdim edip, sağladığı referanslarla bu konuda en hassas insanların bulunduğu Türk Ocaklarında bile Mevlana konusunda konferans verecek bir mevki kazanıyor. Soy bakımından İngiliz olmasalar da nereye hizmet ettiği belli olmayan bazı sözde aydınlar etkin olup olmadığına bakarak sivil toplum kuruluşlarında yer almakta, zararlı olduğu tespiti nedeniyle etkinliğini kaybeden sivil toplum kuruluşlarını terk ederek ülkeye zarar verebileceği daha etkin yeni bir sivil toplum kuruluşunda yer alarak ya da yeni bir sivil toplum kuruluşu kurarak yer almaktalar. Kurtuluş savaşı sonunda kadro yokluğu ve istihbarat eksikliği Cumhuriyeti kuran kadronun dışlanmasını sağlayan sebeplerden biri olan ajan faaliyetlerini her zaman engelleyememiştir.
Behlül Bey, Ali Dede’ye “Bendeniz de ona şaşıyorum, dergahınızı kapatan kişinin yolunda yürüyorsunuz…..” Ali Dede, Behlül Beye “Biz Gazi Paşa dergahları kapatmadan önce de aynı yoldaydık onunla; O da, fakir de Türkçüdür.Yoldaşımız kapattıysa bir sebebi vardır diye düşünmek gerek“(S:238) diye cevap veriyor. Verdiği cevap Kurtuluş Savaşını kazandıran tek hususu beyan ediyor, anlayana.İtaat, şartsız teslimiyet ve itaat. Bir Dervişin, bir Mevlevi Dedenin verebileceği en net cevap.
Yazar A Yılmaz Soyyer, Türkiye Cumhuriyetinin yapmış olduğu inkılapların halka anlatılmasını, halk nezdinde ki aksülamelini Mevlevi romanının da bir ideoloji kitabı gibi işlemiş sanki. Hayat akarken yaşanılan olaylara üretilen pratik çözümler ve bu çözümler neticesi oluşan kabullenişlerin kazandığı mana ciltler dolusu ideoloji anlatan kitaplarla bu kadar basit, bu kadar kısa ve hayatın içinden anlatılamazdı. Örneklendirilmiş her davranış kabulleri kolaylaştırır.
***
Kitabın Künyesi;
Yayın Tarihi 14.10.2016
ISBN 6059444057
Yayınevi Post Yayın Dağıtım
Baskı Sayısı 1.Baskı
Dili Türkçe
Sayfa Sayısı 301
Cilt Tipi Karton Kapak
Kağıt Cinsi Kitap Kağıdı
Boyut 13.5×21.5 cm
============================
12.03.2019
Halim Kaya
Email : halim.kaya@hotmail.com