Büyük Ülkü Yolunda Bir Ömür:
SIRADAN VE PİYADE
Halim KAYA
12.01.2022
Ülkücü hareketin tanınmış isimlerinden Lokman Abbasoğlu‘nun hatıralarını yazdığını haber aldığımda (03.12.2021) hemen ilimizde faaliyet gösteren kitabevine sipariş verdim. Ancak kitabevinin tedarikçisi kitabı tedarik edemedi. Sebep olarak da önce bu kitabın yayınlanmadığını söylemişti. Ben “Sıradan ve Piyade” kitabının yayınlandığını ve yazarın imzalı olarak bazı kişilere gönderdiğini gördüğümü söyleyince de genel dağıtıma verilmediğini söylediler. Ben ısrarla isteyince kendi tedarikçilerinin Lokman Abbasoğlu’nun “Sıradan ve Piyade” kitabını basan “biyografi.net” yayınevinden temin edemediğini söylediler. Defalarca hatırlatmam üzerine de internetten kendi adlarına isteyerek iki adet getirdiler. Böylece kitaba 10.01.2022 tarihinde, geç de olsa ulaşabildim. Aslında zaman zaman tedarik konusunda başka kitaplarda da bu problemi yaşıyordum. Ancak ilk heyecan ve okuma arzusu zamanla azalınca sipariş verdiğim kitabı bile unutuyordum. Lokman Abbasoğlu’nun “Sıradan ve Piyade” kitabını da sırf yazarının ismi ve MHP eğitimcisi ve ilahiyatçı bir kişi olması dolayısıyla okumakta kararlıydım ve ısrarlı takip sonucu temin ettim.
Büyük Ülkü Yolunda Bir Ömür: “Sıradan ve Piyade”
Lokman Abbasoğlu’nun yazdığı “Sıradan ve Piyade” kitabını okumakta ısrarcı olmama neden olan etken ise Başbuğ Alparslan Türkeş’in sağlığında MHP de görev yaptığı için yazarının ismine aşina olmam, yazarın ülkücü bir ilahiyatçı olması ve mizacen birbirimize uyacağımız düşüncesidir. Ülkücü Hareketin teşkilatlanıp gençler arasında taraftar toplamaya başladığı ilk yıllardan beri taşra teşkilatlarında görev alan İHL öğrencisi, İlahiyat Fakültesi öğrencisi ve ailesinde birinci dereceden akrabaları (dedesi, babası, abisi, amcası vs. gibi) müftü veya imam olanlardan ve aileden dini eğitim almış gençlerin yönetimlerde yer alması, İslami bir dini tahsil görmüş, muhafazakâr yönü ağır basan mütedeyyin genç yöneticilerin hareketin yayılmasını hızlandırdığını düşündüğüm ve Lokman Abbasoğlu da bu vasıflarda olduğu için bende daha çok merak uyandırdı. Daha sonra isimleri herkese mal olarak meşhur olmuş ülkücülerden Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Samsunlu Hacı Mustafa Bağışlayıcı, Kastamonulu Mehmet Feyzi Efendi, Dündar Taşer, Seyit Ahmet Arvasi, Erol Güngör ile Lokman Abbasoğlu -ve şu an isimlerini sayamadığımız nice isimsiz kahraman- da ülkücü hareketin manevi mimarları arasındadırlar. Ülkücü Hareketin ilk şehidi Ruhi Kılıçkıran da bir İlahiyat öğrencisiydi.
Kitabı Mahmut Çetin yayına hazırlamış; Biyografi.Net yayınevi tarafından Mayıs 2021 tarihinde birinci baskısı, Aralık 2021 tarihinde de ikinci baskısı yapılmıştır. Elimizdeki kitap ikinci baskı olup, Aralık ayı içinde sipariş verdiğimi ve henüz temin edemediğimi sosyal medyadan Lokman Abbasoğlu’nun kendisine yazdığımda cevaben ikinci baskısının yapıldığını ve internetten kolayca temin edebileceğimi de nazikâne cevaplandırmıştı.
Kitap, bir Önsöz, Abbasoğlu ailesi hakkında kısa bir kronolojik tarih ve 74 başlık altında Lokman Abbasoğlu anıları ve 12 başlıktan oluşan Gönül Dostları Lokman Abbasoğlu’nu anlatıyor bölümüyle biten 398 sayfadan ibarettir. Kitap anlatım tarzı olarak başkasının ağzından aktarıldığı için yaşanılmışlık duygusunu sanki yok ediyor, okuyucunun birinci ağızdan anlatım ve aktarımdan alacağı heyecan ve his kayboluyor, okuyucuya duygu aktarımı zayıflıyor. Keşke yazar bizzat kendi ağzından ve kendi duygularını aksettirerek yazsaydı…
Kitap albenili olsun diye kaliteli kağıda basılmış; ancak dizgi, mizanpaj çok düzgün değil. Resimler ve yazılar baskı sırasında kesilmiş, resimlerdeki insanların ve bazı yazılı belgelerin yazılarının yarısı sayfa dışında kalmış, çok boş sayfa bırakılmış, satır araları ve paragraf araları seyrek bırakılmıştır. Eserdeki resimlerin yorumlanmadan adeta serpiştirilmesi de önemli bir eksikliktir. Bu resimlerden tarihî değeri olan birisi bugünkü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli‘nin 1973 yılında Ülkü Ocakları’nın denetimi için Lokman Abbasoğlu ile birlikte düzenlenen bir gezide Burdur Bucak’ta alınmış bir karede yer almış olmasıdır (S:155). Yine ülkücü hareketin önemli isimlerinden Muharrem Şemsek, Ali Güngör ve Bahattin Ergezer gibi isimlerin bulunduğu resimlerde bu isimlerle ilgili tanıtıcı bilgi verilmemesi önemli bir eksikliktir. Bu eksiklik eseri yayına hazırlayan Mahmut Çetin’in ülkücü camiayı yakından tanımaması ile ilgili olabilir.
Lokman Abbasoğlu’nun Hatıraları
Lokman Abbasoğlu’nun dedesi Ahmet Hamdi Abbasoğlu emekli olduktan sonra cemaatine gelen ve namazdan sonra sohbet ettikleri Mareşal Fevzi Çakmak’ın ikamet ettikleri yer Kayabaşı için “Ne buluyorsun bu kayalık yerde, gel sana Çankaya ya da Gaziosmanpaşa’dan birkaç dönüm yer alalım” dediğinde dedesi “Komutanım, ben torunlarımın ezan sesini duyarak büyümelerini istiyorum. Dediğin semtlere daha yerleşen yok, şimdilik ezan sesi işitilmiyor” (S:23) dediğini aktarmaktadır. İnsanın, çocukların yetişmesinde ortamın da etkili olduğuna dikkat çekiyor.
Lokman Abbasoğlu ailesinin Erzincan’dan göçüp Ankara’ya yerleşmesinden dolayı 4. sınıfa Ankara’da devam eder; ilkokul, ortaokul, lise öğrenimlerini Ankara’da tamamlar. Dedesi Ahmet Hamdi Abbasoğlu’nun eski talebesi Kayabaşı’ndaki Leylekli Cami imamı Ahmet Kral hocadan Kur’an okuma dersleri alır. Daha sonra Gazi Lisesi’nde Necdet Sançar edebiyat hocası olur. Türk Ocağında ise Osman Turan, Galip Erdem istifade ettiği Milliyetçi büyükleridir.
Lokman Abbasoğlu “Sıradan ve Piyade” kitabında ilahiyatçı olması dolayısıyla olsa gerek Türkiye’de pek dikkat çekmeyen İlahiyat Fakültesi hocası, Dündar Taşer’in de akrabası olan Doç. Dr. Yaşar Kutluay’ın esrarengiz bir şekilde kaybolmasından bahsediyor. Dündar Taşer’in asker kökenli olması dolayısıyla özel girişimleriyle Mersin ve Kıbrıs kıyılarında Akdeniz’de yaptırdığı bütün aramalara rağmen o günden bu güne Doç. Dr. Yaşar Kutluay’ın ne ölüsüne ne de dirisine ulaşılamamıştır. Merhum Doç. Dr. Yaşar Kutluay, Yahudilik üzerine incelemeler yapmış ve İsrail’de bir müddet araştırma için bulunmuştur. Yahudi Dr. Theodor Herzl’in anılarını yorumlayarak tercüme ettiği “Siyonizm ve Türkiye”, “İslam ve Yahudi Mezhepleri”, “Tarihte ve Günümüzde İslam Mezhepleri”, “İslamiyet’te İtikadi Mezheplerin Doğuşu” kitaplarını yazmıştır. Eğer Doç. Dr. Yaşar Kutluay’ın başına bu olay gelmeseydi İlahiyat Fakültelerinin kaderinin daha farklı ve başarılı olacağına dair sosyal bilimler camiası arasında bir kanaat vardır.
1976 yılının Haziran ayının bir gecesinde Tokat Öğrenci Yurdunda kalan öğrencilerin ders çalıştığı bir sırada komünistler tarafından yurt taranarak ardından açık camdan içeriye bomba atılmış, yurt başkanı Ergin Bayramcı kahramanlık göstererek arkadaşlarına zarar gelmesin diye bombayı aldığı gibi dışarı çıkarırken bomba patlamış ve Ergin Bayramcı bacağını, kolunu ve gözünü kaybetmiştir. (S:66-67) Türk Federasyonu bir vefa örneği göstererek Avrupa’da Almanya’nın Frankfurt şehrinde protez kol taktırmıştır.
İlahiyat Fakültesi’nde Haluk Karamağaralı ve Hikmet Tanyu hocalar, kendilerinden hak etmedikleri halde yüksek not isteyen öğrencilere “Ben Ülkücüyüm, haksızlık yapamam!” (S.80) diyerek iltimasın adam kayırmanın önüne geçiyorlar. Ama günümüzde iktidarlar ve dinî cemaatler torpil yaparak, soruları çalarak yandaşlarının haksız yere liyakat kesbetmeden kamuda görev almalarını temine çalışıp bir de kendi mallarından “Akrabayı gözetin” manasındaki dini kaideleri kendilerinin işine geldiği gibi “Allah akrabayı gözetin demiyor mu?” diyerek devlet malından gözettiklerini kabul ederek yorumluyorlar.
Ülkücü Hareket ve İslâm
Ülkücü hareket İslam ışığında Türk milletine ve İslam âlemine hizmet etmenin mücadelesini verirken, başarılar ve elde edilenler içinde Ülkücüler Allah’a şükran duygularını dile getiriyorlar. “Başbuğ Alparslan Türkeş mitingden sonra partinin mescidine giderek, şükür namazı kılmıştı” (S:146) örneğinde olduğu gibi Başbuğ Türkeş, 1978 Tandoğan Mitinginden sonra duyduğu memnuniyet karşısında Rabbine karşı şükür duygularını şükür namazı kılarak ifade ediyor. Ülkücüleri ve Alparslan Türkeş’i dindar olmamakla itham edenlerin aksine Başbuğun dindar birisi olduğunun cezaevi koğuş arkadaşı Samsunlu Hacı Mustafa Bağışlayıcı “İslam’a mugayir bir davranışını görmedim” dediği gibi ve ben de dâhil nice Ülkücünün zaman zaman şahit olduğu açıktır. İnsanları İslam’dan aforoz eden, bu uğurda iftiralar atan anlayışlara mensup kişilere kendilerinden başka samimi Müslümanların olduğunu kabul ettirmek yıllardır mümkün olmamıştır.
Gün Sazak’ın arkasından duayı Lokman Abbasoğlu yaptırmıştır (S.166) ancak bu dua anında hissedilen hiçbir duygu kitapta ifade edilmemiş, kuru kuruya dua edilip aşır okunduğundan bahisle geçiştirilmiştir. Lokman Abbasoğlu bu dua öncesindeki ve dua anındaki hislerini ve “Âmin” diyen yüzbinleri bulan cemaatin hallerini de ifade etmeliydi. Hislerine tercüman olabileceği yakın arkadaşlarından da bahsetmeliydi.
Lokman Abbasoğlu ve Yılmaz Saka’nın Mustafa Baş ve merhum İsmail Coşar hocanın önderliğinde organize ettikleri Ülkücü şehitler için mevlit (S:189-193) okutulması faaliyetlerinden, ülkücü mağdur ailelere yardım toplama çalışmalarından söz ediliyor. Abbasoğlu ve Yılmaz Saka o günlerde resmen arama emri bulunan birer kaçak olsalar da bu işleri organize ederek 12 Eylül darbesiyle sarsılan ülkücüleri manevi olarak birbirlerine yaklaştırmayı amaçlıyorlar; ve bu düşüncelerini kısmen de olsa gerçekleştiriyorlar.
Mamak Günleri
12 Eylül’den 3 yıl kadar sonra yakalanan Lokman Abbasoğlu cezaevinde okumak için idareye “doktora öğrencisiyim” diye dilekçe vererek istediği Kur’an-ı Kerim tefsirine üniversite öğretim üyelerinden “Faydalıdır” onayı alınarak (S:227); bu onayı fakülte sekreteri tasdik ettikten sonra cezaevi yöneticileri tarafından da “Görülmüştür” kaşesi basıldıktan sonra 3 aşamalı bir izin ile ancak kavuşabiliyor. Hocanın oğlu(!) nun yönettiği ülkede halkın inandığı dinin kutsal kitabı, dinini anlamaya çalışan insanlara üniversiteden “Faydalıdır” onayı alınmadan sokulamıyor. Cahillik bilmemezlik değildir ilahî gerçeklere kalbinin ve aklının kapalı olmasıdır. Zira bu uygulamaları yapan yöneticiler de Firavun gibi ülkeyi yönetecek bilgi ve kudrete sahipken Allah’ın gönderdiklerine karşı bir yasak uygulaması yapıyorlar.
Ülkücülere “Bozkurt’a tapıyorlar”, komünistlere ise “Bizim namaz kılmayan kardeşlerimiz” diyen Akıncılardan 10 kişilik grup kalmak için solcu mahkûmların koğuşunu tercih ederken namaz kılmak için ülkücülerin seccadelerini kullanmak zorunda kalıyorlar (S:230). Buna rağmen ülkücülere iftiradan hiçbir zaman geri durmamışlardır. Ülkücüler cezaevini bile “Medrese-i Yusufiye”ye çevirmiş, cezaevindeki ilk cemaatle namazı Selahattin Arpacı kıldırmış, ülkücüler tarafından cezaevinde yoğun bir dini yayınları okuma ve öğrenme gerçekleştirilmiştir. Kur’an-ı Kerim okuma bilmeyenler okumak için cüz bulamadıkları zaman bile elle yazarak, sayımlarda yakalanmamak için yazdıklarını yırtıp sabah tekrar yazarak; zor şartlarda da olsun her fırsatta bilenlerden Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenmiş (S:232) bilenlerde tecvitli okumaya çalışmışlardır.
Mamak’ta asker ve gardiyanlar mahkûmları dövmek işkence yapmak için bahane arıyorlar. Lokman Abbasoğlu’nun anlattığı Gaffari Avcı adlı ülkücü bir mahkûmun Tercüman gazetesinin verdiği Kur’an-ı Kerim cüzünü çöpe atan Dev Yolcu mahkûmlar ile “Kur’an’ın yeri çöp değildir; niye attınız?” diye tek başına kavga eder. Kavga üzerine olaya müdahale eden gardiyanlara durum anlatılır: Gardiyanlar üç Dev Yolcu mahkûmu “Kur’an çöp değildir” diyerek döverken, sonra da Gaffari Avcı’yı da “Ulan sana mı kalmış Kur’an-ı savunmak” (S:274) diyerek döverler.
C-5 denilen işkencehanede ülkücülerin üzerilerine yıkılan suçları kabul ettiklerini anlatan “Atatürk’ü bile ben öldürdüm” dedim, metaforuna benzer bir olay Kahramanmaraş davası sanıklarından İsmet Çalışır’ın başından geçmiştir. Mahkemede hâkime o günlerde yeni yapılmış bir suikastta yaralanmış olan Amerika Başkanı’nı “Bütün suçları kabul ediyorum hatta Ronald Reagan’ı da ben vurdum” (S:275-276) diyerek dile getirmiştir.
Gönül Dostları
Gönül Dostları Lokman Abbasoğlu’nu anlatıyor bölümünün birinci kısmında Zeki Gürel anı, hatırat ve hatıratlardan türetilen çeşitler üzerine bilgiler verdikten, bazı ülkücülerin vermiş olduğu eserlerinden bahsettikten sonra Lokman Abbasoğlu’nun “Sıradan ve Piyade” adlı anı kitabından bahseder ve “Lokman Abbasoğlu’nun anlattıklarının eksiği var fazlası yok” (S:360) diyerek anılarda anlattıklarının gerçekler olduğunu, abartı ve uydurma olmadığını vurgulamaya çalışır. Bu sözün başka bir taraftan bakınca da doğru olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki Lokman Abbasoğlu’nun MHP içinde aldığı görevler ve Başbuğ Alparslan Türkeş’e çok yakın olması dolayısıyla bu kitabında anlatmadığı ve daha anlatacak çok anı ve kimseyi “töhmet altında bırakmadan” (S:360) dile getirebileceği şahit olduğu önemli olaylar olduğunu düşünüyorum.
Sonuç
Lokman Abbasoğlu Müftü bir dedenin torunu olarak İlahiyat Fakültesi bitirmiş, kamu görevlerinde bulunmuş, MHP’nin 30 kişilik Eğitimciler kadrosuna seçilmiş bir kişi olarak anılarını kaleme alması tarihe ışık tutmak açısından faydalıdır. Ancak bu kitapta Ülkücü Hareketin merkezinde, MHP’de görev yaptığı dönemlerden bahsedilse, aile tarihi ile ilgili kısımları başka bir kitap olarak hazırlanmış olsa, daha uygun olurdu kanaatindeyim. Bugünkü ülkücü nesillerin Abbasoğlu’nun Ülkücü Hareket içerisinde aktif görev aldığı dönemlerde Türk İslam Ülküsü çerçevesinde yaşadıklarına, şahit olduklarına, yeni nesillere ders niteliğinde olacak gözlemlerine daha fazla ihtiyacı vardır. Lokman Abbasoğlu İlahiyatçı bir ülkücü vasfıyla yaşadığı dönemi yorumlayarak aktarsa kitabı çok daha faydalı olabilirdi.
Lokman Abbasoğlu’nun anılarından oluşan “Sıradan ve Piyade” kitabı, başka birisi tarafından kaleme alındığından kitapta okuyucunun anlatılanları yaşarcasına duygulanacağı, okuru bu hisse kavuşturacak manevi ruh kaybolmuş, konular arasında bütünlük sağlanamamıştır. Kitapta yazarın ağzından bazı önemli olaylara temas edilse de olaylar bir günlük gazetenin başlığının altına yazılan özet bilgiler gibi kalmış, ayrıntıları ve perde gerisindeki kahramanları ile tam olarak işlenememiştir.
Yazarın ülkücüler arasında parmakla gösterilen bir ilahiyatçı oluşu, kendisi hakkında verilen parçalı bilgiler dışında kitapta anlatılan metine hiç işlememiş, sindirilememiştir. Lokman Abbasoğlu bu kitabı yeni baskılarında kendi ilahiyatçı üslubu yeniden düzenleyerek anlattığı konuları açmalı ve akıcılık katmalıdır. Özellikle ülkücü harekette giderek etkisini arttıran İslâmî yönelişler konusunda, milliyetçi hareket İslâmî bir yöne sevk edilirken Başbuğ Alparslan Türkeş’in niyeti ve bu gelişmeler olurken sergilediği tavırlar Lokman Abbasoğlu’ndan başka bir kişinin tanık olarak anlatabileceği konular değildir. Lokman Abbasoğlu’nun 12 Eylül öncesi ülkücü hareketin sivil toplum kuruşlarından Ülkü-Köy Genel Başkanı olarak söyleyecekleri de olmalıdır. Ayrıca 12 Eylül öncesinde ülkücü hareketin niteliğinin yükseltilmesi için planlanan eğitim çalışmalarının önde gelen bir katılımcısı ve yöneticisi olarak anlatacakları ile kitabın yeni baskısının yapılmasını bekliyoruz.
***
Kitabı Sipariş Vermek İçin:
https://www.kitapyurdu.com/kitap/siradan-ve-piyade-amp-buyuk-ulku-yolunda-bir-omur/601154.html