TALİBAN VE
ULUSLARARASI SİYASETTEKİ
YERİ
Halim KAYA
–Moskova’yla İslam Arasında Orta Asya / İrfan ÜLKÜ-
İrfan Ülkü’nün “Moskova’yla İslam Arasında Orta Asya” kitabını Ülkü-Yaz Genel Başkanı Dr. Hayati Bice’nin tavsiyesi üzerine okudum ve bu değerlendirme yazısını yazarak Türkistan ve Orta Asya konusunda bilgi sahibi olmak isteyenlerin de dikkatini çekmesini istedim. Okurken gördüm ki merhum gazeteci Ülkü’nün kitabı bugün yeniden dünya gündemine giren Afganistan, Taliban ve bölgeyi daha iyi anlamanın anahtarlarını ta 2002 yılında okurlara vermiştir. Bugün Orta Asya, Afganistan ve Taliban üzerine konuşmak ve bilgi sahibi olmak isteyenlerin başka bir kaynakta ulaşamayacakları bilgiler de bu kitapta yer almaktadır.
Taliban Nasıl Kuruldu?
Öğrenci kelimesinin Arapçası olan talib kelimesinin çoğulu Taliban (öğrenciler) adını Medrese öğrencilerinden kurulması dolayısıyla aldı. Kandaharlı olan Molla Ömer Ahund liderliğinde Peştunlar’dan oluşan Pakistan’daki medreselerde eğitim görmüş 50 medrese öğrencisi tarafından 1994’te kuruldu. Ayrıca kendilerini “Afganistan İslam Emirliği” olarak adlandırıyorlar. 1994 de Pakistan sınırındaki Kandahar’ı ele geçirdi. 1995 yılında ülke genelinde 12 kentte kontrolü sağladılar. 1996’dan 2001 yılları arasındaki iktidarlarında Taliban hükümetini diplomatik olarak yalnızca Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tanıdı. Peştun kültür ve hukukunun etkisinde bir şeriat anlayışını savundular. Kadınların eğitim haklarını yasakladılar, iç savaşta ölenlerin %70’ni Taliban öldürmüş ve Dünya kültür mirası olan ve bugüne kadar bölgede yaşamış İslam devletlerinin dokunmadığı 1500 yıllık Buda heykellerini yok etmiştir.
2001 yılında, Taliban’ın bir kolu sayılan El Kaide lideri Usame bin Ladin liderliğindeki 2.500 Arap militan Taliban için savaşmıştır. 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi saldırılarının ardından El Kaide’yi terörist ilan eden ABD liderliğinde bir uluslararası askeri güç 7 Ekim 2001’de Afganistan’da Taliban’a müdahalede bulundular.
Usame bin Ladin, ABD’nin “En Çok Aranan Teröristler” listesine koyduğu 10 Mart 1957 Riyad Suudi Arabistan’da doğan ve tam ve doğru adı Usame bin Muhammed bin Avad bin Ladin olan uluslararası arenada ise daha çok Usame bin Ladin olarak bilinen Usame bin Ladin, 1992 yılında Suudi Arabistan vatandaşlığından atılır, 1979’da Pakistan’a gider. Daha sonra Afganistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı savaşan mücahit kuvvetlerine katılır. 1988 yılında kurulan El Kaide’nin kurucularının başında gelen biri olmuştur. 2 Mayıs 2011’de, Amerikan özel birlikleri tarafından yapılan gizli harekâtın sonucunda Pakistan’ın Abbottabad şehrinde öldürüldü. Yakılan cesedinin külleri denize atıldı.
Taliban’ı tanıyıp politik destek veren üç ülkeden bir olması, Usame Bin Ladin’in öldürüldüğü 2 Mayıs 2011 tarihine kadar ülkesinde barındırması, ayrıca kendi ülkesinden Afganistan’a geçip Taliban’a katılan savaşçıların bulunması, Taliban savaşçılarını ülkesinde eğitmiş olması dolayısıyla Pakistan Taliban üzerinde bir etkiye sahiptir. Pakistan etkisi altında bulunan Taliban ile tarihi dostu olan Türkiye arasındaki politikaların düzenlenmesinde aracı olabilir. Hatta Pakistan ve Türkiye arasındaki karşılıklı güvene dayalı bu dostluk ve kardeşlik ilişkisi Türkiye için Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanana kadar Uluslararası alanda her türlü çıkar ve menfaat ilişkisinden uzak tek ve daimî dostluktur. Pakistan ile Türkiye’nin ta Kurtuluş Savaşı yıllarına dayanan tarihi dostluk ve kardeşlik ilişkisinden doğan güvenin de Afganistan -Türkiye arasındaki güveni tesis etmede kullanılabileceği aşikârdır. İşte bugüne kadar hiçbir şekilde sarsılmayan tarihi dostluk olan Pakistan-Türkiye dostluğuna dayanarak Türkiye’nin Taliban ile ilişkilerinde aracı bir unsur olarak rol oynayabilir diyoruz. Türkiye, Katar gibi bir ülke ile girdiği ortak Kabil Hava alanın işletmesi anlaşmalarında Afganistan ile aykırılıkları giderme konusunda Pakistan’ın da desteğini alabilir.
Taliban’ın mutedil bir yol olan Maturidi ve Hanefi bir çizgide olduğunu beyan ederek, radikal bir görüntü sergilemesi uluslararası arenada kendisine olan güveni sarsmaktadır. Kaldı ki kadın erkek ayırmadan ilimi müminin yitiği kabul ederek nerede bulursa almasını emreden bir dinin mensupları olarak kız çocuklarının eğitiminin yasaklanması hem Afgan halkının hem de devletin aleyhine bir durum oluşturmaktadır. Eğitimsiz insan ancak tüketici bir canlı derekesine düşmektedir. Bu uygulama bilim ve teknoloji çağında kendi halkının yarısının baştan cahil kalmasına rıza göstermektir. Kanaatimce de İslam’ın kat’i emirlerinden kendisine delil ve aklı selim yorumlarında yer bulacak doğru bir uygulama değildir.
Orta Asya’nın Türklük Bilincine Sahip Aydınları Stalin tarafından öldürtüldü
İrfan Ülkü, bugün aydınlarımız ve Türk toplumu tarafından bilinmeyen bir bilgi paylaşır. “Sana bir şey söyleyeyim, 1934’te Sovyet Yazarlar Birliği’nin birinci kongresine katılan Orta Asya’lı 700 yazardan 1954’te yapılan ikinci kongreye yalnızca 50’si katılabilmişti. Diğerleri Stalin’in terörünün kurbanlarına dönüşerek öldürüldüler. Aydınlar, yazarlar, milli değerleri savunmakta direnenler ortadan kaldırıldılar. Batı yalnızca Bulgakov, Babel gibi Rus yazarlarının öldürülüşlerini biliyor. Oysa Orta Asya’nın gizemli topraklarının altında yüzlerce yazar, binlerce aydın yatıyor. Mezarları da sonsuza dek bulunmayacaklar…” Yirmi yıl gibi bir zamanda bilinen ve mahalli olmaktan çıkmış ulusal seviyede bilinen aydınlarda 650 tanesinin öldürülmesi Türklük bilincinin yok edilmeye çalışılmasıdır. Türk milletinin bunca yetişmiş milliyetperver aydınlarını öldürmelerine rağmen neden Türklük bilincini öldüremediler?
“Moskova’yla İslam Arasında Orta Asya”
İrfan Ülkü’nün “Moskova’yla İslam Arasında Orta Asya” kitabında anlattığına (S:24) göre 482 yıl önce Azerbaycan hükümdarı Şah İsmail ile Özbek hükümdarı Şeyban Han arasında cereyan eden Türk’ün Türk’e düşmanlığı 482 yıl sonra Elçibey ve İslam Kerimov arasında da cereyan etmiş, Elçibey Özbek Muhalif Muhammed Salih’i ülkesinde sığınmacı olarak korurken, İslam Kerimov da bir Türk yurdu olan Dağlık Karabağ’ın kurtarılması için Taşkent’e kurulan Dağlık Karabağ Komitesini dağıtmıştır. (…)
Türk dünyası üzerinde oynanan Büyük Oyun’un baş aktörleri, -İrfan Ülkü’nün de belirttiği gibi- Çarlık Rusya’sı ve Büyük Britanya İmparatorluğu İngiltere idi. Ancak daha sonra bu aktörler arsına Almanya da katılmıştır. Bugün geldiğimiz nokta da Osmanlı’nın son demlerinde fazlaca faaliyet göstermeyen ancak Cumhuriyetin başlarında etkin olmaya başlayan ABD bugün Orta Asya’da oyun kuran bir aktör olarak yer almıştır. Sovyet işgalinden sonra Afganistan’ı 07 Ekim 2001 de işgal etmiş ve 30 Ağustos 2021 de bu işgale son verirken arkasında bir enkaz ve kaos bırakmış, kendisinin işgal süresince terörist dediği gruplarla anlaşarak ülkeyi onlara teslim edip aniden Afganistan’dan çekilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu ile hilafet elinde olduğu için ittifak kuran Almanlar, Osmanlıyı İslam adına bir savaşa sokmak istiyordu. Çünkü Orta Asya Müslümanlarını cihat çağrısıyla Hristiyanlara karşı savaşa sokacak merci olarak Osmanlı Halifesini yetkin görüyordu. Afganistan başkenti Kabil Orta Asya Müslümanlarını İngiliz ve Ruslara karşı kışkırtmak için Alman ajanları tarafında üst seçilmişti.
Eskiden ülkeler altın, tarım ile elde edilmiş ürünler, beslenen hayvanlar vs. gibi savaş ganimeti elde etmek ve o günkü işgalci devletin devlet başkanının şan ve şöhreti için işgal edilirdi. Sanayileşmenin teknolojik devrim ile ülkenin petrol, demir, kalay, kömür vs. madenler gibi yer altı kaynakları işgalin ana sebebi olmuştur. İngiliz yazar Peter Hopkirk de yazdığı “Yeni Büyük Oyun”un özelliklerini şöyle saymıştı: ABD, Rusya ve İngiltere açısından Orta Asya 21. Yüz yılda kendilerine büyük ödül olacak, çünkü petrol ve doğalgaz bakımında Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri devin yanında cüce görünüyor. Ayrıca altın, gümüş, bakır, çinko, demir, pamuk gibi doğal kaynaklarını kullanmak isteyen ülkeler birbiriyle yarışmaktadır. Türkiye ise Asya ülkeleriyle ortaklaşa mesafe alması muhtemel ABD, Rusya ve İngiltere gibi emperyalist ülkeler tarafından endişe duyulan bir ülkedir.
Bağımsız Devletler Topluluğunun askeri kanadından çıkan Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov’a karşı radikal eğilimli Tahir Yoldaşev ve arkadaşları tarafından Taşkent’te bir suikast düzenlenir. Yoldaşev “1991 yılında Nemangan’a gelen Kerimov’u militanlarıyla birlikte rehin almış, Kerimov ‘İslam Devleti kuracağım’ diye söz vermek zorunda kalmıştır.” (S:97-98) Yoldaşev bu olaydan sonra ülkesinden kaçarak Tacikistan geçmiş ardından da Afganistan’a geçerek Taliban güçlerine katılmıştır. Ülkemizde hemen hiç bilinmeyen bu konularla ilgili daha fazla bilgi ve belgeyi meraklıları kitapta okuyabilirler.
İslam’ı kendilerine düşman gören ABD, Rusya ve İngiltere gibi Afganistan işgalcileri zamanla kendilerine karşı İslam’ı ideolojik bir tanım olarak kullanan ancak davranışları İslam’a uymayan ve söz konusu ülkelerin birbirlerine karşı silah, lojistik, istihbarat vs. yönünden desteklediği cihatçı bir karşıtlığın oluşacağını bilmemeleri mümkün değildir. Hem biliyorlar hem besliyorlardı çünkü buralarda bu örgütleri bahane ederek kalmaya devam ediyorlardı. Rusya radikal İslamcı örgütlerle temas kuruyor, onları kendi ülkelerinde ihtilallar yapması için teşvik ediyor, ABD ve Avrupa ülkelerini de İslam umacası ile korkutuyordu.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Kazakistan’ın elinde kalan 1040 adet nükleer başlık dolar ve diğer yardımlar ile ikna edilen Kazakistan’dan Rusya’ya taşınıyor, çünkü bu nükleer başlıkların bir Türk devletinin elinde bulunması ABD için tehdit oluşturuyordu.
Rus lider Putin, Orta Asya Türk petrollerinin Avrupa Uluslararası pazarına ulaşmasını önlemek, olmazsa biraz daha geciktirmek için Çin, Katar, Suudi Arabistan, Körfez Ülkeleri, Pakistan, Hindistan ile iş birliği yaparak ABD, İsrail, Türkiye ortak politikalarına engel olmaya çalışmış ve Mavi Akım Projesi ile Türkiye’nin elini kolunu bağlamıştır. En azında Bakü-Ceyhan boru hattını geciktirmiştir. Usame Bin Ladin Suudi gizli servisinin bilgisi Afganistan’a yeniden gitmişti. Afganistan’da Peştun Taliban Yönetimiyle Usame Bin Ladin ve El Kaide destekli Özbekistan İslami Cihat Hareketi Özbekistan ve diğer Türk cumhuriyetlerini tehdit ederek dengeleri sarsmıştır.
Yıllardır İslam Dünyasında lider olma derdindeki İran ile Vahhabi Suudi Arabistan Rusya ile sırf ileride rekabet edemeyecekleri için Türk Dünyası petrol ve enerji hattını kapatmak için Ruslarla iş birliği yapıyorlar, bunu engellemesi için Afganistan’da Özbekistan İslami Cihat Hareketini desteklerken Pakistan da ordunun kontrolünü elinde tutan Taliban’a destek vermek için bu iki ülke ile iş birliği yapıyordu. Usame Bin Ladin, Katar ve Arap Emirliklerinde kurduğu bankalarda Uyuşturucudan kazandığı kara paraları ve İslamcıların finans trafiğine geçiş sağlamak yoluyla terör örgütünü finanse ediyordu. Usame Bin Ladin 11 Eylül 2001 yılında ikiz kuleleri bombalayıp 5000 kişinin ölümüne sebep olarak Rusya, Pakistan, Suudi Arabistan ve İran’ın oynadığı “Yeni Büyük Oyun”u bozmuş, bu oyun kurulurken dışlanan ABD’nin Orta Asya’nın merkezine yerleşmesine sebep olmuştur.
Arapların Buhara’ya ilk geldikleri sırada fethettikleri bölgelerin halkından devşirerek kendilerine bir milis güç kurduklarını, Arap komutanlardan Ubeydullah Ziyad’ın ilk Buhara kuşatmasından sonra Basra’ya yüzlerce Buharalı asker götürülmüştür. Taberi’nin kaynaklarına göre 2.000 ile 4.000 arasındaydı bu askerler. Bu askerlerle kendi ülkeleri Orta Asya’yı fethettiklerini iddia eden İrfan Ülkü, Usame Bin Ladin ve adamlarının da ikinci kez Araplar adına Orta Asya’yı fethe çıktıklarını; devşirme Özbekleri alarak militan olarak yetiştirdiklerini ve Suudi Arabistan’dan para alarak, silah alarak bunu yaptıklarını söylüyor.
İrfan Ülkü, ‘Para alan emir de alır’ ilkesinin Usame Bin ladin ile Afganistan’ı yöneten Taliban arasında da yaşandığını “Usame Bin Ladin ayrıca Taliban’ın lideri Molla Ömer’e her yıl 50 milyon dolar gönderiyordu. (…) Gerçekte Afganistan’ı perde arkasında yöneten Usame Bin Ladin’den başkası değildi.”(S:124-125) tespitlerini yaparak gözler önüne seriyor. Usame Bin Ladin’in terörü finanse etmek için her yıl harcadığı para 250 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor.
İrfan Ülkü’nün bölgedeki bilgi kaynaklarından bir kişi, Afganistan’daki terör konularını anlatırken “Buda heykellerini Suudi Arabistan yıktırdı.” (S:133) bilgisini veriyor. Suudi Arabistan’daki Vahhabi yönetim Medine’de bulunan ve yapım şekli konusunda Peygamber efendimiz ile Sahabenin de onayını almış, gösterişten uzak sade yapısıyla duran Sahabe mezarlarını yıkan zihniyetin, bin yıllık tarihi bir kültür mirası olan Buda heykellerini yıkmasını yadırgamamak gerekir. Yıkmalarındaki gerekçe hazırdı: Budizm ile mücadele etmek. Hem de Peygamber efendimiz Kabe’ye girerken putları kırması gibi bir paye biçiyorlardı kendilerine.
Bağımsız Devlet Topluluğunun askeri kanadından çıkan Özbekistan ve Azerbaycan’ı geri döndürmek için Usame Bin Ladin vasıtasıyla İslamî Cihad görüntüsü altında terör eylemleri yaptıran Rusya aynı zaman da Haydar Aliyev ve İslam Kerimov’u diplomatik yollardan sıkıştırıyor. Kamuoyunda Rusya olmadan güvenliğin sağlanamayacağı, Rusya’ya ihtiyaç olduğu izlenimi verirken aslında bir Arap Vahhabi emperyalisti olan Usame Bin Ladin 11 Eylül saldırısını yaparak ABD’nin Orta Asya’ya yerleşmesine sebep olur. ABD’nin Orta Asya’ya yerleşmesi de Rusya ile Usame Bin Ladin ya da diğer bir adlandırmayla Rusya ile İslamî terörün ikili baskısından kurtulmalarına sebep olur.
Kazakistan’ın Başkenti Almaatı da 05 Ocak 2001 de toplanan Orta Asaya Ekonomik zirvesinde Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev zirve sonunda gazetecilere “Afganistan istikrarsızlığını korurken ve ülkenin tamamını kontrol edecek bir hükümetin var olmadığı durumda terör sorunu hepimiz için aynıdır.” (S:182) konuşmuş; Orta Asya Ülkelerinin terör sorununa kendi üretimleri sayılacak çözümler arayışında olduklarını hissettirmişti. Ancak gazeteler genç Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin yeterli güce sahip olmadıkları için bölge dışı ülkelerden desteğine ihtiyaç duyduğunu yazıyorlardı. Amerika’nın emperyal bir güç olduğunu ifade eden Paul Kennedy “Dünya sisteminde hiçbir dönemde bu kadar çeşitli alana yayılan bir güç mevcut olmamıştır.” (S:188) diyerek ifade etmiştir ve bugünden geçmişteki diğer imparatorluklara bakanlar Birleşik Krallık ve Roma da dahil hiçbir imparatorluğun bu kadar geniş bir alanda siyasi ve askeri varlık gösteremediklerini göreceklerdir.
Orta Asya birleşmesi uğrunda ömrünü harcayan ve bütün gayesinin Türkistan milliyetçiliği ve birliği olduğunu sezen Nazi önderlerinden Rosenberg tarafından zehirlenen Kazak Türk düşünürü Mustafa Çokay daha 1936 yılında “Tarihi, coğrafi, milli, iktisadi ve her cihetten bir olan Türkistan’da Milli, Müstakil Türkistan Devleti kurulmalıdır.”(S:198) demiştir. Hatta bu konuda örnek olarak İsviçre gibi kantonlardan oluşan içişleri ve bölge işlerinde özerk bir bölünmez Türkistan devletinden bahsetmiştir.
İrfan Ülkü 11 Eylül saldırısının Orta Asya ülkelerinin 10 yıldır mazur kaldıkları Moskova baskısı ile Arap İslamcılığı arasında sıkışma sürecine son verdiği tespitini yaparak İslamcılığın; son semavi din olarak değil de tıpkı komünizm, faşizm gibi dünyevi bir ideolojiye indirgendiği açıklamasını getirmektedir.
Oliver Roy yazdığı “Yeni Orta Asya” adlı kitapta Komünist parti önderleri ve yöneticileri nasıl olur da bir gecede bağımsızlık hareketinin önderleri ve yöneticilerine dönüştüğünü sorgularken, İrfan Ülkü bu dönüşümün yüzyıllar boyunca fatihlerden hanlara, hanlardan cedidlere, cedidlerden komiserlere (Komünistler) kadar uzanan bir tarihsel-ulusal şekillenmenin neticesinde olduğunu ifade eder. Yani Türkler hangi rejim ve işgal altında olurlarsa olsunlar isim ve sıfatları ne olursa olsun hiçbir zaman tam istiklal düşüncesinden sapmamışlardır. Türkler, Kürşat’ın Çin sarayını basması, Sovyet Sosyalist Birliğinin kanlı işgalleri, Batı’nın Sevr gibi bir anlaşmayı dayatması da dahil tarihte hep bir sonraki adım olarak bağımsızlık hedeflenmiştir. İrfan Ülkü, Oliver Roy’un “Siyasal İslam’ın İflası” adıyla Türkçeye çevrilen kitabında sıkça “Müslüman” kavramını “Türk” kavramı yerine bilinçli bir kullanım ile oryantalist geleneğin kimlik çarpıtmasına uyduğu, Türkistan’ın Stalin tarafından beş parçaya bölünmüş Türk Milletinin vatanı olduğu gerçeğinden de bahsetmediği tespitlerini de yapar.
SONUÇ
Afganistan’ı bugünkü halini ve ABD, Rusya, İngiltere’nin Orta Asya siyasetini anlamak isteyenler için gazeteci İrfan Ülkü tarafından yazılmış “Moskova’yla İslam Arasında Orta Asya” kitabını okuyucularımıza tavsiye etmesek olmaz. Kitabın birinci baskısı Kum Saati Yayınları tarafından 2002 yılında yapılmıştır. İrfan Ülkü, Türkistan tarihi ile Türk-İslam kültür ve medeniyetini bir gezi kitabı/seyahatname gibi yazarken tarihin derinliklerinden gelen medeniyetler çatışması ve emperyalizm ile mücadeleyi bir arada açık olarak, net bir şekilde ustalıkla yazarak aktarmıştır ki okuyucu kitabı okuduğunda bugünkü Afganistan’da yaşanan durumları ve gelecekte neler olabileceğini daha iyi analiz edecektir.
***
NOT: Kitabın baskısı kalmamıştır. Ancak uygun fiyatla sahaflarda ve kitap sitelerinde çok sayıda bulunmaktadır.