Halim KAYA: ÜLKÜCÜ MİLLİYETÇİLİK ve İKTİDAR

ÜLKÜCÜ MİLLİYETÇİLİK

ve İKTİDAR

Halim KAYA

Prof. Dr. Milay Köktürk’ün “Devlet ve Siyaset” adlı kitabını okurken rastladığım “Bireyi ve toplumu dışlayan hiçbir yönetim gerçek bir cumhuriyet değildir. Kelimenin gerçek anlamındaki cumhuriyet, seçkinci olamaz; böyle bir cumhuriyette cumhur, kendini hiçe sayan seçkinleri kendi başında yönetici olarak görmek istemez ve kendi elleriyle böyle bir seçim yapmaz. Halk, yöneticileri kendini de hesaba katsın diye seçmektedir.” (S.82-83) şeklindeki pasaj beni epeyce düşündürdü.

“50 yıllık bir maziye sahip olan Ülkücü-Milliyetçiler neden bir başbakan, bir cumhurbaşkanı çıkaramadılar?” “Başbakan ve Cumhurbaşkanı çıkaramamalarının sebebi gittikleri yolun eksikliği mi, yoksa canlarını vatan millet için feda edebilen mensuplarının eksikliği midir?” “Ülkücü Milliyetçiler bu durumun sorumlusunu nerede, kimde aramalıdır?” gibi sorular zihnime hücum etti.

Ülkücülük ve Milliyetçilik benim tabirim ile Ülkücü Milliyetçilik millete dayandığı ve milletin dininden, kültüründen neşvü nema bulup yücelttiği için kendisinde bir eksikliğin olması mümkün gözükmemektedir. Çünkü Allah’ın koyduğu son mütekâmil kaidelere dayanarak, bilimin ışığında ve Türk milletinin binlerce yıllık geçmişinden süzülerek gelen töre ve kültürüyle meczolmuş bir sistem öngörmüşlerdir. O zaman akla gelen soru şudur: Ülkücü-Milliyetçilerin Başbakan ve Cumhurbaşkanı çıkaramamalarının sebebi acaba yetiştirilen insanın kalitesi mi? Yoksa yetiştirilen insanın yaşayış ve davasını temsilindeki eksiklikleri mi? Dayandığı temeller dolayısıyla inanılan davada bir eksiklik olmayacağı için Ülkücü-Milliyetçilerin Başbakan ve Cumhurbaşkanı çıkaramamalarının kusurunu, hatasını, eksikliğini, temsil yetersizliğini geriye kalan insan unsurunda aramak elzem olmaktadır.

Ülkücü-Milliyetçilerin iktidar olamamalarının birinci sebebi milliyetçiliğin ırkçılık olduğu yönünde dış ve iç güçlerin millette oluşturduğu algı ve kanaattir. Ülkücü-Milliyetçiler kendi fikri inanç ve kaidelerini topluma açık bir şekilde ortaya koydukları ve ırkçılığı da kabul etmediklerini topluma defalarca yetkin ağızlardan deklare ettikleri halde muarızları olan komünist ve sosyalist ve siyasal İslamcı çevreler tarafından tarif edilmiş, ama yanlış tarif edilmişlerdir. Başta komünist ve sosyalist çevrelerce “faşist” olarak suçlanmaları, daha sonra Siyasal İslamcılar tarafından, savundukları sistem olduğunu söyledikleri İslam kişinin beyanına ve zahire göre hükmedilmesini emrettiği halde siyasi rekabette bir rakip eksiltmek sevdası yüzünden hep elaltından yürüttükleri ırkçılık suçlaması ve propagandasının (sonradan ayyuka çıksa da) millet nezdindeki tesiri Ülkücü Milliyetçiler tarafından bertaraf edilememiş, kendilerinin doğru bir biçimde algılanmasını sağlayacak etkin bir yöntemle önüne geçilememiştir.

İkinci ama önemli bir sebep te daha baştan yola çıkarken homojen olmayan yapı dolayısıyla ortaya çıkan nüanslarla çeşitlik gösteren söylemlerde birlik ve düzen sağlanmak, tek kaynaktan söylem geliştirmek için mensuplarını eksilterek yola çıkılmasıdır. Daha sonra menfaatinin (milletvekili ve belediye başkanı olmayı) teminini dışarıda gören bireylerin kitle partilerine yönelişiyle tek tek ayrılışlar olmuştur. Merkez partilerine gidenler, gittikleri partilerde sığıntı konumuna düşmüşler, bakan bile olsalar ne ülkücü bir program uygulayabilmişler, ne de ülküdaşlarına faydalı olabilmişlerdir. Başarısız oldukları için de kötü bir örnek teşkil ederek ülkücü hareketin iktidarına dolaylı engel olmuşlardır. İlerleyen zamanlarda kitleler halinde ayrılarak milliyetçi-ülkücü çizgide olduğunu iddia eden dört tane parti kurulmuş, Ülkücü Milliyetçilerin iktidarını geciktirerek, engelleyerek bir kısmı tarihe mal olmuş bazıları da hala yüzdelik partiler olarak asıl kitleye yabancılaşarak varlığını devam ettirmektedirler.

İktidar olup “ülkücü bir başbakan”, “ülkücü bir cumhurbaşkanı” çıkarılamamasının üçüncü sebebi 12 Eylül darbesidir. 12 Eylül Cuntası denge politikası izlediği iddiası ile Ülkücü Milliyetçi kadronun üst düzey yöneticilerini ve bu yöneticilerin çevrelerindeki faal ülkücülerin büyük bir kısmını uzun süreli tutukluluklara mahkûm etmiş, siyaseten yasaklı pozisyona düşürmüştür. Siyasete yeniden dönüldüğü dönemin başlangıcında, dışarıda kalan kadroların milliyetçi bir siyasi parti kurarak seçimlere katılımını ise kurucu isimleri veto ederek engellemiştir. Uzun süren mahkûmiyetler dışarıda kalanların şevk ve arzusunu kırmış, bir kısmının da yeni bir operasyondan korkması dolayısıyla uzun süre siyasete mesafeli durmasına, bir kısmının da vatan sathında ve millet nezdinde etkin bir çaba içinde olmamalarına sebep olmuş ve milliyetçi iktidarın önünü kapatmıştır.

Dördüncü sebep siyasete giren ve aday olanların siyaseten yetersizliği, Ülkücü bir program dâhilinde değil de şahsi heva hevesinden oluşan bir propaganda yolu izleyerek kendilerini millete yanlış anlatıp yanlış tanıtmaları, Ülkücü Milliyetçi olmayanların aday yapılması ve Ülkücü milliyetçilerin siyasi iktidarını önlemek engellemek için bazı mihraklar tarafından desteklenen kişilerin içeriye sokulup aday yaptırılarak hareketin sabote ettirilmesidir.

Beşinci sebep Ülkücü Milliyetçileri temsil edecek örnek bir yaşantıdan mahrum olmaları, söylem ve eylem ya da söylenen ile yapılanın biri birini tutmamasıdır. Kişiler çok yüce bir davaya inanmalarına rağmen kendi hayat tarzlarında bu inandıklarını tatbik etmekte eksiklik göstermişlerdir. İnandığını yaşamayanlara halkın itibar etmemesi iktidar yolunun kapanmasında bütün fertleriyle Ülkücü Milliyetçiliğin mensuplarının mesuliyet yüklendiği en önemli sebeptir. Bir mensubiyeti beyan edenler kendilerine çeki düzen vermek zorundadırlar. İnandığı gibi yaşamak her zaman en iyi propaganda aracı olduğu herkes tarafından bilinir, ancak bu propaganda amaçlı bir yaşamak değil günlük hayatın bir gerçekliği olan her dem yaşanılan samimi bir hayat tarzıdır. Bu tutarsızlıklar tanıtımı olumsuz etkileyerek zamanla anti propagandaya dönüşmektedir.

Altıncı sebep toplumu aynileştirecek birbirleri arasında sıkı bir bağ kurulmasını sağlayacak, ilişkileri artıracak ekonomik bağın, ekonomik sistemin kurulamamasıdır. Kendi mensuplarına devletin imkânlarından yararlanarak iş ve aş temin edemeyen Ülkücü Milliyetçiler özel sektör vasıtasıyla kuracakları iş alanlarıyla da bir iş-aş sağlama imkânı oluşturamamıştır. Olanlar da çok verimli, camianın ihtiyacını karşılayacak ve örneklik teşkil edecek çokluk ve yapıda değildir. Ekonomisi iyi olmayan bireylerin günlük geçimini temin için başkalarının yanında çalışması grup içi dayanışmanın güçlendirilmesinde etkin rol ve görev alamamasına sebep olduğu gibi, kontrol edilemeyen bir grubun oluşmasına da zemin hazırlamıştır. Diğer siyasi ve daha başka farklı gruplar bu yolla insanımızı devşirerek çalmışlar ve büyümemizi engellemişlerdir.

Yedinci sebep yayın organı eksikliği, okuma oranının düşüklüğüdür. Her ne kadar sanki yayın organlarımızın sayısı fazlaymış gibi görünse de aslında sayı olarak azlığın yanında ekonomik ve teknolojik sıkıntıları, içerik olarak yetersizlik ve cazibe merkezi olamayışları, sanki ülkücü Milliyetçilere topluca dağıtılmaları gereken ve Ülkücü Milliyetçilerinde bir etiket olması veya mensubiyete dair bir mecburiyet olması dolayısıyla almak zorunda oldukları bir matbuat olarak, ancak arşivlenmek üzere evlere taşınmıştır. Okuma eksikliği günün sosyal ve ekonomik şartlarından kaynaklı olabileceği gibi Ülkücü Milliyetçi camiaya girişin eğitilerek, hazmedilerek, aynileştirilerek değil de kitleler halindeki giriş çıkışlardan dolayı eğitimde istenilen performansın sağlanamamasındandır.

SONUÇ

Şimdi herkes, şapkasını önüne alarak düşünmelidir. Acaba Ülkücü Milliyetçiler olarak iktidar olamamamızda benim sorumluluğum nedir? Bir Başbakan bir cumhurbaşkanı çıkaramamamızdaki sorumluk bana ahirette bir vebal yükler mi? Acaba ben Ülkücü Milliyetçilerin iktidar olmalarına yeterli katkı veremedim diye, bu millet nezdinde bir sorumluluğum var mıdır? Acaba 50 yıldır Türk milletinin iyi yönetilmemesinden, kalkınmamasından, iyi eğitilmemesinden, insanlarının iş ve aş bulamamasından ne kadar mesulüm? Acaba 50 yıldır ülkücü milliyetçilerin iktidarına birlik ve dirlik içinde olmayarak dolaylı da olsa sorumlu olarak 5000 ülkücü şehidin ruhlarının ıstırabına sebep oldum mu? Ferdi faydadan ziyade toplumsal faydayı esas almanın dinimizin ve modern cemiyetin esası olduğunu düşündük mü? Biz bu dünyadan Başbuğ Alparslan Türkeş’i Başbakan ve Cumhurbaşkanı yapmadan gönderdik. Bu ülkede kimler Başbakan ve Cumhurbaşkanı oldu? Hiç düşündük mü? Hâlâ iş-aş, adalet ve kardeşçe ayrım yapılmadan paylaşım bekleyen ülkücülerin ve Türk milletinin masum bireylerinin olduğunun farkında mıyız? Ne bu ayrılıklar, ne bu dağınıklık, ne bu atalet?

Bu can yakan sorular sorularak bir muhasebe yapılmalıdır. Yetmez mi çektiklerimiz, çektikleriniz?
Çağrım kendisini ülkücü milliyetçi olarak hisseden herkesedir. Gelin canlar bir olalım, iri olalım, diri olalım.

06.05.2020