Mualla YASDIMAN: Haram Su

Haram Su

Mualla YASDIMAN

Osmanlının başkenti Bursa’da Müslüman bir kişi, eskilerin Yahudilik Çarşısı denilen bugünkü Arap Şükrü Sokağı’nın girişine bir çeşme yaptırır. Çeşmenin başına da bir kitabe yazdırtır:

“Bu çeşmenin suyu her kula helâl, Müslüman’a haram” 

Osmanlının başşehrinde bir çeşme ve bu çeşmenin başında da böylesi bir yazı…

Çeşmeden çok kitabede yazılanlar, kısa sürede yayılır bütün Bursa’ya. Bir dedikodu bir dedikodu ki alır gider başını.

Bursa’nın Müslüman ahalisi hop oturur hop kalkar bu nasıl fitnedir diye…  Ahali, dayanamaz varır kadıya. Şikâyet üstüne şikâyet…Kadı, şikâyetler karşısında hayrat sahibi adamı yaka paça yakalatır; getirtir huzura.

Vatandaş memnun.

Mahkeme salonu dolar tıklım tıklım. Kadı, sorar:

“Bu nasıl fitnedir, dini İslam, ahalisi Müslüman olan koca devlette, sen kalk hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a haram et! Olacak iş midir? Nasıl anlayıştır? Nasıl mantıktır? Nasıl izandır? Aklını mı yitirdin!

Hayrat sahibi adam, bozmaz istifini; gayet sakin:

“Müsaade buyurun” der. Sebebi vardır, delili vardır, ispatı vardır.”

Kadı hiddetlenir: “Ne delili, ne ispatı! Her şey apaçık ortada değil mi?

Sen fitne çıkardın! Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın!

Nifak soktun topluma, vaciptir katlin!”, der.

Der demesine de bir yandan da merak eder nedir delili?

Nasıl olur bu kadar aleni yapılan işin delili? İspatı?  Sorar hayrat sahibi adama:

“Nedir gerekçen, delilin, ispatın, her neyse?”

Hayrat sahibi adam:

“Bir Sultan´a söylerim, başkasına diyemem”, diye cevap verince, yine karışır ortalık. Dinleyenlerde homurdanmalar.

Kadı kararsız…

Söz bu ya, kulaktan kulağa ulaşır Sultan’a. Sultan öncesini de bildiği bu olaydan dolayı zaten bir hayli kızgındır:

“Tez elden getirilsin bu gafil huzuruma!”, diye emir verir. Hayrat sahibi adam yaka paça götürülür. Sultan’ın huzuruna.

Sultan; esmer, orta boylu, geniş omuzlu, sol yanağında kapanmış bir yaranın izi olan şakakları kırlaşmış orta yaşlı bu adama hiddetle bakar:

“De bakalım ne diyeceksen bre gafil! Bu nasıl iştir ki, hem çeşme yaptırırsın hayır işlersin hem suyunu her kula helâl, bir tek Müslüman’a haram edersin” Adam, kaldırır başını padişahın gözlerine bakar:

“ Sağlam delilim vardır Sultan’ım, lâkin ispat ister.”,der.

“Sağlam delil mi? Nedir delilin, neyi ispatlayacaksın?

“ Müsaade ederseniz”

“ Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin, ya ispatlayamazsan!”

“O zaman vereceğiniz hükme kıldan incedir boynum, Sultanım”

“Peki, göster delilini, ispatla bakayım!

“Sultan’ım, ispat için sizden arzım olacak, yerine getirilmesini isterim.

Sultan, “La havle” çeker ya yine de: “Peki, de bakayım!”,der.

“Sultan’ım her hangi bir havradan rastgele bir hahamı sebepsiz, izahsız yaka-paça tutuklatın.” Dediği yapılır adamın. Bir anda karışır ortalık… Azınlıklarda bir telaş, bir öfke ki sormayın.

Başta Museviler, “Ne oluyor,  din adamımız ne yaptı ki tutuklanır. Bu ne zulümdür! Biz kefiliz kendisine. Ne gerekirse söyleyin yapalım. O, masumdur; gerekirse kefalet öderiz…”

Toplantılar, gösteriler, mektup üstüne mektup… Ardı arkası kesilmez.

Bir hafta sonra hayrat sahibi adam çıkar Sultan’ın huzuruna:

“Sultan’ım, hahamı artık bırakmak zamanıdır”, der ve haham bırakılır. Azınlıklar mutlu… Sultan’a teşekkürler, hediyeler…

Hayrat sahibi adam, Sultan’a: “Aynı tutuklatmayı herhangi bir kiliseden bir papaz için yaptırınız, Sultan’ım”, der. Padişah, yine “La havle” çeker ya. Sonucu o da merak etmektedir. “Peki”, der. Aynı işlem, aynı usulle bugünkü Karaağaç mahallesinde bulunan bir kilisenin papazı için de uygulanır.

Papaz tutuklanarak atılır zindana. Tepkiler had safhada. Galeyan gelir Bursa’daki azınlıklar. Bursa’da olduğu kadar civar şehirlerde de gösteriler yapılır. Hatta Bizans elçisi ile birlikte birkaç ülkenin elçisi de girer devreye.

“Nasıl olur, sorgusuz sualsiz, suçsuz günahsız biri hangi gerekçeyle içeri atılır”, diye. Dolunca haftası o da serbest bırakılır. Mutluluk ve sevinç gösterileri bir kat daha artar. Teşekkürler, şükranlar…

Levantenler, din adamlarına kavuşmanın mutluluğu ile daha sıkı sarılırlar birbirlerine.

Padişah, çağırır hayrat sahibi zatı huzuruna: “Tamam mı?” der.

Adam:“Sultan’ım son bir arzım var; sonra hüküm zamanıdır!”

“Şimdi nedir isteğin?”

“Efendim başkentimiz Bursa’nın sevilen, sözü en çok dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden aynı şekilde”

Dediği yapılır adamın. Ulu Caminin İmamı, vaazının ortasında alınır sorgusuz sualsiz… Yaka-paça götürülür, atılır zindana.

Bir Allah”ın kulu çıkıp da tek bir kelam etmez.  “Ne oluyor, ne yapıyorsunuz hiç olmasa vaazı bitene kadar bekleyeydiniz,” demez. Peşinden giden de olmaz, arayan, soran da…

Bir hafta geçer aradan: “Nerede bizim imam?” diyen de çıkmaz, merak eden de… Ulu caminin bu âlim, sözü sohbeti dinlenir imamın yerine sıradan bir imam atanır. Halk halinden memnun…

Memnun olmakla kalsa iyi, âlim imamın ardından başlar bir dedikodu:

“Biz de onu adam gibi adam bellemiştik, hoca bellemiştik”

“Kim bilir ne ‘’haltlar’’ karıştırdı da tutuklandı…”

“Vah vah! Acırım arkasından kıldığım namazlara…

Sultan, seyreder, şaşkınlık ve üzüntü ile bütün bu olup biteni… Hayrat sahibi adam, gelir huzura:

“Ey büyük Sultan’ım! İrade buyurunuz lütfen! Böylesi Müslümanlara su helâl edilir mi?

Sultan suskun, çağırır zindana attırdığı âlim imamı haleleşmek için.

***

Belki bilinen bir kıssa ama bir yazıya nasıl başlanır; ‘’Ustam’’, nasıl anlatılır ‘’memleketin ahvali’’, ne söylenir yerde yatana, gökte uçana…

“Hiçbir faaliyet, Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremez ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duyguları, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamaz.”

( T.C Anayasası-Değişik: 3.10.2001-4709/1 md.) 

Bir Pişekâr bir Kavuklu… Zurnacıyla açılır perde ve başlar ortaoyunu…

Ne zaman? Bugün mü başladı bu oyun? Kim buna evet diyebilir ki?

İktidar oldukları günden bu güne; önce söylediklerine sonra da yaptıklarına bir bakın. Bir ağacın köküne musallat olmuş kurtçuklar gibi içten içe kemiriyorlar.

Önce fısıltı gazeteleri konuşuyor sessizce, herkes bir şekilde alıştırılmaya çalışılıyor, sonra yavaş yavaş unutturuluyor. Pat diye hiç de önemli olmayan başka bir gündem düşüyor ortaya. Herkes-hepimiz bir şekilde bu yeni gündemi tartışırken unutulan- unutturulan önceki gündem ya yandaş bir gazete veya TV Kanalı ile tekrar hortlatılıyor. Ama artık olumsuz etkisini yitirmiş, insanlar bir şekilde alıştırılmış, yoğun gündemle uyuşturulmuş iken… Basın- yayın ve aydın! Denilen kitlenin kullanıldığı, tank, top tüfeğin yapamadığını yapan, akla dayalı tam bir psikolojik savaş tekniği.

Bugünün en önemli konusu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekasını tehdit eden açılım da tıpkı bu şekilde geldi gündeme ve hemen arkasından Anayasa değişikliği…

Oslo görüşmeleri, günlerce iktidar ve Başbakan tarafından inkâr edildi. Sonra bir şekilde görüşülen konular basına ‘’sızdırıldı.’’ Tıpkı bugünlerde devam eden İmralı görüşmeleri gibi.

  Tarih 01 Ocak 2009…AKP’nin kurdurduğu TRT ŞEŞ kanalının açılışı hangi ağıtla açılmıştı?

‘’ATEŞ DÜŞSÜN TÜRK’ÜN EVİNE’’ 

Yıl 2013 ve biz bugün belki daha iyi anlıyoruz evimize ateş düştüğünü. (Anlamayan yine anlamıyor o başka)

***

Bölücü başı ile 23 Şubatta İmralı’da yapılan görüşme tutanakları 26 Şubatta Milliyet Gazetesinde haber olunca önce büyük bir başarı olarak görülüyor ancak; Öcalan’ın Başbakan ve AKP iktidarı hakkında söyledikleri, Başbakan tarafından tam olarak anlaşılmasından sonra (3 gün geçmiş aradan),  hem yayınlayan gazete hem de yazar “Böyle gazetecilik yapacaksan batsın senin gazeteciliğin” diye fena halde fırça yiyor.

Ve Balıkesir konuşmasında “Biz açıklama yapmadıkça, teyit etmedikçe bütün söylentiler, dedikodular yalandır, iftiradır, asılsızdır. Ortaya dökülen iftiralar, terörün bitmesini istemeyen, Türkiye’nin büyümesini istemeyen çevrelerin açık bir sabotajıdır” diyor.

Mardin’deki konuşmasında ‘’Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık’’ diyebilen Sn. Başbakan, bebek katilinin açıklamalarını öğrenince Sokrates’in kâsesinde kalan baldıran zehrini içmeye niyetleniyor.

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın 02 Mart 2013 Cumartesi günü yaptığı açıklama da tam evlere şenlik.

Sn. Bozdağ şöyle diyor:

  ‘’ Terörle 30 yılı aşkın süredir mücadele ediyorsunuz ve bu sürede terörün kurucusu olan kişiyi yakalamışsınız, hüküm kesinleşmiş. Bugüne kadar herhangi bir devlet teması olmadığını söylemek ciddilik midir? İddialar hakkında ifadesi alındığında bu bir temas olmuyor mu? Orada görevliler var, gardiyanlar var, temizlik görevlileri var. Bu bir temas olmuyor mu? Herkes eğri otursa bile doğru konuşmalı.’’

Demek ki ifade alan savcılar, hâkimler, hapishane gardiyanları, temizlik görevlileri hep ‘’temas’’ içindeler. Gerçekten tarihe geçecek bir savunma!

Her zaman söyledim; ‘bir kısım medya hiçbir zaman yanımızda olmadı’ diye. Bu medyanın bazı uzantıları, kalemşörlerı şunu yazıyor, ‘Devlet yönetmek başka bir şey, gazete yapmak farklı bir şey’. Eğer bu ülkeye, bu millete zerre kadar sevdanız varsa şu çözüm sürecine katkıda bulunmak istiyorsanız böyle bir haberi atamazsınız, atmamanız gerekirdi” diye bir de gözdağı veriyor Sn. Başbakan, her zaman ki gibi.

Doğru söze ne denir… İktidar olduklarından bu yana, kapalı kapılar ardında yaptıkları işlerin böyle tesadüflerle! Arada bir gün ışığına çıkması çılgına çeviriyor onları.

***

Financial Times başlık atıyor.: Erdoğan’ın geleceği Öcalan’a bağlı!  Merakla bekliyorum Financial Times ne zaman bir ‘’fırça’’  yiyecek diye…

Göründüğü gibi işte her şey. Ilımlı İslâm-dinler arası diolog, askeri vesayet, BOP projesi, azınlıklara verilen haklar ve Vakıflar Kanunu, özgürlük-eşitlik adı altında açılım politikaları Habur rezaleti ve komşularla sıfır sorun. Ve nihayetinde ‘’ayaklar altına alınan milliyetçik-bebek katili ve teröristlerle eşit şartlarda müzakere…

 Bir Pişekâr bir Kavuklu… Veya 7 KOCALI HÜRMÜZ, ya da KUKLACI. Peki; ipler kimin elinde.

Yaşanılan onca şeyi bir araya getirdiğimde aklıma ‘’Bu ordu padişah efendimizin ordusu sayılır”diyerek Yunan işgaline destek veren İskilipli Atıf, Ben ve Sultan, Allah’dan sonra umudumuzu İngilizlere bağladık.”diyebilen ve  J. de Robeck’e “M. Kemal’e karşı Kürtleri birlikte kullanmayı” teklif eden Damat Ferit, Devletin Valisi Kambur İzzet, İstanbul Hükümeti Adliye Nazırı Ali Rüştü, Artin Cemal, Sait Molla, Ali Galip, Refi Cevat Ulunay, Şeyh Sait, Ali Batı, Anzavur, , Damat Ferit, Ali Kemal vs. geliyor.

Şimdi başa dönelim: “Bu çeşmenin suyu her kula helâl, Müslüman’a haram”

Her şeyden evvel cehaletin körüklediği, sosyal ve siyasal ahlak çöküntüsü, bulunduğumuz coğrafyada küresel güçlerin hedefi haline gelmemize, bölgede gücümüzü ve güvenilirliğimizi yitirmemize, en nihayetinde hepsinden önemlisi birbirimizle ilişkilerimizde, güvenirliği sorgular hale gelmemize neden olmuştur.

Tıpkı Ulu Camii İmamı’nın tutuklanmasıyla ‘’ne oluyor, ne yapıyorsunuz, neden yapıyorsunuz’’ diye sorgulamayan, hatta arkasından olmadık şeyleri söyleyen cami cemaatine benzedik.

Oysa hep beraber bu ülke nimetlerinden yararlanan, kanun önünde eşit haklara sahip olan, devletin her kademesinde görev alan, milletvekili, başbakan ve cumhurbaşkanı olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından; PKK ve çok uluslu sermaye şirketleri ve devletleriyle ilişkili oldukları gün gibi aşikâr olanlar, biz birbirimizi yerken sıkı sıkıya kenetlenmiş, ülkenin kurucu unsuru Türk’ü yok edebilmek için iktidarıyla, basınıyla, dernek ve cemaatleriyle,  gerek ihtiyaçları gidererek gerek ‘’aba altından sopa göstererek’’ her yolu denemektedir.

Hem dün hem bugün bu böyle sürüp gitmektedir. Son yaşanılan olaylar bize kenetlenmeyi, kendi değerlerimize sahip çıkmayı ve her karış toprağı şehit kanıyla sulanmış bu vatan için mutlak el ele vermemiz gerektiğini tekrar hatırlatmıştır. Yoksa inan olsun; Hayrat sahibinin ‘’huzurda’’ söylediği:

“Ey büyük Sultan’ım! İrade buyurunuz lütfen! Böylesi Müslümanlara su helâl edilir mi?

Gerçeği taş gibi oturur yüreğimize…

Önsöz, sonsöz:

Sn Başbakan ve AKP’liler seçtikleri yol arkadaşlarıyla, yol haritalarını çize-dursunlar hiç kuşkum yok ki bu Millet, Sn. Başbakanın o çok güvendikleri ‘’Millî irade’’yi, Türk Milleti lehine çevirecektir.