Hasan Ferid Cansever
Türkçülük Nedir?-3-
Türk milletinin varlığını müdafaaya lüzum varsa Türkçülük cereyanının da kuvvetlenmesine ve düşmanlarını mağlup etmesine öylece lüzum vardır. Türkçülük; binlerce senelik şerefli bir tarihi elan asîl ve büyük bir milletin varlığının müdafaasıdır. Zannediyorum ki böyle bir müdafaaya da milletçe lüzum olduğunda tereddüt edecek bir Türk tasavvur edilemez.
Başka memleketlerde böyle bir mücadeleye lüzum hissedilmesi için onların da bizim gibi millî mevcudiyetlerinin tehlikeye düşmesi ve yabancı ideolojilerin istiylâsma maruz kalarak kendi millî varlıklarını kaybetmek ihtimallerinin bahis mevzuu olması lâzımdır. Ingilizler, Fransızlar, İspanyolların ne derecelere kadar bizim içinde bulunduğumuz şartlar dahilinde yaşadıklarını bilemiyoruz. Fakat bir Ingiliz, bir Fransız, bir İspanyolun her şeyden evel millî varlığını koruması kadar tabiî bir şey tasavvur edemiyeceği aşikâr bir keyfiyettir.
Bunun için bir İngilizin veya Fransızın «İngilizim ve yahut Fransızım» demesi elbette kâfi değildir.
Her İngiliz ve Fransız her şeyden evvel kendi millî tarihinin, mensup olduğu neslin, ırkın karakterlerini, âdetlerini, an’anelerini, mukaddesatını, dinini, dilini elhâsıl en büyük kıymetleri yapan varlıkları muhafaza ve sıyânet etmeği kendisi için bir şerefli vazife bilir. Bu onda, yüksek şuurlu ve canlı bir hayat tezahürü halindedir ve her İngiliz, Fransız ve ilâh… bunda müşterektir. Bunun üzerinde münakaşa kabul edilmez. Bizde ise asıl münakaşa mevzuu budur. Türk milletini sevmek lâzım mıdır.. Değil midir? Biz daha işin burasında bulunuyoruz. Türkü sevmenin kabahat olduğunu iddia edenlerle pençe pençeye mücadeleye mecbur oluyoruz. işte bunun içindir ki bizde Türkçülük cereyanı Türkün millî varlığının devamını şerefli bir hareket olarak tanımak istemiyenlerle mücadele için çok kuvvetli ve canlı olarak vazifesine devam etmeğe mecburdur. Aksi takdirde Türk milliyetçiliği aleyh- darları günden güne çoğalabilirler ve hattâ devlet iktidarını da ellerine geçirerek millî bünyemizi ortadan kaldıracak her türlü çareleri elde edebilirler. Farazâ, bu hayatta millî terbiyeyi münhasıran elinde tutan Maarif Vekâletinin bunların eline geçmesi millî terbiye yerine beynelmilel terbiye ile yetiştirilecek yüz binlerce gencin kısa bir zamanda memleket mukadderatını ellerine almalarına sebep olabilir. Bu itibarla milliyetçiliğin aleyhdan olanların millî bünyemiz için en muzır ve en mühik birer unsur olduklarını Türk milletinin büyük, küçük hepsinin bilmesi ve öğrenmesi icabeder. Bu hususta gösterilecek en küçük bir ihmalin istikbalde bir çok gailelerin zuhuruna sebep olacağını unutmamalıyız.
Türk milleti, Türklerden müteşekkil bir câmiadır. Bir insanın «Türküm» diyebilmesi için Türk olması, başka bir millete mensup olmaması, Türk olduğunda şek ve şüphesi bulunmaması lâzımdır.
Türk milleti tarihin en eski milletlerinden biridir. Bu milletin diğer milletlerden en mühim farkı zamanımıza gelinceye kadar kabiyle, aşiret teşkilâtım muhafaza etmiş olmasıdır. Bir mületin yüzlerce kabiyle ve aşiret, oymak halinde asırlarca medenî hayatını muhafaza edebilmesi ve millî vasıflarını zâyi etmemiş olması için millî teşkilâtının çok kuvvetli ve canlı olması gerektir. Çünkü böyle bir millet muayyen bir sahada yerleşerek şehir ve köy hayatına alışmış olan milletlere nazaran daha ziyade millî vasıflarını kaybetmek tehlikesine maruz bulunur. Türk milletinin gerek köyde, şehirde ve gerek yürük obalarında yaşayanlarının millî varlıklarım muhafaza etmeleri bize bu milletin çok sağlam millî bağlarla birbirlerine bağlı olarak yaşadığını isbat eden en mühim bir delildir.
Buna mukabil bugün karşımızda bir Amerika câmiası vardır. Bu câmianın mâzisinde hiç bir vakit Türk milletinin mâzisine ve içtimaî teşkilâtına benzerlik yoktur. Amerikalıyı Türk ile mukayeseye imkân olamaz. Amerikalı insanlar hiç bir vakit muayyen bir soy, sop, kabiyle ve aşiretlerin asırlarca evsafım kaybetmeden kendisine mahsus millî vasıflar yaratmış yekpâre bir milletin çocukları değildirler. Orada Anglosakson, Cermen, Lâtin ve ilh. bin çeşit milletin her şeyi vardır. Amerikalı bütün bu karma karışık nesillerin mahsullerini terbiye sistemleri ve iktisadî menfaatlerle bir araya toplayarak yepyeni bir insan tipi meydana getirmektedir.
Bir dereceye kadar Fransız, İngiliz milletleri de böyle teşekkül etmişlerdir. Bizim onlara benzeyen tarafımız yoktur. Türk daima soy ve sopa büyük bir ehemmiyet vererek bugüne kadar millî varlığım korumuş ve yabancılarla karışmaktan kendisini esirgemiş olan bir millettir.
Keza, Yahudi de bugünkü mevcudiyetini dinine ve ırkına karşı gösterdiği derin bağlılık dolayı- siyle yabancı milletlerle kendi araşma koyduğu itikad ve an’ane farkları sayesinde koruyabilmiştir. Onun için dünyanın neresine gidilirse gidilsin, Yahudi nesilleri kolaylıkla tanılabilecek vasıflarını saklayabilmişlerdir.
Bizim için üzerinde ısrarla durulacak mühim bir kan dâvası olmadığı kanaatindeyim. Çünkü Anadolu halkı Selçuk ve Osmanlı Türklerinin Asya’dan getirerek iskân ettikleri Türklerin çocuklarıdır. Hâlâ yaylalarımızda Sultan Osmanla beraber geldiklerini hatırlayan Türkler yaşamaktadırlar. Bu Türklerle köy ve kasabalarda yaşayan Türkler arasında hiç bir fark mevcut değildir. Binaenaleyh memleketimizde bir yabancı millet dâvâsı bahis mevzuu olamaz.
-Büyük şehirlerde ve bu mey anda bilhassa İstanbul, İzmir, Bursa ve saire gibi şehirlerde yaşayan halkın bir kısmı, Çerkeş, Arnavut, Arap gibi milletlerle beraber yaşadığımız devirlerden kalma- pek küçük bir ekalliyet ya kendi millî varlığım muhafaza ederek ve yahut, Türklerle evlenip melezleşmiş olarak yaşamaktadırlar.
Bunlar ya kendi millî dâvâları için çalışmak üzere millî câmiamızı red ve terk etmeğe ve yahut, Türk millî câmiası içinde eriyip gitmeğe mahkûmdurlar. Denize dökülecek bir parça suyun denizin terkibini değiştirmesine imkân olmadığı gibi bu pe’t küçük ekalliyetin de Türk büyük kütlesinin millî varlığım tehlikeye düşürmesine imkân yoktur. Yeter ki Anadolu Türkü, millî varlığı hakkında icap eden şuurla yaşasın. Kendi varlığının değerini anlasın. Ve günlük hayatında Millî Türk birliğini temin eden âmilleri korumasını öğrensin ve bilsin. Aksi takdirde son Osmanlı devirlerinde olduğu gibi Türk kendi millî varlığından habersiz yaşar da bütün millî kuvvetlerim yabancı bir ekalliyetin eline teslim ederse o zaman Türkler için en büyük tehlike baş göstermeğe başlar.
Türkçülük bu tehlikeyi görenlerin bir aksül-amelidir. Türkçülüğe muhalefet eden ve Türkçülüğü kötüleyenler ise, ellerinden son fırsatların da kaçmakta olmasından endişe edenlerdir ki, onun için Türkler!.. Millî varlığınıza dört elle sarılmağı öğreniniz. Milliyetçiliğe düşman olanların hakikî maksat ve mahiyetlerini ve Türk milleti için bunların ne büyük bir tehlike olduğunu unutmayınız.
En doğru milliyetçilik, İnsanın mensup olduğu millete sevgi ile, aşk ile, bağlı olmasıdır. Uğrunda seve seve ölümü göze alabileceğimiz bir millî varlık içinde kendimizi daha mes’ut ve müreffeh bir hâle getirebileceğimiz gibi bu millî varlığın şerefine, haysiyetine de kimsenin tecavüzüne meydan bırakmamış oluruz.
Milliyetçilik düşmanları bizim, mensup olduğumuz, millî varlığın cahil, geri, barbar olduğunu , söyleyerek böyle geri bir câmiaya mensubiyetle ifti- i har edecek yerde garp beynelmilliyeti câmiasına katılmamızı tavsiye ediyorlar.
Bir piç olmaksızın hiç bir vakit aslımızı, neslimizi red ve inkâr edemeyiz. Bizim için Türk milleti şimdiki haliyle fakir de olsa, okutulmamış, cahil de kalmış olsa mukaddestir. Fakirlik, cahillik çalışmakla giderilecek ârızî şeylerdir. Biz Türk milletinin taşıdığı asîl ecdad kanının ulviyetini tanıyan, bilen, ona hürmet eden insanlarız. Yeter ki bu millete aşk ve sevgi ile çalışma usulleri öğretilsin ve millî idealin heyecaniyle yaşasın.
İşte o zaman Türk ülkelerinin garb medeniyeti, nin mümessilleri olan memleketlerin vâsil oldukları medeniyet hizâsını nasıl geçmiş olacağı görülecektir. Yirmi küsur senelik bir idealist idarenin Rusyada neler yaptığını biliyoruz. Bütün dünyanın en yanlış bir fikir hareketi olarak telâkki ettiği bolşevizme iyman etmiş olan bir avuç insan milyonlarca insanı ellerinin içinde istedikleri gibi yoğurmakta ve onları zorla dahi olsa kendi maksadları uğrunda çalıştırarak bugünkü hayretlere şâyân kuvveti elde etmektedirler.
Yabancı bir çok milletleri Rus milletinin ideali uğruna çalıştıran bu sistem Rus komünistlerinin yüksek idealizmi sayesinde bugünkü kudreti iktisap ettiğine nazaran Türk idealistlerinin yalnız Türk milleti için yapacakları fedakârâne çalışmanın ne kadar kolaylıkla ve sür’atle inkişaf edeceğini mukayese etmek mümkündür.
Netice: Türkçülük münhasıran Türk milleti için faydalı olmak ve onun için yaşamaktır. Fakat, bu mesâide esas Türklük sevgisi ve aşkıdır. Başka milletlere karşı kin ve garaz Türk milliyetperverliği için bir mebde, ve gâye değildir. Fakat, Türk’ü düşmandan korumak için düşmanla mücadele de farzdır.
İdealimiz dünya türklerinin saadetidir. Ve onların tekrar mazideki şanlı medeniyetler gibi medeniyetlere kavuştuğunu görmektir.
Türkçülüğün mesâi programı şöyle olmalıdır :
- 1- Her Türk yaşadığı kadar yalnız kendi milletinin sevgisi ve saadeti için yaşamalı ve çalışmalıdır. Terbiye sistemlerimiz ana kucağından mezara kadar hep bu ideali öğretmelidirler.
- 2- Sevgi, hayat doğurur. Onun için millî terbiyemiz de kin, nefret, yerine daima sevgisinin rolü olmalıdır.
- 3- Her Türk tarih hissinden bir an kendisini ayırmamalıdır. Türk için hal, mazi ve istikbal hep ayni olmalıdır. Mâziyi geri ve çirkin değil, bize hayat veren bir kaynak olarak telâkki etmek lâzımdır. istikbali, mâzi arasındaki temas zamanımızda bizlerin temin etmekte olduğumuzu hatırımızdan çıkartmamalıyız.
- 4- Türk medeniyetinin istikbâli, mâzisinden aldığı kuvvetle doğabilir ve yaşayabilir. Onun için mazideki maddî ve manevî medeniyet âmillerimizi eserlerimizi iyice tanımamız ve bilmemiz ve bugün ve yarın için kuracağımız millî sistemlerimizi Avrupadan değil, bu bitmez ve tükenmez hayat dolu olan mâzi menbaından almamız lâzımdır.
- 5- Bizi kurtaracak olan modemizm değil, ecdadımızın medeniyetidir. Yalnız teknik vasıtalarda son moda âletlerden, vasıtalardan istifade edebiliriz. Fakat, prensiplerin mutlaka millî olması şarttır.
- 6- Türk halkının kendi millî varlığını duymasını ve bütün Türklerle mütesanit olduğunu bil. mesi, hissetmesi lâzımdır.
- 7- Bu tesanüdü temin için terbiye ile ruh birliği fikir birliği yapmalı, iktisadî işlerde işbirliği vücude getirmelidir.
- 8- Türk millî birliğini yapacak ideolojinin ve bu ideolojiyi yaşatacak mesâinin bütün Türklerce kabule şayan bir tarzda tesbiti gerektir.
Burada din, dil, ahlâk, İktisadî işleri ve ilâh… mes’eleler bahis mevzuudur.
- 9- Müşterek mesâimizin daima daha büyük, daha kuvvetli, daha mütekâmil bir Türk medeniyeti hedefimiz olmalıdır.
- ___________________________________________________________________
- KAYNAK: Hasan Ferid Cansever, Türkçülük Nedir?, 2. Baskı, Toprak yay. 1962
- KİMDİR: Hasan Ferid Cansever (1891-1969) Fikir adamı, tıp doktoru ve yazar Hasan Ferit Cansever, 1891 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Mehmet Ali Bey annesi Lütfiye Hanım’dır. Kasımpaşa Hadikai Marifet ve Mercan İdadisi’nde okudu (1908). İstanbul Tıp Fakültesi’nde okurken, milliyetçi fikirlerle tanıştı ve Türk Ocakları’na devam etti. Tıp Fakültesi’nden askerî doktor olarak mezun oldu (1914). Dahiliye mütehassısıdır. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda önemli hizmetlerde bulundu. Birinci Dünya Savaşı’nda Sîna Cephesi’ndeki Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Hastanesi’nde başhekim olarak gönderildi. Hastane, Sîna’dan sonra Kudüs’e naklediliyor. Küdüs’ün 1919’da elden çıkmasından sonra İstanbul’a geldi. Ordu’dan ayrıldı ve Haydarpaşa Hastanesi’ne başhekim oldu.
- Sıtma ile savaştı
Dr. Hasan Ferit Cansever, İstanbul’daki görevine başladıktan kısa bir süre sonra, Antalya’ya İl Sağlık Müdürü olarak tâyin edildi. Gerek Antalya’da gerekse daha sonra görev yaptığı Adana’da, o dönemin en önemli ve öldürücü hastalığı olan sıtma ile savaştı, başarılı sonuçlar aldı. Sıtma Savaş Kurumu, bu çalışmalar üzerine oluşturuldu. Hasan Ferit Cansever, Sağlık Bakanı olan arkadaşı Adnan Adıvar ile bazı konularda anlaşamadığından, devletteki görevinden istifa ederek İstanbul’a yerleşti ve serbest hekim olarak meslekî çalışmalarını sürdürdü.
- Türk Ocakları Genel Sekreteri
Türk Ocakları’nın kuruluşunda asıl ocaklılar nüvesini oluşturan Tıbbiyelilerin öncüsü idi. Kuruluştan sonra da hayatı boyunca Türk Ocakları Merkez Heyeti’nde Genel Sekreter olarak görev yaptı. Türk Ocakları’nın kapalı olduğu dönemde, Türk Yurdu’nun 12 sayısını yayınladı. 1914 yılında aydınların köylü ile teması için Köycülük hareketini başlatmıştır.
1944 Milliyetçilik Olayları
Dr. Hasan Ferit Cansever’in, tutuklanıp 1944 Türkçülük Dâvâsı sanıkları arasında yer almasının nedeni, Zeki Velidi Togan ve İsmail Hâmi Danişment ile birlikte yayınladıkları “Türklük” isimli dergi ve muayenehanesinde bulunun “Tutsak Türk illeri birliği ve dilekleri” isimli vesikadır. Cansever, 1944 Türkçülük Dâvâsının 24 mağdurundan biridir. Duruşmalar sırasında yüzbaşı rütbesinde askerî doktordur. İddianame’de “Memlekette her yeniliği bir masonluk addeden doktor” diye suçlanan Cansever, anti-emperyalist çizgisi net bir kişiliktir. Milliyetçiler arasındaki tartışmalarda itidal tavsiye ederek sağduyuyu tercih etmiştir. Mahkeme süresince 1,5 yıl tutuklu kalmış ve duruşmalar sonunda beraatına karar verilmiştir.
İETT doktoru
Dr. Hasan Ferit Cansever 1944 yılında Elektrik Tramvay İdaresi’nde doktorluğa başlar, 1946 yılında da Elektrik Tramvay İdaresi Başhekimi olur. Bu görevden sonra Sular İdaresi Hekimliği de yapan Cansever, bu tarihten sonra serbest hekim olarak çalışmaya başladı. Gıda ile ilgili araştırmalar yapan Cansever’in bir ilginç yönü de vejeteryenliğidir. Cansever’in Türk Ocağı dışında üye olduğu tek sivil toplum örgütü Hijyenik Vejeteryenler Derneği’dir. Dr. Hasan Ferit Cansever, 20 Haziran 1969 tarihinde İstanbul’da öldü. - Eserleri:
- Türkçülük Nedir? (1959)
- Sarı Tehlike(1924),
- Tevrat’a Nazaran Yakın Şark’ta Yamyamlık (1926),
- Gıda Tarihi ve Modern Gıda Bilgisi (6 cilt).