+++Dr. Hayati BİCE: “Tasavvuf Herkes İçin Gerekli Değildir”

“Tasavvuf

Her Ülkücü İçin

Değildir”

– Suçlamalar / İsimler / Gerçekler-

Dr. Hayati BİCE

 

Son iki yazım vesilesi ile aldığım mesajlar, iki yönlü bir hazımsızlığı yansıtmaktadır. Bir kısım okur, bu yazıların işaret ettiği gibi  ülkücü hareketin İslâmî çizgideki hassasiyet artışının yol açtığı gelişmelerin Türk milliyetçiliğine zarar verdiğini iddia etmektedirler; hattâ MHP’nin son seçimde aldığı kendilerine göre başarısız sonuçta bile bunun etkisi vardır iddiasındalar. Yine yazımda isminden bahsedilen eski MHP Yozgat Senatörü Servet Bora’nın MHP çizgisini terk ederek İşçi Partisi’ne  geçişinden bahisle söylediklerinin hiçbir önemi olmayacağını söyleyenler de oldu.[1]

Ülkücülerin Tarikatçi Olma İhtimali: %1
Öncelikle şunu belirteyim ki, bugünkü ülkücü gençliğin değil tamamının, yarısının bile tarikatçı olması gibi bir durum -dün de, bugün de- asla sözkonusu değildir. Bir zamanlar moda haline gelen/getirilen otobüs üstüne otobüs kaldırılarak yola düşülen bir Menzil seyahati de artık sözkonusu değildir. Aslında bu türden propagandalar, tasavvufun tarih içerisindeki seyrine de aykırıdır.
Tasavvuf akademisyenlerinin önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu’nun kırk yıllık tecrübesini konuşturarak verdiği hükme göre tasavvufa ilgi duyacak insan sayısı cami cemaatinin %10’unu geçmez; geçiyorsa orada tasavvuf değil başka bir cazibe aranmalıdır.[2] Tasavvufa teorik olarak ilgi duyan kesimin de ancak yine %10’u bir şeyhe intisab ile tasavvufun uygulama alanına, seyr ü süluk olarak adlandırılan özel alanına geçerler. Sonuçta tasavvufu bir hayat tarzı olarak seçecek insan sayısı cami cemaati dikkate alınırsa  %10 x %10 = %1 (yüzde bir)dir.
Ülkücü gençliğin tamamını da, cami cemaatinden diye kabul edersek, tasavvufa yönlenerek ülkücülükten ayrılabilecek genç oranı olsa olsa %1’dir. İşin ülkücü camia açısından arz ettiği durumu böylece özetledikten sonra bu yazımda asıl vurgulamak istediğim konuya geçiyorum.

Ülkücü Kitleye Tasavvuf Mayasını Çalanlar
Ülkücü gençliğin tasavvufî eğilimlere kapılıp bir kısmının bazı tarikat şeyhlerine intisâb ederek ülkücü hareketteki faaliyetlerini gevşetmesi ve bazen de daha ileri giderek milliyetçi eğilimleri ırkçılık, cahiliyye kalıntısı yaklaşımlar olarak en radikal İslâmcılardan daha ağır bir dille eleştirmeleri ülkücü hareket içerisinde bir tarikatçılık tartışmasına yol açmıştır. Bugün de yer yer bu tartışma devam etmekte olup ülkücü gençlere tarikat virusunu sokan isimler olarak eleştirilen isimler hakkında spekülasyonlar yapılmaktadır. Bu isimlerden en yaygın olarak suçlananı Namık Kemal Zeybek’dir. Muhsin Yazıcıoğlu ve bazı yakın arkadaşları da aynı suçlamaya muhatp olmuşlardır. Bugün radikal İslâmcı bir çizgiye savrulan 12 Eylül öncesinin ülkücü gençlik yöneticilerinden Burhan Kavuncu da bir zamanlar sergilediği ‘ateşli tarikat taraftarlığı’ ile hatırlanmaktadır.
Bu isimler üzerinden ülkücü hareketin İslâmî kimliğini güçlendirme çabalarına taş atanlara, Başbuğ Türkeş’in MHP iddianamesine suç delili olarak giren ve tam metnini bu yazımda vereceğim mektubunu döne döne okumalarını tavsiye ederim. Eğer kendilerinin Türk milliyetçisi olduğunu iddia eden birileri,  Türkeş’in altına imza attığı yazısındaki üslûbdan da ders almıyorsa; çekiverin kuyruğunu, gitsin!

Zeybek ve Tarikatçılığı
Ülkücü gençlik ile tarikatların ilişkisinde hemen her yerde dile getirilen bu iddiaların gerçeklik derecesini, Menzil şeyhleri ile ilişkisini -bütün rivayetlerde “tarikatçılık virusunu MHP’ye bulaştıran birkaç ismin en önde geleni” olarak ismi anılan- Namık Kemal Zeybek’e sordum. Verdiği cevab aynen şöyle idi: “Benim Adıyaman’ın Kâhta ilçesi Durak köyünde faaliyet gösteren ve Menzil Dergâhı olarak bilinen şeyh ailesi ile ilişkim 1970’lerde Adıyaman’da, Kâhta kaymakamı olduğum yıllara dayanır. O yıllarda kaymakam olarak bir görevim de; bulunduğum ilçedeki sosyal faaliyetler hakkında İçişleri Bakanlığı’na düzenli olarak rapor göndermekti. Bu çerçevede o köydeki şeyh ailesinin faaliyetlerini de raporuma objektif olarak yansıtmak üzere o köye gidip gözlemlerde bulundum. Her zaman kamu otoritesine hürmet ve devlete bağlılık tavrı içerisinde olduklarını kaydettim. Şeyh ile tasavvufî çerçevede mürşid-mürid ilişkisi içerinde olduğum külliyen yalandır.”
Zeybek, kendisinin manevî büyüğü olarak Ankara’da ikâmet eden Hacı Ahmed Kayhan ismini anarak, -kendi ismi etrafındaki ‘tarikatçılığı ülkücülere yamayan adam’ eleştirilerini göğüslemek için olsa gerek- bu tasavvuf büyüğünün Başbuğ Türkeş tarafından da saygı ile ziyaret edilen bir isim olduğunu özellikle vurguluyordu. [3]
Zeybek bu sözleri ile Menzil çevresi ile ilişkisini resmî görev olarak açıklarken şeyh ailesinden insanların referansı ile mütevelli heyeti başkanı olduğu Ahmed Yesevî Üniversitesi’nde yaptığı görevlendirmeler, “karşılıklı bir kullanma” durumunu ima etmektedir. Özellikle bugün kendisi de bir mürşid pozisyonunda olan; dergâhın 1993’de vefat eden mürşidinin oğlu Fevzeddin Erol ile ilişkilerini bilmeyen kalmamıştır. 1994 yılında tek yetkili seçici olarak Ahmed Yesevî Üniversitesi’nde görev alacak 30 kadar kişinin seçiminde Süleymancı’sından Gülenci’sine hemen her tarikat ve cemaate adetâ kontenjan verircesine bir seçim yapmış olması Zeybek’in bütün hayatına yansımış olan siyasî pragmatizmin bir yansıması olarak da değerlendirilebilir.

Tasavvuf ehli ile kendi şahsî ilişkileri hangi düzeyde, hangi bağlamda olursa olsun söylem ve eylemleri ile tasavvufî eğilimlerin ülkücü gençlik arasında revaç bulmasında Zeybek’in önemli etkisi olduğu bir gerçektir. Özellikle 12 Eylül öncesinden ülkücü gençlik arasında neredeyse Dokuz Işık kadar popülarite kazanan Zeybek’in “Ülkü Yolu” kitabı, ülkücü gençlik için ‘rol model’ olarak Ahmed Yesevî, Şeyh Şamil gibi tasavvufî kişilikleri örnek gösteriyordu. [4] Bu türden tasavvufî kabullerin gerektirdiği manevî bir yola bağlanma arayışına giren ülkücü gençlerin gidebileceği kapılar, tasavvufî faaliyetlerin, tarikat çalışmalarının yasal olarak açıktan sürdürülmediği bir ortamda zaten sınırlı sayıda idi.

Zeybek’in “Ülkü Yolu” kitabının dönemin ülkücüleri için baş ucu kitabı haline gelmesi Başbuğ Türkeş’in bilgisi dahilinde idi. Hattâ MHP iddianamesi elinde olanlar, liseli genç ülkücülere tavsiye edilen kitapları içeren listeye bakarlarsa, Zeybek’in Ülkü Yolu kitabının Başbuğ Türkeş’in kitapları ile ardarda yerleştirildiğini göreceklerdir. Hattâ ortaokul üçüncü sınıf çocuklarına bile Zeybek’in “Ülkü Yolu”nun armağan edilmesi önerilmişti.[5] Bu tavsiyenin Başbuğ Türkeş’in haberi olmadan; hattâ Türkeş’e rağmen yapılabileceğini iddia edebilecek bir tek ülkücü var mıdır acaba?

Yazıcıoğlu ve Tarikatlar
MHP çizgisinden ayrılarak BBP adı ile yeni bir siyasî yapılanma içerisine giren cennetmekân Muhsin Yazıcıoğlu’nun ismi ülkücü hareket ile tarikat arası ilişkilerin dillendirildiği tartışmalarda hep anılır. BBP’nin çeşitli dönemlerdeki üst yönetimlerinde tarikatlar ile bağlantılı isimler hep var olmuştur.  İskenderpaşa Cemaati’nden Menzil Dergâhı’na her cemaat çevresinden bazı bilinen isimlerin partinin en üst düzeydeki yönetim organı olan Başkanlık Divanı’nda görev aldıkları da olmuştur. Bazı çevreler -ki aralarında yukarıda Zeybek bağlamında ismi anılan dergâhın en üst düzeyden isimleri de bunlardandır- Yazıcıoğlu’nun “kendi dergâhlarının bir müridi” olduğunu da ileri sürmüşlerdi. Daha önce de yazdığımda bazı müfrit tarikat müntesibleri tarafından tepki ile karşılanan ve şehadetinden 1 yıl kadar önce bizatihî paylaştığı ifadesini Muhsin Başkan’ın ağzından kaydediyorum: “Tasavvufî anlamıyla hiçbir şeyhin müridi değilim. Hiç bir şeyhten biat almadım; hiçbir şeyhe rabıtâ yapmadım.”
Muhsin Başkan, bu sözlerinin yanlış anlaşılmasından duyduğu kaygıyı da paylaşarak, bir çok tarikat şeyhi konumundaki insan ile baş başa veya grup halinde görüşmeleri olduğunu, ehl-i tasavvufa her zaman saygı ve muhabbet duyduğunu kaydetmişti.

Yazıcıoğlu’nun tarikat-siyaset ilişkisine dair söyledikleri de çerçeveletilip duvara asılacak değerdedir: Siyaset-tarikat ilişkisine gelince 15 yıllık siyasi tecrübemin bana kazandırdığı görüşe göre siyasetçi-mürşid ilişkisi –tırnak içerisinde- laik bir zeminde götürülmelidir. Yani meşhur tabiri ile tarikat siyasetin işine karışmamalı, siyaset de tarikatın işleyişine müdahale etmemelidir. Siyasetçi ile tarikat ehli arasında menfaat esasında geliştirilecek her ilişki zamanla hem tarikata hem de siyasete zarar verecek duruma gelmektedir. Bir parti örgütü içerinde yer alan cemaat mensubları bir süre sonra parti içinde parti gibi hareket etmeye başlıyorlar ve kendi inisiyatifleri dışında alınan her kararı adeta dinden çıkma gibi algılayıp etrafa da o şekilde yansıttıkları için inanılmaz derecede büyük ihtilaflara yol açıyorlar. Hiçbir kimsenin yapamayacağı bozgunculuğa yol açan tasavvuf ehli insanlar olabileceğini düşünemezdim ancak siyaset hayatımda gördüm maalesef…”

Türkeş’in Tasavvuf Ehline Saygısını Gösteren Bir Mektubu

Namık Kemal Zeybek, Muhsin Yazıcıoğlu gibi isimleri milliyetçi hareketi tarikatçılığa yönlendiren kişiler zaman zaman eleştirilerini  dine ve dinin kutlu saydığı kişilere kadar uzattıklarını üzülerek görüyorum. Bu türden eleştiri yapanlara kendilerini hâlâ Başbuğ Türkeş’e saygı duyan, milliyetçi sayan insanlar insafı elden bırakmamaları için MHP İddianamesinin Belgeler Klasörü’nde yer alan Alparslan Türkeş’in bir mektubunu okumalarını tavsiye ederim. Başbuğ Türkeş bu mektubunu ismini bilmediğimiz bir maneviyat önderine yazmıştır. Mektubun İslâmî hassasiyetlere çok uygun içeriği yanından hitap edilen kişiye yöneltilen saygılı dil dikkat çekicidir:[6]

——————————————————————————-
“Muhterem Beyefendi,

Varolan, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, zatında, sıfatlarında ve içlerinde benzeri ve ortağı bulunmayan Allahü Teala’ya Hamd ü senalar olsun;

Bütün dualar, iyilikler ve yüce Rabbimizin (c.c.) selamları O’nun Peygamberi (SAV) ve en sevdiği kulu olan Muhammed Mustafa’ya ve O’nun ehl-i beytine ve onların izlerinden gidenler üzerine olsun. Ulu Yaratıcı’nın emrettiği yolda gidenlerden, vatanı ve milleti uğrunda ölenlerden ve çalışanlardan Allah razı olsun.

Muhterem Beyefendi,
Hakkınızda topladığım malumat vatan, millet ve dinimiz uğrunda çalışan, halkı uyaran ve yüce dinimizi yayan, ilim ve irşat eden bir şahıs olduğunuzu öğrendim ve işte bunun için mektubumu yazdım.

Bildiğiniz gibi Tanzimat’tan bu yana memleketimiz ve milletimiz yabancılaştırılmaya, insanlarımız milletinden, vatanından, dininden koparılmaya ve devletimiz parçalanarak yok edilmeye, esir edilmeye uğraşılmaktadır.

Yıllardan beri düşmanlarımızla içte ve dışta devamlı olarak savaşmaktayız. Rakiplerimiz er meydanlarında yenmeye muvaffak olamayınca içimize fitne ve fesat tohumları ekerek, bencil insanları para mevki ile satın alıp kısmı doğru yoldan saptırılmış, gençlerimiz ise bir buhran dönemine itilmiştir. İçte içtimai, dini ve milli yönden milletimizin her gün biraz da kuvvetlere karşı yüce Allahın (c.c.) rızasını kazanmak için çetin bir mücadele vermek amacıyla yola çıkmış bulunuyoruz.

İslâmiyet’i yıkmak için başlatılan haçlı seferlerine karşı MHP ve kıymetli ülkücü Türk gençliği bu savaşta gereken yerini almıştır. Allah’ın izniyle almaya devam edecektir. Aynı yolda ferden mücadele ettiğinizi biliyoruz. Ancak siz de kabul edersiniz ki teşkilatlı mücadeleler neticeye ulaşmakta daha müessirdir. Bundan dolayı Allah yolunda verdiğimiz kutsal cihatta omuz omuza çarpışmak için sizleri de ön safta, yanımızda görmek istemekteyiz.

Bu vesile ile size ve diğerdin kardeşlerimize sevgi ve saygılarımızı sunar çalışmalarında başarılar dileriz.

Hak Teala’nın selamı üzerinize olsun.”

Alparslan TÜRKEŞ
MHP Genel Başkanı

(İmza)
———————————————
MHP’nin İslâmî bir çizgiye yönelişini, şunu-bunu suçlayarak, komplo teorileri ile karalayarak tersine çevirmek isteyenler Başbuğ Türkeş’in -resmî bir nitelikteki iddianameye girerek arşiv belgesi haline gelmiş olan- bu mektubunu, ülkücü mücadeleyi “Allah yolunda verilen kutsal cihad” olarak takdim eden satırlarını nasıl izah ederler? Bu sorunun cevabını 5N1K kuralları ile veremeyenlerin, özellikle bu mektubun niçin ve nasıl yazıldığını izah edemeyeceklerin bu konuda söyleyebileceği hiçbir şey olamaz.

***

Ülkücü Hareketteki İslâmî  Sürecin Son Örneği
Geçtiğimiz günlerde internetten okuduğum bir haber beni çok duygulandırdı: Kayseri’nin Bünyan ilçesi Ülkü Ocakları’nda açılan bir yaz okulunda çocuklara Genel Kültür,  Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, dersleri verilip Kur’an-ı Kerim okumanın öğretildiği, kültür gezileri ve sinema gösterimleri de yapıldığı haber veriliyordu. Bütün bu güzel çalışmalar, Bünyan Ülkü Ocağı başkanı Erhan Özhan’ın gayreti ile başarılmıştı. (Bu vesile ile bütün Türkiye’ye örnek olması gereken özverili çalışmasından dolayı sadece ismini bildiğim bu ülküdaşımızı kutlamak isterim.)

Bu satırların okurları arasında Ülkü Ocakları’nın Türklüğün geleceğinde nasıl bir fonksiyonu olacağına kafa yoran birileri var ise bu çağrım onlaradır. Gelin örnek alalım Bünyan Ülkü Ocağı’nı; namuslu, ahlâklı, terbiyeli, edebli gençlerin yetiştiği; vatanına, milletine, imanına aşk ile hizmet edecek Türk gençlerinin yetiştirildiği mekânlar olsun bütün ocaklar… Bünyan’da yapılabiliyorsa bu, neden her yerde yapılamasın? Sadece Bünyan Ülkü Ocağı’nda kalmasın bu tür çalışmalar…
Değil mi ki Türkiye’nin bir yerinde olsun, imânının hassasiyetini yaşayan,  yaşatan ülküdaşlarımız var istikbâle dair ümidlerimizi –herşeye ama her şeye rağmen- koruyabiliriz.

——————————————–
[1] 1980 öncesinde MHP Yozgat Senatörü olan Servet Bora’nın 4 Haziran 2006 Ankara’da düzenlenen törenle İşçi Partisi’ne katıldığı haberi, Doğu Perinçek’in İP resmî sitesinden resimli bir haberle  duyurulmuştur. Bkz. http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=157
[2] Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu: “Öyle zannediyorum ki insanların onda biri ancak tasavvufi düşünceye ve tasavvufi hayata yatkın. Onda dokuzu avâm kalmaya mahkûm. Sıradan, basit ve sade ve cennete götürür. Bu onda birin bir kısmı, onda bir muvaffak oluyor.” Bkz. “Tasavvuf, Nefsin Hastalıklarının Eczanesidir”
http://www.tasavvufalemi.com/sayfa.php?yaziNo=395
[3] Hacı Ahmed Kayhan (vefatı: 3 Ağustos 1998), yakın tarihlerde Ankara’da yaşamış bir Allah dostu olarak bilinir. Kabri Ankara’nın Mamak ilçesi Kızılca köyünde kendi adına yaptırılan camiin yanındadır. Başbuğ Türkeş’in yakın koruması olarak vefatına kadar yanıbaşında olan Tahsin Pehlivanoğlu, Başbuğ Türkeş ile birlikte Hacı Ahmed Kayhan’ı ziyaretlerini anlattığı hatırasında şunları söylemiştir: 1997’nin Mart ayının ortalarıydı.(…) Akşam eve giderken bana seslenerek: “-Tahsin, dönün oğlum Ahmed Kayhan Hazretlerinin evine gidiyoruz.” dedi. Başbuğ zaman zaman ziyaret eder, bu Pîr-i fâni ile muhabbetten çok haz alırdı. Mamak semtinde bulunan eve geldik.(…) Bu olaydan onbeş gün sonra Başbuğumuz vefat etti. 8 Nisan 1997 günü Merhum Başbuğumuzu defnettikten sonra, Ahmed Kayhan Efendi’nin evine gittim. Beni görünce ağlamaya başladı.(…) Tamamı için bkz: http://www.yusufiye.net/modules.php?name=News&file=article&sid=567
Hacı Ahmed Kayhan’ın kısa hayat hikâyesi ve Zeybek’in Hacı Ahmed Kayhan hakkındaki yazısı için bkz: Erol ELMAS, Hacı Ahmed Kayhan Dede -Sevginin Sırrı- http://www.netpano.com/haber/2620/Hac

[4] Şimdilerde DP’nin Genel Başkanı olan Namık Kemal Zeybek, yakınlarda yaptığımız bir görüşmede halen de ilk baskısından üzerine ismini tam olarak koydurmaktan çekindiği “Ülkü Yolu” kitabında yazdığı çizgide olduğunu ifade etmiştir. “Ülkü Yolu” kitabının ilk baskısında, kitap yazarı olarak sadece “Zeybek” kelimesi yer alıyordu. MHP İddianamesi’nde Zeybek tarafından hazırlanan “Eğitimciler’in Eğitimi Programı” çok ilginçtir. MHP’nin ideolojik olarak yeniden yapılanmasını sağlayabilecek nitelikte bu çalışma, maalesef tam olarak uygulanamadan gelen 12 Eylül Darbesi ile akâmete uğramadan hakkıyla uygulanabilse idi, o gün bugün ülkücü hareketin yakınıp durduğu hastalıkların birçoğu bünyeyi rahatsız edecek hale gelmeden engellenebilecekti.

[5] MHP iddianamesinde ilkokul çocuklarından lise öğrencilerine kadar ülkücü harekete kazandırılması muhtemel çocuk ve gençlere nasıl bir yaklaşım gerektiği hakkında ayrıntılı raporlar yer almaktadır. Dönemin ülkücü teşkilatının Eğitim Sekreterliği tarafından hazırlanmış olan bu raporlarda ülkücü liseli kız ve liseli erkeklere tavsiye edilecek kitaplar iki ayrı liste halinde görülmektedir. Bu listeden hareketle ülkücü gençliğin fikren teçhizatlandırılması için benden kitap ismi vermemi talep eden arkadaşlarımızın taleblerine bir başka yazıda yanıt vermek istiyorum.

[6] Bu mektup MHP İddianamesi’nde bir suçlama unsuru olarak şu şekilde yer almıştı: “İslâmî Ekol ve tarikatlara karşı sempatik davranılacak” cümlesi çalışma, örgütlenme ve yararlanma çabalarına çok tipik bir örnek teşkil etmesi nedeniyle Alparslan TÜRKEŞ tarafından yazılıp imzalanan bir mektup aynen alınmıştır.” (MHP İddianamesi, Belgeler, Klasör:3 Dizin:11)