UKRAYNA KRİZİNDEN TÜRKİYE’YE
Hilmi ÖZDEN
24 Şubat. 2022
Ukrayna krizi görünür şekilde Rusya ve Ukrayna arasında yahut Rusya-ABD ve Avrupa Birliği üyeleri arasında bir çıkar çatışması değildir. Bu krizin ilerleyen yıllarda Türkiye’yi ilgilendiren yönleri ortaya çıkacaktır. Çünkü uzun vadede Türkiye’nin parçalanması hatta paramparça edilmesi ve işgali söz konusudur. Rusya Kafkasya başta olmak üzere daha sonra Kırım, Ukrayna üzerindeki güçlerini pekiştirmesi için “Batı” ile anlaşma yolunu tercih etmektedir. Görünen ve görünmeyen anlaşmaların nihaî hedefi Türkiye’dir. 16 Mayıs 1916 yılında Emperyalist devletlerin kendi arasında gizlice gerçekleştirdikleri Sayks piko(t) Antlaşması (Sykes-Pıcot; Okunuşu: Sayks Pıko(t) Antlaşması) bunun tarihsel bir örneğidir. Bu anlaşmanın fikir babaları İngiliz Sir Mark Sykes ile Fransız François Georges-Picot’dur. Bolşevik İhtilali’nin gerçekleşmesi ile Çarlık Rusya’sı çökmüş ve Troçki’nin açıklaması sonrası emperyalistlerin Osmanlı Devleti’nin Asya toprakları üzerindeki emelleri ortaya çıkmıştır. Türk Millî mücadelesi Sayks Pico(t) ve Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atarak başarıya ulaşmıştır. Fakat bugün Türkiye’nin unuttuğu bir gerçek vardır ki emperyalistler özellikle AB, ABD ve Rusya Sayks Piko(t) Anlaşmasının gerçekleşmesi için tekrar düğmeye basmıştır. Kafkasya’da olan olaylar Kırım’ın işgal ve ilhakı, Ukrayna’nın Doğu Bölgesi’nin Rusya’ya katılması için yapılan kışkırtmalar, Suriye coğrafyası üzerinde önemli bir rol oynaması Sayks Piko(t) Antlaşması’nın asrımıza uygulanacağının işaretlerini vermektedir. Bir takım aydın geçinenlerin yahut akademisyenlerin veya siyasilerin bunu bir sendrom (hastalık belirtisi) yahut kompleks olarak görmeleri mümkündür. Hâlbuki Bu anlaşma emperyalistlerin gizli çantalarında muhafaza edilmektedir. Bunu anlamak için sihirbaz veya müneccim olmaya gerek yoktur. Montrö Anlaşmasının ihlalinden tutun Suriye’deki olaylar Rusya’nın Deli Petro’ dan beri sıcak denizlere inme ideali bunun göstergeleridir.
Sykes-Pico anlaşmasına göre, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisinden sonra Orta Doğu’nun emperyalistler arasında bölünmesinin önceden hazırlanmış Gizli planı (1916)
Bilindiği üzere “Lozan Konferansı’nda imzalanan (1923) ek sözleşmeye göre İstanbul ve Çanakkale boğazları civarıyla Marmara denizindeki adalar askerden arındırılmıştır. Fakat İtalya’nın Doğu Akdeniz ve Balkanlar üzerindeki emellerinden çekinen ve Boğazlar’ın savunmasız kalmasından kaygı duyan Türkiye Cumhuriyeti, Boğazlar’ın askerden arındırılması hükümlerini kaldırmak için teşebbüse geçti ve konuyu ilk defa 1933 Mayısında Londra Silâhsızlanma Konferansı’nda ortaya atmıştır. Avrupa’daki buhranların 1923 tarihli Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar’ın güvenliği için verilmiş olan kolektif garantiyi artık işlemez hale getirdiğini belirterek kendi güvenliği, savunması ve egemenlik haklarının korunması bakımından bu statünün değiştirilip Boğazlar’ın askerîleştirilmesini istemiştir. 1923 tarihli Boğazlar Sözleşmesi’ni değiştirecek konferans İsviçre’nin Montrö (Montreux) şehrinde 22 Haziran 19362da toplanmış ve 20 Temmuz 1936 tarihinde Montrö Sözleşmesi adını alan yeni Boğazlar Sözleşmesi’yle sona ermiştir. Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya arasında imzalanan sözleşmeyi daha sonra İtalya da imzalamıştır (2 Mayıs 1938)”. Antlaşmanın ikinci Bölümünde “Savaş zamanında Türkiye savaşan durumda ise ya da kendini yakın bir savaş tehdidi karşısında hissediyorsa yabancı savaş gemilerinin geçişi tamamıyla onun kararına bağlı olacaktır. Kendisi savaşan taraf değilse savaşan ülkelerin savaş gemilerinin geçişi yasaklanacak, savaşmayanların savaş gemileri ise serbestçe geçebilecektir” maddesi ile Türkiye kendisini güvenceye almıştır. Bu antlaşma Türk dış politikasının ve Atatürk’ün büyük bir başarısıdır.
İşin ehli ve bilim insanları her konuda devleti ve toplumu aydınlatmalıdır. Örneğin “Mavi Vatan” ve “Montrö Antlaşması” hususunda; Dış İşleri Bakanlığı, Millî Savunma Bakanlığı, Deniz Kuvvetleri mensupları, Amiraller ve Uluslararası Bilim Sahasının Akademisyenleri vb. ehil kişilerdir. Bu insanlar Türk milletinin geleceği ve gerçekleri hususunda tarihi birikimleri inceleyerek siyasilere bunları anlatmalı ve anlaşılmasını sağlamalıdır. Eğer siyasilere anlatmıyor ve Türk milletine açıklamıyorlarsa görevlerini yapmamışlar demektir. Bunun sonucu bilimin aydınlığından asla siyasilerin faydalanması mümkün olmayacaktır. Bilgiden uzak alınan kararların bedelini de top yekûn Türk milleti ödeyecektir.
Şu anda Türkiye’nin güneyinde Suriye coğrafyasında ABD, Rusya ve Avrupa Birliği üyeleri devletleri cirit atmaktadır. Bu şartlar altında Türkiye güney sınır güvenliğini kaybetmiştir. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz politikaları da Türkiye’nin yumuşak karnını daha da zayıflatmıştır. Millî olmayan dış politikalarla Türkiye Cumhuriyeti’nin ebedî olması sağlanamayacaktır. Cumhuriyeti kuran iradenin millî dış politikası ile Türkiye tüm dünyayı ateşler sardığında adeta Şeyh Galip’in Hüsn-ü Aşk’ındaki bir teşbih ile “Ateş denizinde mumdan yapılmış gemilerini geçirmiştir (mumdan bir gemi, altında ateşten bir deniz– 1245)”. Bu başarı Türk dış politikasının deneyimli insanları tarafından İkinci Dünya Harbi dâhil bir devlet geleneği olarak sürdürülmüştür. 1921 yılında Fransızlarla yapılan Ankara anlaşması henüz Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmadığı millî mücadelenin devam ettiği yıllarda Suriye topraklarındaki Süleyman Şah Türbesini Türk devletinin sınırları içinde kabul ettirmiştir.
Fakat gelinen manzarada PYD’nin gölgesi altında Süleyman Şah Türbesi DAEŞ terör örgütünün yıkma tehditlerle karşısında Türkiye topraklarına getirilmiştir. Suriye toprakları içindeki bir vatan parçası geçici olarak terk edilmek zorunda kalınmıştır. Rusya bilindiği üzere düşürülen uçağının bedelini onlarca Mehmetçiğimizi şehit ederek bizlere gözdağı vermiş ve karşılığı şehitlerimizin kanıyla ödetmiştir. Yıllar önce Süleymaniye’de Türk askerinin başına ABD, yerli işbirlikçileri ile çuval geçirmiştir. Asla unutulmamalıdır ki; Avrupa, Rusya, ABD, Çin ve İsrail’in en büyük düşmanı Türkiye’dir. Avrupa ülkelerinin her birinde PKK ve PYD örgütlerinin desteklendiğini düzenli bir şekilde televizyon konuşmalarıyla, sosyal medya kanallarıyla Türkiye ve Ortadoğu insanını zehirlediği hepimizin malumudur. İngiltere’den kıta Avrupa’sına kadar televizyonlar PKK’ya ve PYD’ye hizmet vermektedir. Bunların arkasında İngiltere devletinin yahut diğer Avrupa devletlerinin ve istihbarat birimlerinin olduğunu tahmin etmemek mümkün değildir. Yine Suriye coğrafyasına on binlerce tır silahı PYD ve PKK’ya veren ve eğitimleri devam ettiren ABD’nin nihaî hedefi Türkiye’dir. Sadece İsrail’in güvenliği değil Türkiye topraklarında yeniden Doğu Roma’yı inşa etmektir. Avrupa, Rusya ile ABD, Bizans ve Roma temsilcileri olarak paylarını alacakları günü (tarihi) hazırlamaktadırlar. Türkiye’nin güney kuşatması ve kuzey kuşatması ve bununla gelen Sayks Piko(t) Anlaşmasının adeta güncellenmesi önümüzdeki yıllarda daha da açık bir şekilde ortaya konacaktır. Önemli olan siyasilerin ve devlet yöneticilerinin bunu önceden görmeleri ve tedbir almaları gerekmektedir.
Yıllardır emperyalistler tarafından Türkiye’ye geçici sığınmacı olarak gönderilen milyonlarca insan Türkiye’nin paramparça edileceği günler için hazırlanmaktadır. Şüphesiz bu gerçeği ifade eden insanlara ise en hafifiyle IRKÇI yaftası yapıştırılmaktadır. Hâlbuki oyun gayet açık ve nettir. Türkiye’nin nüfus yapısı demografik gerçeği değiştirilip Ukrayna’da olduğu gibi sınır bölgelerinde yahut Türkiye’nin iç bölgelerinde otonom alanlar ilan ettirilip ya bağımsızlıklarını kabul edersin yahut da işgal edilirsin mesajı verilecektir. 1939 yılında nasıl Hatay referandumla Türkiye Cumhuriyeti’ne katıldı ise önümüzdeki yıllarda sadece Hatay değil Hatay’dan başlayan ve doğuya giden illerimizdeki artan sığınmacı nüfus oranı ile talep edilecek herhangi bir referandum yahut sığınmacı nüfusun emperyalist bir ülkeden (yahut kukla bir devletten) özerklik talebi Türkiye’ye yapılacak bir dış müdahalenin gerçekleştirilebilme ihtimalini taşımaktadır. Ukrayna’nın parçalanması ve Ukrayna’nın Batı ile Rusya arasında bölünmesi önümüzdeki günlerde netleşecektir. Şu unutulmamalıdır ki Türkiye’nin çevresindeki Yunanistan, adalar ve Balkanlar’dan ABD Kuşatması; Ukrayna’dan ABD, Avrupa Birliği ve Rusya Kuşatması; Kırım, Kafkasya ve Orta Doğu ile Rusya Kuşatması, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada yok edileceği hesaplarını göstermektedir. Türkiye mevcut dış ve iç politikalarla meşgul olduğu müddetçe jeopolitikte oyun kurucu değil oyun kurucuların insafına kalmış bir ülke olacaktır. Osmanlı’nın yıkılma nedeni sürekli olarak Emperyalist devletlerin insafı ile dış politika üretmeye çalışmasıdır. Dış politika hiçbir ülkenin insafı ile üretilemez. Dış politikada millî menfaatlerini diğer ülkelerin millî menfaatlerine karşı kullanmak, korumak ve dengelemek esastır. Millî çıkarlarımızı ta baştan kaybedecek üniter yapımızı bozacak faaliyetlerin bedelini Türkiye’nin gelecek kuşakları ödeyeceklerdir.
Gençlerin ve orta yaştaki Türk insanının bunu fark etmesi ve geleceğine sahip çıkması icap etmektedir. Aksi halde gelecekte Türkiye yoktur, yok edilecektir. Sahip çıkılırsa Türkiye gelecekte vardır ve ebediyen var olacaktır. Bu tamamen Türk milletinin elindedir Türk milleti kendisinin intihara sürüklendiğini fark etmeli ve demokratik laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisine sağladığı imkânlarla millî birliğine ve Türk devletine sahip çıkmalıdır.
Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin etrafında oluşturulan krizler Türk devletini ve Türk milletini yok etmek üzere işletilmektedir. Türk milletinin iç güvenliği ortadan kalkmıştır. Süper bilgi çağındaki bir dünyada tarih milletler için tekerrürün ötesinde milletleri imha eden öğüten yok eden emperyalistlerin kölesi haline getiren Acı bir gerçekliğe dönüşmüştür. Tarihi anlamadan, uluslararası politikanın dilini öğrenmeden, Türkiye’nin varlığını koruyacaklarını zannedenler asla bunu başaramazlar. Devlet yönetmek binlerce yılın devlet şuurunu hücrelerine kadar Türklük ülküsü ile idrak etmek demektir. Millî silah sanayi henüz Rusya ve diğer emperyalistlerle boy ölçüşecek boyutta değildir. Bilim ve teknolojideki eksiklerimizin tamamlanmasında zamana ihtiyaç duyulmaktadır. İlmin, İrfanın, ahlakın, dürüstlüğün, karakterin ve çalışkanlığın toplumun her kesiminde inşası gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Atatürk’ün gösterdiği hedefler doğrultusunda sahip çıkılmalıdır. Çağımız insanına ve gelecek kuşaklara Atatürk gibi düşünmeyi, problem çözmeyi tüm ezilmiş ulusların kahramanı olan o büyük insanı anlatmanın ve anlaşılmasını sağlamanın millî bir vazife olduğunun idraki zaruridir. Ehil insanlar hak bildiği yolda yalnız da kalsa yürümelidir. İşi ehline soran devletler ve sosyal kurumlar her zaman ayakta kalmayı başaracaklardır. Başta yöneticiler olmak üzere tüm siyasiler ve bürokratlar Türk milletinin gönül, akıl ve yürek kardeşliğini yeniden tesis etmelidir. Fikirler, siyasi görüşler ayrı ayrı olabilir hatta birbirine çok zıt da olabilirler. Bunlar insan olmanın gereğidir. Çünkü insan robot değildir. Türkiye’yi bekleyen dış tehlikelerin farkına varıp Türkiye’yi Atatürk’ün söylediği gibi çağdaş muasır seviyenin üstüne çıkarmak için iç bünyemizde birlik ve bütünlük sağlanmalıdır. Türk milleti adına kendisinde sorumluluk duyanlar İnsanımızı eşya, coğrafya, ekolojik sistem ve evrenin hakikatiyle/diliyle buluşturmalıdır. İşte o zaman Türk Milleti çağın ruhunu okuyan ve o ruhu anlayan bir millet olacaktır. Aksi takdirde millet değil ülküsü olmayan yok edilmeye hazırlanmış kuru bedenlerden ibaret kalabalıklar sayılacaktır. Türk vatanının insanları arasında gönül, akıl ve yürek köprüleri; adalet, bilim, liyakat ve sevgiyle her geçen gün artan bir tutku harcıyla inşa edilmelidir. Yakınımızdaki tehlikeler görülmeli ve şimdiden tedbir alınmalıdır. Bu tedbir “iç barış” dilidir. İç barış dili kurulamadığı takdirde komşu ülkelerin başına gelenler ibretle ve hüzünle bize bakmaktadır. Orta Doğu coğrafyasında yıllardır oynanan oyunları idrak etmenin zamanı çoktan geçmiştir. Emperyalist devletler için Türkiye’nin Büyük Hedef olduğu unutulmamalıdır.
Kaynaklar:
Cevdet Küçük, Sykes Picot Antlaşması, TDV İslâm Ansiklopedisi, 2010, İstanbul, 38. cilt, ss. 204-206.
İsmail Soysal, Montro Boğazlar Sözleşmesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, 2005, İstanbul, 30. cilt, ss. 274-276.
Por Miguel Maıqueza, Acuerdo Sykes Picot (1916), Recortes de Oriente Medio.
Sykes-Picot Agreement, From World War I Document Archive, 15 & 16 May, 1916.