İBRAHİM TELLİOĞLU’DAN BİR KİTAP DAHA:
“FETHEDİLENLERİN
GÖZÜYLE
ANADOLU’NUN
FETHİ”
Halim KAYA
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Tellioğlu’nun “Fethedilenlerin Gözüyle Anadolu’nun Fethi” adlı son kitabı çıkınca üretken biri olan hocamız için alıştığımız bir durum olarak karşıladık, ya da ben artık hocadan beklenilen bir hal olarak gördüm. Çünkü Üniversitelerimizin sadece ezberlediklerini sınıfta öğrencilere aktarmak, dekan veya rektör olmak için çeşitli mahfillerde kulis yapmak, diğer boş zamanlarında hangi kahvehanede oyun oynayarak, hangi cafede muhabbet ile geçirsem ya da hangi tatil beldesine gitsem diye düşünen akademisyenlerle dolu olduğu bir zamanda kendisinin farklılığını ilme, araştırmaya, yazmaya verdiği değeri peş peşe verdiği eserleriyle gösteriyordu.
05.01.2021 tarihinde yayın kuruluşlarında “Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) tarafından Prof Dr. İbrahim Tellioğlu’na “Fethedilenlerin Gözüyle Anadolu’nun Fethi” Kitabı dolayısıyla En İyi İnceleme alanında 2020 yılı “Yılın Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçıları” ödülünü vermeye layık gördü.” haberi yer alınca bizi bir kez daha sevindirdi. İlmi verimliliğini bilip takdir ettiğimiz hocamız uzun yıllardır ülkemizde faaliyet gösteren Türkiye Yazarlar Birliği (TYB)’nin de takdirine mazhar olmuştu. “Marifet iltifata tâbidir” derler, hocam daha fazla üretecektir, emin olabilirsiniz.
Haberin devamında bir eserin değerlendirmeye alınması için basılı olması, ilk baskı olması ve basımının ödüle layık görüldüğü yıl içerisinde yapılmış olması gerektiğini hatırlatan TYB Genel Başkanı Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan “Yazarlarımızın çaba ve çalışmalarını ödüllendirerek destekliyoruz TYB’nin verdiği ödüllerin maddi yönü bulunmasa da yazarlarımızı ve eserlerimizi tanıtmamız, bu yöndeki çaba ve çalışmalarını desteklememiz kamuoyu tarafından 39 yıldır takdirle karşılanmaktadır” diyordu.
Prof Dr. İbrahim Tellioğlu’nun “Fethedilenlerin Gözüyle Anadolu’nun Fethi” kitabı Bilge Kültür-Sanat Yayınlarından Kasım 2020 de çıkmış. Hocanın gösterdiği bir vefa örneği olarak yakın zamanda kaybettiği arkadaşı Zekai Dede’ye ithaf edilmiştir. Kitap; Önsöz ve Girişten sonra üç bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm başlığı “Tanıklar” olan “Ermeni Kaynakları”, “Doğu Roma Kaynakları”, “Süryani Kaynakları”, “Gürcü Kaynakları” alt başlıklardan oluşurken İkinci Bölüm “Selçukluların Anadolu’ya Girişi” üst başlığı altındaki “Çağrı Bey’in Keşif Seferi: Anadolu’nun Fethine İlk Adım”, “Selçuklular Yeniden Anadolu Kapılarında: Gence’de Romalılarla İlk Karşılaşma”, “Anadolu’daki İlk Zafer: Pasinler savaşı”, “Çöküşün Başlangıcı: Erzen’in Kaybedilişi”, “Tuğrul Bey’in Doğu Anadolu Seferi” adlı başlıklardan, Üçüncü Bölüm ise “Anadolu’da Siyasi Hâkimiyetin El Değiştirmesi” üst başlığı altındaki “Ani’nin Fethi”, “Romanos Diogenes’in (1068-1071) Doğu Seferleri ve Türkler”, “Fethin Dönüm Noktası: Malazgirt Savaşı”, “Malazgirt Savaşı’ndan Dragos Antlaşması’na Anadolu’nun Durumu”, “Dragos’tan Sonrası” alt başlıkları ve Sonuç, Kaynakça, İndeksi kapsayan 133 sayfadan ibarettir.
Anadolu’da Türkler Hep Vardı, Bir Bütün Yurt Olarak Sadece Kendi Adlarına Yönetmiyorlardı
Türklerin Anadolu’ya en erken hangi tarihte geldiğini tartışan hoca farklı tartışmaların olduğunu ve bu görüşlerden birincisinin Türklerin Anadolu’ya ilk defa Selçuklular ile geldiğini savunduğunu, ikinci görüşün de İbrahim Kafesoğlu gibi önemli bir tarihçinin de taraf olduğu İlk Türklerin 395’te Anadolu’ya keşif akını düzenleyen Hunlar olduğunu savunanların ve ayrıca üçüncü bir görüş olarak Sümerler, Hititler ya da Etilerin Türklerle aynı kökten geldiğini savunanların bulunduğunu ortaya koyuyor. Sümerler, Hititler ya da Etilerin Türklerle aynı kökten geldiği fikrinin yeni bilgi ve belgeler bulundukça tarihi dayanaklarının zayıf olduğunun ortaya çıktığını tespit eder. Merhum Arkadaşım Servet Somuncuoğlu’nunun ‘Taştaki Türkler’ ve ‘Damgaların Göçü’ adı çalışmalarına atıf yaparak “Türkler her gittikleri yerde mağara resimleri ve kaya yazıtları bırakmışlardır. Anadolu da bu yerlerden birisidir. Kars-Kağızman, Erzincan-Kemaliye, Ordu-Mesudiye, Hakkâri-Yüksekova, Urfa-Harran, Antalya-Beldibi, Kütahya-Çavdarhisar, Eskişehir-Seyitgazi, İzmir-Ödemiş ve Ankara-Güdül’de ele geçen kaya resimleri Moğolistan, Rusya, Kazakistan ve Kırgızistan’da bulunanlarla aynıdır. Bu da Türk kültürünün sürekliliği ve ilk yayılma alanları arasında Anadolu’nun da bulunması açısından oldukça önemlidir”(S:13) diyerek resimlerin üslup olarak Türklere ait olduğuna şüphe olmadığına ancak hangi tarihte yapıldığının tespit edilemediğini, bu yüzden Türklerin Anadolu’ya ne zaman geldikleri konusunda bir değerlendirme yapamayacağını ifade etmektedir. Hemen peşinden Hakkâri’de bulunan steller sayesinde Türklerin Anadolu’da bulunması tarihinin geriye götürülmesinde kesin bilgiler elde edildiğini söyler. Hakkâri kalesinde yapılan kazılarda MÖ ikinci bin yılın sonlarında Türklerin Anadolu’da bulunduğunun kesin olarak söylenebileceğini vurgular.
MÖ VIII. Yüzyılda Anadolu’ya gelen ve iki yüzyıl İç Anadolu’da bozkır-göçebe geleneklerini yaşatan Kimmerleri Türk sayanların bulunduğunu ancak son yıllardaki ele geçen bilgi ve belgelerin Türk olma ihtimalini yükselttiği İskitler’in MÖ 665 yılından itibaren Anadolu’daki Türk varlığını tarihlendirebileceğimiz söyler.
Kıpçakların MÖ 336 yılında Makedonyalı İskender’in ordularını uzun süre durduracak şekilde kalabalık olarak Anadolu’ya daha önceden geldiklerini gösterir. Önemli ermeni tarihçilerinden Krohen’li Moses’in MÖ 149-127 tarihleri arasında Kars-Pasinler civarında Bulgarların bir kolu olan Vanandların yaşadığını zikrettiğini ancak Selçukluların buraya geldiğinde buralarının Vanand olarak adlandırıldığı halde Türklerin burada bulunduklarını izah etmenin zor olduğunu ifade eder. “Türkler tarihin çeşitli dönemlerinde bazen yerleşmek maksadıyla bazen de akınlar düzenlemek amacıyla Anadolu’ya gelmişlerdir.” (S:16)
İbrahim Tellioğlu Anadolu’nun Türklere yurt oluşunu “Özellikle Malazgirt Zaferi’nden sonra başlayacak fetihler bu sürecin dönüm noktasıdır. Daha önce gelenlerin aksine 1071’den sonra Türkler Anadolu’da kalıcı olmuşlardır. Selçuklularla diğer Türkler arasında Anadolu’yu yurt edinme açısından böyle bir fark vardır.” (S:17) diyerek yorumlar.
Ermeni Tarih kaynaklarının önemli olduğunu, Selçuklu ve İslam tarih kaynaklarında her zaman karşılaşılan sıradan fetihler olarak değerlendirilip sadece bir isim olarak zikredilip, ya da bir paragraf gibi kısa anlatılabilen bir olayın daha uzun ve detaylı anlatıldığını ama yine de “Ermeni Tarihçilerinin neredeyse tamamı din adamıdır. Toplumlarına büyük hayranlık duyarlar. Dünyaya bakışlarında Ortodoksluk en büyük belirleyici olduğu gibi eğitim seviyeleri de ileri seviyede değildir.”(S:20) diyerek yazılanlara temkinli yaklaşması gerektiğini söyler İbrahim Tellioğlu. “Ermeni tarihçilerin bilgi kaynakları büyük ölçüde duyduklarından ibarettir” (S:20) demeden önce de araştırma yapmadıklarını, başka dil bilmediklerini, şehirlerin dışında manastırlarda yaşadıklarını, başka şehirlere çıkan Vardan gibi tarihçilerinin bir iki kişi olduğunu, kendilerinden önce yazılmış tarih kitaplarının da tek nüsha olduğu için onları da görme imkânlarının olmadığını belirtir.
Ermeni, Romalı, Gürcü, Süryani Tarihçilerin Özellikleri
Ermeni tarihçi Vardan, Aristakes, Urfalı Mateos, Ermeni Kumandan Simbat’tan, Vardanın yararlandığı Şabuh Bagratuni, Moses Gağakaytçi, İstepanos Asoğik, Mikhitar Anaçi, Genceli Kiragos, Ayrivanklı Mkhitar, Çamiçyan, Anili Samuel, Stephannos Orbelian gibi tarihçilerden bahseden İbrahim Tellioğlu bu tarihçilerin Türklere hakaretler içeren kayıtlarından etkilenen daha sonraki dönem tarihçilerinde de aynen devam ettiğini söyler. “Fethedilenlerin Gözüyle Anadolu’nun Fethi” kitabı Anadolu’nun fethi sırasında burada yaşayan Ermeni, Rum, Gürcü, Süryani tarihçilerin fetih hakkın da yazdıkları yanında Ermeni, Rum, Gürcü, Süryani tarihçilerin nasıl değerlendirilmesi gerektiği, onlar tarafından verilen bilgilerin ne kadar sağlıklı olduğu, nasıl bir süzgeçten geçirmek gerektiği hususunda da bilgiler sunmaktadır. Genceli Kiragos’un İskit olarak Tuğrul Bey’den sonra Selçukluların Anadolu’yu fetihlerinden bahsettiğini İbrahim Tellioğlu’ndan öğreniyoruz.
Roma tarihçileri entelektüel, aristokrat, iyi eğitim almış, dönemin en önemli bilim merkezlerinde yetişmiş olarak vasfeden İbrahim Tellioğlu bu tarihçilerin içinde felsefeci, hukukçu, asker, üst düzey bürokrat, İmparato çocuğu Anna Komnena gibi tarihçiler olduğunu söylemektedir. Anna Komnena, Psellos, Bryennios, Zonaras, Atteleiates, Skylitzes gibi Romalı Tarihçilerde Ermeni tarihçiler gibi tekdüze bir üslup olmadığını, başka hiçbir yerde geçmeyen bilgilere sahip olduklarını, meslek bakış açısıyla meselelere baktıklarını, yazdıklarında abartı ve öfke dolu ifadelerin az olduğunu anlıyoruz.
“Anadolu’nun fethine ait Hristiyan kaynakları içersinde meselelere en soğukkanlı yaklaşan tarihçiler Süryanilerdir.” (S:39) Süryani tarihçiler Selçuklular ve Romalılar arasında taraf olmamışlar, savaşı kimin kazandığı kaybettiği ilgilendirmez. Türk korkusu ve Romalı sempatisi yazdıklarına tesir etmediği için de en objektif tarihçilerdir. Mihail, aslen Yahudi iken Hristiyan olan Gregory Ebu’l Farac, Selçuklu Türkleri hakkında yazan önemli Süryani tarihçilerdir.
Gürcü Tarihçilerin esas ilgi alanları Gürcistan’daki gelişmeler olmakla birlikte Türkler hakkında sistematik bilgi veriyor olmasa da Anadolu’nun kuzeydoğu ucundaki gelişmeler onlar sayesinde aydınlanır. Ermeniler kadar olmasa da Gürcü tarihçilerde Türklere karşı ön yargılıdır. Abartılı bir dil kullanırlar. K’art’lis Chovreba ve Kralların kralı David’in Tarihi adlı anonim tarih kitapları yanında Leonti Mvoreli’nin Kartli’nin Kitabı ve Juanser’in Gürcülerin Kısa Tarihi adlı kitapları ve tarihçileri Selçuklu Türklerinden bilgi veririler.
Vatanını Takas Ederek Korunan Millet Ermeniler
“tarihin çeşitli devirlerinde farklı sebeplerle bu ülkeye gelen Türkler Selçuklular zamanında bir kez daha Anadolu tarihinde yer edinmeye başlamıştır.” (S:45) Anadolu’ya Selçuklular Çağrı Bey zamanında Gazneliler ile Karahanlılar arasında sıkışıp baskı altında kalmaları dolayısıyla Oğuzların Kınık boyunu bu baskıdan kurtulmak, vatan bulmak amacıyla ilk seferleri yapmış, Çağrı Bey zamanında 1016 yılında başlayıp 1021 yılında biten seferlerle Anadolu’nun yurt olacağını anlamışlardır. Ermeni tarihçi Aristakes’in 1021 kayıtlarına göre “Türk baskısıyla (Ermeni Kralı) Senekerim topraklarını Bizans’a bıraktı” (S:47) Ermeniler korunma karşılığında topraklarını Romalılara verip Sivas dolaylarında yeni yerler ile takas etmişler. 1021-1045 arasında Romalılar güvenliği sağlamak amacıyla Ermeni prensliklerini ortadan kaldırmışlar. Demek ki 1071 yılında ki Malazgirt savaşından sonra fethedilmeye başlayan Anadolu’yu biz Ermenilerden değil Romalılardan fethetmiş oluyoruz. “1021’de imparator II. Basileios’a (976-1025) elçi göndererek ülkesini Romalılara bırakmak istediğini, buna mukabil kendisine daha batıda sakin ve huzurlu bir mülk verilip verilemeyeceğini sormuştur. İmparatorda bu teklifi kabul etmiş, Fırat boylarından Sivas’a kadar olan yerleri ona bırakacağını bildirmiştir. İki taraf arasında yapılan anlaşma icabınca Senekerim, 1022’de on şehir, yetmiş iki kale ve dört bin köyü boşaltarak maiyetindeki on dört bin kişiyle birlikte yeni vatanına göç etmiştir. Bölge 1023’ten itibaren Nikephoros Komnenos komutasındaki Roma kuvvetleri tarafından korunmaya başlanmıştır.” (S:51) ve “Kostantinos Monomakhos’un bu politikayı devam ettirmesi sonucu 1045’te Ani’nin ele geçirilmesiyle Doğu Anadolu’daki Ermeni Prenslikleri Romalılar tarafından ortadan kaldırıldı.” (S:52) Ermeniler ilk defa Romalılar tarafından kendi ülkelerini savunmaktan kaçındıkları için sınır bölgesindeki yerlerinden alınarak Doğu Roma Devletinin daha iç kesimlerine nakledilip yerleştiriliyor.
Ermeni tarihçiler yukarıdaki olayda Romalıları suçlayarak vatanını savunacak cesur ve güçlü kuvvetli Ermenilerin buralardan uzaklaştırıldığını, yerlerine “hadım ağası” diyerek aşağıladıkları Romalı komutanlar ve paralı askerler yerleştirildiğini, onların da savaşta sıkışınca Ermeni topraklarını savunmayı bırakıp kaçtıklarını bu yüzden Erzen’in kaybedildiğini ve bunun Ermenistan için bir dönüşüm ve yıkım olduğu nu anlattıkları görülür.
“Anadolu Başlar Vatan Olmaya”
Tuğrul Bey’in ölümünden sonra Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan Arslan ile Tuğrul Bey’in Halefi olarak tahta oturan Çağrı Bey’in diğer oğlu olan kardeşi Süleyman ile Arslan Yabgu’nu oğlu Kutalmış arasındaki taht mücadelesini kazanıp II. Selçuklu Sultanı olarak tahta oturunca kısa süre sonra Kafkas seferine çıkar.1064 yılında çıktığı sefer ile Tiflis’ten Nahçivan’a kadar fetheder. 16 Ağustos 1064 yılında Ani’yi de fetheder. Ermeniler için kutsal olan ve alınamaz olarak gördükleri Ani şehrinin Alp Arslan tarafından Rum yöneticiler Dük Bagarat ile yardımcısı Gürcü gregory’den alınması Ermenilerin Erzen’den sonra yaşadıkları ikinci hayal kırıklığı olur.
“Kostantinos Dukas’ın ölümünden sonra İmparatoriçe Eudokia ile evlenerek imparator olan Romanos Diogenes, Türk ilerleyişi karşısında devleti kurtaracak kiş olarak görülmekteydi. Tahta oturduktan sadece iki ay sonra Türklere karşı sefere çıkan yeni İmparator, böylece beklentilere cevap verme hevesindeydi.” (S:80) Nitekim Niksar, Sivas, Maraş, Eski Malatya, İskendurun, kuzey Suriye, Menbic’i alarak kısmi başarılar ile Ocak 1069’da İstanbul’a döndüğünde zafer kazanmış bir komutan olarak karşılanmış. Türkler o dönüş yolunda iken Emirdağ ve Zamantı’ya akınlar düzenlerler. “1071 baharı geldiğinde ise Romanos Diogenes, Türklere karşı sonuncu seferinin hazırlıklarına başlamıştır.” (S:82)
İbrahim Tellioğlu’na göre Malazgirt Savaşı, Anadolu’nun fethinde dönüm noktasıdır. “Romanos Diogenes’in Selçuklu Türklerini Anadolu’dan atmak, Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırmak ve İslam dünyasına hâkim olmak gibi gayelerle1071 baharında başlattığı harekât sırasında gerçekleşen bu savaş, ülkede çok önemli değişiklerin olmasına zemin hazırlamıştır.” (S:83) 26 Ağustos 1071’de öğleden savaşta ilk çatışmada bozulan ordusunu toplamak için geri çekilirken, Romanos Diogenes’in başarılı olmasını istemeye ihtiyat ordusu komutanı Andronikos Dukas ihanet eder ve kaçar, esir düşen Romanos Diogenes’i Sultan Alparslan hiçbir talepte bulunmaksızın serbest bırakır.
Tarihçi Psellos “Oysa ordusunun başında olan Alp Arslan kazandığı zaferlerin çoğunu liderlik özellikleri sayesinde elde etmşti,” (S:89) derken Tarihçi Aristakes ise “Tanrı Hristiyanlardaki inanç ve yeteneği alıp Selçuklu askerlerine vermişti. En az bunun kadar ilginç diğer tespiti de Rum İmparatorun Ermenilere karşı öfke dolu olduğuydu.” (S:90) diyerek askerlerin inanç eksikliğine ve yeteneksizliği ile İmparatorun Ermenilere olan öfkesine bağlamışlardır savaşın kaybediliş sebeplerini. “Alp Arslan ise alınamaz denen yerlerden ikincisi olan Malazgirt’i de alarak Ermeni tarihçisinin övgüsüne mazhar olmaktaydı. Üstelik Romalıların imparatorunu serbest bırakarak büyük bir onurun da sahibi olmuştu.”(S:90) Tarihçi Mateos “Sağ kanadı oluşturan Uzlar ve sol kanadı oluşturan Peçenekler savaş sırasında Selçuklu tarafına geçince muharebenin sonucu da belli olmuştu. Alp Arslan büyük bir zafer kazanmış, Diogenes’le barış imzalamış ve Romalılarla arasında sıkı bir dostluk tesis etmişti.” (S:91) der ve Roma ordusunda bulunan Türklerin Alp Arslan’ın yanına geçmesini de savaşın kaybedilmesi sebepleri arasında görür. Ermeni ve Rum tarihçiler Alp Arslan’ın Romanos Diogenes’i serbest bıraktıktan sonra ülkesine giderken yakalanıp önce gözlerinin kör edilmesi daha sonra da öldürülmesini duyduktan sonra ağladığını ve barış anlaşmasını bozan Romalıların bütün ülkesinin fethedilmesini emrettiğini ve emrin Anadolu’nun tamamının fethedilmesine zemin hazırladığını yazarlar. İbrahim Tellioğlu ismini vermediği bir Romalı tarihçiye istinaden Anadolu’nun fethi hakkında “hukuki zeminde, uluslar arası hukukta taraflardan birisi imza koyduğu anlaşmanın gereğini yerine getirmezse, muhatabına her türlü tasarrufta bulunma hakkı doğar” (S:93) diyerek Anadolu’nun fethine uluslar arası hukuktan doğan bir gerekçe ekler.
“Bryennios’un bu konuda bahsettiği son olay ise Türklerin Batı Anadolu’ya yerleşmesine zemin hazırlayacak cinstendi. Aleksios Komnenos’un eniştelerinden Nikephoros Melissenos imparatora baş kaldırdığında, çevresinde Türk beylerini toplayarak imparatorluğunu ilan etti. Batı Anadolu şehirlerini dolaşmaya başladı. Halk da sanki imparatormuş gibi şehirlerini ona teslim etti.Oysa bu şehirleri teslim alan Melissenos değil Türklerdi.Böylece Türkler Batı Anadolu’nun , Frigya ve Galatia’nın bütün kentlerine sahip oldular” (S:97-98) Tarihte paralı asker olarak ya da anlaşmalar ile alınan karşılıksız destekler ile olsun hiç başka milletlere ait askerleri kendi adına savaştırarak savaşa giren devlet bağımsızlığını koruyamamıştır. O ülkenin toprakları zamanla kendileri adına savaşan askerlerin milletine vatan olmuştur.
“Anna’ya bakılırsa Bryennios isyan ettiğinde Anadolu’daki Rum egemenliği sona ermişti. Türkler Doğu Anadolu’dan başlamak üzere Karadeniz, Çanakkale Boğazı, Anadolu’nun kuzey kıyıları, Ege ve Akdeniz’in kuzeydoğusu, Çukurova’da ırmak boyları, Seyhan ve çevredeki diğer nehir boyları ile Antalya’yı ele geçirmişti. Tarbzon’un …. Malazgir Savaşından sonra Türklerin eline geçtiği. Babasının tahta çıkmak için hazırlık yaptığı sırada Türklerin Kapıdağı Yarımadasına dayandığını, Erdek ve çevresini yağmaladığını yazan Anna, babasının İstanbul üzerine yürüdüğünde Meriç kıyısındaki Türklerin de Aleksios’un ordusuna katıldığını kaydeder ki bu da Türklerin batıda ulaştığı noktayı göstermesi açısından başka kaynaklarda geçmeyen çok önemli bir bilgidir.” (S:99)
Türklerin idaresi altında yaşamaya başlayan Ermeni tarihçilerin yazdıklarındaki üslup da değişmeye başlar. Daha önce Türk sultanlarının isimlerini zikretmeyen, zikretmekten kaçınan Ermeni tarihçiler Melik Şah’ın hem isimin zikre der hem de “yüreği Hristiyanlara karşı şefkatle dolu olarak geçtiği memleketlerin halkına bir baba gözü ile baktığı için hiç muharebe yapmadan birçok eyalet ve şehirlere hâkim olduğunu yazar.”(S:100) lar. Hatta “Dünya Fatihi” ve “nazik ve merhametli” olduğundan herkes tarafından sevildiğini başka tarihçiler tarafından yazılır.
“Aleksios on yıllık bir sürede (1071-1081) Marmara kıyılarına ulaşan Türklerle anlaşmayı yeğledi ve onları Marmara’nın doğusundaki toprakların hâkimi olarak resmen tanıdı.” (S:106)
İzmir’de güçlü bir beylik kuran Çaka Bay 40 tane avcı korsan gemisiyle Romalılara büyük tehdit oluşturur. Midilli adasını ele geçiren Çaka Bey İlk kuşatmada Sakız Adasını da fetheder, bunun üzerine gönderile Rum donanmasını da yenilgiye uğratır. İkinci bir donanma gönderirler Çaka Bey 8000 kişilik asker toplayarak karşı koymaya çalışır ancak Rum donanması çok güçlüdür ve Çaka Bey Sakız Adasından çekilmek zorunda kalır. Aha sonra Girit’e de saldıran Rum donanması gücü karşısında Çaka Bey tutunamayarak İzmir’e geri çekilir. Çaka Bey, Roma İmparatorunun “Selçuklu tahtına geçmek istiyor diyerek” aralarını açtığı Kılıç Arslan tarafından görüşme sırasında öldürttürülür.
Papa II.Urbanus , Clermont Konsili’nde 27 Kasım 1095’te Hristiyanları Kudüs’ü kurtarma amaçlı Haçlı seferine katılmaya çağırır. İlk Haçlı ordusu 1096 yılında İstanbul’a geldi. “Malazgirt Savaşı’nda ağır bir mağlubiyet alan, Marmara kıyılarına kadar olan yerleri Türklere kaptıran Romalılar Dragos Antlaşması’yla mevcut durumu kabul etmek zorunda kalmışlardı. Ancak bu kez papanın önderliğinde bir araya gelen Avrupalı güçler Türkleri ve Müslümanları tehdit eden büyük bir kuvvet halinde Anadolu’ya gelmişlerdi.” (S:108)Ancak Anadolu’ya gelişleri Hristiyanlar arasında farklı bakış açısıyla karşılandılar. Bu konuda Ermeniler “Haçlıları kendilerini Müslümanların yönetiminden kurtaracak bir güç olarak kabul eden Ermeni tarihçilerinin kayıtlarından onları büyük bir sempatiyle karşıladıkları hemen anlamak mümkündür.” (S:108) Haçlılar 18 Haziran 1097’de Anadolu Selçuklularının başkenti İznik’i aldı. I. Kılıç Arslan’ın ani baskınlarından kurtulabilen Haçlı Ordusunun kalanları Çukurova’daki Ermenilerle karşılaştılar. “Çukurova Ermenileri XI. Yüzyılın ortalarından itibaren Romalılar tarafından bu bölgeye nakledilmişlerdi.” (S:109) Ermenilerin taraf değiştirmesi de ilk değildi. İlk önce Türkmenlere karşı Romalıların tarafına, Ani ve Erzen’in Türkler tarafından fethedilmesiyle ümit kestikleri Romalıların tarafını terk ederek Türkler tarafına geçmişler, İlk haçlı seferiyle de tekrar haçlılar tarafına geçerek Türklere ihanet etmişler, daha sonra Türklere haber göndererek kendilerini haçlıların elinden kurtarmasını Türklerden istemiş Malatya Ermenileri 1100 yılında Danişmentliler tarafından, Elbistan Ermenileri de Kılıç Arslan tarafından 1105 yılında Haçlılardan kurtarıyor ve Türklerin tarafına geçmiş oluyorlar, Osmanlı zamanında Millet-i Sadıka” unvanı almışken Osmanlının zayıfladığı ilk anda yeniden Batılı Hristiyan ülkelerle işbirliği yaparak Osmanlı’ya ihanet etmişlerdir.
“17 Eylül 1176 ‘da iki ordu karşı karşıya geldiğinde çok uzun sürmeyen bir savaş gerçekleşti ve Selçuklular kısa sürede Romalıları kuşattı. … Selçuklu hükümdarının gönderdiği elçinin barış teklifini kabul etti. Vergi vermeyi ve Eskişehir’in doğusunda Selçuklulara karşı yaptıkları savunma hatlarını yıkmayı kabul ederek İstanbul’a geri döndü. Böylece Romalıların Türkleri Anadolu’dan atma hayali sona ermiş oldu.” (S:115) Türklerin Anadolu’da kalıcı oldukları ilk defa Dragos anlaşmasıyla Romalılar tarafından kabul edilmişti, Dragos anlaşmasından sonra Frank, Sırp, Peçenek, Macarlar’dan oluşan Haçlı ordusu komutanı ve Romalıların imparatoru tarafından da bu anlaşma ile kabul etmek zorunda kalmışlardır.
“Malazgirt Zaferi’nin üzerinden daha bir asır bile geçmemişken Haçlı kaynakları bu ülkeyi Türkiye ismiyle anmaya başlamıştır” (S:117) 1071 Malazgirt savaşından 1176 yılındaki Doğu Roma İmparatoru Manuel Komnenos ile yapılan antlaşma arasındaki 105 yılda birkaç kere fethedilerek Anadolu Türk yurdu olmuştur. “Haçlı Seferleri, Moğol istilası ya da I.Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan işgaller Türkleri Anadolu’dan atmaya yetmemiştir.” (S:117)
Sonuç:
“Fethedilenlerin Gözüyle Anadolu’nun Fethi” kitabı daha çıktığından birkaç ay sonra Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) tarafından ödüle layık görüldü. Bu kitabın kıymetinin anlaşıldığına bir işarettir. Eserin tarihçiler arasında olarak çokça müracaat edilecek bir başvuru kitabı olacağı ve Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilmesi üzerine yazan Ermeni, Romalı, Gürcü ve Süryani tarihçilerin sağlıklı değerlendirilmesinde bir boşluğu dolduracağı şimdiden söylenebilir. İbrahim Tellioğlu Hocamı, bu değerli eseri vesile ile kutlar, başarılarının devamını Yüce Allah’tan temenni ederim.
23.01.2021
___________________________________________
İnternetten Sipariş: https://www.kitapyurdu.com/kitap/fethedilenlerin-gozuyle-anadolunun-fethi/563366.html