“Türkistan Rüyası”nı Okuyunca…
Teslime DUMAN
TÜRKİSTAN RÜYASI * Biyografik/Belgesel Roman
“Türkistan Rüyası” eser, Hayati Bice’nin Oğuz Karaçay müstear adıyla, yazar Ahmed Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi’nde görevde iken gördüğü bir rüya üzeirine kurgulanmış ve kitabın ismi de bu rüyadan ilham ile verilmiştir. Biyografik/Belgesel Roman tarzındaki kitaptaki süreç, ülkücü camianın, bugün artık Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş aksakallılarından Galip Erdem’in: “Yeni Düşünce’de yayınlanan İşaret Taşları isimli yazılarını mutlaka kitaplaştır.” tavsiyesi ile başlayan ve Namık Kemal Zeybek’in Kültür Bakanlığı sırasında kuvveden fiile geçen, Kültür Bakanlığı’nda Yayımlar Dairesi Başkanı merhum Alaeddin Korkmaz’ın da gayretleriyle basıma hazırlanan projeyle başlar.
Ankara Kocatepe Konferans Salonu’nda “Türk Yurtlarında İmanımızın İşaret Taşları” adıyla verdiği konferans da tetikleyicisi olur. Konferansta slayt üzerinde Doğu Türkistan’dan Balkanlara Türk yurtlarının sınırlarını çizip buralarda, Karahanlı’larla başlayarak Türk boylarının öbek öbek İslamlaşma süreçlerini ve bu süreçlerde harç vazifesi gören manevi öncüleri, Allah dostlarının hayat hikayelerinden, Türkistan coğrafyasının yetiştirdiği dünyaya yön veren ilim adamlarından bahseder. Bu değerlerin kitabın ilk sayfalarında yer alması okuyucuda uyandırdığı merakla yavaş yavaş içine doğru çekiyor. Bugün artık yayın hayatında olmayan, sadece sekiz sayı olarak çıkabilmiş olan Türk Yurtları Dergisi hakkında da buradan bilgi sahibi oluyor okuyucu.
Hac kafilesinde görevli hekim olarak kutsal topraklara seyahat kısmı başlı başına merak ve heyecanla dolu bir çırpıda okunmak istenen bir eser. Güzergah üzerinde bulunan ehlibeytin, sahabenin ve Allah dostlarının türbelerini ziyaret adım adım yaklaşılmakta olan Resulullah’ın huzuruna çıkışa hazırlıyor adeta. İmamı Azam Ebu Hanife hazretlerinin Bağdad’da Azamiye Külliyesi içinde yer alan türbesi, Abdulkadir Geylani hazretlerinin türbeleri, Kazımiye Külliyesindeki Ehlibeytten Musa Kazım ve İmam Yusuf’un kabirleri… Yazarımız Oğuz Karaçay, Kerbela şehitleri türbelerinin yer aldığı külliyenin Osmanlı Padişahları tarafından imar edildiğini, süslemelerinin de yine Türk müzehhibler tarafından yapıldığını da belirtir. Bu yönüyle de Ecdadımızın ehlibeyte olan sevgi ve saygısından haberdar edecektir okuyucuyu.
Medine-i Münevvere’ye vasıl oluş, buradaki resmi ve gayri resmi vazifelerin ifası yanında evlerine konuk oldukları Türkistanlı ailelerden Kerim Can ve Uygur Türkü Abdülhamid Kaşgari’nin gösterdikleri misafirperverlikler, bu ailelerin kendi kültürlerini yaşamak ve yaşatmaktaki hassasiyetlerinin anlatılışı da Anadolu Türkü’ne bir örnek adeta. Türkistanlı ailelerden hali vakti yerinde olan ve kendilerini evinde misafir eden Kerim Can’ın Kuzey Afganistan Vilayetleri Birliği’ne verdiği destek ayrıca önemli bir not olarak düşülmüş okuyucuya. Uygur Türkü Abdülhamid Kaşgari’nin Türkistan coğrafyasının uğradığı felaketlerden bahseden sözleri ve kendi dilinde okuduğu şiir, Ata ve Atayurt hasretiyle kavrulan bir gurbetçinin gönlünden süzülerek okuyucuya ulaşan ve gözyaşlarıyla sayfaları ıslatan sözler. Kaşgari’nin Medine-i Münevvere’ye yerleşme hikayesinde anlattığı, babasının gördüğü, kendisinin Medine-i Münevvere’ye çağrılışı rüyası insanı ürperten bir rüya olarak düşündürtüyor insanı, bu geliş ne kutlu bir geliş, çektiğin vatan hasreti gördüğün hizmetle birlikte ne kutlu bir hasret dedirten cinsten.
Ardından yazarın Türkistan tarihi hakkında verdiği kısa bilginin özellikle gençler açısından derli toplu bir malumat olduğu kanaatindeyim. Abdülhamid Kaşgari’nin, bu topraklara gelen binlerce Türkistanlıdan biri olan Şeyh Muhammed Zekeriya Mergilani’nin (Buhari, Türkistan’dan gelen her Türkistanlıya Buhari deniliyor olduğunu da Kaşgari’den öğreniyoruz.) dergahı hakkında anlattıkları ve kendisinde bulunduğunu söylediği Ahmed Yesevi Hazretlerinin Divan-ı Hikmeti’nden bir nüshayı Türkiye’de yayınlaması şartıyla kendisine vereceğini söylemesi yazarımızı heyecanlandırır. Türkiye’de yayınlayacağına söz vererek alır bu emaneti. Kutsal topraklardan dönüş sırasında verilen bilgiler, anlatılan yaşanmışlıklar 21. Yüzyıla gelindiğinde hala hürriyetine kavuşamamış Türk illerini, Kerkük’ün yiğit evladı şehit Necdet Koçak’la birlikte 14 Temmuz 1958 katliamı şehitlerini hatırlatıyor. Onları Fatihalarla bir daha anma fırsatı veriyor okuyucuya.
Yazarımız bir yandan arkadaşları ile birlikte yayınladıkları Türk Yurtları dergisinde Divan-ı Hikmet’ten bölüm bölüm yayınlayarak Abdülhamid Kaşgari’ye verdiği sözü yerine getirmeye çalışırken bir yandan da hazırlamaya çalıştığı Hoca Ahmed Yesevi isimli kitabın kapak resmi vesilesi ile tanıştığı ve sonradan eşi olacak müzehhib hanım ile izdivaç. Yesevilik yolunda atılan adımlar… Evliliklerinden kısa bir süre sonra Atayurdu Türkistan’a yol görünür. İlk kez bir gezi turu vesilesiyle birlikte Türkistan topraklarına gidecek olmak heycanlandırır onları tabii ki. Taşkent’ten Özebekistan’a oradan Harezm’e geçerek otele yerleşen grubun sonraki durakları tarihi Hive şehri, buradaki tarihi yerler, Allah dostları ve Hive Hanı Muhammed Rahim Han’ın türbelerini ziyaret, ardından ver elini Buhara, Şahı Nakşıbend Hazretlerinin türbesi ve dergahı, Samani Devletinin kurucusu İsmail Samani Han Türbesi, Eyüp Peygamber Çeşmesi ve daha bir çok ziyaret edilen yerler. Buhara’dan sonra sırada Semerkand ve burada Emir Timur Türbesiyle birlikte Nakşibendi Şeyhi Ubeydullah Ahrar ve ailesinin kabirleri, gezilen medreseler, müzeler…Kazakistan-Kırgızistan Almaata, Isıkgöl…Isıkgöl kıyılarında yaşanan Geyik Ana Destanı, Ayşe Bibi ve Babacı Hatun’un hüzün verici hikayeleri. Kitabın sayfalarını birer birer okudukça Kazakistan’ın Yesi şehrinde Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin türbesini ziyaret edecek olmanın yazarımız ve eşini ne büyük bir heyecan ve mutluluğa gark ettiğini tahmin etmenin hiçte zor olmadığını göreceksiniz. Burada anlatılan ve yaşanan manevi atmosfer öyle tahmin ediyorum ki her okuyucuda o mübarek topraklara gitmek, o atmosferi teneffüs etmek ihtiyacı ve arzusu doğuracaktır. Oraların tapusu olan o büyük zatların himmetlerini üzerlerinde hissettiklerinde ise iç huzurları bir kat daha artacaktır.
Medine-i Münevvere’de Abdülhamid Kaşgari’den alınan Divan-ı Hikmet nüshasıyla birlikte Buhara’dan alınan Kril harfli Divan-ı Hikmet nüshasının karşılaştırılması Hoca Ahmed Yesevi’nin Divanı Hikmeti’ni Türkiye’de kitaplaştırma gayretlerinin başlangıcı olarak karşımıza çıkar. Yaşadığı dönemde milyonlarca Türk insanının İslamiyetle şereflenmesine vesile olduğu gibi bugün elimizde olan ve Divan-ı Hikmet adıyla yazarımız tarafından yayınlanan şiirleri bugün de insanlığa yol göstermeye devam etmektedir. Divan-ı Hikmet’in hazırlanış ve basım safhasında karşılaşılan güçlüklerin kolaylıkla çözülüvermesi kim bilir belki de Hoca Ahmed Yesevi Hazretlerinin himmeti sayesinde olmuştur.
Yazarımızın, yine bir turla ikinci kez Türkistan topraklarını ziyareti ardından Ahmet Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi’ne yapılan görevlendirme, Atayurt topraklarını adım adım gezme fırsatı bulmasına vesile olur. Gezdiği gördüğü yerleri anlatmasının yanında Türkiye’den geziye katılanlar arasında Mustafa İhsan Karadağ isimli İstanbul’da yaşayan bir Allah Dostu olduğunu da birçok kişi ilk kez bu eserle öğrenir.
TÜRKİSTAN RÜYASI
Esere adını veren Türkistan Rüyası’na geçmeden önce tasavvufta rüyaya ve rüyanın yerine biraz bakmakta fayda var. Rüya içinde yaşadığımız bizzat hissettiğimiz hayatla, varlığına inandığımız gerçek hayat arasında görülür ve sembolik değerler taşır. Yaşanılan hayatla ebedi hayat arasında bir bağdır adeta. Bu yüzden de tabir edilirler, edilmeleri lazımdır. Tasavvufta rüya manevi anlamda ilerlemenin göstergelerinden biri olarak kabul edilir. Uyanıkken bedene hapsedilmiş olan ruh uykuya dalınca bedenden ayrılarak gayb alemini keşfe çıkar. Bu keşif insanın kendisiyle iç hesaplaşmaya başlamasına ve kendisini tanımaya yöneltir. Tasavvuf ehli rüyaları ilahi, meleki ve şeytani olmak üzere üç grup olarak kabul etmiştir. İlahi rüyalar herhangi bir yoruma ihtiyaç olmayan ayan beyan gayet açık rüyalardır. Bunlar peygamberler ve kutsi hadislerle alakalı alakalıdır. Meleki rüya dediğimiz rüyalarda çok az bir açıklama ile gayet rahat anlaşılabilen sadık rüyalardır. Şeytani rüyalar ise karma karışık olup, tabire bile gerek olmayan rüyalardır. Sufilere göre sadık rüya marifetullahtan nasiplenmedir. İçerisinde bir müjde olabileceği gibi şirk, inkar ve işlediği büyük günahlar ve tövbesizlik nedeniyle kalbi kararmış kimseler içinde birer ikazdır.
Karaçay’ın Hoca Ahmet Yesevi Türk Kazak Üniversite’sinde görevli olarak bulunduğu sırada görmüş olduğu bu rüyanında sadık rüyalar içerisinde olduğu şüphesiz. Karaçay’ın gençlik yıllarında çok genç yaşta kaybetmiş olduğu halasıyla ilgili gördüğü rüya müjdeleyici rüyalardan olduğu gibi bu rüyası da manevi anlamda muttaki bir imanla (her ne kadar o sıralar kendisini manevi anlamda yetersiz görüyor olsa da) yoğunlaşmış vaziyette gördüğü ikaz ve uyarılarla dolu bir rüyadır. Rüyayı görenin bu tür rüyalara itibar etmesi ve verdiği işaretlere göre hayatına çekidüzen vermesi gerekir.
Karaçay’ın rüyasında gökyüzünün maviden sarıya, sarıdan turuncuya ve turuncudan da kızıla dönmesi kopacak bir fırtınanın habercisi gibi adeta. Nitekim de öyle oluyor ve çıkan fırtınayla birlikte sanki kıyamet kopuyor. İnsanlar deliler gibi sağa sola kaçışıyor imdat çığlıkları kulakları tırmalıyor. “Allaaah” diye bağıranlar mı dersin, “Ya Muhammed” diye bağıranlar mı? “Atatürk” diye bağıranlar, “Türkeş” diye bağıranlar; hepsi birbirine karışıyor. En ilginç olan yanı ise fırtınayla birlikte Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri türbesinin bir kumdan bir kale gibi yerle bir olmasıdır. Fırtına sonrası şantiye salonundaki konuşmalar… “Ahmet Yesevi Hazretleri’nin büyüklüğü masalmış, yok olup gitti”, yok “türbeden gelen güzel koku kayboldu” …daha neler neler! Bu konuşmalara sinirlenen yazarımızın, “Ahmet Yesevi Hazretlerinin türbesi üzerine abdestsiz insanları çıkartarak, haram paralarla tamire kalktınız, asırlardır ayakta duran türbeyi yerle bir etmeyi başardınız, ne kadar öğünseniz azdır.” çıkışı ve “Ahmet Yesevi Hazretlerinin hiçbir yere gitmedi; Türbesinin duvarları yıkılmış olsa bile Pîr-i Türkistan hâlâ orada yatıyor.” diyerek gözyaşlarını tutamaması…
Bu rüyada mesaj ve ikaz içeren olayları
1-Fırtına sonrası Türbenin yerin içine çekilmesi, Türbe içerisinde ve civarında yaşananlar Ahmet Yesevi Hazretleri rahatsız ettiği ve himmetinin üzerlerinden kalkacağı,
2-Rektör yardımcısının Türbeden gelen güzel kokunun kesilmiş olmasını söylemesi, Ahmet Yesevi Hazretlerinin kendisine çeki düzen vermemesi halinde manevi tokat yiyeceği,
3-Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri hakkında ileri geri konuşanların Onu rahatsız ettiğini.,
4-Türbenin tepesine abdestsiz insanların çıkarılmış olması, açık açık Türbe tamirinde çalışanların abdestsiz çalışmalarından Ahmet Yesevi Hazretlerinin rahatsız olduğu,
5-Haram paralarla tamir edilmeye kalkılması. Bu da gayet açık olarak ikaz ediyor Ahmet Yesevi Hazretleri adına Türbeyi tamir ettirenleri,
6-Yazarın Türbenin duvarları yıkılmış olsa bile Ahmet Yesevi Hazretlerinin hala orada yatıyor olduğuna inanması. O’na duyduğu muhabbet ve yaşananlardan duyduğu rahatsızlık ve büyük üzüntü kendisine gösterilmiş ve bir de vazife verilmiş gereken yerlere kendisine işaret edilen ikazları iletmesi.
şeklinde maddeleştirebiliriz.
Yazarımızın rüyasında yaşadıkları hakikaten her karesi ayrı bir mesaj, ayrı bir ikaz. Bu rüya vasıtasıyla kimlere ne mesaj, ne ikaz yok ki? Rüyayı 2004 yılında Rahmeti Rahman’a kavuşmuş Hazreti Şeyh Mustafa İhsan Karadağ (K.S.) Hocaefendi tabir etmiş ve yazarımıza da ikaz edilmesi gereken şahıslara kendi adına rica etmesini istemiştir. Hazreti Şeyh Mustafa İhsan Karadağ (K.S.) rüyayı şöyle tabir etmiştir: “ Evladım, bu rüyan tamamen Ahmed Yesevi Hazretlerinin ruhaniyeti tesiriyle görülmüş ve el-hak haktır. Ayan beyan görülüyor ki Ahmed Yesevi Hazretleri, kendi adı geçirilerek ve kendi adı kullanılarak yapılan bazı işlerden rahatsız olmaktadır. Ayrıca türbe inşaatında çalışan bazı insanların, kebair günahlarla meşguliteleri ve hatta gusül abdestine dikkat etmemeleri Hazret’in gücüne gitmektedir.
Bu rüya üzerine senin üzerine düşen ve Allah rızası için yerine getirmen gereken iki görev var: Bunlardan birincisi, türbe inşaatının sorumlusu ile görüşmen ve işçilerini ikaz etmesini ve özellikle cünüb halde türbe üzerine çıkarak çalışmamalarını öğütlemesini benim adıma rica etmendir. Eğer bu ricaya rağmen, aynı masiyetlere ve saygısızlığa devam ederlerse korkarım ki, çoluk çocuklarının beldelerinin başına büyük musibetler musallat olur. Allah dostlarının şakası yoktur evladım.
İkinci hususa gelince, ‘salih bir insan’ olduğunu söylediğin rektör yardımcısı beye de söyle kendisine dikkat etsin. Manevi bir tokat yiyebilir; kendisine çekidüzen versin Allah dostlarının şakası yoktur evladım.
Senin rüyanın sonunda , türbe ve Yesevi Hazretleri hakkında sarf edilen ileri-geri laflar üzerine üzülmen ve Yesevi Hazretlerinin büyüklüğü hakkındaki fikrinde sebat etmen, sağlam olduğuna işarettir. Bu rüya vasıtasıyla, Hazret’in rahatsızlığını bildirmesi ise senin Hazrete duyduğun muhabbet ve aşkın – Allahü Alimü’l-gaybı veşşehadeh – karşılıksız olmadığına işaret olsa gerektir.”
İlerleyen zamanlarda nasıl gerçekleştiğine yazarımız bizzat şahit olacaktır.
Yazarımız Oğuz Karaçay, Hazreti Şeyh Mustafa İhsan Karadağ (K.S.)’ın kendisine verdiği görev üzerine Rektör yardımcısı ile Türbenin tamiratında çalışanların şantiye sorumlusu ile görüşmüş ve ikazları iletmiştir. Ancak Yesevî Türbesi’nin tamiratı ile Kültür Bakanlığı döneminden itibaren yakından ilgilenen üniversitenin o dönemdeki en yetkili kişisi olan, eski Kültür Bakanı’na iletme fırsatı bulamamıştır. Rüyanın kendisine ilk anlatıldığında “Rüyalar tersine yorumlanır, Türbe burada yeniden neşvü nema bulacak“ diye kendince tabir eden Rektör yardımcısı ve ulaşamadığı Kültür Bakanı’nın yaşadıkları, türbe tamirinde çalışan bazı işçilerin gerçekten abdestsiz olarak türbenin tepesine çıktıklarının anlaşıldığı ve bunların daha sonra kovulduğu rüyanın birebir gerçekleştiğini göstermiştir.
Anadolu, Hicaz ve Türkistan üçgeninde yapılan seyahat ve yaşanan olayların akıcı bir üslupla anlatıldığı özellikle genç kuşağın okumasında fayda olduğunu düşündüğüm bir eser. Eminim ki okurken siz de anlatılan yerleri adeta gezip görmüş gibi olacaksınız. Umulur ki okuyan genç nesiller bu manevi önderlerden yeterince nasiplenirler. Üçüncü basımını yapmış olan eser büyük bir boşluğu doldurmuş durumdadır.
Son bir soru: Eserde adı geçen şahısların bir kısmı -Namık Kemal Zeybek, Orhan Kavuncu vb.- gerçek isimleri ile verilmiş iken yazar kendisi ve ailesi için müstear isimler kullanmıştır. Ya müstear isimleri de gerçek isimleriyle verse ya da diğer şahısları da müstear isimlerle ansaydı daha mı iyi olurdu acaba?
İnternetten Sipariş: https://www.kitapyurdu.com/yazar/dr-hayati-bice/8225.html