Elçilik Yılları
Memduh Şevket başarılı bir hâriciyecidir. Türk hükümetini temsil göreviyle yurt dışında bulunduğu yıllar, hayatının önemli bir bölümünü işgal eder. 1920 ortalarında başlayan hâriciye görevleri, aralardaki bazı kesintilerle birlikte 1941 sonlarına kadar sürmüştür. Kendisi söz konusu görevlerinin toplam 18 yıl olduğunu söylerse de, 25 resmî belgeye göre bu süre toplam 16 yıl, 11 ay, 5 gündür. Yaklaşık 17 yıl.
Onun hariciye görevlerinin ilki “Bakü Mümessilliği” olur. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulması üzerine gerçekleşen bu görev, aynı zamanda Ankara Hükümeti’nin ilk dış temsilciliğidir de. Ankara yalanlarında bir köyde bulunan yazar, bir gün, “kareli bakkal kâğıdına kurşun kalemle yazılmış” bir mektup alır. Mustafa Kemal’den gelmekte olan mektupta şunlar yazılıdır:
“Ruslar benden avamdan yetişmiş bir temsilci istediler. Aklıma sen geldin. Görüşmek üzere Ankara’ya bekliyorum. Mustafa Kemal.”26
Kendisi bu olayı şöyle anlatır:
“Bendeniz, beyefendi, (…) Cumhuriyet Hükümetinin harice gönderdiği ilk resmî memur olmak şerefine ermişimdir. Benden hariciyeci mi olur beyefendi? Lâkin ne yaparsınız, adam yoktu o sıralar… Hakikat bu… Tevazu gösteriyorum zannetmeyiniz. Hele bendeniz bu mesleğe asla hazırlıklı değildim. (…)
O sıralarda Rusya’da bir Bolşevik Hükümeti kurulmuştu: Azerbaycan’da.. Bizimle siyasî münasebet tesisi istemişler. Bir sefir gönderin ama şöyle “avam”dan biri olsun demişler. Ben Ankara’nın yakınında bir köyde istirahat ediyordum. Bir telgraf geldi. “Avam’dan birini istiyorlar, seni tayin ettik diyorlardı. Pek hoşuma gitti “avam”dan biri olmam. Yapamam, dedim, yaparsın dediler, kalktık gittik. Ama ne gidiş beyefendi? Ne yol var, ne iz.”27
Bakû Mümessilliği, 12 Ağustos 1336 (1920)’da başlamış, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin lağvedilmesine kadar (31 Mart 1340/1924) sürmüştür. 3 yıl, 7 ay, 19 günlük bir dönemi kapsayan Bakû’daki hayatına ait fazla bir bilgiye sahip değiliz. Sadece Ankara kulislerinde bir ara onun için “bolşevik oldu” dedikodularının yayıldığını, bunun üzerine Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya çağrılarak kendisiyle görüşüldüğünü ve dedikoduların asılsız olduğu görülerek tekrar görevine iade edildiğini biliyoruz. Söz konusu dedikoduların kaynağının, aynı düşünceyi paylaştıkları Ali İhsan Bey olduğu kanaati yaygındır. Nitekim bu hâdiseden sonra eski iki dostun yıldızlan bir daha barışmamıştır. Bununla birlikte eski ittihatçılarla olan ilişkileri hâlâ devam etmektedir.
Bakû Mümessilliğinin M. Şevket için en önemli tarafı, hiç şüphesiz sanat hayatında dönüm noktası teşkil edecek gelişmelere imkân hazırlamış olmasıdır. Kısa sürede Rusçayı öğrendiği anlaşılan yazar, bu sayede Rus edebiyatını, daha da önemlisi, bundan sonraki hikâyelerine yapı bakımından kaynaklık edecek olan Anton Çehov’u tanımıştır. Artık Çehov’u cebinden hiç eksik etmeyecektir.
Esendal, Bakû’dan yurda döndüğü andan Tahran Büyükelçiliğine kadarki birbuçuk yıl içinde, ekonomik açıdan sıkıntılı günler yaşar. Özellikle ilk altı ay kendisine hiçbir görev verilmez. “Bolşevik oldu” dedikoduları, hükümeti de etkilemiş olmalıdır. Sonunda dönemin Millî Eğitim Müsteşarı Nafi Atuf Kansu, iki okulda birden görev vererek M. Şevket ve ailesini maddî sıkıntılardan kurtarır. Resmî belgede, yazarın üç okulda birden “tarih muallimliği” yaptığı kayıtlıdır. Bunlar: Kabataş Lisesi (21 Eylül 1340/1924-16 Eylül 1341/1925); Galatasaray Lisesi (16 Temmuz 1340/1924): İstanbul Erkek Lisesi (23 Nisan 1340/1924)dir. Galatasaray’daki öğretmenlik için “fahri vazife”; İstanbul Erkek Lisesindeki için de “munzam vazife” ifadesi kullanılmasına rağmen, söz konusu görevlerin ne kadar sürdüğü belli değildir.
Memduh Şevket ve arkadaşları aynı dönemde “Meslek” ve “Halk” gazetelerini çıkarırlar. İlk gazetede onun hikâyeleri, “Miras” romanı ve karikatür-resimleri yayınlanmıştır. Ancak, talihsizlikler bir türlü peşini bırakmaz.
Meslekteki karikatür-resimleri sebebiyle takibata uğramıştır. Daha da önemlisi, Mustafa Kemal’e karşı plânlanmış olan İzmir suikastına adı karışmıştır. Suikast teşebbüsü ile tutuklananların çoğu eski İttihatçı ve onun yakın arkadaşıdır (Kara Kemal, Kör Ali İhsan Bey, İsmail Canbolat Bey, Dr. Nâzım Bey, Cavit Bey v.b.). Bir hayli sıkıntılı günlerden sonra, Esendal’ın suikast hâdisesine karışmadığı anlaşılmış ve Tahran Büyük-elçiliğine gönderilmiştir. Bu noktada onun yurt dışına gönderilişi, memleketten uzaklaştırmak şeklinde yorumlanabileceği gibi, son derece hararetli ortamdan uzak tutmak ve kurtarmak olarak da yorumlanabilir.
Memduh Şevket’in ikinci yurt dışı görevi Tahran Büyükelçiliği’dir.28 Bu görev 6 Ekim 1341 (I924)’de başlar; 4 yıl, 10 ay, 25 gün sürdükten sonra 31 Ağustos 1930’da sona erer.
İç politikadaki gelişmelerin hızlandığı bir devrede Tahran’dan yurda dönen yazar, kısa sürede Ankara kulislerinde adından bahsettirmeyi başarmıştır. Fakat çok geçmeden tekrar yurt dışına gönderilir. Bu defaki görevi, Kâbil Büyükelçiliği olur. 11 Haziran 1933’te başladığı bu görevini 31 Ekim 1941’e kadar sürdürmüştür. 8 yıl, 4 ay, 21 günlük Kâbil Büyükelçiliği’nden yurda dönüşü, bizzat kendi isteği üzerinedir. İsmet İnönü’ye, hâriciye görevlerinden iyice yorulduğunu, bundan böyle çocuklarıyla olmak istediğini belirterek görevden bağışlanmasını istemiştir.
Esendal, yurt dışı görevlerinde Türkiye Cumhuriyetini başarıyla temsil etmiş bir hâriciyecidir. İkili ilişkiler kadar, bulunduğu ülkenin kalkınmasında da önemli hizmetleri olmuştur. Özellikle Kâbil Büyükelçiliği esnasında, Türkiye’den gönderilen heyetle birlikte Afganistan’ın kalkınma çabalarında önemli hizmetleri olmuş, İkinci Dünya Savaşı yıllarında bu ülkenin İtalya ve Almanya nüfuzuna düşmesini engellemiş ve Sadâbât Paktı’nda yer almasını sağlamıştır.29 Ayrıca geniş kültürü, etkileyici şahsiyeti, hoşsohbetliği ve ikna gücü ile çok samimi dostluklar kurmuş, ülke ileri gelenlerinin neredeyse kendine danışmadan iş yapmadığı bir elçi olmuştur. Onu yakından tanıyanlar, söz konusu husus ve başarılan hakkında hemfikirdirler. Kasım Gülek, bu konuda şunları söyler:
“Çok iyi Rusça bildiği için Rusya ahvalini, Rus kafasının işleyişini iyi görürdü. Gerçekten, belki dünyada Rusya ve Rus meselelerini en iyi bilenlerdendi. Esendal’ın İran ve Afganistan’daki Büyükelçiliği Türk dış politikasının daima iftihar edeceği hizmet yılları oldu. (…) Esendal bu iki memlekette sadece sefir değil, hükümetlerin ve hükümdarların en yakın müşaviri ve mutemedi. İran Şahı merhum Rıza Pehlevi’nin dostu idi ve Şah’ın ileri fikirli ıslahat icraatında Esendal’ın teşvikleri mühim âmil oldu”.30
Afganistan’da birlikte çalıştıkları Dr. Rebi Barkın ise, gözlem ve kanaatlerini şöyle ifade eder: “O bulunduğu yerde etrafına kuvvetli bir tesir yapmıştır. Kâbil’de Büyükelçi iken bir siyasî mümessil ile nezdinde bulunduğu devlet arasındaki resmiyet soğukluğu kısa zamanda ruhundan taşan samimiyetin sıcaklığı ile yok oluvermişti.
Zamanın hükümet reisi ve kralın amcası Mehmet Haşim Han ondan ayrılmaz olmuştu. Her cuma otomobilini gönderir, beraber kır gezmelerine çıkarlardı.”31
Yazarın Hâriciye görevleri gerek kendisi, gerekse gönderiliş biçimi açılarından büyük ölçüde “zorakî diplomat”lık niteliği taşımaktadır. Özellikle Tahran ve Kâbil Büyükelçilikleri, böyle bir yoruma çok daha müsaittir.
Öncelikle, söz konusu görevleri hiçbir zaman istemiş değildir. Tayin edilir. Böylece ”emr-i vâki” ile karşı karşıya kalmış olur. Ona düşen, sadece gideceği ülkeyi tercih edebilmektir. Bu tercihini de hep Müslüman doğu ülkeleri lehinde kullanmıştır. Batı ülkelerini istemez.
Hatta Kâbil Büyükelçiliğinden önceki Moskova teklifini reddeder. Anlaşılan odur ki, Müslüman Doğu ülkelerini kendine daha yakın bulurken Batı’ya karşı belli bir soğukluğu vardır.
Bu sebeple, hayatının 17 yıllık bir dönemini kapsamış olan yurt dışı görevlerinden memnun olduğunu söylemek mümkün değildir. 9 Nisan 1928’de Tahran’da yazdığı anlaşılan “Gurbetten Dönerken” hikâyesinde bu memnuniyetsizliği bütün acılığı ile dile getirir. Beğenilmeyen bir memleket; sevilmeyen bir şehir; tesadüfen tanınmış iki yüzlü, samimiyetsiz dostlar; mânâsız ve boş sözler; sıkıcı, sahte ve anlamsız bir hayat.
6 Nisan 1934’te Kâbil’den oğlu Ahmet’e yazdığı mektubunda da aynı ruh halini buluruz. “Vakası olmayan, hayatı uyku içinde geçen” bir memleket; diplomatlar arası “dünyanın hiçbir yerinde olmayan enine boyuna, dört köşe bir teşrifat” ve protokol; samimiyetsizlik; insanı ağlatacak kadar “ıkınarak”, “zoraki” yapılan konuşmalar; zevksiz yemekler; cinsî arzulan gıcıklayan dans ve bu dünyanın içindeki yalnız, “zavallı” Memduh Şevket.32
Hâriciye görevlerinin, sanatı açısından hem olumsuz, hem de olumlu yönde birtakım tesirlere hâiz olduğu açıktır. Edebî hayatı bölümünde görüleceği gibi, yurt dışında bulunduğu yıllarda eserlerini yayınlayamaz. Söz konusu 17 yıl, bu konuda, tam mânâsıyla suskunluk veya inkıta dönemi olur. Bu durum, onun Türk edebiyatında lâyık olduğu seviyede tanınması, eserlerinin sıcağı sıcağına okuyucuya ulaşması ve sanatkârın ihtiyaç duyabileceği
teşvik unsurundan faydalanmasına engel teşkil etmiştir.
Unutulmamalıdır ki, bütün güzel sanatlar gibi edebiyat da, gerçek bir tenkit geleneğinin var olduğu bir ortamda veya -en azından- okuyucunun olumlu-olumsuz tepkisine muhatap olduğu sürece gelişme imkânı bulabilecektir.
Olumlu tesirlere gelince: Hariciye görevleri Esendal’a, öncelikle eserlerini yazabilmek için ihtiyaç duyacağı geniş bir zaman, müsait bir ortam hazırlamış, hatta içinde bulunduğu yalnızlık ortamında itici bir faktör olmuştur.
Nitekim oğlu, bu istikamette fikir belirtir: “Elçilik hayatı bir özlem, bir hasret ve yalnızlık bedbahtlığı içinde geçmiştir. Yalnızlığını avutmak için yazdı bunları, edebî bir şey olsun diye değil.” Hikâyelerinin yazılış tarihlerine baktığımızda, yukarıdaki fikrin doğruluğu, çok daha iyi anlaşılır.
Bir başka müsbet tesir; Rusça ve Farsçayı, bu dillerin edebiyat ve kültürlerini öğrenme imkânı sağlamış olmasıdır. Anton Çehov’u tanımış olmak; sanatı için bir dönüm noktası teşkil ettiği kadar, Türk hikâyesinin “Maupassant Tarzı’ndan “Çehov Tarzı Hikâye’ye geçişine imkân verecek olan hikâyelerine de zemin hazırlamıştır.
24- İlhan Tekeli-Selim İlkin, a.g.nı., s.321
25- M.Sunullah Arısoy, “M.Ş. Esendal’la Bir Konuşma”, Varlık, S.383, 1 Haz. 1952, s.7.
26- M.Şerif Onaran, “Esendal”, Türk Dili, C.32, S.286, Tem. 1975, s.34 (Ahmet Esendal, babasının Mustafa Kemal’in mektubunu Roma’da
aldığını ve bunun üzerine Türkiye’ye döndüğünü belirtiyor. Söz konusu mektup/telgraf, yazarın ölümünden sonra çocuklarına intikal etmesine rağmen zamanla kaybolmuştur.)
27- M.Sunullah Arısoy, “M.Ş. Esendal’la Bir Konuşma”, Varlık, S.383, 1 Haz. 1952, s.7.
28- İlhan Tekeli-Selim İlkin, M.Şevket’in ilk önce Kâbil Büyükelçiliği’ne tayin edildiğini, fakat daha görevine başlamadan Tahran Büyükelçiliği olarak değiştirildiğini belirtmektedirler, (a.g.m., s.341)
29- Mehmet Saray, Dünden Bugüne Afganistan, İstanbul, 1981, s. 166. Mehmet. Ali Dağpınar, “Afganistan Dramının Bir Başka Yüzü”, Tercüman, 20 Şu. 1988, s.9.
30- Kasım Gülek, “M.Ş.Esendal”, Seçilmiş Hikâyeler, C.6, S.5, Haz.1952, s.57-58.
31- Rebi Barkın, “Kaybettiğimiz Değer”, Ulus, 30 May. 1952, s.2.
32- Türk Dili, C.30, S.274, 1 Tem. 1974, s.235.
KAYNAK: İsmail Çetişli, Memduh Şevket Esendal, Kültür Bakanlığı Yay.