OKUMA ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Jean GUİTTON
Kütüphanelerin raflarını dolduran eserler arasından, bazılarını seçtiğiniz zaman, bu seçtiğiniz kitaplar arasından da unutulmaktan kurtarmak isteyecekleriniz olursa,, ikinci bir defa seçmeniz lâzım gelecek.
Birinci içinde, taramadığınız bir halk yığını arasından kendinize yoldaş ayırmaktan ibaretti.
İyi ama, bu kadar kâfi değil. Bu yoldaşlar arasından, şimdi de çok nâdir olan dostlarınızı, tekletmeyeceğinizi, tekrar okuyacaklarınızı, hayatın her dönemecinde daha iyi anlayacağınız eserleri ayırmanız lâzım.
Geçen yüzyılın bir muharriri, bir tek eserle şöhret bulan bir edibi, bize bu ciddî imtihanı şöyle anlatıyor:
«Bir gün, diyor Dominique romanının kahramanı, kütüphanemden hepsi çağdaş muharrirlere ait birçok kitap aldım, ve, gelecek nesillerin herhalde yüz yılın sonundan önce yapacağı gibi, ben de bu kitapların her birine, ne kadar ömrü olduğunu ve ne dereceye kadar fayda sağladığını sordum. Gördüm ki, bunlardan pek azı lüzumlu kitaplardı. Bu muharrirlerden çoğu, çağdaşlarını eğlendirmekten başka bir şey yapamamışlar, beğenilmekten ve unutulmaktan başka bir netice elde edememişler. Bazıları ise faydalı görünmek için sahte bir gayret sarf etmişler, ki istikbâl bu hususta kararını verecektir. Pek azı, hem de beni korkutacak kadar az kitap, yeri doldurulamayacak, ancak taklit edilebilecek değerde idi. Bunlar yazılmamış olsa idi yerlerinde boşluk olacağı muhakkaktı.”
Okumak seçmektir; yahut, isterseniz, okumak ayırmaktır, diyelim. Her yıl çıkan ve kitapçıların vitrinlerini dolduran ciltler arasından bizi ilgilendirecek olanlarını, benliğimize uygun olanlarını ve bilgimizi artıracak kitapları seçmek, dostlarımız olacak eserleri ayırmak, ve sonra, bu dostlarımızın şu veyâ bu bölümünü diğerlerinden ayırarak, ihtiva ettikleri gerçekleri daha iyi hazmedebilmek için onları seve seve tekrar okumak… Daha ileriye gideceğim (zaten, hakikî okuyucular, bu son ayırmaları yapanlardır) okumak, bize bir bölümün özünü, balını veren bir sahifeyi seçmektir, diyeceğim. Tekrar tekrar okuyacağımız, hattâ ezberleyeceğimiz bir sahife…
Nihayet, okumak, bir cümleyi, bir mısraı, bir metni; sâde ve yegâne olan, bir ehramın zirvesini teşkil eden, inbikten geçenlerin en süzülmüşü, özü olan bir şeyi bellemektir. Bu suretle, kalenin anahtarını elde ettik demektir; çünkü, dâima aklımızda duran bu biricik cümle sayesinde içinde bulunduğu bütün bölümü, bu bölüm sayesinde bütün kitabı hatırlayabiliriz. İkinci derecede olan unsurları ayırmak sûretiyle birer hükümdar vaziyetinde •olacağız; çünkü, yalnız önemli olan unsuru muhafaza edeceğiz. Yâni, bir yığın hâlindeki kütleye hâkim olacağız. Bana, ‘İyi ama, nasıl seçmeli? Seçerken nasıl bir kılavuzu takip etmeli?’ diyeceksiniz.
İşte size seçmek husûsunda bir kâide vermenin sırası geldi. Alelâde birtakım mânâlara yol açmasaydı, ‘seçim tekniği’ tâbirini kullanacaktım.
Bu kâidelerden birincisi menfîdir, diğeri müsbet.
Birinci kâideyi şu kelimelerle özetleyeceğim: Daha henüz yeni çıkmış eserleri okuma. Bırak en büyük ayırıcı olan zaman, sessizce vazifesini yapsın. Klâsik bir eser nedir? Hâlâ basılan ve her basılışında yeniden intişar eden, yâni, durmadan intişar eden bir kitaptır. Öyle ise, mâdem ki az vaktin var, bu tecrübeden geçen kitapları oku, —hiç olmazsa intişar ettikleri üç yıl olsun. Sonra otuz yıl evvel intişar edenleri; sonra üçyüz yıl evvelkileri. Ve sonra üçbin yıl evvelkileri oku.
İkinci kâide şu olacak: ‘Sana heyecan veren kitaplardan başka bir şey okuma!’ Bunu biraz açıklayalım: İki türlü heyecan vardır. Duyularımızı harekete getiren ve tamamiyle sathi olan bir heyecan vardır, ondan bahsetmiyorum. Çünkü, ben bunun hayvanı ve asabı bir heyecan olduğuna inanıyorum. Bir polis romanı, bir melodram bizi bu şekilde heyecanlandırabilir. Fakat, bir başka heyecan daha var; benliğimizle öğreneceğimiz şey arasında uzlaşma olduğunu gösteren, daha derin bir heyecan… İstidadı meydana, çıkaran şey heyecandır.
Bu heyecan, ruhun derinliklerine kadar nüfûz eder. Onu sarsar. Ona der ki: ‘İşte sevdiğin şey!’
Öyle ise, kendimizi zevklerimize, fakat gerçek zevklerimize kaptırmaktan korkmayalım. En güzel kitapları, en güzel kitapların en güzel sahifelerini, bu en güzel sahifelerin de en güzel satırlarını seçelim. Bana, bu metodun çok egoistçe olduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat, bu işte egoizm hakikî bir metottur. Ben, ancak kendi varlığımla mevcut olan bir şeye cevap verenleri anlattım. Hoşumuza giden bir sâhife keşfedince, kendi kendimize şunu söyleriz: ‘İşte benim düşündüğüm, işte ben de böyle yazmak isterdim. Yazamadımsa, buna kudretim olmadığı – içindir.’
Seçme usulüne dayanan bu düstûr, bize âdeta bir muhafız alayı; dostumuz olan kitaplardan müteşekkil bir küçük yaran meclisi vücûda getirmemizi sağlayacaktır. Bu dost kitapları iyice saklayalım, bir yere kapayalım, ciltletelim. En iyi ahbâbımıza bile okumak için vermeyelim. Sorbonne Üniversitesinde ilk dersini veren bir kütüphane mütehassısı şöyle demiş: ‘Ödünç alınan kitaplar, vaktiyle şundan bundan ödünç alınmıştır.’ Eğer bu, seçilmiş kitaplar için, bu kadar sıkı tedbir alırsanız, buna mukabil, harcıâlem kitaplar için istediğiniz kadar cömert davranabilirsiniz. Bu çeşit kitapları ödünç veriniz. Hem de, bâzen iade ettiklerini görmek ümidiyle!…
KAYNAK: Jean Guitton, Düşünme Sanatı, (Çev. Cevdet Perin) Remzi Kitabevi.