Kamil ARSLAN: İslam Dünyasında Müsteşrikler ve Faaliyetleri

İslam Dünyasında

Müsteşrikler ve Faaliyetleri

Kamil ARSLAN

İçtimai ilimler sahasında yapılan araştırmalar içinde, İslamiyetle ilgili Garbtaki tetkikler kadar kin, garaz ve kasıdla dolu olanı yoktur. Çünkü akide, Müslümanların mazisindeki ruhi ve kültürel temellerin inkarına çalışmak, O’nu küçük düşürmektir(1)

Haçlı seferlerinden yüzyıl önceden başlayan ve bu meşhur seferler süresince, tarihini, akaidini ve esaslarını hiç bilmedikleri İslam hakkında batılıların görüşleri şu şekildedir: Rasulullah’ı papa namzedi bir kardinal olarak tasavvur eder. Papalık kürsüsüne tamah etmiş fakat emellerinde hayal kırıklığına uğrayınca nübüvvet iddiasında bulunmuştur. der. (2)

“Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, Hıristiyan âdetlerini, Hıristiyan bayramlarını, hristiyan kültürünü, Hristiyan ahlakını aşılayalım…”(3)

“Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların manevi değerlerini, batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık. İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu, tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar…”(4)

Yukarıdaki cümleler “Oryantalist” diye adlandırılan iki Hıristiyan ilim adamına ait. Günümüzdeki Müslümanların içine düştüğü durumu ne güzel özetlemekte… Bu cüretkâr ve iddialı cümleler oryantalistlerin düşünce yapıları ve hedefleri noktasında ipuçları içermekte. Günümüz Müslümanlarının, oldukça eski bir maziye sahip olan oryantalizm kavramını ve işlevini bilmemeleri ne acı bir gerçektir. Günümüz Batı ülkelerinde hâkim olan ve Batılı medya kuruluşları aracılığıyla bütün dünyaya ihraç edilen İslam ve Müslüman imajını, Oryantalizm’den bağımsız anlamak imkânsız derecesinde zor. İslam toplumlarını geri irrasyonel, şehvet düşkünü, şiddet yanlısı, bedevi ve kaba kalabalıklar olarak sunan tasvir, roman, hikâye, şiir ve tarihi eserlerin çok büyük bir bölümü, Oryantalizm adı altında özetlediğimiz Batılı çalışmalara geri gider.

1-El Behi,( Dr.Muhammed) El-Mübeşşirin vel Müsteşrikün fi mevkifihim fil islam.

2-Daniel, Norman, Op. cit., pp. 28, 73, 78, 81. See alsa, Southern, R. W. Westren Views of Islam In The middle Ages (Harverd University press, 196::!.) pp. 24;25, 30-31, 74.

3- Rahip Samuel Zwemer tarafından misyonerlere yönelik bir konferans da söylenmiştir. İlkadım Dergisi, Mayıs 2004 sayısı

4- Rahip Louis Massignon tarafından söylenmiştir. İlkadım Dergisi Mayıs 20

ORYANTALİZM VE DOĞUŞ SEBEPLERİ

Oryantalizm (İstişrak);  Müslüman doğu milletlerinin (din, dil ,örf ve kültürü içine alacak şekilde) bütün unsurlarını inceleyerek İslam dünyası hakkında batılıların sistematik bir bilgiye sahip olmalarını sağlayan, İslam ve Batı medeniyeti arasındaki mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan bir akımdır.

Arapça karşılığı “İstişrak”tır. İstişrak ile ilgilenen kişilere de Müsteşrik denilir. Oldukça eski bir maziye sahip olan oryantalizm kavramını bir bütünlük içinde dünya kamuoyuna sunan Edward Said bu sistematiği tek bir cümle ile özetler; “Oryantalizm gerçek Doğuyu değil Şarkiyatçıların görmek istedikleri bir “Şark”ı aksettirir.” Oryantalizmin basit tanımı, Doğuyu anlama, Doğuya olan tecessüsü giderme çabasıdır. Said’e göre oryantalizm, Şark ile uğraşan toplu müessesedir; yani Şark hakkında hükümlerde bulunur, Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir, Şark’ı tasvir eder, tedris eder, iskân eder, yönetir; kısacası ‘Doğu’ya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için’ Batı’nın bulduğu bir yoldur.(5)
Batılı ülkelerin İslâm dünyası imajı ve İslâm alanındaki çalışmalarının tarihi bir geçmişi ve arka planı söz konusudur. Özellikle iki dünya, yani Batı ile Doğu arasında Orta Çağ’daki mücadelenin arkasından bir arada olma ve yeni bir yaklaşımın neticesinde düşman olarak görülen İslâm ve İslâm dünyası artık bir ortak, partner olarak görülmeye başlamıştır. Bu bağlamda zamanla objektiflik de gündeme gelmiştir. Bu süreçte oryantalizm karşımıza çıkmaktadır. Orta Çağ İspanyası’nda Arapça araştırmalar, misyonerlik faaliyetinin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla başlamıştı. Bu araştırmalar 1492’de Gırnata (Granada)’nın düşüşü ve sadece İspanyolca konuşan Morisko (Morisco) azınlığının hayatta kalmasıyla birlikte ilgi ve önemini kaybetti. Bunlar, senatonun Doğu kiliselerinin birleştirilmesi ile ilgilendiği Roma’da, genel olarak Sâmî araştırmaların bir parçası olarak sürdürüldü. Hümanizm, evrensel bir kültür ile birlikte aynı zamanda siyasî ve ekonomik çıkarlarını araştırırken, bu araştırmaları İslâmi çalışmalar şeklinde genişletti. Gerçekten özverili bir âlim olan Guillaume mistisizmine rağmen, inanca hizmet etme konusundaki gayreti ile, dillerin ve ayrıca insanların araştırılması sürecine ve aynı zamanda Doğu’da önemli bir yazmalar koleksiyonunun toplanmasına oldukça katkıda bulundu.. 1586’da Avrupa’da Arapça kitap basımı Toscana Kardinalı Grand Duke ve Ferdinand de’ Medici’nin tesis edip belirlediği matbaa çalışmalarını kullanmak zorundaydı. Şüphesiz açıkça ifade edilen amaç misyonerlik çabasına yardım etmekti.

5- Edward Said, Oryantalizm, çev:Selahaddin Ayaz,s.15-16, Pınar Yay., ist-1991

Osmanlı tehdidi, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve İslâm’ın daha yakından araştırılmasına yol açtı. Osmanlı İmparatorluğu güç ve kudretini kaybettiğinden, araştırma daha ılımlı olarak sürdürülebildi. Avrupa’nın güç ve kültürünün inkişafı, Doğu idari çevrelerinin her zamankinden daha çok sayıda Avrupalı seyyah ile ilgilenmelerine sebep oldu. Bu seyyahlar, hâlihazırda sınırlı olan ve özellikle askerî ilimleri içeren pek çok faaliyet ile ilgili yararlı pratik bilgi ve usulleri getirmişlerdi. Oryantalistlerin milletlerarası ilk konferansı 1873 yılında Paris’te yapıldı. Bu tarihten sonra bu tür konferanslar birbirini takip etti ve kısa zamanda sayıları otuzu geçti. Buna ilaveten her devlete bölgesel seminer ve paneller düzenlendi. Mesela Almanya’nın Dresden şehrinde ilk defa 1849 yılında toplanan ve bu tarihten sonra periyodik şekilde devam eden Alman Oryantalistler(Müsteşrikler) Konferansı bunlardan biridir. Bu gibi konferanslarda yüzlerce oryantalist ilim adamı hazır bulunmuştur. Mesela ,Oxford konferansında 25 ülkedeki 80 üniversiteden ve 69 ilim cemiyetinden dokuz yüz ilim adamı hazır bulunmuştur.(6)

Oryantalist çıkarlarla ticari çıkarlar 17. yy. sırasında çakışmaya başladı. İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz, Hollanda ve İspanyalı kişiler Müslüman ve gayrimüslim topraklarda ticarî şirketler kurmaya başladılar. Müslüman ülkeler ana ilgi odağını oluşturuyordu. Çünkü Hindistan’ın büyük bölümü Moğol, Ortadoğu ise Osmanlı yönetimi altındaydı. Avrupalı ticaret şirketlerinin siyasî boyutlar kazanması için uzun zaman geçmesi gerekmedi. Bu bölgelerdeki kullanılmamış hammaddelerin talan edilmesi işi, tekelleştirme ve kârın devamlılığı için siyasî kontrolü gerekli kılıyordu. Özellikle 19. asrın ortasından itibaren İslam dünyasının maruz kaldığı işgallerin Avrupa’nın Şarka olan bakış açısını belirlemede büyük rolü oldu. Sömürgecilik, müsteşriklik kültüründen istifade etti

19. asır, Batılı sömürgecilerin, İslam dünyasının geniş bir bölümünü istila etmesine şahit oldu. 1857’de İngilizler, siyasî olarak Hindistan’ı istila ettiler. Böylece Hindistan, resmen İngiliz Kraliyeti’nin tebaiyetine girdi. Aslında 1857 yılından itibaren zaten Hindistan Şark şirketinin nüfuzu altına girmişti. 1857 yılında Fransızlar, 1830’dan beri istila etmeye başladıkları Cezayir’i bütünüyle ele geçirdiler. Hollanda bundan önce yani 17. asrın başlarında Hollanda–Hind şirketi yoluyla Doğu Hind adalarını istila etmişti. 1881 yılından sonra, Mısır ve Tunus istila edildi.

6- Maxime Rodinson, Oryantalizmin Doğuşu, çeviri: Ahmet Turan Yüksel, Marife Dergisi, Kış–2002

Batı dünyası, İslam dünyasını parça parça koparıp kendi hâkimiyetleri altına almaya başladılar. Nihayet İslam dünyasını, doğudan batıya çember altına almaya muvaffak oldular. Birinci Dünya Harbi’nden sonra, hemen hemen İslam dünyasının tamamı, Garb sömürgesinin nüfuzuna boyun eğmiş oldu. Sömürgecilik, kendi maksadına hizmet ettirmek, hedeflerini gerçekleştirip, Müslüman ülkelerde hâkimiyetini sağlamlaştırmak için bir grup müsteşriki kullanmayı başardı. Böylece müsteşriklikle sömürgecilik arasında resmî ve sağlam bir bağ oluştu. İlimlerini, Müslümanların zelil kılınmasına adayan birçok müsteşrik, bu cereyana kendisini kaptırdı. Bu durum, insaflı müsteşriklerin karşısında utanç duydukları bir husus oldu.

Bu konuda çağdaş Alman müsteşrik Stephan Wild, şunları söylüyor:

“Bundan daha çirkini kendilerine müsteşrik adını veren bir grup, İslamiyet ve İslam tarihi hakkındaki bilgilerini, İslam’ın ve Müslümanların zayıflatılması yolunda kullandılar. Bu, misyonlarına samimiyetle bağlı müsteşriklerin bütün açıklığıyla itiraf etmeleri gereken acı bir gerçektir”.

 Alman müsteşrik Ulrich Harmann, bu konuda şöyle der:

“1919’dan önce âlem-i İslam hakkındaki Alman araştırmaları daha az masum ve iyi niyetliydi. Bizim büyük müsteşriklerimizden birisi olan Karl Heinrich Becker, siyasî faaliyetlere dalmış bulunmaktaydı. Öyle ki, 1914 yılında Afrika’da İslamiyet’in İngilizlere karşı bir siyasî zırh olarak kullanılma planlarının ateşli bir taraftarı olmuştu.”

İslamiyet sahasında Hollandalı meşhur Snouck Hurgronje (Ö. 1936) sömürgecilik hizmetinde çalışmak için hazırlanmak uğrunda 1885 yılında Mekke’ye bir Müslüman ismi olan Abdulgaffar adını takınarak gitmiş ve burada bir buçuk sene kalmıştır. Arapça’yı bir Arap gibi konuşabilmesi de bu faaliyetlerinde kendisine yardımcı olmuştur. Bu müsteşrik, Doğu Hindistan’ın Hollanda hâkimiyetinde bulunan bölgelerinde kültürel ve sömürgeci siyasetlerin oluşmasında mühim roller oynamıştır.

Fransa’da Kuzey Afrika işlerinden sorumlu Sömürgeler Bakanlığı’na bağlı müsteşar olarak çalışan bir çok müsteşrik vardır. Misal olarak Sacy’yi verebiliriz. Bu zat 1805 tarihinden itibaren Fransa Dışişleri Bakanlığı’ndaki “müsteşrik” makamını işgal etmiştir. 1830’da Fransızlar Cezayir’i işgal edince Cezayirlilere hitaben yayınlanan bildirileri tercüme eden zâttır. Şark ile ilgili meselelerde, dışişleri bakanlığı tarafından düzenli olarak savunma bakanlığı tarafından da özel durumlarda kendisine danışılıyordu. Yakın bir zamana kadar Massignon, Fransız Sömürgeler Dairesi’nde İslamî konular müsteşarı olarak bulunuyordu.

Fransız müsteşrik Hanotaux (Ö. 1944) da, “Şüphesiz bugün İslam ve Müslümanlık problemi ile karşı karşıya kaldık” isimli makalesinde Müslüman Afrika sömürgelerindeki Fransız siyasetini yönlendirmeye dair tekliflerini ve kolay idare edilmeleri için Müslümanların inançlarını zayıflatma konusunda bu tekliflerin güttüğü hedefleri açıklıyor. Oryantalizmin disiplin olarak belirdiği zamanlarda emperyalizmin de boy göstermiş olması dikkat çekicidir. Bu da oryantalizmin, emperyalizmin ihtiyacı olan bilgi desteğini sağladığını gösterir. Bunun çarpıcı örneklerinden birisi de, Napolyon’un Mısır’ı işgali sırasında pek çok bilim adamını da yanında götürüp, Mısır hakkında 23 ciltlik kitap yazdırmasıdır.(7) Oryantalizm(istişrak), yaptığı çalışmalarla misyonerlere malzeme hazırlamış, onların İslam ülkelerinde girişecekleri faaliyetlerde yardımcı olmuştur.

  Batılıları şarkiyatçılığa teşvik eden önemli faktörler

  Dinî Sebepler:

Oryantalizmin kuruluşunun arkasında duran ve uzun zaman boyunca hiç ayrılmadığı dinî hedefleri şu şekilde sıralanabilir:

1– Hz.Muhammed (s.a.v.)’in risaletinin doğruluğu hakkında şüphe uyandırmak ve hadislerin Müslümanlar tarafından ilk üç asırda uydurulan sözler olduğunu iddia etmektir.

2– Kur’an-ı Kerim’in yüce Allah kelamı olduğu hakkında şüphe uyandırmak ve Kur’an’ı kötülemek.

3– İslam fıkhının değerini küçük göstermek, İslam fıkhının Roma hukukundan alınma olduğunu ileri sürerek bunu pekiştirmek.

4– Arapça’yı küçük düşürüp, anlaşılmaz olduğunu iddia etmek.

5– İslam’ın, Yahudi ve Hristiyan kaynaklarına dayandıklarını ileri sürmek.

6– Misyonerlikle Müslümanları, Hıristiyanlaştırmak.

7– Zayıf haberlere ve uydurma hadislere dayanarak görüş ve teorilerine güç kazandırmak.(8)

7- Ali Rıza Bayzan, Oryantalizm ve Dinde Reform Meselesi–1 Kaynak:www.bayzan.net

8- Günümüz Din Ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Hazırlayan: Milletlerarası İslam Gençlik Konseyi, Risale Yayınları, İst-1990

   Siyasî Sebepler:

1– Müslümanların yaşadıkları ülkeleri sömürge haline getirebilmek; buraları en iyi şekilde(!) idare edebilmek için de kolonilerdeki memurlarını yerli halkın dillerini, edebiyatlarını ve dinlerini öğrenmeye teşvik etmek.

2– Müslümanlar arasındaki kardeşlik ruhunu zayıflatıp, onları birbirinden ayırmak suretiyle zayıf düşürmek, böylece Batının üstünlüğünü ve hükmünü onlara kabul ettirmek.

3– Yerli şivelere önem vermek ve yaygın adetleri etüd etmek.

  Ticarî Sebepler:

Özellikle Batıda, sanayi devriminden sonra yatırımlar yapmak isteyen ve ürünlerini pazarlamak isteyen Batılı büyük şirketler, İslam ülkelerini tanımak için, bu ülkeler hakkında rapor yazan araştırmacılara yüklü miktarda para vermişlerdir. Bu da oryantalistlerin çalışmalarını arttırmıştır.

  İlmî Sebepler:

Oryantalistlerin çok az bir kısmı sadece gerçeği öğrenmek; Doğu kavimlerinin medeniyetlerini, dinlerini, kültürlerini ve dillerini öğrenmek için araştırma ve tedkike yönelmiştir. Bu nevi oryantalistler, kasden iftira ve tahrif yapmadıklarından İslam’ı anlamakta başkalarına nazaran daha az hataya düşmüşlerdir.(9)

Bunlardan bazıları İslam’ın gerçeklerini anlayıp Müslüman olmuşlardır.Mesela; Fransız asıllı Diniye adlı oryantalist, yaptığı araştırmalar neticesinde Müslümanlığı seçmiştir. Bir de şu hususu belirtmek gerekir ki, müsteşrikler İslamî ilimlerin her bir dalında, alanın temel kaynakları ile ilgili tenkitli veya tenkitsiz ana kaynakları neşretmişlerdir. İlk olarak Hollandalı müsteşrik Juynboll tarafından neşredilen ve İslam vergi hukukunun en kadim kaynaklarından birisi olan Yahya b. Âdem’in Kitâbu’l-Harac’ını 30 küsur yıl sonra neşreden Ahmed Muhammed Şâkir, bu esere yazdığı mukaddimede şunları söylemektedir:Selef-i salihin’imizin eserlerine keşke biz sahip çıksaydık. Zira bu eserlerden istifade etmenin yolunu bize açan ve o defineleri önümüze seren onlardır. Hiçbir kıymetli kitap yoktur ki, daha önce Avrupalı Şarkiyat âlimleri tarafından neşredilmiş olmasın. Bizler ise uyuyoruz ve elimizin altındaki hazinelerden habersiziz…”

9Osman CİLACI, Hristiyanlık Propagandası Ve Misyonerlik Faaliyetleri, s.23, Diyanet İşleri Başkanlığı

Yaptıkları çalışmalarla meşhur olan bazı oryantalistleri tanıyalım

 İgnác Goldziher

Macar asıllı koyu bir Yahudi’dir. İslam Ansiklopedisi yazarlarındandır. Sâmi dilleri üzerine çalıştı. Tevrat, Talmud dersleri ve Yahudilik şuuru aldığı hocası Treudenberg’in gözetiminde 1833’de “Yahudiliğin Kur’an Üzerindeki Etkisi” konulu doktora tezini hazırladı. Suriye’ye gönderildi. Orada Tahir el-Cezairi ile beraber oldu. Mısır’a gitti. El-Ezher Üniversitesi’nde eğitim gördü. Muhammed Abduh’tan dersler aldı. “Tefsir Ekolleri” ve “İslam’da Akide ve Şeriat” isimli eserleri meşhurdur. Tezini “Kur’an-ı Kerim’in vahiy mahsulü olmadığı” fikrine bina etmiştir. Kur’an’a hermenötik metodlar uygulamış, İncil ve Tevrat’ın da hak kitaplar olduğunu ispata çalışmıştır. Vahyi tartışmaya açmak, İslam’ın temel itikadî esaslarının zedelenmesine zemin hazırlayacak, bu vesileyle İslam aleminin birliği daha kolay bozulacaktı. Goldziher yaşadığı dönemdeki faaliyetleri ile bu fonksiyonu icra etmiştir.(10)

Ernest Renan

Saint Sulpice Koleji’nde İbranice öğrendi. 7 yıl süreyle bir papaz okulunda eğitim gördü. 1845’de papazlıktan ayrıldı. Alman düşüncesinden etkilenerek Katolik inancından koptu. İnsanlığı ilgilendiren büyük meselelerin ancak liberal bir bilim yoluyla çözümlenebileceğini ispat için “Bilimin Geleceği” adlı eseri yazdı. 1850’de Bibliothegue Nationale’deki Süryanice el yazmalarını sınıflandırmakla görevlendirildi. 1852’de “İbn-i Rüşd ve İbn Rüşdçülük” teziyle doktorasını verdi. 1860’da Suriye’ye gitti. 1862’de College de France’ın İbranice kürsüsüne getirildi. 1864’de Mısır, Anadolu ve Yunanistan’a gitti. Hayatının son yıllarında Origines isimli eserini (İsrail Milletinin Tarihi) ile tamamlamaya çalıştı. 1892’’e öldü. E. Renan “İslamiyet ve Bilgi” adlı bir konferans da vermiştir. Burada İslam’ın gelişmeyi ve ilerlemeyi yok eden ve bilime engel olan bir din olduğunu ileri sürdü. Renan’ın tezi akılla nakili çatıştırmaktı. Renan’ın düşüncesine göre, nakil karşısında akıl tek hüküm koyucudur.

Louis Massignon 

Fransız asıllı bir Katolik misyoneridir. Aynı zamanda da misyoner cemiyetlerinin ruhanî lideridir. Mısır ve Şam ilim akademilerinin üyeliklerinde bulundu. Goldziher ile yakın temasları oldu. Araştırmalarını tasavvuf üzerinde yaygınlaştırdı. Bağdat’a gitti, Kahire’ye yerleşti. 1909’dan itibaren El Ezher’de, bir Ezherli kıyafetiyle derslere girdi. Hicaz, Kudüs, Halep, Şam ve İstanbul turları yaptı. 1922’de kendisine doktora unvanı verildi. İslam’da Sufi Şehid Hallac adlı eseri vardır.

10- Hayatı hak. Bak: Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.14, s.102–111, İst–1996

Christian Snouck Hurgronje

Hurgrange Hollandalı bir müsteşriktir. ‘Mekke’de Hac Mevsimi’ tezi üzerine doktora yaptı. Çalışmasında haccın cahiliye döneminden kalma bir âdet olduğu iddiasını işledi. 1884’de Cidde’ye gitti. Mekke’ye girebilmek için bir süre bekledi. Ardından Abdulgaffar sahte adıyla Mekke’ye casus olarak girdi. Bir müddet Cava’da ikamet etti. 1912’de “Kur’an’daki İbrahim” adlı eseriyle gerçeğe uymayan pek çok iddiada bulundu. Macar müsteşrik Goldziher ile temaslarda bulundu. Hurgrange misali bize yeni bir münakaşa imiş gibi takdim edilen Hac ve Kurban tartışmalarının çıkış noktasının müsteşrik kaynaklı olduğu hakikatini açıkça göstermektedir. İslam akaidini çökertmek gayesiyle faaliyet gösteren bu müsteşriklerin sayısı pek çoktur.

Oryantalistlerin İslam Dünyasına Etkileri

Oryantalistlerin yukarıda değinmeye çalıştığımız bu tehlikeli ve hakikat dışı fikirleri fazla zaman geçmeden Mısır ve diğer İslam ülkelerine yayıldı. Özellikle sömürgecilerin kontrol ve işgali altındaki Mısır, bu tür fikir ve düşüncelerin merkezi haline geldi. Dikkat edilirse yukarda kısaca tanıttığımız Oryantalist/Müsteşrik’lerin hemen hepsi El-Ezher’de eğitim görmüş veya burada doktorasını vermiştir. Zira o dönemin İslam ilimlerinin eğitim merkezi El-Ezher idi. Bu sebeple buraya yönelmişlerdir. Hepsinin maksadı aynıdır. Ortadoğu ve Hicaz Bölgesi’nde mevcut İslam inancına uymayan bâtıl bir itikat geliştirmek suretiyle buraları Osmanlı’dan koparmak ve Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinden çıkan bu toprakları başta İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin birer sömürgesi haline getirebilmek. Fazla zaman geçmeden müsteşriklerin bu haince ve gayri ma’kul fikirleri kendilerine modernist diyebileceğimiz Cemaleddin Efgani (11), Muhammed Abduh(12), Reşid Rıza(13), Seyyid Ahmed Han, Ali Abdurrazık, Kasım Emin tarafından savunulmaya başlandı.

11-Cemaleddin Efganî, İran’ın Esedâbâd şehrinde doğdu. Necef medreselerinde tahsil gördü. Pek çok dil bilirdi. Son derece hareketli bir yapısı vardı. Daha sonra siyasî işlere bulaşmış, Mısır hükümeti kendisini sürgün etmiş, o da Paris’e giderek, orada Mısırlı ögrencisi Muhammed Abduh ile birlikte “el-Urvetü’l-Vüskâ” adlı bir gazete çıkarmıştır..            

12- Muhammed Abduh Mısır’da doğmuş, Ezher’de yetişmiş ve İskenderiye’de ölmüştür. Efgânî’nin öğrencisidir. O da üstadı gibi mason olmuş, maddî mucizeleri inkar etmiş, sahih hadislere uydurma damgası vurmuş, Kadir gecesi gibi mübarek gecelerin hiçbir kıymeti olmadığını iddia etmiştir. Bütün bu iddiaları tek tek ele alınmış ve yanlışlığı ortaya konulmuştur., Modernizmin İslâm Dünyasına Girişi, Trc. S. Özel, İstanbul 1986, İnsan Yayınları, s. 91–92 (Cromer’in 1905 yıllığının 7. maddesinden naklen).

13- Aslen Bağdatlı olan Reşid Rıza, Trablus ve Şam’da okumuştur. Abduh’un talebesidir. O da üstadı gibi mucizeleri inkâr etmiş, hadislerle ve icmâ ile hükmü kesinleşmiş pek çok meseleyi reddetmiştir.( Reşid Rıza’nın bozuk görüş ve fikirlerinin isabetli bir tenkidi için bkz. Hasib es-Samarrai, Dinî Modernizmin Üç Şövalyesi, (Trc. Ali Nar-Sezai Özel), İstanbul 1419/1998, Bedir Yayınları, s. 149-264

Mısır’da başlayan bu tartışmalar ve fikri karışıklıklar başta Pakistan ve Hindistan olmak üzere bütün İslam âlemine yayıldı. Tanzimatla belirginleşen Batılılaşma sürecinde, modernizm sandığımızdan çok daha fazlasıyla içselleşti. Modernizm sadece zihinlerimizde değil elbette, çevremiz de önemli ölçüde modernizm tarafından biçimlendirilmiş durumda. Hem çevresi hem de zihni modernlikle biçimlenen aydınların (adlarının da ilhamlarının da Aydınlanma Felsefesi’nden geldiğini de hatırlayalım) İslam’ın oryantalist yorumunu akıllarına daha uygun görmeleri şaşırtıcı olmayacaktır. Bu nedenle modernist/reformist ilahiyatçılar, oryantalistlerle/düşmanla işbirliği yaparak kendi tarihine ve geleneğine savaş açmışlardır.

Müslümanların modernizm ile yüzleşmelerinden itibaren özellikle Mısır’da Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh ile Hindistan’da Seyyid Ahmed Han örneklerinde olduğu gibi İslam’ın tarih içinde oluşturduğu geleneğin sorgulanması bahanesiyle Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed (sav)’in sünneti tartışma konusu edilmeye başlandı.

Efgani, Abduh ve Ahmed Han’ın projeleri “İslam ile Modern Uygarlık arasında nasıl bir sentez yapabiliriz?” sorusunu eksen alıyordu. Daha açıkçası Efgani, Abduh ve Ahmed Han modernizmi neredeyse tartışmasız bir veri olarak alıyorlar, İslam’ı modernizme uygun olarak nasıl yorumlayacaklarının hesabını yapıyorlardı. Modernizm’i eksen aldığı için bu akıma “İslam Modernizmi” ya da “Modern İslam” deniyorsa da biz “Modernist ve reformist ilahiyat çizgisi” adını daha uygun görüyoruz. (14)

Modernist ve reformist ilahiyatçılar, yorum alanlarını genişletmek amacıyla öncelikle sünnetin dindeki işlevini ve bağlayıcılığını tartışmalar başladılar. Güya usûl–u hadis, usûl–u fıkıh ve usûl–u tefsirde sünnetin rivayet, metin ve yorum açısından kritiği yapılmamış gibi. Ancak mütevatir hadislerin dışında kalan sünneti göz ardı eden bu ilk kuşağı şimdi “Kur’an” hakkında benzer tartışmalara kalkışan yeni kuşak modernist ve reformist ilahiyatçılar almış durumda. Daha açıkçası modernist ve reformist ilahiyatçılar artık açıkça Kur’an’ın bağlayıcılığını tartışmaktalar. Hatta bazıları bir vahiy olarak Hazret–i Kur’an’ın sıhhatı hakkında bile çeşitli kuşkular ileri sürmekte.

14- Bkz:Ebubekir SİFİL, Modern İslam Düşüncesinin Fikri Ve Toplumsal Tahribatı, www.ebubekirsifil.com/makaleler,

Oryantalistlerin çoğunun İslam’ı incelerken izledikleri yaklaşım “tarihsellik”(15) yöntem ise “hermenötik”tir. Modernist ve reformist ilahiyat çizgisinin popüler önderi Fazlu’r–Rahman da “İslam” isimli yapıtında Hazret–i Kur’an’ı incelerken yaklaşım olarak “tarihselliğin” yöntem olarak ise “hermenötiğin” izlenmesinin kaçınılmaz ve vazgeçilmez olduğunu vurgular. Ve üstadı oryantalistlerin izini sürerek Hazreti Kur’an’ı salt bir tarihsel bir metin olarak ele almaya ve “Betti”nin hermönetiğini Hazret–i Kur’an’a uygulamaya kalkışır. Tarihî ve edebî tenkit ile ilgili disiplinler XVIII. Yüzyıl Aydınlanma Felsefesi’nin ürünüdür. T. Nöldeke’nin 1860’da yayınladığı “Kur’an Tarihi” buna dayalıdır. Nöldeke’nin çalışması Batı’da Kur’an konusunda en itibarlı eser olarak kabul edilmiştir.

Aslında oryantalistlerin ve Fazlu’r–Rahman gibi modernist ilahiyatçılarımızın yaptığı, XVIII ve XIX. yüzyılda tahrifata uğramış Kitab–ı Mukaddes’e uygulanan tenkid yöntemini Kur’an’a uygulamaya kalkmaktır. İlginçtir buradan hareket eden Fazlu’r–Rahman, Salman Rüşdi ve Dinler arası diyaloğun mimarlarından Watt gibi(16) “şeytan ayetleri iftirasını” savunmaktadır. Watt, “Muhammed Mekke”de adlı eserinde de bu hezeyanı genişçe işler. Watt’ı böyle düşünmesine şaşmamak gerek. Watt’ın bu görüşünün arka planında bize göre iki temel nedenden söz edebilir: ilki Watt’ın bir oryantalist olarak İslam’a olan garazı. İkincisi ise genel olarak Hıristiyanlıktaki özel olarak protestanlıktaki peygamberlik ve vahiy anlayışını İslam’a giydirmeye çalışması. (17)

Oryantalistlerin İslam dünyasını da derinden etkileyen görüşlerinin Müslüman kimlikli görünen kişilerdeki izdüşümü bizleri hayrete düşürmektedir. G. Von Grunebaum, P. Hitti, S. Wensink, P. Casanova, R.A. Nichkolson, H.Lammans, İ. Goldziher, J. Schacht gibi oryantalist/müsteşrik’lerin ilmî(!) fikirleri çok geçmeden aynı lafız ve vurgulamalarla, yaşadıkları coğrafyalarda büyük âlim diye addedilen Taha Hüseyin, Muhammed Abduh, Mahmud Ebu Reyye, Ali Abdurrazık, Fazlurrahman, Ahmet Emin, M.Hüseyin Heykel, Y.Nuri Öztürk, Seyyid Ahmed Han, Ahmet Akbulut gibi kişilerce savunulmaya başlanmıştır.

15- Tarihsellik, sosyal bilimlerde farklı tanımsal çerçeveleri olan bir kavramdır

16- Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, s. 40; aynı yazar, “Hazret–i Muhammed” İslam Tarihi, Kültür ve Medeniyeti, Ed., P. M. Hol, A. K. S. Lombton, B. Lewis, çev., Kurul, İst.–1988, Hikmet yay., I/51 vd. (Çeviren ve yayınlayanların bu iftiraya karşı bir not düşme zahmetine katlanmamış olmaları gerçekten esef vericidir.) Fazlurrahman’ın bu ve benzeri görüşlerinin tenkidi için bak:Ebubekir SİFİL,Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi-2, Kayıhan Yay.,İst-1999

17- Hıristiyanlıktaki vahiy anlayışı için bkz., Dr. Muhsin Demirci, Vahiy Gerçeği, İst.–1996, MÜİFV yay., s.

Örneklerle Oryantalistlerin iddiaları ve İslam dünyasındaki yankıları

1- Kur’an-ı Kerim’in  beşeriliği iddiası:

Oryantalistlere göre Kur’an, Hz. Muhammed’in  Arabistan’da yaşadığı hayatın etkisi altında yazdığı bir kitaptır. ”Müsteşriklerin Şeyhi” ünvanlı İ. Goldziher, Kur’anın Hz.Peygamber’in Yahudilik ve Hristiyanlık’tan rastgele derlediği bazı dökümanların yanı sıra olup biten olaylara karşı tavrını gösteren tarihi bir malzeme olduğunu, Kur’an’ın Hz.Peygamber döneminde tamamlanmadığını, daha sonraki nesillerin tamamladığını iddia etmiştir.(18) Yine bu konuda meşhur oryantalist H.R.Gibb şunları söylemektedir: ”Muhammed yaratıcı her şahsiyet gibi bir taraftan kendisini kuşatan dış çevrenin şartlarından etkilenirken, bir taraftan da toplumda o gün yaşayan ve egemen olan inanç ve düşünceler arasında yeni bir yol açmıştır..Başlangıçta Muhammed de yeni bir dine davetin sahibi olduğunu bilmiyordu. Belki Mekke halkının O’na olan muhalefeti ve devam eden düşmanlıkları Muhammed’i yeni bir din ilan etmeye götürmüştür..Kur’an, Araplar için tamamen yeni bir şey değildir.İçindeki ahiret inancı, cennet ve cehennemle ilgili ayrıntılarda tamamen Süryani Hıristiyanlığından alınmıştır…Muhammed’in kitabı da Mekke’deki hayatın bir yansıması yahut ifadesidir…”(19)

Kur’an-ı Kerim’in beşeriliği iddiası, İslam dünyasında tutmayacağı için oryantalistlerin peşinde giden İslam modernistleri, daha ziyade Kur’an-ı Kerim’in tarihselliği(!) üzerinde durmuşlar,. Nitekim Fazlurrahman, Kur’an’ın ahlâki denebilecek değerlerinin evrensel; siyaset, hukuk, ekonomi vs. gibi konulardaki hükümlerinin ise tarihsel olduğunu, o dönem Araplarına has olduğunu iddia etmiştir. Bakınız Fazlurrahman neler söylüyor: “Kur’an’daki yasama ruhu, hürriyet ve sorumluluk gibi genel beşerî değerlerin, her zaman yeni bir yaşama biçimine bürünmesi şeklinde açık bir yön ortaya koyduğu halde, Kur’an’daki fiilî yasama, Kur’an’ın indirildiği o günkü Arap toplumunu, başvurulacak bir örnek alarak almak zorunda kalmıştır. Bununla, Kur’an’daki fiilî yaşamanın ezelî olduğu kastedilmiş olamaz. Bunun Kur’an’ın kadîm oluşu ile de bir ilgisi bulunamaz. Durum böyle iken İslâm fakihleri ve kelamcıları çok geçmeden meseleyi karıştırarak Kur’an’ın hukukla ilgili emirlerinin; şartları, yapısı ve iç bünyesi ne olursa olsun herhangi bir topluma uygulanacağını sanmışlardır.”(20)

18- İ. Goldziher, Muhammedanische Studien, c.1, s.10-11, Daha geniş bilgi için bak:TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996

19- H. R. GİBB , Muhammedanism, s.27-38’den nakiller için bak: Muhammed El-Behiy, İslami Düşüncede Oryantalist Etki, Çev:İbrahim Sarmış, s.34-40, Ekin Yay.,İst-1996

20- Fazlur Rahman, İslâm, (Trc. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın), İstanbul 1981, sh. 47-48’den naklen Hamdi Döndüren, “Zamanın ve Şartların Değişmesiyle İslâmî Hükümler Değişir mi?”, İslâmî Edebiyat, Nisan-Mayıs-Haziran 2001, sayı. 33, s. 72-73

2-Sünnet ve Hadis İle İlgili İddialar:

İslam dini üzerinde az bir bilgi birikimine sahip olan kimseler sünnetin dolayısıyla hadislerin dine kaynaklık etmedeki önemini bilirler. Bu dinin merkez noktası ve dinin etrafında gezindiği eksen, sünnettir. Sünnet Kur’an’dan sonra ikinci kaynak, hakikatin güneşi ve hidayetin kaynağıdır ve bu konuda bütün Müslümanlar ittifak halindedir. (21)

Sünnet ve hadis kelimeleri, usulcüler arasında farklı tanımlar yapılmasına rağmen çoğunlukla birbirleri yerine kullanılırlar. Bir farkla ki hadis peygamberimizin peygamberlik dönemini kapsadığı gibi peygamberlikten önceki hayatıyla ilgili haberleri de kapsar(22). Bir başka deyişle sünnet, hadislerin, yani peygamber asrından nakledilegelen bilgilerin kanunlaşmış şeklidir. Sünnetin konumu bu olunca, İslam düşmanları hadisler üzerinde, hadislerin   delil olarak kullanımında ve güvenilirliğinde bir takım şüphe tohumları ekmeye başladılar. Kur’an-ı Kerim hakkında yaptıkları çalışmalardan elle tutulur bir fayda sağlayamayan oryantalist/müsteşrik’ler daha ziyade bu konulara kafa yormaya başladılar… Başarılı oldukları da söylenebilir.

İ. Goldziher’e göre hadis olarak kitaplarda rivayet edilen haberlerin Hz. Muhammed’le doğrudan bir ilgisi yoktur; bu rivayetler İslam’ın birkaç asır devam eden oluşum süreci içinde bu sürece katılan siyasi, ictimâi, iktisâdi vb. birçok faktörün belgeleridir. Bu bakımdan hadisler, İslamiyetin zuhuru ile ilgili değil, fakat daha sonraki devirlerde, bu dinin inkişafı ile ilgili vesikalardan ibarettir…(23) Goldziher’e göre her türlü mezhep, siyasi eğilim ve fırkaya mensup Müslümanlar kendi hoşlarına giden şeylerin yanında, başta Yahudilik ve Hristiyanlık olmak üzere çeşitli din ve kültürlerden aldıkları fikir ve sözleri bazen tanınamayacak kadar değiştirerek Peygamber’e söyletmişler ve bunu hadis olarak rivayet etmişlerdir.(24)

İ. Goldziher’in bu temelsiz ve ilmî dayanaklardan uzak bu görüşlerini kendine dayanak kabul eden ve hadis alanında fikir(!)leriyle ölçü alınan Joseph Schacht ise, fıkıhla ilgili hadislerin sahih olmadığını, bunların çoğunun üçüncü asır Müslümanlarının görüşlerini yansıttığını söyler. Daha da ileri giderek, Sahabe’den ve Tabiun’dan gelen fıkhî hadislerin, Peygamber’e nispet edilenlerden daha erken ortaya çıktıklarını savunur.(25)

21- Prof. Dr. Abdulkerim ZEYDAN , Fıkıh Usûlü, Çev: Doç. Dr. Rûhi ÖZCAN, s: 140, İstanbul 1993, M.Ü. İlahiyat Fak. yay.

22- Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, Hadis Usûlü, s: 11, Ankara, 1997, T.D.V. yay.

23- İ.Goldziher, Muhammedanische Studien, c.2, s. 5, Ayrıca bak: TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996, Mehmet Emin Özafşar, Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, s.26, Araştırma Yay., Ankara-1999

24– İ.Goldziher, Vorlesungen, s.37-42’den  TDV İslam Ansiklopedisi, c.14, s.108-11, İstanbul- 1996 25- J.Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence, s.3, Oxford, 1950 Yine J.Schacht, Introduction-İslam Hukukuna Giriş, çev:M.Dağ-A.Şener, s.45, A.Ü.İ.F.Y

Yukarıda zikrettiğimiz oryantalist/müsteşriklerin temelsiz ve ilmî dayanaklardan uzak bu görüşlerine “ mal bulmuş mağribi” gibi sarılanlar yine İslam modernistleri olmuştur. Üzücü olan Müslümanların hadislerle irtibatını kesmek için çaba sarf edenlerin sadece oryantalistler olmaması, Müslümanlardan batılılaşmış bir grup insanın da bunlara katılması ve bu zalimce eyleme bulaşmış olmasıdır.

Gelelim İslam dünyasına…1800’lü yıllarda Mısırda başlayan tartışmalar, başta Hind yarımadası olmak üzere alevlenerek tüm İslam memleketlerine yayılmıştır. Dikkat edilirse, o yıllarda Mısır ve Hindistan İngilizlerin işgali altındadır. Sömürgeciler, Hz.Peygamber’in Sünneti’ne savaş açma zarureti hissetmişlerdir. Çünkü Sünnet’i teşrî alanından uzaklaştırmanın ve bu sahadaki konumuna şüphe sokuşturmanın neticesinde Kur’an’a müdahalede bulunmak, çok daha kolay hale gelecektir. Sömürgeci güçler(özellikle Hind yarımadasında), cihadla ilgili hadisleri ve bazı sünnetleri inkara yeltenen Ehl-i Kur’an adlı bir grup oluşturdular.(26)

Mısır, bulunduğu konum ve müsteşriklerin özel ilgisi sebebiyle, bu tür tartışmaların orta yerindedir. İlk önce bu görüşlerin yaygınlaşmasını Müslüman iken Hristiyan olan sonra tekrar Müslüman(!) olan Mirza Bakır yapar. Arkasından Dr.Tevfik Sıdkî, Reşit Rıza’nın çıkardığı el-Menar dergisinde “El-İslâmu Huve’l Kur’ânu Vahdeh (İslam Kur’an’dan ibarettir)” başlığını taşıyan bir makale yazar ve burada Sünneti külliyen reddeder. Tevfik Sıdki’yi Ahmed Emin takip eder. Bilhassa İ. Goldziher ve Brockelmann’dan etkilenen Ahmed Emin, Sahih-i Buhari ve Müslim’deki bir çok hadisin uydurma olduğunu, muhaddislerin metinden ziyade isnad’a baktıklarını iddia eder. M. Abduh ve Reşit Rıza diğerleri kadar da açıktan olmasa da bu tür görüşlere destek olmuşlardır. Bu iki yazar, Sahabenin sünneti Kur’ân gibi kalıcı olur endişesiyle yazmadıklarını, kavlî sünnetinde belge değerinde olmayacağını dolayısıyla sıhhatinde şüphe olabileceğini iddia eder. Bu babtan olmak üzere o ikisine göre; İsa (a.s)’nın ahir zamanda nüzulü, Deccal ve Cessâse, Resûlullah’a (sallallahü aleyhi vessellem) büyü yapılması, mi’raç vb. hadisler, âhâd olduklarından ve akla ters düştüğü iddiasıyla inançta hüccet olmazlar.(27)

26-Bu ekolün asıl adı Gulâm Nebi el-Maruf b. Abdullah Cekralevî liderliğinde önce “Ehli’z-Zikru ve’l-Kur’ân” diye tanındığı sonraları Muhibbu’l-Hak Azim Abadi ve Seyyid Ahmed Khan’in destekleriyle güçlenip “el-Kur’âniyyûn” hareketi olarak şöhret kazandığı anlaşılmıştır

27- Dr.Cüneyt EREN, Tefsirde Anti Sünnet Hareketler, Yeni Ümit dergisi, 48. sayı, Mayıs-2000

Şimdi de büyük âlim diye lanse edilen Fazlurrahman’ın sünnet ve hadis noktasındaki görüşlerine bakalım: Fazlurrahman şöyle demektedir:”İlk dönemlerde hadislerin büyük bir kısmı nebevî hadislerin tabii olarak az olması sebebiyle Hz.Peygambere değil de sonraki nesillere dayanmaktadır..Gerçekten de hadis, bizzat Müslümanlar tarafından ifade ve görünüşte Hz.Peygambere isnad edilmiş özdeyişlerin toplamıdır..Nebevî Sünnetin içeriğini tarihen ve açık bir şekilde saptamak  ve belirlemek imkansız bulunmaktadır…”(28)

Fazlurrahman’ın görüşleriyle ilgili 2 cilt kitap yazmış olan Ebubekir Sifil, bakınız bu konuda şunları dile getiriyor: Hadislerin büyük çoğunluğunun Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra ortaya çıktığını iddia eden Fazlur Rahman, bizzat Müslüman alim, kadı ve yöneticiler tarafından yürütüldüğünü söylediği “hadis formüle etme” faaliyetinin, “hadis uydurmak” olmadığı görüşündedir. Gerekçesi de şudur:”Dikkat edileceği üzere, biz Hadis’i genelde tam olarak tarihî (yani Hz. Peygamber (s.a.v)’e ait) kabul etmemekle birlikte onunla ilgili olarak “Mevzu” ya da “Uydurma” terimlerini kullanmadık; ama onun yerine “ifade etme-formüle etme” terimini kullandık. Çünkü Hadis, söz olarak Hz. Peygamber’e ulaşmasa da, ruhu kesinlikle ulaşmaktadır.”(29)

Burada İslamî kaynaklara kesinlikle onaylatılamayacak bir iddialar demeti göze çarpmaktadır:

1. Hz. Peygamber (s.a.v)’e ait olan hadisler “tabii olarak” azdır.

2. Hadis külliyatının büyük çoğunluğu sonraki nesiller tarafından formüle edilmiştir.

3. Hadisi “formüle etmek”le “uydurmak” arasında fark vardır.

Birinci maddedeki “tabii olarak” ifadesini tırnak içine almamız sebepsiz değildir. Zira Fazlur Rahman’a göre Hz. Peygamber (s.a.v) esasen çok gerekmedikçe insanların işine karışmayan, hatta “içine kapanık, çekingen ve –yakışıksız bir durum sergilediği hakkında herhangi bir kanıt yok ise de– kadınlardan hoşlanan birisidir.(30) Buradaki peygamber telakkisi, bir “Müslüman”ın değil, daha çok İslam’a karşı önyargı ve kin duygularıyla kalem oynatan bir müsteşrikin kaleminden çıkmış gibidir ve –herhangi bir kaynağa dayanması şöyle dursun– tamamen vehim ve hayal ürünüdür.

28- Fazlurrahman,Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s.47-90, çev:Salih Akdemir, Ankara Okulu Yay., Ank-2001

29- Fazlurrahman ,Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, 84-6.

30- Fazlurrahman, Allah’ın Elçisi ve Mesajı, 43; Ana Konularıyla Kur’an, 186-9; İslam ve Çağdaşlık, 90.

İkinci maddede yer alan iddia, yine müsteşriklere ait bir iddia ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Hatta bu, Herald Motzky gibi çağdaş bir müsteşrikin, Goldziher ve Schact’a güçlü delillerle itiraz ettiği en önemli hususlardan birisidir. Bugün artık bu konunun ciddiye alınabilir bir yanının olmadığını bir müsteşrik bile söyleyebiliyorken, İslam kaynaklarından asla refere edilemeyecek böylesi iddialara tutunmak Müslüman araştırmacılar için “zul” olmaktan başka bir anlam ifade etmez.

Üçüncü maddeye gelince, tam anlamıyla traji-komik bir iddiadan ibarettir. Zira uydurma hadisler hakkında kaleme alınmış onlarca eserden herhangi birisinde bir kısım hadisler için Hadis imamlarından nakledilen “Anlam olarak doğrudur, ama Hz. Peygamber (s.a.v)’e aidiyeti sabit değildir” gibi ifadelere rastlamak son derece kolaydır. Tek başına bu durum bile Fazlur Rahman’ın, “hadis formüle etmek”le “hadis uydurmak” arasında fark bulunduğu yolundaki sözlerini ve bu sözlerin gerekçelerini tamamıyla geçersiz kılmaktadır. (31)

Dikkat edilirse müsteşrik/oryantalist ilim adamlarıyla, İslam modernistlerinin Sünnet/hadis noktasındaki görüşleri büyük oranda örtüşmektedir.

Müsteşriklerin, İslâmı kötü tanıtmaya yönelik bazı faaliyetleri

1- İslâmla ilgili her şeye çirkin tahminlerle yaklaşmak,

2- Müslüman bilgin ve devlet adamlarına su-i zan beslemek,

3- Müslüman toplumları dağılmaya hazır bir topluluk olarak kabul etmek,

4- İslâm medeniyetini küçümsemek,

5- İslâm toplumlarının ahlâkını bilmemekle beraber, kendi ahlâklarıyla mukayese etmek,

6- Kaynakları kendilerine uygun bir tarzda değiştirmek,

7- Kaynakları tahrif etmek,

8- Kaynaklardan bilgi alırken karıştırmak.(32)

31-bak. www.ebubekirsifil.com/ makaleler

32-Sıbai, Mustafa, İslam Hukukunda Sünnet, çev.Edip Gönenç, İstanbul 1981, s.188-189

Sonuç

AKLİ bir program olarak şarkiyat, kendisine planını çizen- misyonerlik ile onu besleyen sömürgeciliğin gayri meşru çocuğudur. O, mazideki hedefi uğruna hala çalışmakta devam ediyor. Şayanı dikkattir ki bu hedef, İslam akidesinin temelini dinamitlemek, bu akideye karşı olan düşünce ve anlayışı destekleyip, İslam akaidini yıkmak için müsteşriklikten nemalanan ve onun esaslarını yayan bir Şebeke teşkil etmekten başka birşey değildir. Bu fikri- şebeke, Müslümanlara tevarüs ettikleri ve önem verdikleri yüksek değerleri inkar eden, müsteşriklerin yeni bir çalışma tarzıdır. Müslüman milletlerin fikri bir şaşkınlık, ruhi ·bir boşluk ve daimi bir bocalamada olmalarını temin maksadıyla devamlı olarak çalışırlar. Ta ki bu suretle Müslümanlar arasında, tarihlerini inkar eden yeni bir nesil yetiştirmeye ve İslami topluluklara kendi dinleri ve itikadları hakkında Garbın garib anlayış ve tasavvurlarım kabul ettirmeye muktedir olsunlar. (33)

Büyüklerin sözleri büyük olduğu gibi davranışları da büyük olur. İslam anlayışında büyüklük mevki, rütbe ve makam gibi şeylere bağlı değildir. Kur’an da ”Allahın yanında sizin en şerefliniz muttaki olanınızdır. ”(34) buyrulmaktadır. Peygamberler herzaman mütevazi ,sultanlar ve filizofların ekseriyeti de mütekebbir olarak yalamışlardır. Hülasa olarak biz Müslümanlar,müsteşriklerin bu acımasız ve gaddar faaliyetlerine karşın eski maneviyatımızı ve İslami ruhun bakiyelerini ihya etmek,onlara yeni bir canlılık kazandırmak süretiyle cevap vermek mecburiyetindeyiz.

33-Dr. İrfan Abdulhamid , Müsteşrikler ve İslam ( Bağdat Üniversitesi şeria Fak.Felsefe ve Akaid Kürsüleri Hocası)

34-Hucurat Süresi 14.

Kaynaklar:

1-Oryantalistler, Memamlik-i Osmaniyye-yi Keşfe çıkan Oryantalistler. Ahmet Tahir Dayhan

2-İngiliz Casusunun İtirifaları , M.Sıddık Gümüş

3-Oryantalizm , Dia.İslam Ansiklopedisi Yücel BULUT

4- Oryantalizm, Edward Said Tercüme Selahaddin Ayaz

5- Oryantalizm, Batuhan Çolak . www.batuhancolak.com

6- Edward Saidin Oryantalizm Eserinin değerlendirilmesi ve Saide yönelik eleştiriler, Ayşe Çoban www.aysecoban.com.tr

7-İslamda Modernleşme ,Bedri Gencer

8-Oryantalizm Üzerine notlar, Ali Şükrü Çoruk makalesi

9-Müsteşrikler , Dia.İslam Ansiklopedisi Prof.Dr. Suat Yıldırım

10-Müsteşrik ,İhya Org. Ansiklopedisi Sami Şener

11- Oryantalizmin doğuşu ,Maxime Rodinson. Çeviri Ahmet Turan Yüksel . Marife dergisi Kış 2002

12-Oryantalizm ve dinde Reform meselesi,www.bayzan.net

13-Hıristiyanlık Propafandası ve Misyonerlik faaliyetleri, Diyanet işleri Başkanlığı s.25

14-Modern İslam düşüncesinin Fikri ve Toplumsal tahribatı, Dr.Ebubekir Sifil www.ebubekirsifil.com/makaleler

15-Müsteşrikler ve Hz.Peygambere bakışları, Prof.Dr.Ibrahim Bayraktar. Atatürk Ünüversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi yıl 2004 sayı 21

16-Dr.Abdulhak Djebbar, Cezayir Alimler birliği Y.K.Üyesi ve Oran Üniversitesi eğitim görevlisi Röportaj aralık 2015

17-Müsteşrikler ve İslam, Dr.İrfan Abdulhamit Bağdat Üniversitesi eğitim görevlisi Tercüme Avni İlhan İslam Medeniyeti Aylık Mecmua sayı 9

18–Yeni Oryantalizm, Prof. İan Almond / Berlin ve İstanbulda yazılmış bir eserdir.