Değişim Şart mı?
Kenan EROĞLU
…Odgurmuş: Genelde karşılaşırız veya muhatap oluruz; Her zaman, her yerde rastlar ve duyarız,
“Değişim şart”
“Değişime ayak uydurmak gerek”
“Değişim ve gelişime açık olmak lazım”
“Değişime ayak uyduramayanlar yok olurlar”
“Değişimi anlamamak gericiliktir”
Vs. vs. denilir. Gerçekten değişmemiz şart mı?
…Ögdülmüş: Evet ne yazık ki siyasiler başta olmak üzere, eskiden de basının ve köşe yazarlarının temel tez olarak işledikleri bu. “Değişim şart”. Her fırsat ta söylenir, ileri sürülür ve milletin değişmesi için öngörülürdü.
Herhangi bir patinin Genel Başkanlığına aday olanlar, herhangi bir yerde seçime giren adaylar, gidişattan memnun olmamak adına “değişim” vaad ederler, seçimi kazanmaları halinde büyük bir değişime yol açacaklarını, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını vs. belirtirler.
“Değişim şart, değişmek gerek”.
Sıradan bir vatandaş, gecekondu da oturan dar gelirli bir ailenin umut dolu ancak gelecek endişesi taşıyan genç çocukları, tek maaşlı memurun çocukları veya sokaktaki bir insan, her gün yapılan değişim propagandası karşısında şaşkına dönenler acaba değişimden ne anlıyorlar? Onlar için değişim, içinde bulundukları hayatın daha iyiye mi, yoksa daha kötüye mi gideceği ilk anda pek anlaşılmayan ve bilinmeyen bir durumdur. Değişimin ne getireceği, ne götüreceği kestirilemez. Değişimden söz edenler genellikle parlak bir gelecek vaad ederler ve-fakat esasında dar gelirli insanlar fazla değişimden yana olmak istemezler çünkü değişimin kendilerine ne getireceğini, kendilerinden neler götüreceğini kestiremedikleri için ellerindekini de kaybetme ihtimalini hep hesaba katarlar.
Gelir düzeyi yüksek, “unu kuru tuzu kuru” diyebileceğimiz insanlar için de durum aynıdır. Onlar da değişimden yana tavır koymazlar. Çünkü değişimin o insanlara da ne getireceği, ne götüreceği en azından şimdilik belli değildir. İstenen değişim sonucu ellerinde bulunan değerleri de kaybetme ihtimaline karşı, değişimci hareketlerin içinde pek fazla yer almazlar. Uzaktan destekliyor gibi görünürler, ama değişim hareketlerinin içinde fazlaca bulunmazlar aktif olmazlar.
Değişimin öncülüğünü yapan basınımızın, sayfalarında veya köşelerinde, eklerinde görülen ve topluma değişim adına sundukları renkli hayatlardan başka örnek görülmüyor. İnsanlara sunulan değişim: Basın yayın organlarımızca; daha çok eğlence, daha çok tatil, daha çok alışveriş, daha çok serbesti ve daha çok eleştiri. Ve ardından daha çok devlete başkaldırı ve isyan düşüncesi olarak görülüyor.
Değişmek lazım. Daha çok tenkit etmek lazım. Değişmek lazım, eskiyi ve eski düşünceleri değiştirmek lazım ki çağ yakalansın!
Çağdaş olmanın yolu eskiyi ve geçmişi (özellikle de kendi geçmişimizi) reddetmekten geçiyor gibi algılanıyor. Veya öyle takdim ediliyor.
…Odgurmuş: Peki… Değişim şart mı? Değişmeden olmuyor mu?
Değişelim ama ne için ve nasıl değişelim? Neden değişelim? Kime benzeyelim? Ayrıca, mutlaka değişmek gerekiyor mu?
…Ögdülmüş: Esasında değişim taraftarı olarak görünen ve fildişi kulelerde oturan, milleti hizaya getirmek ve bir kalıba sokmak için çaba sarf eden basınımızın televizyonlarımızın köşelerinde çöreklenmiş bulunanlar, bu değişimi kendileri için istemezler, değişim şart derken kendilerini kastetmezler, değişmesi gereken kendileri değildir. Kendilerinin dışında olan herkes değişmelidir. Özellikle de onlara göre “cahil ve geri” olan halk değişmelidir. Bu istenen değişme de halkın kendi menfaatleri ve geleceğinin daha iyi olması yönünde olmayıp, gelişim, değişim bayraktarlığı yapan ve isteyenlerin kendi düşünceleri ve istekleri doğrultusunda bir değişimdir.
Ya da, vatandaş sorar, “beni neden değiştirmek istiyor”, “benden ne istiyorlar”, “kime benzememi bekliyorlar”. “Basınımızın köşe başlarını işgal eden solcularımız, laiklerimiz, ulusalcılarımız benim nasıl olmamı istiyorlar”?
“Ben neden başkasına benzemek zorundayım”, “neden beni olduğumdan başka bir şeye benzetmek istiyorsun”?
“Benim kendi kendim olmam gerekmiyor mu”?
Tamam. Bazı şeyleri almalıyım. Bazı yenilikleri uygulamalıyım.
Yapılan uygulamalar sonucu iyi sonuç veren şeyleri belki bende uygulayabilir, iyi neticeler elde edebilirim. Ama topyekûn değişmek gerektiği acaba nasıl bir sonuç doğurur.
Ben, ben olmaktan çıkar, taklitçi olmaz mıyım.? Maymuna dönmez miyim.?
O zaman, taklit ettiğim şeyin üstün olduğunu kabullenmiş olmaz mıyım?.
Ve ben o zaman ne olmuş olurum? Maymun mu? Taklitçi mi?
Dünyada ki gelişmiş ülkeler acaba değişerek mi geliştiler-güçlendiler. Yoksa çalışarak mı geliştiler- güçlendiler.
Japonlar, Almanlar, İngilizler ve birçok gelişmiş ülkeler değişerek mi bu duruma geldi. Yoksa çok çalışarak mı?
Bu işte bir terslik var gibi görünüyor. Eskiyi değiştirerek terk edince yeniyi nasıl yerleştireceğiz. Eski geleneklerin yerini yeniler nasıl alacak, ya da ne kadar zamanda alacak.
Tanzimat’tan beri değişim rüzgârına kapıldık ve değişe dönüşe bu güne geldik, ama ne yazık ki hala değiştiğimiz-dönüştüğümüz söylenemez. Bunca zaman zarfında “Kökü mazide olan ati” olamadık. Şimdi değişip ne batılı olduk, ne de doğulu ve kendimiz gibi kalabildik.
Değişim hayatın gerçeği, ancak bâzı şeylerin hiç değişmemesi de yaratılışın temel prensibi… Aslolan Ahmet Cevdet Paşa’nın dediği gibi; “Bekâ içinde yenilenme, yenilenme içinde bekâ…”; yâni “Değişerek aynı kalmak ve aynı kalarak değişmek…”
“…. Türkiye’de değişmelerin başarısızlık sebeplerini araştıracak olursak, başlıca iki amilin bu hususta esas rolü oynadığı görülür. Bunlardan biri yeni ve yabancı medeniyetin dayandığı rasyonalist veya pozitivist zihniyet, diğeri de Türkiye’deki değişmenin esas itibariyle zorlayıcı –içerden ve dışarıdan– bir karakter kazanmasıdır. Batı medeniyetinin pozitivist tavrı o’nu yanlış anlayan münevverin geleneksel kültüre cephe almasına ve halktan kopmasına, mecburi kültür değişmeleri de değiştirme teşebbüslerinin ters neticeler vermesine yol açmıştır. “ (Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Erol Güngör, Ötüken Neşriyat İst. 1978 S: 41)