İYİ İNSAN YETİŞTİREMİYOR MUYUZ?
(Odgurmuş ve Ögdülmüş)
Kenan EROĞLU
Odgurmuş (1): Hep hayıflanırız. “Bizde adam yetişmiyor”. “Yaptığı işi hakkıyla yapan insanımız yeteri kadar yok” deriz. Biz gerçekten yeteri kadar adam yetiştiremiyor muyuz?. Bu gün adam yetiştirme konusu üzerinde durabilir miyiz?
Ögdülmüş (2): Evet tabii ki durabiliriz. İlk önce ve her şeyden önce bu iyi insan yetiştirme konusu üzerinde çok çok durulması gereken bir konudur. Nerdeyse her işi bırakıp insan yetiştirme konusunu ele almalıyız. Çünkü her işin başı ve sonu iyi insan yetiştirmekten geçer. İyi insan yetiştirmediğiniz müddetçe, ne kadar plan yapsanız, ne kadar proje yapsanız, ne kadar imar ve ibate işleri yapsanız. Yapılan tüm işler hep yarımdır ve hep verimsizdir. Maalesef biz bu konuya yeteri kadar önem vermiyoruz.
Odgurmuş: Biz bu konuda neden başarılı olamıyoruz?
Ögdülmüş: Şurası bir gerçektir ki çok uzun yıllardır iyi insanı yetiştirmediğimizin farkına henüz varamadık. Tanzimat fermanı ile birlikte batıya yöneldiğimizde, o güne kadar kendinden emin olan insanımızda tereddütler oluşmaya başladı. Batının ilerleyişi karşısında pek çok aydınımız kafa yormuş, bazıları batının her şeyiyle taklit edilerek başarılı olacağımız tezini savunurlarken, kimi aydınlarımızda eskiye dönersek, Kanuni zamanındaki gibi hareket edersek, kendi kaynaklarımızdan beslenirsek daha başarılı olacağımız kanaatini ileri sürdüler. Fakat geçen zaman içerisinde, Batıya tahsil için gönderilen genç insanlarımız, batının ilerleme sebepleri üzerinde durarak, ilim ve teknik metotlarını almak ve öğrenmek yerine, batılının giyim kuşam ve sosyal hayatını almayı tercih ettiler.
Dolayısı ile batıya gönderilen insanlarımızın pek çoğu birer batı hayranı olarak geri döndüler.
Odgurmuş: Peki, dürüst, çalışkan, başkalarının haklarına riayet eden insanı yetiştirmek için ne yapmamız gerekiyor.
Ögdülmüş: Sevgili kardeşim, bunu bir misalle sana açıklamaya çalışayım. Malum olduğu gibi; Fatih Sultan Mehmed’in Edirne çarşısında esnafla yaptığı görüşmeyi hepimiz bilir, gururlanır, iftihar ederiz. “çok büyük bir fazilet örneği, biz böyle düşünen bir milletten geliyoruz” deriz. Atalarımızla gurur duyduğumuz gibi Fatih Sultan Mehmed’i yere göğe sığdıramayız. Atalarımızın örnek yanlarını her zaman takdirle karşılayarak çevremizdekilere de zaman zaman bunları örnek veririz.
Fakat şurası da bir gerçektir ki; Fatih gibi, Edirne esnafı gibi olmayı, onları kendimize örnek almayı ise pek düşünmeyiz.
Fatih nasıl bir insandı, Ne yer ne içer nasıl yaşardı. Nelere inanır, neleri bilirdi, neleri bilmezdi, neleri okudu hangi tahsilden geçti onun üzerinde hiç durmayız.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetti çağ açtı çağ kapattı. O’nu büyük cihangir, büyük mareşal ve büyük lider olarak görürüz.
Bu büyük insan nasıl yetişti? Nasıl bir tahsil gördü? Hangi dersleri aldı? Neleri okudu? Neleri öğrendi? hiç onlara bakmayız.
Ayrıca, o günkü Edirne esnafları nasıl insanlardı? O esnafları bu şekilde konuşturan duygu, inanç neydi?
Bu dürüstlük, bu tevazu, tok gözlülük, komşusunu düşünen insanlık nereden geliyordu?
Bu esnaflar nasıl yetişti? Hangi mahalle mektebinde, tekkede, zaviyede tahsil gördü, neleri öğrendi, neleri biliyorlar, nelere inanıyorlardı?
Bütün bunlara bakmadan, bu durumlar üzerinde kafa yormadan, sanki bütün bunlar sadece konuşmak ve övünmek içindir. Veya nutuklarda daha etkili olmak için söylenir.
İşin esasına hiç eğilmiyor. Hiç düşünmüyoruz.
O insanların inançları üzerinde hiç kafa yormayız.
Aslında, Fatih’i İstanbul kapılarına getiren güç, inanç ve irade üzerinde düşünmemiz, bu konu üzerinde kafa yormamız gerekir.
Hâlbuki bu insanlar bizim insanlarımız ve biz de bu milletten geliyoruz, Onlar bu kadar idealist ve dürüst iken biz neden onlar gibi olamıyoruz diye düşünmemiz gerekir. Tarih ders almak için vardır, Tarih ve tarihteki bilgiler tozlu raflarda kaldığı müddetçe “tarih tekerrür edecektir”. Tarihimizden ve tarihi şahsiyetlerimizden dersler çıkartmalı onları kendimize örnek almalıyız. Bunu başardığımız takdirde ileriye doğru yeni hamleler yapacak gücü kendimizde bulur yeni Fatih’ler yetiştirebiliriz.
Osmanlı’da eğitim beşikte ninnilerle başlıyordu, daha sonrada kalabalık aile içinde çocuk bu erdem-gelenekleri büyüklerle birlikte yaşayarak öğreniyordu. Tekerlemeler, çocuk oyunları, masallar, hikâyeler, köy odalarında okunan “Muhammediye”, “Hz. Ali cenkleri”, “Battal Gazi cenkleri” gibi kitaplar her biri birer eğitim ve öğüt doluydu. Çocuk bunlarla yetişiyor, geniş aile içinde terbiye ediliyordu.
Bugünkü eğitim sistemimiz ne yazık ki bu kadar kaliteli insanı yetiştiremiyor, orada burada yetişen iyi insanlar ise birer imalat hatası olarak yetişiyor. Çevremizde böyle bir esnafa rastlamak ne yazık ki pek mümkün değil.
Şimdiki sistemimiz ne “Fatih” yetiştirebiliyor, ne de Edirne’deki komşusunu düşünen “esnaf” ı.
Milli meselelerde hassasiyet gösteren insanların bu gibi konulara kafa yormanın yanı sıra, o insanlar gibi insan yetiştirmenin yollarını aramalıdır.
Odgurmuş: Teşekkür ederim, durumu çok güzel özetlediniz.
Ögdülmüş: Toparlayacak olursak. Batıyı ya da başka bir ülke sistem ve insanını taklit edip onlar gibi olmak yerine, kendimiz gibi olmalı, kendi değerlerimize sahip çıkmalı, geçmişte iyi ve dürüst insanı yetiştirirken o insanların ruhuna üflenen ateşi bizde üflemeliyiz. Milletimizin büyüklüğünün farkına varmalı tarihte insanlık ve adalet adına neler başardığımızı iyi incelemeli kısaca kendimize dönmeliyiz..
Sözün Özü:
“Fatih’e düşen görev maddeyi îmâr idi,
Fatih’i “Fatih” yapan mânevî mîmar idi…”
…………
Odgurmış (1): Kanaat – Akıbet- Afiyet
Ögdülmiş (2): Akıl – Ululuk
Kadim Kitabımız olan “Kutadgu bilig” de geçen iki şahsiyet: