Sanat ve Sanatçıya Önem Verilmez
Kenan EROĞLU
Odgurmuş: Bizde genellikle, “ne sanata ne de sanatçıya pek önem verilmez” denilir. Gerçekte durum böyle midir? Bu konuda ne söyleyebiliriz?
Ögdülmüş: Sizin de belirttiğiniz gibi ülkemizde sanata ve sanatçıya pek önem verilmez denilir. Bu ne kadar doğrudur, bunu tartışmak lazım. Ardından da başka cümleler ilave edilir, Sanata ve sanatçıya önem verilmeyince de sanatçılar kayda değer, önemli ve büyük eserler veremezler. Malum “marifet iltifata tabidir.”
Burada şu hususa dikkat etmek gerekir. Sanatçılar iyi eser üretemedikleri için mi ilgi görmezler, ya da sanatçılar ilgi görmediklerinden mi iyi eser üretemezler. Bu durum tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar tekerlemesine benziyor. Osmanlının son dönemlerinde yetişen büyük sanatçılarımıza baktığımızda ve günümüzle kıyasladığımızda bu gün için kayda değer bir sanatçı yetiştiremediğimiz ve kayda değer bir eser veremediğimiz doğrudur.
Bir sanat eseri gördüğümüzde, “aa ne kadar güzel olmuş, sanatçı bayağı uğraşmış” vs. diyerek takdir duygularımızı ifade ederiz.
Fakat şurası da bir gerçektir ki; Sanatın, sanatçının ve sanat eserlerinin bizim dünyamızda pek yeri yoktur. Bunun nedenleri üzerinde durmak gerekir. Herhangi bir sanat eseri karşısında belki de ayıp olmasın diye takdir duygularını ifade eden cümleler kurulur. Fakat o eser esasında pek bize hitap etmez. Günümüz sanat dünyasına verilen eserler de böyle değerlendirilmelidir. Esere bakan kişi kendinden bir şeyler bulmalıdır. Cumhuriyetle birlikte önemli hale gelen ya da teşviklerle o hale getirilen “soyut resim” yapma eğilimi artmıştır. Bu gibi resimlere ise halkımız ne yazık ki ilgi duymamaktadır. Batıyı körü kötüne taklit ederek yapılan veya batıdaki akımları körü körüne takip eden eserler verilmiş olması toplumu düşünce yapısına ne yazık ki uymamaktadır.
Cumhuriyet döneminde, son Osmanlı ressamlarından sonra ve onlar seviyesinde öyle kayda değer sanatçı yetişmedi, eser de verilemedi. Güzel sanatlar okullarında çağdaş resim, modern resim adı altında bir takım karalamalara değer verilirken, Osmanlının son döneminde yetişen ünlü sanatçılarımız; Osman Hamdi, Hoca Ali Rıza, Şeker Ahmet Paşa ve Hasan Rıza örnek alınmadığı için bunlar ayarında yeni sanatçılar çıkmadığı gibi dünya çapında da pek sanatçı yetişmedi.
Odgurmuş: Hâlbuki piyasada pek çok “sanatçı” olarak bilinen insan var.
Ögdülmüş: Evet piyasada ressam ve sanatçı adında pek çok insan var fakat biz, çağdaş olmanın yolunun milli, mahalli ve özgün olmaktan geçtiği halde biz bunu anlayamadık, bu yola giremedik.
Çağdaş, modern ressam diye magazin dünyasında boy gösteren bazı ressam ve sanatçılar, kendileri bile yaptıkları sanatlarına değer vermez, politik düşüncelerini ön plana çıkararak toplumda kendileri hakkında olumsuz düşüncelere sebep olmaktadırlar.
Odgurmuş: Peki eskiden, yani Osmanlı’da sanat ve sanatçı nasıldı? Ya da nasıl sanat yaparlardı?
Ögdülmüş: Bizde yani Osmanlı’da eskiden sanata da sanatçıya da, sanatçı da sanatına pek önem verir, huşu içinde ve bir ibadet titizliğinde sanatlarını icra ederlerdi. Eski sanatçılar yaptıkları eserlerine isimlerini yazdıklarında, bunu eserin en görünmez yerine yazarlar, genellikle de isimlerinden önce ise “Abdullah” (Allah’ın kulu), veya “fakir” gibi sıfatlar kullanırlardı. Hatta büyük şaheserler meydana getiren Mimar Sinan, yaptığı eserlerin altına imza atarken eserinin en görünmez yerine “güçsüz karınca” tabirini kullanmıştır. Şimdiki sanatçılar gibi isimlerini yaptıkları resmin en güzel yerine ve insanın gözüne sokarcasına iri harflerle yazmazlardı.
Hatta hat sanatçıları, otururken ayaklarını yazı yazacağı boş kâğıda doğru dahi uzatmaz, kâğıda doğru yatmazlardı.
Mürekkep bulaşmış elleriyle tuvalete girmezler, ellerini yıkamadan bu işe devam etmezlerdi. Bir ibadet vecdi ve huşu içinde işlerini yaparlardı.
Bizim kadim kültürümüzde sanat ve sanatçı böyle davranırdı, yaptıkları eserlerde hayranlık uyandırırdı.
Şunu da zikretmeden geçemeyeceğim. Bazı sanatçılar bizde neden Roma’da olduğu gibi, Yunan heykellerinde olduğu gibi bizde neden heykel vs. yok derler.
Hâlbuki sanat deyince akla sadece heykel ve yağlı boya tablolar gelmemelidir. Divriği Ulu Cami bir başka açıdan bakıldığı kadarıyla bir sanat şaheseridir. Ayrıca Mimar Sinan’ın eserleri de birer sanat şaheseridir. Hatta ayrıca Vefat edenler için yapılan mezar taşları da birer sanat şaheseridir.
Biz ne yazık ki olaylara batı penceresinden ve batı kafasıyla baktığımız için, kendi şaheserlerimizi batının ölçülerine göre değerlendirmeye tabi tutuyoruz. Bu çok yanlış tutumdur.
Odgurmuş: Efendim, sanat demişken sanatın bir dalı olan Sinemaya ve tiyatroya gitmek gerekir denilir. Sanki sinema ve tiyatro çağdaşlığın olmazsa olmazıdır diye takdim edilir.
Ögdülmüş: Evet bu konu üzerinde bende duruyorum. Sık sık etraftan da duyuyoruz veya basınımızın köşelerine yazılıp çiziliyor;
“Çağdaş insan sinemaya, tiyatroya gider”
“Sinema ve tiyatro çağdaşlığın gereğidir.”
“Hiç olmazsa ayda bir kez tiyatroya gitmeli.”
“Sineması olmayan şehir-kasaba olur mu?”
Vs. vs.
Bu ölçüyü kim koymuştur kim karar vermiştir bilinmez ama tiyatro ve sinema olmadan da çağdaş olunabilir sanırım. Bu gibi düşüncelerle insanları sinemaya ve tiyatroya yönlendirmek için çaba sarf edenler kimlerdir diye baktığımızda, kendilerinin çağdaş olduklarını iddia edenlerle, sinema yapan, tiyatro yapanların, sinema ve tiyatroyu daha çok teşvik ediyor olmaları dikkat çeker.
Bunlar; hem kendileri sinema ve tiyatro yapıyorlar ve de yine kendileri teşvik ediyorlar. Yaptıkları sanatın aleyhinde bulunmaları ve teşvik etmemeleri elbet düşünülemez. En nihayetinde bu meslekten kendileri para kazanıyorlar. Ama bu sanat dallarını ülkemizde sol ele geçirmiş olduğu için insan ister istemez tereddüt ediyor.
Odgurmuş: Sanatın solu sağı mı olurmuş?
Ögdülmüş: Elbette olur. Her gurup kendi inandığı değerleri çeşitli yollarla halka mal etmeye çalışıyorlar. Fakat şurasını da kabul etmek gerekir ki; Sol bu milleti çok sevdiğinden bu teşviki ısrarla yapıyor diye bakmak biraz saflık olur. Kendi yaptığı ve cümle aralarına, sahne aralarına yerleştirdiği slogan ya da olumsuz değerleri vermeye çalıştığı ve oynadığı eserleri ve bir takım soytarılıkları bizim sevmemizi istiyor. Neden? Çünkü kendince sanat! Yapıyor, bu iki sanat türünü propaganda aracı olarak kullanıyor. Yaptığı film ve tiyatrolarla, Türk Milletinin değerlerine ters davranışlar sergilemekten geri kalmıyorlar. Yaptıkları iş ilgi görmezse para kazanamaz, o sektör hayatta kalamaz. İlgi çekmek için de olmadık şeyler yapıyor, gerçekleri çarpıtarak daha çok tartışılmasına ve ortaya koydukları eserin merak edilmesini sağlıyorlar.
Bizdeki sanatçıların yaptıkları sanat-sinema konusunda şöyle geriye doğru bir bakalım. Sinema eserlerinde ortaya koydukları ve yerleştirmek istedikleri durumu düşünelim ve soralım? “Patron”, “iş adamı” deyince aklımıza ne geliyor: Çocukluktan beri gittiğimiz filmlerde işlenen konulardan edindiğimiz fikirlere göre patron: “kel kafalı, göbekli, yanında çalıştırdığı kadınlara her zaman göz diken, hovardalık yapan, bar ve pavyonda para harcayan, mutlaka bir metresi olan insan” geliyor aklımıza. Neden? Çünkü sinemayı ellerinde bulunduran insanlar bu konuyu hep böyle işlediler ve insanımızın kafalarına her zaman zalim ve kötü olan böyle bir patron modeli kazıdılar.
Ayrıca iş adamı-patron: “İşçilerini ezen, çok çalıştıran onların hakkını vermeyen, kazandığı paraları bar-pavyonda yiyen, yanında çalışan insanları sömüren, işten çıkaran, kiralık ve silahlı adamlarıyla grev kıran, işçileri korkutan, iş güvenliğini, işçinin sağlığını hiç düşünmeyen bir adam” olarak tanıtıldı. Öyle değil mi?
Odgurmuş: Evet öyle, bakın şimdi siz söyleyince hep aklıma geldi. Demek ki bizler dikkat etmeden bakmışız o filmlere.
Ögdülmüş: Yine köy filmlerinden hatırlarız: Tüm filmlerde konu hep ağa maraba-köylü kavgasıdır, “ağa acımasızdır, astığı astık, kestiği kestiktir, yanında çalışan kadın ve genç kızlara göz koyar, istediği bir kadın varsa ne pahasına olursa olsun onu alır. Çoluk çocuk demeden acımasızca çalıştırır, sokağa atar, tarlada çalıştırır”.
Köyde ve kasabada geçen basit aşk filmlerinde bile bu tiplere özellikle yer verilerek, insanlarımızın kafasına çatışma fikri hep işlendi. vs. vs.
İdeolojik propaganda aracı olarak kullanılan sinema ve tiyatro bu bakımdan milletimize ne vermektedir, gelişme ve kalkınmamıza ne gibi bir katkı sağlamaktadır düşünmek lazım.
Sanat için, insanları bilgilendirip aydınlatmak, ders almak, ders çıkarmak gibi işlevleri de olması gereken tiyatro ve sinema ne yazık ki bu halktan kopuk hatta halkını geri ve sürü gören bir zihniyetin elinde bir propaganda aracı olarak kullandılar. Hala da kullanıyorlar. Ülkemizde sanat bu milletten yana olmayan seviyesiz insanların elinde oyuncak haline gelmiştir.
Sormak lazım; Arada sırada tiyatro ve sinemaya giden insanların kendilerine sinema ve tiyatro ne gibi bir değer katmaktadır. Bunu merak etmemek te mümkün değildir.
Kâinat Kitabı’na ibret nazarıyla bakmamıza mâni olanlar, bizleri “kendi oyunlarıyla” oyalamak ve “kuşa baktırmak” için tiyatro ve sinemayı salık veriyorlar.
“Medeniyetin ruhu güzel sanatlardır; onlar hastalanınca medeniyet can çekişmeye başlar.”