Kenan EROĞLU: Ziya Gökalp; Eşsiz İdealist

ZİYA GÖKALP: EŞSİZ İDEALİST (*)

Kenan Eroğlu 

Bir süreden beri Büyük Mütefekkirimiz Ziya Gökalp konusunda hem yakın çevrelerinin dilinden, hem de onun dostlarının onun hakkındaki düşüncelerini aktarmaya çalışıyorum. 

Gördüğüm kadarıyla biz Ziya Gökalp’ı yeterince tanımıyor ve anlamıyoruz. O kendi döneminde Türk Milletinin milli şuura erişmesi yolunda önemli bir mücadele vermiş ve bu doğrultuda çalışmalar yapmış, makaleler yazmış, pek çok eser yazmıştır. 

Ölmeden önce de, Ölümünden sonra da pek kıymeti bilinmeyen ve fakat Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, Ziya Gökalp Cumhuriyet’in ideologu olarak belirtilmesine rağmen, Gökalp’ı ölümünden sonra rejimle barıştırma endişesinin bir tezahürü olarak görülmelidir. 

Biz O’nun vefatından sonra 30 seneyi aşkın, hiçbir şekilde hatırlanmayan, Üniversitedeki adının silinmesi ve ayrıca bastırılmak üzere ailesinden alınıp bir daha geri verilmeyen ve hatta bu güne kadar da basımının da yapılmadığı ayrı bir gerçektir. 

Bu gün size 1965 yılında Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü tarafından yayınlanan “Türk Kültürü” dergisinin Ziya Gökalp Özel Sayısında yayınlanan makalelerden biri olan Ahmet Emin Yalman’a ait düşünceleri aktarmak istiyorum. 


          ““Ahmed Emin Yalman
1914 Ağustosunun sonundaydı. Birinci Cihan Harbi kopmuştu. Tam o sarada ben, Amerika’daki dört yıllık Sosyoloji, Tarih ve Ekonomi tahsilimi tamamlamış, vazife görmek üzere yurda dönmüştüm.

Tahsilimi Maarif hesabına yaptığım için oraya başvurdum, benden ne gibi bir hizmet beklendiğini sordum. Bakana danıştıktan sonra şunu tebliğ ettiler: “Sosyolojide Ziya Gökalp beye, Felsefe Tarihi dersinde Mehmet Ali Aynî beye, Mülkiyenin İstatistik dersinde Hasan beye muavinlik edeceksiniz”.

Ben kendimce ana vazifemi Sosyoloji diye kabul ettim. Şöhretini duyduğum; kendisinden çok şeyler öğreneceğime emin bulunduğum Ziya Gökalp’i ziyarete koştum.

Ziya Gökalp, o sırada, yalnız Üniversitenin –o zamanki adiyle Darülfünunun– Sosyoloji Profesörü değildi. Memleketin kaderine hâkim olan Ittihad ve Terakki Cemiyeti Umumî Merkezinin en nüfuzlu üyesi idi, her tavsiyesi yerine gelirdi. Bu tavsiyelerde hiçbir zaman şahsî bir hedef taşımaması, tam bir feragat içinde yaşaması dolayısiyle kendisine çok saygı gösterilirdi.

Karşılaştığım zaman ilk intibaım şu oldu: Şimdiye kadar gördüğüm insanlardan hiçbirine benzemeyen müstesna bir idealistin, bir vatanseverin, kendini bilgiye, insanlığa ve yurda adamış bir mukaddes mahlûkun muhitine girmiştim…

İki yıl müddet muavin sıfatiyle kürsüde yanında oturdum. Ziya Gökalp’i yakından tanımak ve tetkik etmek fırsatını buldum. Ders verirken, bazan kendine mahsus bir âleme dalar, sözünü keser, düşünürdü. Bu haline bakınca, hareketsiz bir insan olduğu zannı uyanabilirdi. Hâlbuki Ziya Gökalp, inandığı idealleri gerçeğe çevirmeğe çalışmak bakımından en dinamik bir akıncı idi. O zamanın harp yüzünden bir kat daha taş kesilmiş cemiyeti içinde eskiye, küflüye, kötüye karşı isyan bayrağını açmıştı. Tam mânâsiyle modern ve laik bir Türk cemiyeti istiyordu ve bunun mümkün olduğuna inanıyordu. Bilhassa kadınların hürriyeti, hakkı ve haysiyeti dâvasına sarılmıştı. Milletin yarısının köle muamelesi görmesine rızası yoktu. Tesettür (örtünme) adetinin kalkmasına, kadınların umumî hayata karışabilmesine dair şapirografla bastırdığı broşürler elden ele dolaşıyor, yeni ufuklar açıyordu.

Zamanın Sadrazamı Said Halim Paşa koyu muhafazakärliği temsil ediyor, (Mehmet) takma adiyle yaydığı broşürlerle Ziya Gökalp’in ileri fikirlerine cevap veriyordu.

Ziya Bey, halkın İslam dininin asıl geniş ruhuna uygun bir din anlayışına kavuşmasına şiddetle ihtiyaç duyuyordu. Halim Sabit’le beraber çıkardığı Din dergisinde düşüncelerini hiçbir din âliminin reddedemiyeceği bir şekilde ileri sürüyordu. Din meselelerine hayret edilecek kadar derin bir vukuflu vardı. Yeni Mecmua’daki yayınlarlyle de gençliğe yeni idealler öğretti.

.

Ziya Gökalp, hiçbir sabit fikre saplanmayan bir adamdı, İfratlara kaçtığı olmuştur, fakat hatadan dönmeği bilirdi. «At eti yedik, kimiz içtik, midemizi bozduk, dilde uydurmacılığa gittik, meramımızı kimseye anlatamadığımızı gördük, kendimizi topladık», diyordu. Bir sosyolog sıfatiyle dilin devamlılığına saygı göstermek lazım geldiğini derhal kavramıştı. Konuşulan dili Istanbul lehçesini esas kabul etmiş ve bu düşüncesini kısa zamanda Rusya’ da yaşayan Türk topluluklarına da duyurmuş ve kabul ettirmişti.

1915 sonlarında Üniversitede ve Mülkiyede İstatistik Profesörü olduğum saman Ziya Bey’e muavinliğim sona erdi, Fakat ondan sonra da muhitinde kaldım ve kendisinden ders almağa devam ettim. Evine sık sık çağrıldığım için harp yıllarında herkesin geçirdiği hayattan ayrılmamağa ne kadar dikkat ettiğini ve devrin nüfuzlu adamlarına yağan nimet ve imtiyazların hepsini nasıl geri çevirdiğini hayranlıkla gördüm. Ben Vakit gazetesini çıkarmağa başladıktan sonra bize sık sık imzalı yazılar yazdı.

Malta sürgününde Ziya Gökalp ile iki yıl arkadaşlık ettim. Ondan vakarlı, kahra, cefaya onun kadar tahammüllü bir insan tasavvur etmek mümkün değildi. Malta’da adeta küçük bir Üniversite kurmuştu. Meraklıları etrafına toplayıp dersler verir, beni de aynı tarzda çalışmağa teşvik ederdi.

Ziya Gökalp hakkında içimde taşıdığım en büyük acı, bu büyük adamın son anlarını büyük bir maddi sıkıntı içinde geçirmesi, hastalığında bir geçim imkânı bulmak için sarfettiği bütün gayretlerin boşa gitmesiydi. O sırada bile en büyük mahrumiyeti, gençliğe ders vermek imkânının elinden gitmesi sayıyordu. Üniversiteye tekrar kabulü hakkındaki müracaatı da cevapsız kalmıştı.

Ölüm haberinden sonra her şey değişti. Bütün memleket ona saygı göstermek için ayaklandı, Üniversite meclis salonuna onun adını taşımak üzere boş bir sandalye koydular, fakat iş işten geçmişti. Ziya Gökalp çaresizlikle çırpınarak ölmüş, gitmiş, memleket ona her cihetle borçlu kalmıştı. Ölüm yatağında arkadaşı Veli Necdet’e yazdığı mektuplar neşredildiği zaman herkes işlenen günahın derecesini öğrenmiş, elem duymuştu. Fakat ağlamaktan, döğünmekten başka yapacak bir şey bulunamamıştı.

Bana öyle geliyor ki, gençliğe yeni bir ideal aşkını aşılamanın en iyi yolu, ona Ziya Gökalp’in şahsiyetini ve eserlerini yakından tanıtmaktır.””

(*) Türk Kültürü Dergisi, Ziya Gökalp özel sayısı, Ahmet Emin Yalman,  “Ziya Gökalp: Eşsiz İdealist”,  Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü,  Ekim 1965, sayı: 36, Sayfa: 53-54