Kenan EROĞLU: Ziya Gökalp ve Diyarbakır Tarihi

ZİYA GÖKALP VE DİYARBAKIR TARİHİ
Büyük Düşünürümüz Ziya Gökalp konusuna devam ediyoruz.

Kenan EROĞLU

Biz bu paylaşımlarımızda Ziya Gökalp hakkında her hangi bir yargıya varmıyor, onunla ilgili yanlış-doğru gibi durumlara asla girmiyoruz. Biz Ziya Gökalp hakkın da kendi döneminden sonra yaşamış ama Ziya Gökalp’a fikren bağlı, onu yakından tanımış ve vefatından sonra ona yapılan saygısızlık ve vefasızlığı dostlarının görüş ve anılarını sizlere aktarıyoruz.

Prof. Dr. Erol Güngör hoca’nın deyimi ile; Ne yazık ki, “İnkılapçılar” belki de inkılapla ilgili pek çok fikirleri ondan almış olmasına rağmen onu unutulmaya terk ettiklerini görüyoruz. Onun hakkında görüş belirten yakınları ve ailesinin tüm açıklamalarında ince bir serzeniş vardır. Gökalp’a vefasızlık yapıldığı konusunda adeta fikir birliği etmişlerdir.

Bu gün için işin garip tarafı ise şu: Ziya Gökalp tek parti döneminin ve inkılâpçıların yaptığı bir takım dayatma inkılâpların fikir babası imiş gibi görülüyor olmasıdır. Bize göre ve yayınladığımız bu belgelere göre durum bu zannedildiği gibi asla olmadığı ve o dönem pek çok aydını ve düşünürü gibi Ziya Gökalp’in de unutulmaya terk edildiği, önemsenmediği ve hatta değersizleştirme muamelesine tabi tutulduğunu görüyoruz.

Aşağıdaki yazıda Ziya Gökalp’ın Türk Tarihine ne denli meraklı olduğunu, Diyarıbekir tarihini da araştırdığı, en küçük bir kaynağı dahi değerlendirildiği görülmektedir.

Şimdi sizlere: “Ahmet Halil” müstear ismiyle bir değerlendirme yapan, İktisat Fakültesi İctimaiyat profesörü Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun İstanbul’da yayın yapan ve ulusal ölçekte neşredilen “YENİ İSTANBUL” gazetesinin “Günün Mavzuu” sütununda yayınlanan yazısını aynen aktarıyorum.

“Ziyagökalp müzesi açılırken
– Ziya Gökalp’ı yetiştiren toprağın tarihi — Ortaçağ Türk Tarihi Profesörü Mükrimin Halil (Yinanç) ile bir görüşme. Diyarbekir tarihine ait bir keşfin hikâyesi. Basra’da bir Avukatın hususi kütüphanesinde bulunan eser: Ziya Gökalp’ın yetiştiği yerin tarihi. Bu yazma eserin bir fotokopisi Z. Gökalp Müzesi’ne konmalı!

Ziya Gökalp’ın doğduğu şehirde, onun doğumunun 80. yılı münasebetiyle büyük bir toplantı hazırlandığını, hattâ birkaç seneden beri hazırlanan Ziyagökalp Müzesi’nin de Diyarbakır Valisi Fahreddin AKKUTLU ve Diyarbakır Lisesi Tarih Muallimi Kırzioğlu Fahreddin Beylerin ve arkadaşlarının himmet ve gayretleriyle 23 Mart 1956 da, yani dün küşat edildiğini haber alıyoruz.

Bu vesile ile, büyük insanlar yetiştiren Diyarbekir’in tarihi hakkında derin ve yüksek bir ihtisas sahibi olan Prof. Mükrimin Halil Bey’le bir görüşme yaptık; ve Ziya Gökalp’ı yetiştiren bu toprakların Türk tarih felsefesi zaviyesinden arzettiği ehemmiyet hakkında ne düşündüğünü sorduk. Üstad, kendisine mahsus bir eda ile: Mesele, zannettiğiniz gibi basit değildir. Bütün Anadolu siteleri gibi Diyarbekir sitesinin de henüz tarihi yazılmamıştır. Tabiî bununla şehrin içtimaî tarihini kasdediyorum. Bunun için evvelâ, Diyarbekir denen medinenin tarihi hakkındaki vesikaları bir araya getirmek lâzımdır. Ne güzel bir tesadüf: Diyarbekir için şerefli bir gün, yani Ziya Gökalp’ın doğumunun sekseninci senesi yâdedilirken, onun damarlarına işlemiş olan Türklüğün en kuvvetli kolları olan Akkoyunlular ve Karakoyunlular tarihi için emsalsiz bir kaynak ele geçti!.»

Diye izahata başladı. Artık, mesele Ziya Gökalp’ın doğum yıldönümü üzerinde konuşmaktan çıkmış, Diyarbekir kültür tarihinin mühim bir safhasını teşkil eden vesikanın bulunuş macerası halini almıştı.

-Vesikanın ismi ve mahiyeti?

«- Kültür tarihimizin yakın çağları için mühim bir şahsiyet olan Ali Emiri bütün hayatı boyunca Kitâb-i Diyarbekriyye’nin yazmasını aramış, fakat bulamamıştır. Ondördüncü ve Onbeşinci Asırların Diyarbekir sitesini anlatan bu acemce yazma eserden daha sonraki tarihçiler bahsetmişlerdi. Meselâ. Hasan Rumlu gibi. Bundan beş-on sene evvel Istanbul’a gelen ve eski Hukuk Fakültemiz mezunlarından olan Bağdadlı Avukat Abbas Bey, söz arasında Basra’da kitap meraklısı bir zâtın elinde birçok yegâne yazma eserlerin bulunduğunu, müelliflerce Kadı Ebubekir Tahranî’ye atfolunan Kitâb-i Diyarbekriyye’nin de bu zât elinde bulunmasının çok muhtemel olduğunu söyledi ve Bağdad’a döndüğünde mesele ile alâkadar olacağını bildirdi. Bu bildirme, az zaman sonra müjde oldu. Çünkü…>>

Her yazma eserin bulunuşu karşısında hayatının müstesna tebessümlerinden birini sarfeden Tarih Profesörü, kitap rafından itina ile sarılmış bir paket çıkardı. Bu paket, Basra’da Avukat Mehmed Ahmed Bey’in hususi kütüphanesindeki 9 numaralı 214 sahifelik yazmanın foto-kopisiydi. Sonradan eserin başka kopyaları Tarih Kurumu ile Süleymaniye Kütüphanelerine de maledildi. Bütün bu bulunuş işinde, Abbas Beyden sonra, Ankara Millî Kütüphane Müdürü Adnan Ötügen’in, hattâ Bağdad Sefaretimizin ve daha bazı zevatın gayreti geçti.»

Eser, gerek Diyarbekir çevresi, gerek Türk tarihi için şimdiye kadar kullanılmamış mıdır?

«– Bu eserden bize ilk bahseden, «Târîh-i Âlem-Arâ» sahibi Isfahani’dir. Daha sonra «Ahsen’üt-Tevârîh» müellifi Rumlu Hasan Bey, geniş ölçüde bu eserden iktibaslar yapar. Bizim neccimbaşı’mız da ondan bahseder. Fakat aslını bulmak tabiîî başka bir şey, başka bir zevk. Eser ancak bundan sonra işlenmeli. Eser, Akkoyunlular ile Karakoyunlular’ı bir bütün halinde gözönüne alır. Sizin sorduğunuz nokta, yani Diyarbekir sitesinin kültürel çevresi işi, ancak sağlam bir tarih malzemesine dayanmalı.”

– Eserin müellifinin adı Ebubekir olduğuna göre, «Diyarbekir» adı ile bir ilgisi var mı?

– Bir şey diyemem. Yalnız bu müellifin soyadı hem Tahrânî, hem de Isfahani’dir.»

– Ziya Gökalp acaba bu yazmayı biliyor muydu?

– Türk tarihinin bütün klâsik kaynaklarına vâkıf olan Merhum, belki Müneccimbaşı kanalıyla sâdece ismine vâkıftı. Görebilseydi, herhalde kendisine mahsus usullerle birçok mülâhazalara girişir ve faydalı olurdu.»

Üstadı kitaplarıyla başbaşa bırakıp ayrılırken, gerçek tarihçilerin mâziyi nasıl hâl ve realite içinde canlı olarak devam ettirdiklerine bir daha şahid oldum. Prof. Mükrimin Halil, Ondördüncü asrın «Diyarbekir Târihi»den ve müellifinden tıpkı, meselâ «Gog»dan ve müellifi Giovanni Papini’den bahseder gibi bahsediyor. Mâzi onun nazarında o kadar hâl içinde.”

– 24 Mart 1956 tarihli «YENİ İSTANBUL>un «Günün Mevzuu> sütunu HALİL Ahmet (*)(“Ahmet Halil”, İktisat Fakültesi İctimaiyat profesörü Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun kullandığı müstear isimdir.

Not: Yukarıdaki yazı “”Doğumunun 80. Yıldönümü Dolayısıyla ZİYA GÖKALP ve açılan Ziya Gökalp Müzesi” Işıl Matbaası İstanbul 1956, sayfa: 89, 90, 91”” kitabından alınmıştır.