Gültekin ÖZTÜRK: ‘KENTİN EMİNİ’ BAŞKANDIR….

Gültekin ÖZTÜRK 

“Büyükşehir sayımız 29 oldu, biraz da yerel konuları yazmalısın.

Bütün büyükşehir ile büyükşehir ve normal kent belediyesi arasındaki farklar nelerdir?

Bütün büyükşehir belediyesi için şehir devletleri doğuyor, bölünmeye zemin hazırlanıyor dediniz, bu ne demektir?

Hiç olmazsa bu konuyu yazıp bizleri bilgilendir…” diyen okurlarım, uzun süredir yerel yönetimler konusunda yazmamı istiyor, dostlarım da bu konuda teşvik ediyorlardı.

Ne var ki bugüne kadar genel ideolojik meselelerden ayrılıp belediye sınırları içinde yaşayan insanlarımızın, sokağının/mahallesinin ve kabul edilen son Büyükşehir Belediye Kanunu ile artık belediye hizmet kapsamına alınan köylerimizin sorunlarını yazmak bir türlü nasip olmadı.

Aslında yerel konuları yazmayı ben de çok istiyordum.

Ancak ‘İHDİNA’S – SIRÂTA’L – MÜSTAKİM yani’ “Ya Rab! Bizi doğru yola, hidayet et, ilet” diyerek yazmaya başlamıştım.

Bunun için yazarken ilk ağızdan aldığım bilgiye ve sağlam belgeye dayanmam gerekirdi.

Oysa ben, sağlık sorunlarımdan dolayı sokağımı/mahallemi, esnafımı yeteri kadar gezemiyor ve onların sorunlarını yazabilmek için yeterli bilgi/belge edinemiyordum.

Kulaktan dolma bilgilerle, şehir efsanesi “mışlar-muşlarla” görmediğim, şahit olmadığım ve sağlam kaynaklara doğrulatamadığım bilgiler ile kalem oynatıp kelam etmediğim için de bugüne kadar yerel konuları yazamadım/yazmadım.

Ta ki Çarşamba günü havanın güzel ve bana uygun olması sebebi ile sokağa çakana kadar.

Allah’a şükürler olsun ki o güzel bahar havasında özlediğim şehrimi gezip esnafla, mekân sahibi dostlarımla buluştum ve doyasıya sohbet ettim.

Şehrimiz hakkında güzel şeyler gördün ve duydum. Ancak gördüğüm güzel şeylerin yanında, pek de hoşuma gitmeyen çok manidar uygulamalara, belediyemizin yaptığı söylenen ve görülen yanlışlara/istismarlara da şahit oldum.

Ve klavyemin başına geçtim.

Yerel yönetimler ile ilgili bugüne kadar gördüğüm, duyduğum, sahip olduğum bilgilerin ve yeni kabul edilen “Yerel Yönetimler Yasasının” rehberliğinde “ilk kez yerel konulardaki düşüncelerimi anlatan” bu yazımı hazırladım.

19. Yüzyıldan başlayarak bugünkü belediye başkanlarının benzeri hizmetleri gören görevlilere “Şehremaneti- Şehir Emini ” başka bir deyişle “Şehremini” denirdi.[1]

“Şehremini” denilen bu yerel görevliler, şehirlerin, köyden büyük yerleşim alanlarının ortak yerel hizmetlerini gördürmek maksadı ile o yerleşim alanının yönetiminin emanet edildiği kimselerdir.

Şehreminiler, mutlaka o şehirde de oturur (!) şehrin en emin, en güvenilir kişileri arasından (!) özenle seçilir ve çok önemli hizmetler görürlerdi.

Ne yazık ki Osmanlı Devletinin bütün kurumlarında olduğu gibi bu kurumda zamanla bozulmuştur.

Bilinmesini isterim ki Şehir Eminleriyle ilgili yaptığım bu açıklamalarım birebir değil, benzerlik kurularak yapılmıştır ve “Uzun süre çok faydalı genel/yerel imar ile sosyal hizmetleri” gördükleri dönemlere aittir. [1]

Geçmişimizde kalan “şehreminlerini” bugün hatırlatmaktaki amacım “Seçeceğimiz belediye başkanlarının da onların ilk hallerine benzemeleri gerektiğine dikkat çekmek” ve şehrimizi emanet edeceğimiz belediye başkanlığına “Şehir Emini olmak için aday olanlar arasından en iyisinin seçilmesine” katkı vermek içindir.

30 Mart 2014 tarihinde, önümüze “Yerel Seçim Sandığı” konacak ve bizden “4 yıllığına şehrimizi emanet edeceğimiz” çok değerli adaylar arasından birini “Büyükşehir Belediye Başkanı ve İlçe Belediye Başkanı” olarak seçmemiz istenecektir.

Bilindiği gibi 6360 sayılı yasa ile 16 büyükşehir belediyesine, 13 büyükşehir belediyesi daha eklenerek bu sayı 29’a çıkartılmıştır.[2]

Hükümet bu yeni yasa ile sadece büyükşehir sayısını arttırmakla kalmadı, “İstanbul ve Kocaeli hariç” 27 büyükşehrin yetki/hizmet sınırlarının alanını “Büyükşehrin sınırları il sınırıdır” diye genişleterek adeta “27 Özerk şehir devleti” oluşturdu.

MHP milletvekilleri bu yasa TBMM’den geçmesin diye, 16 tam gün adeta cephe savaşı verircesine direndi.

MHP Sözcüleri “Bu yasaya karşı direnişimizin pek çok nedeni vardır ancak karşı çıkma gerekçelerimizin öne çıkanlarını şöyle özetlemek mümkündür” diyorlardı;

  • Bu yasa ile halkımıza yeni ve ağır vergiler yüklenecektir.
  • 27 Büyükşehir belediyesinin yetkilerini/yetki sınırlarını köyleri de içine alacak şekilde genişleterek köyler şehir yapılacak, böylece köylümüz de çok ağır vergi ve yaşam yükümlülükleri altına sokulacaktır.
  • Bu yasa ile ekonomik, sosyal ve yerel hizmetler bakımından Türkiye, fiilen üçe bölünecektir. Örneğin Aydın, İstanbul Büyükşehir ve Çorum kent belediye halkı, eşitlik ilkesine de aykırı olarak birbirinden farklı yerel hak ve yükümlülüğe tabi olacaklardır.
  • En önemlisi ve tehlikelisi ise bu yasa ile büyükşehir belediyesinin yetki sınırlarını genişletip Büyükşehir Belediye Başkanlarına “Diplomatik ilişkiler kurabilme ve dış borç alabilme yetkisi” gibi yeni yetkiler tanımakla, adeta devlet içinde yarı bağımsız devletçikler doğabilecek olması ihtimalidir.
  • Endişemiz/kavgamız ve buradaki direnişimizin ana sebebi, bugünkü halleriyle bile devleti dinlemeyen bazı Güneydoğu illerimizde “Devlet yetkisi ile donatılmış belediyelerin” bölünmeye zemin oluşturacak “özerk şehir devletleri” şekline dönüşebilecek olmasındandır.

Bu gerekçelerle MHP yönetimi “Yeni Büyükşehir Yasasına bölünme yasasıdır” diyerek şiddetle karşı çıkıyordu.

Ne yazık ki AKP hükümeti, mecliste sahip olduğu 326 oy çokluğuyla her konuda olduğu gibi hiç kimseyi dikkate almadan bu yasayı da bütün direnişlere rağmen çıkardı.

Böylece olağanüstü bir gelişme olmazsa 2014 Nisan ayından itibaren 29 Büyükşehirde yaşayacak olan;

Köylümüz, sırtındaki yük yetmezmiş gibi yeni belediye vergileri ve imar yükümlülükleri ile tanışacak,

Nasıl olacağı bilinmez ama iki ineği olan Fatma teyze, hayvan damını köy dışına yapmak zorunda olacak,

Siftahsız kepenk kapatan esnafımızın belediye vergileri kaldıramayacağı seviyeye yükselecek,

Belediye sakinlerinin emlak vergisinden temizlik vergisine kadar ödediği ve ödeyeceği vergiler %300’e kadar artacak,

Bütün bunlardan daha önemli olarak çok iyi bilmeli ve kabul etmeliyiz ki bu yeni kanunla verilen yetkilere göre;

“Bütün/Büyükşehir Belediyelerinin her biri küçük bir şehir devleti, belediye başkanları da o şehir devletinin başkanı/başbakanı” olacaktır.

Bu sebeplerle “30 Mart 2014 günü yapacağımız yerel seçimlerin” önemini idrak etmiş yurttaşlar olarak, belediye başkanlarımızı seçerken asgari şu özellikleri taşımasına dikkat etmeliyiz.

  • Devleti, Cumhurbaşkanı/Başbakan/Meclis Başkanı kadar iyi tanımalı,
  • Mahalle/Köy muhtarlarımız/azalarımız kadar halka yakın, halkın sesi/gözü ve kulağı olabilmeyi başarabilen, şahsiyetli bir kimlik taşımalı,
  • Araştırmacı bir yazar kadar konusuna hâkim, bilgili/görgülü olmalı,
  • Dünyadaki gelişmeleri/değişmeleri ve çevresinde olup bitenleri çok yakından izlemeli/duymalı ve iyi gözlem yapabilmeli,
  • Karıncanın zarar görmesinden bile sakınan Hz. Ömer gibi adaletli/imanlı ve vicdan sahibi olmalı, haktan hukuktan asla ayrılmamalıdır.

Sonuç;

Seçeceğimiz “belediye başkanı ve meclis üyelerinin” kendilerine emanet edilen şehrin insanlarını “ayrım yapmadan kucaklayabilecek, hakka hukuka saygılı/vicdanlı, özü sözü dosdoğru ve halkın davacı olmadığı tanıdık/bildik kişi/kişiler” olmasına özen göstermek zorundayız.

Sahibi olduğumuz şehirlerimizi emanet edeceğimiz şahsiyetlere karar verirken bu hususlara azami dikkat göstermeli, oy pusulasına “evet” mührünü basarken sonradan “pişman olmayacağımız bir karar” vermeliyiz.

Hukuka uymayan, vatandaşlar arasında ayrım yapan “Yaratılanı yaratandan dolayı değil de sağladığı çıkardan dolayı” seven, kollayıp koruyan,

Kapalı kapıların ardında başka, önünde başka konuşan siyaset tacirlerine,

Halkı cahiller topluluğu olarak gören “seçim zamanlarında sağladığı çıkar ve verdiği vaatlerle kandırarak satın alacağını” düşünen/planlayan kişilere ya da partilere hiçbir şekilde oy verilmemelidir.

Ben bu tür kişilere ve partilere asla oy vermedim bundan sonrada vermem.

Peki, ya siz oyunuzu verir misiniz ya da verecek misiniz? 

Verdiğimiz kararlardan dolayı pişmanlık duymadan yaşayacağımız güzel günler için kalın sağlıkla…..

                                ———————————————

[1] Osmanlının bu çok fonksiyonlu görevlisi ilk dönemlerde kişiliği, işlevi ve hizmetleri bakımından mükemmel kişilerdi. Osmanlı Devletinde ayrı bir belediye birimi olmadığı için yerel hizmetlerde genelde merkezi yönetici (Kadı) ya da lonca/vakıflar tarafından görülürdü ve merkez tarafından belirlenip denetlenirdi.

19. yüzyılda Tanzimat sonrası, bugünkü “kent-yerel yönetici” anlam ve işlevi kazanmıştır. İşlevi bakımından gösterdiği denklikten dolayı “Belediye başkanı” muadili olarak kullandım.

[2] http://web.tbmm.gov.tr/gelenkagitlar/metinler/144147.pdf