Başbuğ Türkeş’in Tavsiye ettiği Kitaplar-2
LİDERLERİN OKUDUĞU KİTAP:
KESİN İNANÇLILAR
Halim KAYA
04.03.2021
Eric Hoffer’in “Kesin İnançlılar” kitabını okumayı hep düşündüm. Kitabın varlığından ne zaman haberdar oldum hatırlamıyorum ancak ismini işittiğim günden beri, okumak hep aklımdaydı. Artık nereden okudumsa Başbuğ Türkeş’in okunması için tavsiye ettiği üç kitaptan birisi olan “Kesin İnançlılar”ı okuduktan sonra hakkında bir değerlendirme yazmak aklıma geldi: “Türkeş’in okunmasını tavsiye ettiği kitaplar için yazacağım ikinci kitap tanıtımı “Kesin İnançlılar” hakkında olsun” dedim.
“Kesin İnançlılar”
Kitabın ilk baskısı 1951 yılında yapılmış, ancak bu güne kadar Türkiye’de hangi yayınevi kaç baskı yapmış bilinmez. Elimdeki kitap Olvido yayınevinin Kasım 2019 tarihinde yapılan ikinci baskısı. Çeviriyi yapan Erkıl Günur. Kitap Önsöz, Kitle Hareketlerinin Cazibesi, İnanç Değiştirmeye Hazır Kişiler, Birlikte hareket Etmek ve Fedakarlık, Başlangıç ve Son başlıklarından oluşan dört bölümden ibarettir. Her bölüm kendi içinde alt başlıklara ayrılmış.
Kitaptaki Önemli Değerlendirmeler
“Eskiden dini hareketler cazip değişim araçlarıydılar. (…) Yükselen bir dini hareket baştan aşağı değişiklikler ve deneylerle doludur ve her yönden yeni görüşlere, tekniklere açıktır. İslamiyet doğduğu zaman, örgütleyici ve modernleştirici bir vasıtaydı.” (S:18) Eskiden diye başlaması değişimin durduğunu ifade içindir. Ama değişimin durması değişimi yapanın kendini muhafazaya dönüşmesinden kaynaklanmaktadır. Eğer değişim durmazsa değişimi yapanın da değişmesi gerekir. Aksi takdirde kendi ile çelişir bir durum ortaya çıkar. Eğer kendi değiştirdiklerinin de değişmesi gereken şeyler olduğunu söylerse ilk söylediği ve değişmesi gereken şeylerin anlamsızlığı ortaya çıkar. Din, her zaman hızlı değişebilen bir şey değildir ama yavaş da olsa değişim devam eder. Ancak İslam’da olduğu gibi dinin ana unsurları (iman hususları) sabitken, günlük hayatın ihtiyacı olan muamelat kısımları değişebilir. Allah’ın indirdiği din Hz. Peygamberin uygulamalarıyla ta mezheplerin ortaya çıktığı güne kadar devam etti. Peygamberden sonra insanlar ortaya çıkan müşküllerini çözmek için mezhep imamlarına başvurdu ve aldıkları cevaplar mezhepleri ortaya çıkardı. Nitekim İslam mezhepler yolu ile muamelatta değişimi sağlamaya devam etmiş ancak daha sonra müftüler yoluyla ihtiyaç duyulan fetvaları uygulamaya sokmuştur. Zaman zaman karşı çıkanlar olsa da insanlar din konusunda eksiklerini giderme arzusunda oldukları müddetçe değişim de kaçınılmaz olacaktır. Şair merhum Mehmet Akif’in dediği gibi “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı…”
Eric Hoffer devrimciliğin toplumu değiştirmesini durdurmak istiyorsanız milliyetçiliğin ateşini söndürün diyor. Yani milliyetçiliğin vermiş olduğu heyecan değişimi hızlandırır ve başarır. “Kemal Atatürk’ün hemen hemen bir gecede Türkiye’yi modernleştirmesi sahici bir milliyetçi hareketin yükselişiyle mümkün olmuştur.“(S:19)
Hoşnutsuz olmak değişim için yeterli değildir Eric Hoffer’e göre değişim için başka etkenler de gerekir bu etkenlerden birisi de “güç hissi“dir. “Çevreleri tarafından korkutulmuş kişiler, durumları ne kadar perişan olursa olsun değişimi düşünmezler.” (S:21) Psikolojide ki “öğrenilmiş acizlik” tam da buna uygun düşüyor. Hiç bir zaman korkutularak öğretilen sınırların dışına çıkmayı düşünmemek, tevessül etmemektir. Halbuki “Hızlı büyük değişim hamlelerine girişenler, genellikle kendilerinin karşı konulmaz bir güce sahip olduklarına inanırlar.“(S:22) özgüven ve değişime susamışlık inançla birleşince yapılmaz denilenler yapılır ve değişim gerçekleştirilir. “İktidar araçlarına sahip olmaktan daha önemli gibi görünen şey geleceğe duyulan inançtır. Geleceğe duyulan inançla birleştirilmemiş güç, esasen, yeniyi savuşturmak ve statükoyu muhafaza etmek için kullanılır.” (S:23) İnsanın iktidarın gücünü kullanmasından ziyade geleceğe duyduğu inancı kendi gücüyle birleştirmesi başarılı olması için yeter. “Umut dolu olan kişi, en garip (zayıf) iktidar kaynaklarından bile, örneğin bir slogandan, bir kelimeden ya da simgeden kuvvet sağlayabilir.” (S:23) Eric Hoffer’e göre bin yıl ötelerini isteyen planlayan öğeler olmadıkça hiç bir inanç ve öğreti güçlü değildir. O insanlara bir umut vermek gerektiğini söyler. Umudun ne olduğu önemli değildir, ahrette cennet umudu, tarifsiz servet, efsanevi başarı dünya egemenliği de olabilir bu umut. Muhafazakarla radikaller arasındaki fark geleceğe dönük tavırlarıdır. Muhafazakarlar geleceğe dönük korkularından dolayı bu güne sarılır, radikaller ve devrimciler geleceğe duyulan umut ve inançlarıyla değişim sağlarlar. Umutlar ve hayaller sokaklara döküldüğünde onların peşinden icra edilen eylemlerin umut ve hayaller ile arasında uyumsuzluklar, tutarsızlıklar da olabilir. Devrim ve ihtilaller imtiyazlı veya imtiyazsız ama inançlı ve umutlu kişiler tarafından yapılır. Tecrübeli kişiler genelde değişim ve devrim gibi hallerde geri dururlar, genelde değişim ve devrim sürekli bir hal aldıktan sonra harekete dahil olurlar. Kanaatimce devrim veya değişimi yapan kişileri de ekarte ederek işin başından uzaklaştırıp yönetimi ele alıp kendileri söz sahibi olurlar. Hani derler ya devrim ilk önce kendi evlatlarını yer, aslında devrim kendi evlatlarını yemez devrimi yapanları tecrübeliler daha sonra işe dahil olarak devrimi gerçekleştirenleri hallederler.
“Bir kitle hareketi, özellikle de aktif ve uyanışçı safhada, sevilen ve benliklerini güçlendirip yükseltme niyetinde olanlara değil, beğenmediği benliğinden kurtulmak için yanıp tutuşanlara hitap eder.” (S:27) sanki kitle hareketleri değişime hazır insanları taraftar olarak kabul eder demek istiyor, kendini aynı konuda geliştirmek isteyenleri kabul etmeyeceğini söylüyor. Belki de toplumun içinden fazla insanların kitle hareketlerine yönelmemesinin sebeplerinden bir toplumda ki insanların genellikle statükodan memnun olmaları ya da korkudan değişimi göze alamamalarıdır. “Onların ( Kitle hareketi mensuplarının) en içten gelen arzuları yeni bir hayat, bir yeniden doğuştur; bunlar olmazsa da, kutsal bir davayla özdeşleşmek suretiyle yeni bir gurur, güven, umut, amaç ve değer duygusuna sahip olmaktır.” (S:27) Kutsal bir davayla özdeşleşen kişi sempatizan olarak kalsa bile kite “hareketinin mücadeleleri, başarıları ve umutlarıyla da özdeşleşerek kendilerine gurur, güven ve amaç duygusu oluştururlar.” (S:28)
“Yükselen bir kitle hareketinin canlılığı ve büyümesi, kendinden feragat etme tutkusunu uyandırma ve tatmin etme kapasitesine bağlıdır.” (S:28) Bir birlerine fedakarlık yaparak sahiplenen kişiler yalnızlık ve atıl kalma duygusundan kurtulur ve işe yarayan adam olur, kendine güven gelir. Eric Hoffer aynı zamanda özetle; Kitle hareketleri kariyer yapmak yükselmek isteyenleri çekmeye başlamışsa yeni bir dünya kurmakla değil, şimdiyi korumakla uğraştığına işarettir, der. kariyer basamaklarını çıkmak isteyen insanlarda fedakarlık duygusu kaybolup ben duygusu ön plana çıkar, menfaatler uğruna yapılan ayak oyunları zamanla grup içi dayanışma ve fedakarlığı da zayıflatır.
“Kendimize bir dereceye kadar güvenebiliriz; fakat ulusumuza , dinimize, ırkımıza veya kutsal davamıza duyduğumuz inanç ölçüsüz ve uzlaşmaz olmak zorundadır.” (S:31) ve “Uğrunda canımızı vermeye hazır olmadığımız bir amaç yoksa, uğrunda yaşamaya değer bir şeye sahip olduğumuzdan emin olamayız.” (S:31) diyerek kişilerin uğrunda canını vermeye değer amaçları olduğu sürece uğrunda yaşamaya değer şeylerin onun yaşama umudunun yüksek olmasını sağlayacağını, mücadeleci kılacağını söyleyebiliriz.
“Bir kitle hareketi kolayca kendini başka bir kitle hareketine dönüştürebilir. Dini bir hareket sosyal bir devrime veya milliyetçi bir harekete dönebilir; sosyal bir devrim militan bir milliyetçiliğe ya da dini bir harekete dönüşebilir; milliyetçi bir hareket sosyal bir devrim ya da dini bir hareket haline gelebilir.“(S:33) Ülkemizdeki hareketlerden başka bir harekete dönüşenler olmadıysa da eski ateşli savunucularından, kurucularından dönüşenler çoğunluktadır. Eski dinsiz, ateist komünistlerden liberal kapitalistler ve radikal dinci kişiler, eski milliyetçilerden de liberal ve siyasal İslamcı kişilerin çıktığı, hatta dönüşümlerini eski mensup olduğu fikrin artık bittiğini iddia ederek açıkladıkları görülmüştür.
“Bir kitle hareketinin tamamen tek yönlü olması nadiren görülür. Genellikle başka türden hareketlerin vechelerini sergiler ve bazen iki veya üç hareketin bir harekette birleştiği de olur.” (S:34) Ve İbranilerin Mısır’dan çıkışının bir köle isyanı olduğunu ancak Hz. Musa’nın peygamber olması dolayısıyla dini, İsrailoğullarının bağımsızlık hareketi olması dolayısıyla da milliyetçi bir hareket olduğunu ima eder ve bundan sonra dünyada olan başka başka hareketlerin özelliklerini vechelerini sayar. Kitle hareketlerinin durdurulması onun yerine konulacak başka bir kitle hareketinin üretilmesiyle topluma sunulmasıyla gerçekleşebilir. Mesela bir sosyal devrim dini ve milli bir kitle hareketiyle önlenebilir. Göç, kitle hareketlerinin değişimi başlatmaları için yeni bir başlangıçtır. Dünyada ki bütün kitle hareketleri göç ile kendilerine yeni başlangıçlar elde etmiştir. İbraniler Mısır’dan, Roma İmparatorluğunun çöküş döneminde barbarların göçü ile ülkedeki ezilenlerin katılımıyla büyümüş, toplumsal bir devrimi başlatmıştı. Biz buna ilaveten Hz. Peygamber Muhammed (a.s.) önderliğinde Müslümanların Mekke’den Medine’ye Hicretini (göç) de ilave edebiliriz. Hicretten sonra İslam hızlı bir şekilde yayılmaya başlamıştır çünkü İslam adaleti uygulama zemini bulmuş, icraatlar görünür olmuştur.
Eric Hoffer bir ırkın, millet, bir grubun değerlendirmesini yapanların onun en kötü yönüne bakarak yaptıklarını söyler. Bir ulusu şehir hayatında ki çoğunluğu oluşturan düzgün ortalama insanlar değil her iki uçtaki insanlar biçimlendirir der. Bu insanların da iyiler olarak bilim, siyaset, edebiyat, ticaret, sanayici, kötü insanlar olarak da başarısız, uyumsuz, başıboşlar, dışlanmışlar, azınlıklar, yeniyetme gençler, yoksullar, muhterisler, benciller, günahkarlar, benciller, acizler, takıntılılar, suçlular, konumlarını kaybetmişler, saygınlık elde edememiş kişi ve insanlar olarak sayar. Ortalama insanlar, ya da yıllar önce ülkemizdeki bir siyasetçinin orta direk olarak isimlendirdiği büyük kitleyi oluşturan, yasalara uyan, üreten, geçimi yerinde olan mazbut insanlar kanaatimce genelde muhafazakar ya da statükocudurlar, müspet veya menfi değişimden yana olmazlar.
İslâm ve Hz. Muhammed Hakkında
Kitabında Hz. Muhammed’in önderi olduğu inanç akımının (İslamiyet’in) gelişimini de bir kitle hareketi olarak ele alan Eric Hoffer “Muhammed müminlerin önüne ganimetleri sermişti” (S:48) derken bilgisizce değil belki ama peşin hükümlü ve kasıtlı bir yol izlemektedir. Batılı müsteşrikler gibi temelsiz suçlamaları ve inanca tümden muhalefet yolunu tercih etmiştir. İslam’ın İman ilkeleri Mekke dönemimin de inzal olmuştur. Hz. Muhammed’in, kırk yaşında putperest toplumu gerçek dine davet etmesiyle birlikte ona inanan insanların 13 yıl boyunca kendi dinlerinin savaşı verdiler. Askeri bir güç olamadan Müslümanlar yurtları olan Mekke’den Medine’ye hicret ettiler. Miladî 610-623 yılları arasında geçen İslâmî tebliğin ilk dönemi. Mekke döneminin sonu, Hicrî yılın başlangıcıdır. Burada ganimet alacak bir güç olmamış, hatta ablukaya alınmışlar ve yıllarca fakr u zaruret içerisinde yaşamışlar, ağaç kabuklarını yemek zorunda kalmışlardır. Ganimet elde etme işi ancak Medine’ye yerleşip İslam Devletini kurduktan sonra mümkün olmuştur. Kaldı ki ganimetleri en adil dağıtan sistem de İslam dinidir. Savaşa katılmayanların da payı vardır ganimette, savaş meydanında da olsa ferdi yağma ve çapul yoktur hiç bir zaman, yapanlar olduysa da şiddetli bir şekilde cezalandırılmıştırlar.
“İslam, güç kullanmak yoluyla kendini benimsetmiştir; ama İslam’ı zor karşısında kabul edenlerin bu yeni dine olan bağlılıkları, harekete katılan ilk Araplarınkinden daha güçlü olmuştur.“(S:137) Eric Hoffer İslam konusunda yanılıyor. İslam ilk on yılını güç kullanma imkanından uzak bir halde Mekke’de geçirmiştir. Mekkeli müşrikler Müslümanları ablukaya bile almış, aç susuz bırakmış oldukları halde Müslümanlar kesinlikle güç kullanmamıştır. Medine devletinin de temelleri Mekkeli müşriklerin zulmünden kurtulmanın yollarını ararken ve tebliğ vazifesini ifa etmenin sonucu Medine’den gelerek Hz. Peygamberle görüşen kişilerdir. Eric Hoffer söylediğinin aksine askeri güç kullanmak zorla insanları dine inandırmak için değil, başka yönetim altındaki kişilere yapılan baskıyı bertaraf etmek ve baskılardan kurtulan insanların serbest iradesiyle İslam dinini kabul etmeleri için bir vasıta olarak kullanılmıştır.
“İslamiyet’in olağanüstü yayılışındaysa fetihler asli bir etken, ihtida ise bir yan ürün olmuştur. İslamiyet’in en çok geliştiği dönemler siyasi başarılarının doruğa çıktığı zamanlar olmuştur ve işte dışarıdan en çok kabulü bu zamanlarda almıştır.” (S:139) Eğer zor kullanmanın tesiri olsaydı, İslâmiyet’in yayılmaya başladığı ilk yıllarda bütün kuvvet müşriklerin elindeydi, onlar zorlamalarla İslâm’a girenlere mani olurlardı. Müslümanlar işkence ve zorlamalara tabi tutmalarına rağmen onları İslam’dan döndürememiştir. Hatta bazı batılı din ve ilim adamları Müslüman olmuş ve hala da olmaya devam etmektedirler. Bu konuda akademik daha detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler Bozok Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Veysel Nargül’ün “İslamiyet’in yayılmasında savaş ve şiddetin rolü” başlıklı makalesini okuyabilirler. İslam’ın savaşla yayıldığı iddiasında bulunan Hristiyanlar kendilerinden yola çıkarak böyle bir iddia ortaya atmaktadır.
Kitle Hareketlerine Katılanların Özellikleri
Kitle hareketlerinde bireysel özgürlük yoktur onlar için “Önemli olan nokta şudur: Kişisel özgürlüklerin unutulması veya ertelenmesi… (…) Fanatikler, der Renan, eziyetten ziyade özgürlükten korkar. Yükselen bir kitle hareketinin taraftarlarının, akidelere ve emirlere sıkı itaat isteyen bir atmosfer içinde bulunmalarına rağmen güçlü bir özgürleşme hissine sahip oldukları doğrudur. Bu özgürleşme hissi, tahammül edilemez bir bireysel varoluşun yüklerinden, korkularından ve umutsuzluğundan kurtulmuş olmaktan ileri gelir. ” (S:50) Kitle hareketi mensupları grup içinde meczolup, eriyip ferdi umudunu hareketin geleceğine bağlamışlardır.
“Kendi hayatlarını bozulmuş ve ziyan olmuş görenler, özgürlükten ziyade eşitlik ve kardeşlik için yanıp tutuşurlar. (…) Eşitlik tutkusu kısmen anonimlik tutkusudur: kumaşı meydana getiren ipliklerden biri olma, bir ipliğin diğerinden ayırt edilememesi. Böylece kimse bizi işaret edemez, bizi diğerleriyle kıyaslayıp kusurlarımızı açığa çıkaramaz.” (S:51) Kitle hareketlerinin karşı karşıya kaldığı en büyük tehlike ahlaken bozuk olanların grubun kimliğine ve grup karakterine tesir ederek grubun karakterini saptırıp kendi karakterine döndürmesidir. Bunun için de en güzel örneği dinimiz İslam Hz. Peygamberin ağzından vermiştir “İki günü eşit olan ziyandadır” Yani Müslüman’san İslam’ın ahlakıyla ahlakını her gün daha güzele ulaştıracaksın, olgunlaşacaksın aksi takdirde sen zarar edersin. Ülkücü Hareketin ahlakçıları hep bu düstur ile hareket etmiş ve ülkücülere her gün biraz daha ahlaken olgunlaşmalarını ve toluma faydalı adam olmalarını tavsiye etmiştir. Ülkücü hareket ahlaken düzgün insanların yaşayarak gösterdiği örneklik kadar toplum nezdinde etkin başka bir propaganda türünün olmadığını hatırlatırlardı mensuplarına her seferde.
“Bir kitle hareketinin başarılı olması için daha ilk anlardan itibaren sıkı bir kolektif teşkilat kurması ve bütün taraftarlarını bu teşkilat içinde eriterek, teşkilatın ayrılmaz bir parçası haline getirebilecek güce sahip olması gerekliği aşikardır.” (S:60) Birbiriyle rekabet halindeki dünyada bütün kültler ve felsefeler arasında böyle bir teşkilat kura bilen ancak Hristiyanlık olmuştur. Ayrıca Eric Hoffer; İslam, “Hristiyanlığın kurduğu kilise teşkilatı kadar taraftarlarına cemaate ait olma duygusunu vermemiştir”, der.
“Kitle hareketlerinin doğuşunda , evde kalmış kızların ve orta yaşını geçmiş kadınların neredeyse hep varoluşu can sıkıntısıyla açıklanabilir. Hatta kadınların ev dışında faal olmasını pek uygun görmeyen İslam ve Nazi hareketinde bile, belirli türde kadınların bu hareketlerin ilk aşamasında önemli bir rol oynadığını görürüz.” (S:74) Ülkemizdeki 12 Eylül 1980 darbesinden önceki sol hareketlerde yer alan kızların çoğunluğu Üniversite öğrenci arkadaşları arasından kendisine sevgili bulamamış, girdiği sol örgüt içinde narin zarif bir kıza yakışmayacak erkeksi hareketler sergileyen kızlardan olması ve daha radikal bir örgüt bağlılığı bulunmasının sebebidir sanki yalnızlık ve bu yalnızlıktan doğan can sıkıntıları. Ülkücü Hareket genelde kızları bacı görüp okul ve ev arasında fikri gelişimini tamamlaması gereken ancak hiç bir olaya karışmayan korunmaya muhtaç emanet olarak görmüştür. Müslümanların genelinde mevcut olan “kadının yeri evidir” algısı ülkücülerde de vardır ve bu da her zaman bir eksiklik olarak etkisini göstermiştir. Nüfusun yarısının kadın olması dolayısıyla kadınların da düşünen üreten ve karara alan pozisyonda olması başarının artmasına etki edecektir. Sadece yapılması gereken kızların evde olması gerektiği inancına sevk eden kadınların maruz kalacağı gayriahlaki durumların önüne geçme güdüsünün rahatlatılması için ahlaki değerlerin topluma etkin kılınmasıdır.
“Bir kitle hareketinin canlılığını sağlayan, taraftarlarındaki ‘birlikte hareket ve fedakarlık’ eğilimidir.” (S:81) Buradaki kitle hareketini teşkilatlı olarak süren bir hareket mi yoksa gelip geçici bir hareket mi olduğuna göre değerlendirmek gerekir. Teşkilatlı bir hareketin birlikte hareket etme ve fedakarlık özellikleri şuurlu ve kazanılmış bir davranıştır. Ani gelişen ve kalabalık diyeceğimiz bir kitle hareketinde şuurlu ve kazanılmış bir birlikte hareket etme ve fedakarlık duygusu söz konu değildir. Sürüklenme vardır. Kitle akıl ve mantığına göre hareket etmez, heyecanlarına göre hareket eder.
“Bir kimsenin fedakarlık etmeye elverişli hale gelmesi için, onun bireysel kimliğinden ve kendine özgü farklılıklarından ayrılması gerekir.“(S:85) insanın fedakarlık yapacak bir duruma gelmesi için kendisi olmaktan vazgeçmesi, bir kolektif bir toplum içersinde erimiş, asimile olmuş, kendini toplumla meczetmiş olması gerekir. Eric Hoffer ifade etiği gibi “Kendisine kim olduğu sorulduğunda otomatikman vereceği cevap bir Müslüman, bir Alman, bir Rus, bir Japon, bir Hristiyan olduğu ya da bir ailenin veya kabilenin üyesi olduğudur.” (S:85) ve “Hiçbir aidiyet duygusu bulunmayan bir kişi için önemli olan tek şey hayatta kalmaktır. Hayat, hiçliğin sonsuzluğunda tek gerçek olan şeydir ve bu kişi hayata tutunmak nedir bilmez bir umutsuzlukla yapışır.” (S:85) Ölümden bir gruba mensubiyeti ve hiç bir kimseyle dostluğu olmayan korkar. Çünkü ölüm onun için beden, düşünce ve inançları bakımından yok oluştur. Müslüman ve Ülkücü olan ölümden korkamaz. Çünkü o kendisini İslam ve Ülkücülük içerisinde eritmiş ve bireysel kimliğinden sıyrılmıştır, ölen sadece bedenidir, fikir ve inançları ise İslam ve Ülkücülük olarak yaşayacaktır.
“Zorlamaya karşı koyma gücü, bireyin bir grupla özdeşleşmesinden doğar.” (S:86) Mücadele etmek için umut sahibi olmak lazım. Kişisel umutlardan toplumsal umutlar daha engindir. Kişi de mensup olduğu toplum sayesinde elde ettiği umut ve onlardan aldığı yüksek toplum desteğiyle mücadele gücü ve azmini besler. Olaylara karşı daha kararlılıkla göğüs gerer. “işkenceye veya yok edilmeye karşı karşıya kaldığında bir kişinin kendi gücüne güvenmesi imkansızdır. onun tek güç kaynağı kendisi olmak değil; güçlü, görkemli ve yıkılmaz bir şeyin parçası olmaktır. Burada inanç temelde bir özdeşleşme sürecidir; bu süreç sayesinde kişi, kendisi olmaktan çıkarak ölümsüz bir şeyin parçası olur. Bir dinin, bir ulusun, ırkın, partinin veya ailenin kaderine olan inancın.” (S:87) 12 Eylül cuntacılarının da ilk işi işkence hanelerde cezaevine doldurdukları insanlardaki mensubiyet duygusunu yıkmaktı. “Arkadaşın seni sattı” ve “felan itiraf etti, eylemi birlikte yapmışsınız” gibi söylemlerle zayıflayan mensubiyet duygusunun üzerine işkence acısına dayanamama da eklenince olmayan suçlar için daha önceden senaryosu tasarlanıp yazıya dökülmüş, sadece suçu kabul ettirilecek kişinin atacağı imzaya kalmış hazır tam teşekküllü itiraf nameler önlerine konulmuştur. Daha sonra da çözülmeyi hızlandırmak için propaganda kitaplarının serbest olduğu bir okuma serbesti ortamı hazırlayarak inanmış beyinleri karıştırarak tamamen koparmak yolunu takip etmişlerdi.
“Gözünü kırpmadan ölümün karşısına çıkabilmek için şu veya bu şekilde bir inandırma gereklidir. Gerçek, çıplak benliğimiz için, ne bu dünyada ne de öbür dünyada uğrunda ölmeye değecek bir şey vardır. Ne zaman kendimizi sahnelenmiş (ve dolayısıyla geçek olmayan) bir performansta rol yapan aktörler olarak görürsek, ölüm işte ancak o zaman korkunçluğunu, nihailiğini kaybeder ve bir inandırma eylemi, teatral bir jest olur.” (S:90) İnsanların gözünü kırpmadan ölüme gitmesi için inandırılması gerekir. Ancak Eric Hoffer’ın aksine Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki: “Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister.” (Buhârî, Cihâd; Müslim, İmâre 109. Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 13, 25) Allah’a inanan ve uğrunda şehit olanlar tekrar tekrar şehit olmayı isterler. Bu istek ne dünyalık ne de ahiret içindir ancak Allah’ın sevgisine layık olmak lütfuna mazhar olmak içindir. Eric Hoffer ölüme gitmeye inandırılmış kişilerin; üniformaları, sancakları, amblemleri, resmi geçitleri, bandoları, ayrıntılı adabımuaşeretleri ve ritüellerinin olduğunu, bütün bu ayrıcı vasıfların onları et ve kemikten oluşan benliklerinden ayırmak ve hayatla ölümün bunaltıcı gerçeğini maskelemek için tasarlandığını söyler. İslam uğrunda şehit olanlar diğer insanlardan ayrı yaşayan insanlar değildi, normal zamanlarında bağ bahçe işlerinde sıradan insanlardı ancak Allah uğrunda ölmek gerektiğinde farklılaşır ve imanlarıyla tebarüz ederlerdi.
Şimdiki zamanı bütün kitle hareketleri gözden düşürür diyen Eric Hoffer “Dinî bir harekete göre şimdiki zaman bir sürgün yeri, en sonunda cennete varan bir gözyaşı vadisidir; bir toplumsal devrim hareketine göre, Ütopya’ya giden yoldaki küçük bir ara istasyondur ve son olarak milliyetçi bir harekete göre, nihai zaferden önceki bayağı bir epizottur.” (S:94) olarak gördüklerine de ilave eder. Ve bütün kitle hareketlerinin taraftarlarının aklını ve fikrini gelecek üzerinde toplamaya çalıştığını söyler.
“Günlük işlerinde başarı sağlayamayanlar, imkansız olan şeylere el atmak eğilimi gösteririler. (…) Çünkü mümkün olanı yapma girişimimizdeki başarısızlığımızın suçu sadece bize aittir; fakat mümkün olmayanı yapma teşebbüsümüzdeki başarısızlığımızı, o işin zorluğuna bağlamakta haklı oluruz. Mümkün olanı denemeye kıyasla, imkansız olanı denmekle gözden düşme riski daha azdır.“(S:100) Kaybedecek bir şeyi olmayanlar daha cüretkar olurlar. Herkesin başarılı olduğu işlerde başarılı olmayanlar riskli işler ile hem başarısızlıklarına kılıfı baştan uydururlar, hem de başarısız addedilme tehlikesinden imkansızı tercih ettikleri için daha başta kurtulurlar.
“… insanların ölümü göze almaları, sahip oldukları şeyler veya mevcut halleri uğruna değil, daha ziyade gelecekte sahip olacakları ve olmak istedikleri şeyler uğrunadır. (…) Hiç çekinmeden canını feda etme duygusunu yaratan şey, sahip olunanlar değil, sahip olmak için can atılanlardır.” (S:101) Rahatı yerinde olan, düzenini kurmuş olan, gelecekten bir beklentisi kalmamış olan kişiler genelde statükolarını değiştirmek istemezler. Mevcudu, elindekini muhafazaya çalışırlar. Kutsal bir dava uğruna ölmek istemediğini söyleyen Eric Hoffer aslında burada kutsal davanın ne vaadettiğini de söylemesi gerekir. Hiç bir kutsal dava için, ölümü göze alamaz ölünmez demek değildir. İslam da kutsal bir dava olarak malının tamamını veya yarısın bağışlayan, bu hususta yarış halinde olan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer gibi kutsala inan insanları Sahabeyi çıkarabilmiş ve bunların arzusu da Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer gibi Cennetle müjdelendikleri halde şehit olmak olmuştur.
“Bir öğretinin etkililiği onun anlamından değil , kesinliğinden gelir. ne kadar derin ve yüce olursa olsun, yegane hakikatin tecessümü olarak tanıtılmadıkça hiçbir öğreti etkili olamaz.” (S:105) Ama yeryüzündeki öğretilerin hepsi yüce değerler mi aşılıyor, yo, aksine öyle sahte, yalan, insanlığın zararına olan öğretiler var ki hiç taraftar bulmakta güçlük çekmez. Bu insanoğlu inanmak için mutlaka bir sapkınlık bulur. Bazen yaptığı un helvasına tapar acıkınca oturur yer, bazen kendi elleriyle yaptığı altın buzağıya tapar hak ve hakikat yolundan sapar, hem de başlarında bir nebi varken, onun uyarı ve ikazlarına bile aldırmaz. “Açıkça görülmektedir ki bir öğretinin etkili olabilmesi için anlaşılmaması, ona inanılması gerekir.” (S:106) İnsan inanmak için anlaşılır ve akli, mantıklı şeyler olmasına bakmaz, yeter ki ona inansın, inanmak için sebep aramaz. Anlaşılamaz, belirsiz ve doğrulanamaz meçhul şeylere insan oğlu inanır. Eğer bir öğreti anlaşılır olmaya başladıysa inan kişi bunu kendinden doğmuş olarak kabul etmeye başlar.
Kitle Hareketleri ve Fanatizm
“Fanatik dindarın karşıtı fanatik ateist değil, Tanrı’nın varlığı veya yokluğunu umursamayan kibar siniktir. Ateist dindar bir kişidir. Ateizme yeni bir dinmiş gibi inanır. Kutsal bir ritüelin arka planında, sofu bir kişidir o.“(S:112) İslam inancında da kafir her ne kadar İslam akidesine inanmayan adamsa da inanmadığı malumdur ve göstereceği davranış herkesçe bilinir. Ancak münafık inanmış görünen ama inanmayan ve tolumda sessiz kalan sinik kişi gibidir. İslam Hukuk bu kişilerin derecesini sayarken münafığı daha alt bir dereceye koyar ve cezasını da öyle takdir eder.
“Fanatik bir asker, asker olmuş bir fanatiktir; fanatik olmuş bir asker değil.” (S:116) Genelde milliyetçi olan, vatan duyarlılığı daha fazla olan kişiler asker olur ve vatan savunmasında görev alır. Sırf para için bu işi yapanlar canı tehlikeye düşünce bu işten hemen istifa etmektedir. Dededen beri muhafazakar, mütedeyyin sayılacak bir ailenin çocuğu iş sahibi olmak için asker olur. Küçük rütbeli bir asker olarak görev yaparken tayini doğuya çıkar. Bir de çözüm süreci bitmiş bölücü teröre karşı askeri operasyonlar başlamıştır. Her an operasyona gitmesi kaçınılmazdır. Bizim muhafazakar aile oğlunu istifa ettirir. İslam’ın cihat emri, vatan savunması, hudutta askerin nöbet tutması, şehitlik ve gazilik gibi emirleri ve tavsiyelerini toplumun çoğundan daha iyi bildikleri halde istifa eder. Çünkü can tehlikesi vardır ve millete ne olursa nihayetinde onlara da ancak o olacaktır. İnsanların yaptıkları işler de sırf para yeterli olmamakta o işe gönül vermek, ve o işi yapmaya sebep olacak ilkelere de inanmak gerekmektedir.
“Ortak nefret, en heterojen unsurları birleştirir.” (S:119) diyen Hoffer, sanki günümüz Türkiye’sinin siyasi yapısını kastetmiştir. Ülkemizde ki siyasette hakikatler üzerinden değil de nefret üzerinden yürütülmektedir. Eğer birinden siyaseten nefret ediyorsanız siyasi programın, hizmet anlayışını, bölücü olmasının hiç önemi yoktur: “Genellikle, bir şeyi sevdiğimizde o şeyi bizimle beraber sevecek müttefikler aramayız. sevdiğimiz şeyi sevenleri rakip ve saldırgan olarak görürüz. Fakat bir şeyden nefret ettiğimizde hep müttefikler ararız.” (S:121)
Taklit ve itaat bütün kitle hareketlerinin tek görüşlü ve tek tip insan yetiştirmek için kullandıkları bir metottur. İtaat, kitle hareketinin koyduğu kurallara uymak kadar, o kitle hareketinin örnek şahsiyetlerinin taklit edilmesidir aynı zamanda. Ülkemizde de zaman zaman iklim ve coğrafyanın zorladığı yaşantıyı taklit ederek tamamen taklit ettiklerine benzemeye çalışan cemaat ve cemiyetler olmuştur. Taklit ve itaat edenler dış görünüş olarak ne kadar taklit ettikleriyle aynileşirlerse o fikri o kadar iyi anladıklarını çevrelerine de göstermiş olurlar. Hüsrana uğramış ve ezilen kişilerin ezilmeye sebep olan kimliklerinden kurtularak yeni bir kimlik ile yeni bir hayata başlamak arzuları onların hüsrana uğramaya, ezilmeye sebep gördükleri kimliklerini belirsizleştirip ya da silerek kendilerini kamufle etmeye sevk eder. “Üstünlük duygusu taklidi önler. Eğer ABD’ye gelen milyonlarca göçmen, üstün insanlardan oluşsaydı, bugün Amerika Birleşik Devletleri değil, çeşitli dil ve kültür gruplarından müteşekkil bir mozaik olurdu.“(S:131) Bu ABD’ye giden göçmenlerin problem çıkarmayan isyan etmeyecek hüsrana uğramış taklitçi ve itaatkar insanlardan oluştuğunu gösterdiği gibi göç veren ülkeler açısından kendi soydaş ve milletdaşlarının asimile olarak yok olduğunun da bir başka veçhesidir. Bugün Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler de bu durum görülmektedir. Hele üçüncü nesil tamamen asimile olmak üzeredir. Dil ve din günlük hayatta onları belirgin ve farklı kılacak şekilde hayatlarında yer almamaya çoktan başlamıştır. Avustralya ve kıta Amerika’sına göç eden İslam ve Türk unsurlar buralarda kurucu bir varlık gösterememiş yok olup gitmişlerdir. Şimdiki mevcut İslam ve Türk unsurlar daha sonraki dönemde kitle halinde göçen ve büyük bir kitle teşkil etmesi dolayısıyla yavaş asimile olan bir İslam ve Türk bakiyesidir.
“Sadık kişiler kolayca şekillendirilir ve güdülür, fakat bunlar yabancı etkilere de kolayca kapılabilirler. (…) tam bir birliğe ve beraberliğe ulaşmış bir topluluk kolayca saptırılabilir ve yozlaştırılabilir.” (S:133) Hiç bir zaman yer yüzünde düzen sağlanmayacağının da bir işaretidir bu. İnsanlar huzur ve rahat rahatsız eder ve düzeni yıkmaya çalışırlar. Kitabın yazıldığı yıllarda Türkiye ve Japonya’yı tam bir birlik ver beraberliğe ulaşmış olmanın ve taklitçiliğin verdiği yenilikleri kabul edip doğrultusunu değiştirmede hızlı bir şekilde davranarak modernleşmeyi gerçekleştirdiğini söyleyen Eric Hoffer Çin ve İran’ın bunda başarılı olamadığını da ekler.
“Muhammed başlangıçta bir söz ustası olarak ortaya çıkmış, amansız bir fanatiğe dönüşmüş ve sonunda müthiş bir pratik anlayış ortaya koymuştur.” (S:166-167) Bunlar doğrudur ancak temel düşünce yanlıştır. Şöyle ki Hz. Muhammed ümmi ve peygamber bir kişidir ve ilk vahiy de “ikra= oku” olarak inmiştir. Buradaki problem batılıların çoğunda olduğu gibi Eric Hoffer’da da Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu kabullenmemek yatmaktadır. Doğru “bir elime ayı bir elime de güneşi verseniz hak davamdan vazgeçmem” demiştir. Kendisinin vasıfları ilahi bir düzen içinde sağlanmış ve kendisi Allah tarafından peygamberlik için hazırlanmıştır. Yoksa yetim ve öksüz birinin kendini bu derecede yetiştirmesi mümkün değildir. Ortaya koydukları da kendisinin heva ve hevesleri değil ilahi vahye dayanan dinin kaideleridir.”Zamanında iktidarda olan Ferisiler (Yahudi bir grup MÖ.515-MS:70) İsa’yı aralarına alıp ona saygı gösterselerdi ve onu Haham olarak tanısalardı belki de İsa yeni bir İncil ortaya koymayacaktı.“(S:168) Daha kendi peygamberlerine ve kutsal kitaplarına doğru inanmayan kişiler Hz. Muhammed’e mi inanacaklardı? Hz. İsa bir kere kendisi Haham olmak istemedi, o Allah’ın kendisini peygamber olarak görevlendirmesi üzerine kendisine vahyettiği İncil’i Yahudilere tebliğ etti onlarda aşırı sapkınlıklarından dolayı Hz. İsa’yı kabul etmediler.
Kitle Hareketleri ve Liderlik
Liderin bir hareketi yaratma ve büyütmeyi sağlayacak koşulları sağlayacak kapasitesi olmadığını söyleyen Eric Hoffer “Lider yoktan bir hareket meydana getiremez. Bir hareket ve bir lider ortaya çıkmadan önce, bir itaat etme ve takip etme hevesi ve mevcut düzene karşı şiddetli bir hoşnutsuzluk bulunması gereklidir. Şartlar olgunlaşmadığı sürece, potansiyel bir lider ne kadar yetenekli olursa olsun ve kutsal davası ne kadar kuvvetli olursa olsun, peşinden kimseyi sürükleyemez.” (S:142-143) der. Bizim ülkemizde de Milliyetçilik hareketinin ivme kazanması Milli Şef olan İsmet İnönü’nün Rusya’daki komünistlerin güçlenmesi ve 2. Dünya savaşını kazanmaları üzerine onlara şirin görünmek üzere milliyetçilere yaptığı zulümleri artırmasıyla başlar. Nihal Atsız’ın mahkemeye verilmesi, mahkeme tutuklamadığı halde mahkemeden hemen sonra polis tarafından gözaltına alınması, mahkemeye gelen gençlerin polis tarafından dövülmesi ortam hazırlamış ve milliyetçilerin siyasi hareket bu ortamın ürünü olarak başlamıştır.
Kitle hareketlerinde kaybolmuş, erimiş kişi eylem ile artık kendi olmaya başlar. Kendine güven gelir ve her şeyi başaracağına inanır. “Yaptığı bütün işlerde başarılı olan kesin inançlı kişi öz güven kazanır ve gerek kendisiyle gerekse şimdiki zamanla barışık olmaya başlar. O artık kendi kurtuluşunu, kolektif bir topluluğun tekliği içinde kendini kaybetmekte ve kendisine ait iradesi, sorumluluk ve karar verme yetkisi bulunmayan anonim bir parçacık olmakta bulmaz. Kurtuluşunu eylemde, kendi değerini ve kişisel üstünlüğünü ortaya koymakta bulur artık.“(S:155) Türkiye’deki sol hareketler kişileri eylemlere yönlendirerek onları hem hukuk önünde suçlu duruma düşürerek hem de kendi iradesiyle eylem yapma şuuru kazandırmak suretiyle geri dönülmez, pişmanlık duymaz bir hale getirerek sol gruba aidiyeti garanti altına almaya da çalışmışlardır.
“Kesin inanç sahibinin sadakati, yoldaş olan diğer kesin inançlı kişiye değil, bağlı bulunduğu bütünedir. (…) Aktif kitle hareketi, arkadaşlık ve akrabalığın kendi sıkı örgütlü bünyesini zayıflattığını düşünür.” (S:157) diyen Eric Hoffer, hareketler kendi mensupları olan insanları da birbirinden gözetlendikleri, takip edildikleri düşündürülerek şüphe ettirir, aile bağlarının da zayıflaması ister, çünkü hareketin birliği yekvücut olması buna bağlıdır, der. Günümüzdeki cemaat türü hareketler de insanları kendi istedikleri insanlarla arkadaş kılmaya çalışır, anne babasından soğutmak, görüşmelerini azaltmak ve ayırmak için çok çaba sarf ederler. Taraftarlarının cemaatin kendi istediği kişiler ile aynı odalara koyarlar, anan babasıyla görüşme fırsatı bulacakları günlere daha cazip geziler faaliyetler düzenleyerek kişini bu faaliyet dolayısıyla memleketine anne babasıyla görüşmeye gitmekten vazgeçip onların faaliyetlerine katılırlar. Bazen bazılarını da mecbur tutarak vazgeçirirler. Şüpheci insanlar birbirlerinden şüphe ettiği için bir firar ve isyan olmaz, hatta bu şüphe onların hareketi daha da güçlendirmesine sebep olur. “Başkalarıyla birleşmiş birey artık seçme özgürlüğüne sahip değildir. Ya bir topluluğa tutunmalıdır ya da bir yaprak gibi düşüp solacaktır. (…) Bu yüzden kesin inançlı kişi sonsuza dek eksiklik ve güvensizlik içindedir. ” (S:160) Kitle hareketleri de mensuplarının eksiklik duygusunu kuvvetlendirici artırıcı davranırlar. Böylece eksik olduğu korku ve güvensizliği yaşayan, kendisinin bağımsız hareket edemeyeceğini düşünen kişiler daha çok kitle hareketine bağlanır. Kitle hareketleri, kiliseye, partiye, ülkeye, lidere ve itikada adanmışlık telkin ederek eksiklik duygusunu devam ettirirler. Ülkücü hareket bu eksikliği görmüş ve kendisine esas aldığı Dokuz Işık Doktrinine “Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik” ilkesini koymuştur. İnsanlar kendi bireysel karakterleriyle hür iradeleri seçtikleri bir şekilde ülkücü olacak ve ülkücü kalmaya devam edeceklerdir.
“Hindistan’ı yöneten Britanyalılar, herhangi bir ülkenin entelektüeliyle iyi geçinebilecek yetenekten tamamen yoksun kişilerdi ve Hindistan’da durum ziyadesiyle öyleydi. Onlar Britanyalıların doğuştan üstün olduğu inancı içinde yoğrulmuş eylem insanlarıydı.” (S:172) Hindistan bağımsızlık savaşının lideri Mahatma Gandi “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı İngiliz’dir zannederdim.” der. İngilizler hiç bir zaman Hintlilerin mühendis, tarım uzmanı, teknisyen olmasını istemediler. Hatta pamuk üreticisi Hindistan’da dokuma tezgahlarında çalışan Hintlilerin parmaklarını kestiler.
Marxizmin önderlerinden Engels dokuma fabrikatörü bir İngiliz kapitalisti olduğu için İngilizlerin Hindistan’daki yerli kumaş üretiminde çalışan Hintlilerin başparmaklarını keserek yok etmelerini “İngiltere’de işçi sınıfının durumu” adlı kitabında “Hindistan’daki milyonlarca elle çalışan dokuma tezgâhı, İngiltere’de Lancashira’da enerjiyle çalışan dokuma tezgâhları tarafından sonunda çökertildi”ğini söylemektedir. Engels’e göre makine üretimi İngiliz kumaşı ucuz olduğu için elle üretilen pahalı Hindistan kumaşı satılmayınca üretimi de yok olmuştur. Oysa başparmakları kesilen çıkrıkçılar kumaş üretemez duruma gelince mecburen Hindistan kumaşı üretimi kalkar, İngiliz kumaşı dünya piyasasına hakim olur ve Hindistan da İngilizlerin müşterisi olur. İngiliz Emperyalizminin başparmak kesme vahşetine alkış tutan Komünist Karl Marx vahşeti “ilerici bir devrim” olarak onaylamış ve 25 Haziran 1853 günkü New York “Daily Tribune” gazetesindeki yazısında “uygarlaştırıcı, ilerici ve devrimci” bir uygulama olarak alkışlamıştır. Buna karşılık Hindistan’da Doğu Hindistan Şirketi’nin yönetim kurulu üyeliğini yapan William Bolts, sadece Hindistanlı dokuma işçileri el tezgâhlarında yerli kumaş üretmesinler de, fabrika işi İngiliz kumaşlarına pazar açılsın diye işçilerin parmaklarının kesilmesine isyan ederek bu vahşeti yapan İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nden ayrılmıştır. Ayrıldıktan sonra da İngilizlerin bu vahşetlerini ilk baskısı 1772’de Londra’da yayımlanan müteakiben de İngilizlerin British Library’deki nüshalarını bile toplayıp imha ettikleri “Considerations on India Affairs” adlı kitabında belgeleriyle anlatmıştır. (Bkz. Hikmet Köksal, “Çıkrıkçıların parmaklarını kesen uygarlık” , 22.01.2015 tarihli makale.)
“Bir kitle hareketine söz erbabı öncülük eder, onu fanatikler ete kemiğe büründürür, eylem insanlarıysa onu pekiştirir.” (S:185) Eric Hoffer bir kitle hareketinin yukarıdaki rollerin ardı ardına gelen farklı kişiler tarafından oynanmasının bir ön koşul olarak görürü. Çünkü o bir kitle hareketini başından sonuna kadar tek başına yönetip de koşullara göre yukarıdaki rolleri yapacak şekilde değişerek sürmesini sağlayamayacağın düşünür. Kitle hareketinin sürmesi için lider değişimini öngörür. Bu konuda da Hitler’i örnek verir ve Hitler’in lider olarak kendisini yenileyememesi ve liderliği bırakıp Nazileri zamanın şartları ile uzlaştıracak birisinin başa gelememesi dolayısıyla hareketinin yıkıldığını söyler. Ancak Atatürk’ü görmemiştir ya da görmezden gelmiştir. Atatürk bir söz ustası olarak bezgin halk kitlesini ikna ederek millet olma duygusunda birleştirmiş ve kurtuluşa fanatikçe inanmış ve bir eylem adamı olarak hem kurtuluş savaşını kazanarak hem de sivil yönetim olarak cumhuriyeti kurarak hareketini zamanın şartlarına adapte edebilmiştir. Bunu için Atilla İlhan “Hangi Atatürk” Taha Akyol da “Ama Hangi Atatürk” gibi kitaplar yazarak Atatürk’teki reel politik değişimi göstermeye çalışmışlardır. “Eylem insanı yeni düzene istikrar ve kalıcılık katmak için başvurduğu yöntemlerde eklektiktir. Yanındakinden de uzağındakinden de, dosttan da düşmandan da ödünç alır. Hatta hareketin öncesindeki eski düzene kadar bile gider ve onun istikrar için kullanmış olduğu bir çok tekniği kendine mal eder ve böylece, farkında olmadan, geçmişle süreklilik kurar.” (S:188-189)
“Kesin inançlı kişinin nazarında, kutsal davası bulunmayan insanlar omurgasız ve karaktersiz insanlardır., yani inançlı kişi için çocuk oyuncağıdır onlar.” (S:202) Hatta ülkemizde bu tip insanlara omurgasızdan mülhem olsa gerek “ot” tabir edilir. Otun da omurga vazifesi görecek bir dik duruş desteği yoktur, hafif ve narindir.
SONUÇ
Aslında Eric Hoffer’in “Kesin İnançlılar” kitabı bu güne kadar kitlesel hareketleri ve kitle hareketleri mensuplarını inceleyen ve kişilerin vasıflarını yorumlayan bir kitap olarak bilinip bu gözle okunmuştur. Ancak benim kanaatim bu kitap Amerika’nın dünyayı yönetmek için rakip ülkelerin toplumsal hareketleri ve mensuplarını tahlil eden, onların nasıl çözüleceğini gösteren, alternatiflerinin nasıl icad edileceğini, icad edilecek güdümlü sosyal hareketin ilkelerinin ne olması gerektiğini ortaya koyan bir rapordur. Bu güne kadar yeryüzünde insanlığın var oluşundan beri cereyan eden hadiseler ile bu hadiseleri planlayan yapan grupların vasıflarını tek tek tespit edip olumlu/olumsuz yönlerini göstermektedir.
Eric Hoffer bu kitabında “Kitle Hareketleri”ni incelediğini ve “Kitle Hareketleri”ne zayıf karakterli ve suçlu -kriminal- kişilerin katılmak istediğini -ve katıldığını- söylemektedir. Ancak bunlar gelip geçici kitle hareketleri ise söylediği doğru olabilir. Eğer teşkilatlı ve teşkilat ilkeleri ve doktriner felsefe mensupları tarafından yaşanılmasını isteyen organizasyonlarda sadece suçlular yer alamaz. Düşünen ve milletinin ve toplumun derdini dert edinen düzgün insanlar da kitle hareketlerinde yer alır, ancak yer aldıktan sonra tamamen kendisini teşkilat ilkeleri doğrultusunda değiştirir.
Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş’in bu kitabı tavsiye ederken güttüğü gaye, Türk gençlerini üzerlerinde oynanacak oyunlara karşı bilinçli olmaları, kesin inançlı fanatik yapılarak, bilinçsiz hareket ederek devletine milletine zarar verecek bir yapı içinde olmamalarıdır. Kitle hareketlerinde “kullanılan” şuursuz insanların zaaf ve vasıfları bu kitapta gösterildiği için, ülkücülerin bu zaaflara düşmeden kendilerini geliştirip, kullanılmaya müsait hale düşüp güç durumlarda kalmamalarını öğrenmeleri isteğidir. Zaten Dokuz Işık Doktrinine koyduğu Gelişmecilik ve Şahsiyetçilik ilkesi de Ülkücü Gençliği bu zaaflardan uzak tutmanın çabasıdır.
Eric Hoffer’in bu kitabı kitle hareketlerine katılan bireyleri yönlendiren ortak eğilimleri anlamak ve kitle psikolojisini tanımak isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir eserdir. Bu eser sayesinde tarihi değiştirme iddiasındaki bütün kitle hareketleri gibi, Türk siyasî tarihine de silinmez izler bırakan Ülkücü Hareket mensuplarını anlayabilmek kısmen de olsa mümkün olacaktır.
***
Türkçede İlk Baskı: 1968
***
KİTAPTAN ALINTILAR
Muhammed başlangıçta bir konuşmacı olarak ortaya çıkmış ve sonunda olağanüstü bir eylem adamı olduğunu ortaya koymuştur. Lenin gibi bir fanatik, hem olağanüstü bir konuşmacı hem de eşsiz bir eylem adamıdır. Sınıflandırmanın ortaya koymaya çalıştığı gerçek şudur ki, bir kitle hareketinin temelini hazırlayanlar, güzel yazma ve güzel konuşma yeteneğinde olanlardır; kitle hareketini fiilen açığa vuranlarsa, bir fanatiğin heyecan ve yeteneğinde olanlardır ve kitle hareketinin son toparlamasını yapanlar da, uygulayıcı eylem adamı yeteneğinde olanlardır. (s. 147)
Geçmiş çağlarda dini hareketler birer değişiklik aracı idiler. Bir dinin muhafazakârlaşması can suyunun pıhtılaşması gibidir. Doğmakta olan bir din hareketi, baştan aşağı değişiklikler ve denemelerle doludur ve her yönden yeni görüşlere açıktır. İslamiyet doğduğu zaman, örgütlendirici ve modernleştirici bir ortam meydana getirmiştir. (s. 12)
İslamiyet’in olağanüstü yayılışında fetihler birinci etken, İslamiyet’in kabulü ise bir yan ürün olmuştur. “İslamiyet’in en çok geliştiği devre
siyasi başarılarının en büyük olduğu devre olmuştur.” (s. 124)
Milliyetçiliğin yeniden canlanma ruhundan yararlanılmasaydı Japonya’nın olağanüstü kalkınması belki de mümkün olmazdı. Bazı Avrupa ülkelerinin (özellikle Almanya’nın) hızla modernleştirilmesinin de, milliyetçi heyecanın iyi bir şekilde teşvik edilmesiyle kolaylaştırıldığı düşünülebilir. Mevcut belirtilere göre bir yargıya varıldığında, Asya ülkelerinin uyanışını gerçekleştirecek ortam, milliyetçi hareketlerden başka bir şey olmayacaktır. Kemal Atatürk’ün hemen hemen bir gecede Türkiye’yi modernleştirmesi samimi bir milliyetçi hareketin varlığıyla mümkün olmuştur. Mısır’da bir kitle hareketi mevcut olmadığı için, her ne kadar liderler Mehmet Ali zamanından beri Batı’nın fikirlerini kabul etmişler ve Batı’yla yakın ilişkiler içinde olagelmişlerse de, modernleşme yavaş ve tereddüdü olmaktadır. (s. 13-14)
Aşırı benciller hayal kırıklığına kapılmaya meyillidir. Bir kişi ne kadar bencilse, hoşnutsuzluğu da o denli şiddetli olur. Fanatiklerin en ateşlileri genellikle, doğuştan gelen kusurları nedeniyle veya dış çevre koşullan sonucunda kendilerine güvenlerini kaybetmek zorunda kalmış bencil kişilerdir. Bu kişiler, bencilliklerinin kusursuz yönlerini yetersiz kişiliklerinden ayırıp bunu herhangi bir kutsal amacın hizmetine kanalize ederler. İçine büründükleri kimlik her ne kadar bir sevgi ve alçak gönüllülük taraftarlığı şeklinde görünürse de, bu kişiler için sevmek ve alçakgönüllü olmak imkânsızdır. (s. 61)
Birbirine nasıl yardımcı olabileceklerini düşünecekleri yerde, bütün zekâlarını birbirlerine üstünlük kurmak ve baskı yapmak için kullanmışlardır. (s. 81)
İnsanlarda; bir ırkı, bir ulusu veya ayrıcalığı olan bir grubu, onun en kötü üyelerine bakarak değerlendirme eğilimi vardır. Her ne kadar bunun haksızlığı ortadaysa da, bu eğilimin haklı olan bir yönü de vardır. Çünkü bir topluluğun niteliği ve kaderi, birçok zaman onun en kötü elemanları tarafından belirlenir. (s. 32)
Kendi kusur ve noksanlıklarını bilen hayal kırıklığına uğramışlar, çevrelerindekilerde de kötü düşünce ve kabalık ararlar. Kendini aşağı gören kişiler başkalarında da kusur bulmak için dikkat kesilirler. Kendimizde bulunup da örtmek istediğimiz kusurları başkalarında bulup ortaya çıkarmaya çalışırız. Böylece, hayal kırıldığına uğramışlar bir kitle hareketinde bir araya gelince etrafta şüphe ile dolu bir hava eser. Birbirini kontrol etme, gammazlama, casusluk etme, şüpheyle bakma ve kendine şüpheyle bakıldığını hissetme gibi gergin bir hava vardır. Kendilerinin şüpheyle kontrol edildiğini sürekli olarak hisseden yandaşlar, bundan kurtulmak için kendilerinden beklenilen davranış ve fikirleri büyük bir gayretle benimserler. (s. 140)
Bir kitle hareketi lideriyle özgür bir toplumdaki lider arasında önemli bir fark vardır. Oldukça özgür bir toplumda lider, ancak halkın aklına ve iyi niyetine tamamen inandığı zaman liderliğini yürütebilir. Böyle bir inanca sahip ikinci sınıf bir lider böyle bir inanca sahip olmayan birinci sınıf liderden daha başarılı olur. Bu demektir ki özgür bir toplumda lider, halka önderlik ettiği gibi onların yolunu takip eder. Önce halkın nereye gittiğini bilmelidir ki onlara o yolda önderlik etsin. Ne zaman ki özgür bir toplumda, lider halin aşağı görmeye başlarsa, bütün insanların aptal olduğu yönündeki yanlış kurama er-geç kapılarak eninde sonunda yenilgiye uğrar. Liderin acımasızca baskı yapabildiği bir toplumda ise durum başka türlüdür. Bit kitle hareketinde olduğu gibi, liderin körü körüne itaat sağlayabildiği yerlerde, lider, bütün insanların korkak olduğu yönündeki doğru kurama dayanarak insanlara ona göre davranır ve istediği sonucu elde eder. (s. 165)
Kitle hareketlerini yönetenler, taraftarlarını hayatın şimdiki zevklerinden yoksun kılarak, geleceğe ait umutlarla uyuttukları ithamıyla sık sık karşılaşırlar. Hayâl kırıklığına uğramış kişinin şimdiki hayatı zaten öylesine bozuktur ki, şimdiki zevk ve konfor, o bozukluğu gidermez. Bu kişiler için gerçek tatmin ancak ve ancak geleceğe ait umutlardan doğabilir. (s. 25)
Hayâl kırıklığına uğramış kişilerde beraberlik ve fedakârlık eğilimleri kendiliğinden doğar. Bu nedenle, hayâl kırıklığına uğramış kişilerdeki bu eğilimlerin iç yüzünü anlamak ve bu eğilimleri teşvik edebilecek teknikleri bulmak mümkündür. (s. 69)
Hoşnutsuzluğun derecesi, istenilen amaca ulaşılacak mesafe ile ters orantılıdır. Bu, amaca yaklaşırken de amaçtan uzaklaşırken de böyledir. Bu durum hem vaat edilene yaklaşıldığında hem de vaat edilenin tadını tadabilen zenginliğe, özgürlüğe vesaireye yaklaşmış olanların ve yeni köleleşmiş yeni yoksulların vaat edilenden mahrum kaldıklarında geçerlidir. (s. 38)
Bir kitle hareketinin eyleme çağrısı, hayâl kırıklığı içinde bulunan kişilerde çok olumlu bir tepki yaratır. Çünkü hayâl kırıklığı içinde bulunan kişiler bir eyleme katılmakta bütün dertlerinin çözümünü bulurlar. Eylemcilik onlara kendilerini unutturur ve onlara bir amaç ve değer kazandırır. Gerçekte hayâl kırıklığının başlıca nedeni meşguliyet sahibi olmamaktan ileri gelir ve en şiddetli hayâl kırıklığı, enerjisi ve yeteneği çok olup da çevrenin etkisiyle paslanmaya terkedilmiş kişilerde bulunur. ( s.137-138)
Bilimin etkisi altında dini inanç küçümsendiği takdirde, gelişecek olan kitle hareketleri ya sosyalist ya milliyetçi ya da ırkçı olacaktır. Aynı zamanda milliyetçi bir hareket olan Büyük Fransız Devrimi, Katolik Kilisesi’nin zulmüne ve geleneksel rejime yönelik bir tepki olarak değil, bunların zaaf ve yetersizliklerine bir tepki olarak gelmiştir. Totaliter yönetim altındaki bir toplumda halkın isyan etmesi mevcut rejim kötü olduğu değil, zayıf olduğu içindir. (s. 55)
Dinî ve devrimci heyecanda olduğu gibi aşırı vatanseverlik de, suçluluk duygusundan kaçmak isteyenlere bir sığınak vazifesi görür. Tuhaftır ki, gerek haksızlık yapan, gerekse haksızlığa uğrayan kişi; gerek günah işleyen gerekse üzerinde günah işlenen kişi, bir kitle hareketine katılmakla kendini lekeli hayatından kurtulmuş gibi hisseder. Gerek pişmanlığın gerekse haksızlığa uğramışlık duygusunun, insanları aynı yönde güdülediği görülmektedir. (s. 65-66)
Fanatik kişilerin sükûnete erememeleri, bir kitle hareketinin gelişmesi üzerinde tehlike oluşturur. Zafer kazanıldığı. ve yeni düzen şekillenmeye başladığı zaman fanatik kişi, bir gerginlik ve bozuculuk elemanı olmaya başlar. O, henüz keşfedilmemiş gizli kapıları meydana çıkartma hevesi içindedir ve aşırı şeyler aramaya devam eder. Böylece, zaferin eşiğinde birçok kitle hareketi bozguncuların baskısı altına girmiş olur. Daha dün dış düşmana karşı bir ölüm-kalım savaşı için harcanan çaba bu defa kendi içindeki anlaşmazlık kavgalarıyla yitirilir. Birbirlerine karşı duydukları nefret bir alışkanlık haline gelir. Artık yok edilecek dış düşmanlar kalmayınca fanatik kişiler kendi içlerinden düşmanlar oluştururlar. (s. 162)