Mehmet ÇINARLI
ELEŞTİRME ÜZERİNE
Hisar’ın, 1950 yılında çıkan ilk sayısı rahmetli arkadaşımız Munis Faik Ozansoy’un şu cümlesiyle başlıyordu: “Edebiyatımızda eksikliğini en çok duyduğumuz şey, öyle sanıyorum ki, tenkiddir.” Aradan geçen 28 yıl, bu konuda önemli bir değişiklik getirmedi. “Tenkid” yerine “eleştirme” demeye alıştık, o kadar. Duyduğumuz eksiklik aynı şekilde sürüp gidiyor.
Gençlerden, yetenekli gördüklerimizi eleştirmeci olmaya, teşvik ettik. Küçümsediler. Şair olmak, hikayeci olmak varken, eleştirmecilik de ne oluyor? Israrımız kuşkuyla karşılandı. Bunlardan, çok sevdiğim birinin “kendilerini •övdürmek için beni zorla eleştirmeci yapacaklar” dediğini işitip, üzüldüm.
Eleştirme, övmenin de, yermenin de ötesinde, üstünde bir şey. Bilgi ister, kültür ister, soğukkanlılık —özellikle— tarafsızlık ister. Gerçek eleştirmeci, dostlar kadar, düşmanlar da kazanır. Eleştirme, bunu göze alacak, buna dayanacak yürek ister.
Eleştirmecilik bir yazarın, bir sanatçının kendisini adayabileceği güç ve şerefli bir meslektir. Arada bir, ikinci, üçüncü iş olarak yapılırsa yeterli olamaz.
Eleştirmeyi kendisine meslek olarak seçmiş bazı yazarlarımız bulunduğunu biliyor ve onların bu seçimini saygıyla, takdirle karşılıyorum. Fakat, bu yazarlar sanata, edebiyata belli bir ideoloji açısından baktıkları ve kendilerini —isteyerek veya istemeyerek— sımsıkı şartlandırdıkları için, yazdıklarının çoğu samimiyetten uzak kalıyor ve gerçeğe aykin düşüyor.
Konuşup görüştüğüm sanatçı dostların hemen hepsi, yeteri kadar eleştirilmemekten, tanıtılmamaktan —haklı olarak— şikâyetçi.
Bugün iyi bir eleştirmecinin edebiyatımıza yapabileceği hizmet, herhangi bir şairin veya hikâyecininkinden çok daha fazla, çok daha önemlidir. İyi bir eleştirmeci olmadığı, çok defa duygularına kapılıp yanlış hükümler -verdiği halde, Nurullah. Ataç’ı bile hâlâ hasretle anıyor ve arıyoruz. Eleştirmeyi kendisine dert edinmiş, meslek edinmişti. Kalemini emirlere, direktiflere göre değil, kendi kafasına, kendi gönlüne göre işletirdi. Hisar’a ve Hisarcılar’a bütün ömrünce çattı. Fakat, duymazdan, görmezden gelmek basitliğine düşmedi.
Geçenlerde, bir dost toplantısında anlattılar : Bir yayınevi sahibi masaya yumruğunu vurup bangır bangır bağırıyormuş: “Bana bu kitabı bastıracağınız zaman falan filân gazetelerde şu kadar eleştirme yazdıracağınızı vaad etmiştiniz. O kadar yazılmadı. Beni aldattınız.” Daha kitabı çıkmadan, kitabının eleştirmeleri çıkmaya başlayan ve eleştirmecileri, kazandırdığı telif haklarıyla “zengin ettiğini” söyleyerek lâtife yapan bir genç romancıdan da bahsettiler.
Bu derece güdümlü bir eleştirmeyi var saymamıza imkân bulunmadığını elbette takdir edersiniz. Eleştirme olmayınca da —şiiriyle, romanıyla, hikâyesiyle— edebiyatın bütün dalları başıboş, kimsesiz ve himâyesiz kalır. Ayrık otlarından,’ parazitlerden temizlenemez. Gerektiği kadar gelişip güçlenemez.
KAYNAK: Mehmet Çınarlı, Söylemek Yaraşır, İst. 1978