Metin SAVAŞ: MİLLİYETÇİ YAZAR OLMAK – 2

MİLLİYETÇİ YAZAR OLMAK – 2

 Metin SAVAŞ   

                                                                                                

Milliyet asabiyeti nedeniyle milliyetçilik olgusu “dayanışma dürtüsünü” kendiliğinden içermektedir. Milliyetçilerin dayanışması hem fazlasıyla doğaldır hem de milliyetçilik ülküsünün ana prensiplerinden biridir. Buna bir örnek gösterelim: İttihat Terakki Fırkası siyasi gelişmeler neticesinde iktidardaki gücünü perçinlediğinde Osmanlı ordusundaki alaylı subayları tasfiye etmeye koyulmuştu. Alaylı subayların yanı sıra İttihatçılık fikrine uyum sağlayamayarak sorun çıkartabilen mektepli subayların bir kısmı da tasfiye ediliyordu. Mustafa Kemal ise başlangıçta İttihat Terakki mensubu olmakla birlikte İttihat Terakki siyasetini mütemadiyen eleştiriyordu. Talat Paşa tasfiye süreci hazır başlamışken bu fırsattan istifadeyle Mustafa Kemal’in de ordudan uzaklaştırılmasını önerdiğinde Enver Paşa bu öneriye karşı çıkarak şöyle demiştir: “Mustafa Kemal çok başarılı bir askerdir, ona ihtiyacımız olacak.” Burada her ne kadar pragmatist bir yaklaşım görülüyorsa da Enver Paşa’nın bu tavrı dâvâ uğrunda dayanışmaya bir misal teşkil edebilecek niteliktedir. Yahut da dâvânın selâmeti için kolayca adam harcanmaması gerektiğine işârettir.

Bizim buradaki asıl konumuz milliyetçi yazarların kendi aralarındaki tutumları ile milliyetçi camianın kendi yazarlarına yönelik tavırlarıdır. Galip Erdem milliyetçiliğin bir dünya görüşü ve hayat tarzı olduğunu söylüyor. Ve aynı zamanda milliyetçilik bir ülküdür diyor. Milliyetçiliğin ülkü olmasından ötürü “dayanışma” zorunludur. Aksi takdirde ülkü yolunda başarıya ulaşılamayacağı açıktır. Her milliyetçi fikriyle ve vicdanıyla hür kalmalıdır ama bireycilikte ölçüyü kaçırmayarak muayyen bir ülkünün mensubu olduğu şuurunu da daima kendisine rehber edinmelidir. Açıkça şunu demek istiyorum ki “kıskançlık dürtüsü” ülkücülük dâvâsının önüne geçmemelidir. Elbette ki kıskançlık duygusu her insanın fıtratında vardır. Var olması ille de kıskançlığın öne çıkmasını gerektirmiyor. Cinayet işlemeye kadar varabilen şiddet dürtüsü de her insanın iç dünyasında hazır bulunuyor fakat çok az kimse katil oluyor. Bu itibarla bilhassa milliyetçiler arasındaki kıskançlığın dâvâya vereceği zararlar her hareketimizde göz önünde bulundurulmalıdır. Milliyetçi camia içinde başarıyı yakalamış sanatçıların, bu meyanda yazarların birbirlerine hasetlenmeleri dâvâyı tökezleten unsurlardan biridir. Başarılı bir yazara imrenmek, öykünmek ve özenmek başka şeydir; o başarılı yazara hasetlenmek ve kıskanmak suretiyle ters tavır takınmak başka şeydir. Şöyle düşünelim: Peyami Safa’yı kıskanmak bugün için hiçbirimizin aklına gelmiyor. Tam tersine Peyami Safa ile gurur duyuyoruz. Niçin onu kıskanmıyoruz? Çünkü o hayatta değildir. Peki ama bugün için hayatta olan bir yazarın başarısını kıskanmamız akıl kârı mıdır? Unutmayalım ki bugün hayatta olan o başarılı yazar da yarın hayatta olmayan yazarlar safına katılacaktır. Ölüleri kıskanmadığımız gibi dirileri de kıskanmamayı pekâlâ başarabiliriz. Birtakım olumsuz duygularımızı yok edemeyiz, ama yine de dâvâya ve kendimize zarar vermemek gayesiyle bu olumsuz duygularımızı dizginleyebiliriz. Kıskançlık türünden duygular her iki tarafı da (kıskananı ve kıskanılanı) yıpratıyor.

Kaldı ki benim bir yazar olarak bir başka yazarı kıskanmamın kendime hiçbir faydası yoktur. Özenmek mânâsında kıskançlık başarıyı kamçılar fakat hasetlenmek mânâsındaki kıskançlık baltalar. Gerçekçi düşünürsek, ben bir başka yazarı kıskansam bile bu kıskançlık bana o yazarın yakaladığı başarıyı getirmeyecektir. Kısacası kıskançlık anlamsız ve saçmadır. Bu durumda bana düşen görev, kıskandığım veya özendiğim yazarın o başarıyı nasıl yakaladığının izini sürmektir. O başarılı yazar kendisini nasıl yetiştirmiştir, hangi süreçlerden geçmiştir, kimlerden ve hangi kitaplardan destek almıştır, ne türden zorluklarla boğuşmuştur, işte bütün bunları öğrenmem gerekir. Bundan ötesi boştur ve zaman yitimidir. Bir de her yazarın (veya her yazar adayının) kendi imkânlarını, kendi hadlerini ve kendindeki kumaşı ölçüp biçmesi, tanıması, değerlendirmesi kaçınılmazdır. Milliyetçi camiada tanınan bir yazar olmam sıfatıyla ben Metin Savaş meselâ bir Tanpınar olamayacağımın farkındayım. Meselâ bir Dostoyevski de olamam. Yine de elimden geleni ardıma koymayarak Türk edebiyatına şimdiye kadar yazdıklarımdan daha nitelikli romanlar kazandırmanın peşine düşeceğim. Bu maksatla da kendimi daha da geliştirmeye, pişirmeye, olgunlaştırmaya gayret edeceğim. Görevim ve sorumluluğum budur. Belki hayal bile edemediğim başarılara kavuşacağım, belki de hayal kırıklığına uğrayacağım. Şunu bilmeliyiz ki umduğumuzu bulamamak dünyanın sonu değildir. Farkında olmamız gereken şey şudur: Hiçbir yazar vazgeçilmez değildir. Metin Savaş diye bir yazar yetişmeseydi Türk edebiyatı çökmeyecekti ve yoluna devam edecekti. Şu halde Metin Savaş olmasa da olur diyebiliriz. Tabii ki Tarık Buğra veya Nihal Atsız gibi bazı yazarlar Türk edebiyatının ve Türklük düşüncesinin kilometre taşlarıdır. Gelgelelim bu her yazara nasip olmuyor. Belki bizler de ileride vereceğimiz eserlerle böyle bir konuma yerleşiriz. Belki de binlerce Türk yazarı içinde herhangi bir yazar olarak kalırız. Önemli olan kendi hadlerimizi bilerek kendimizi yetiştirmeye devam etmemizdir. Bir yazar ben artık piştim, olgunluk eserlerimi yazdım veya yazıyorum derse kendisini yanıltmış olacaktır. Ne derece başarılı eserler kaleme almış olursak olalım kendimizin en büyük veya en önemli eserimizi hâlen daha yazmamışızdır. Hayatlarımıza son noktayı koyup da ölmediğimiz sürece neler yazacağımızı önceden kestiremeyiz. Özetle söylersek, bilhassa milliyetçi yazarların birbirlerini desteklemeleri, birbirleriyle birikimlerini ve deneyimlerini paylaşmaları ve hatta en makul olgunlukla birbirlerinin başarılarından gurur duymaları görevdir. “Başkaları başarılı olacağına bizden biri başarı göstersin” demeliyiz. Zaten senin başarın benim de saygınlığımı pekiştirecektir. Çünkü ortak başarılarımızın oluşturacağı saygınlık alanında hepimiz yer alıyoruz. Hepimiz Türklük otağındayız.

Ve haliyle mârifet iltifata tâbidir. Hüner kendimizde bile olsa bizleri milliyetçilik duygularının ve Türk kültür kodlarının beslediğini bilmeliyiz. Dede Korkut hüner binicide değil bindiği attadır diyor. Bizim hünerlerimizin kaynağı da Türk kültürüdür. Yazarlar arası dayanışmadan şimdi de camia içindeki genel dayanışmaya geçelim. Milliyetçi camianın okurları kimi zaman popüler kültür dayatmalarına aldanarak şişirme yazarların kitaplarına sarılmaktadırlar. Kendi camialarındaki yazarları tanımayan ve tanımak için gayret göstermeyen pek çok milliyetçi okur bulunuyor. Bu tavırda “Bizden iyi yazar çıkmaz” önyargısının payı da bulunmaktadır. Kendimden bir örnek vereceğim: Yaşadığım muhitte benimle takılan Türkçü delikanlılardan biri solcu diyebileceğimiz bir kız arkadaş edinmişti. Bu delikanlı o kıza benim romanlarımdan birini hediye etmiş. Kız da “Metin Savaş kimdir?” diye sormuş. Kimliğimi öğrenince de milliyetçi bir yazarı okuyarak zaman kaybetmek istemediğini söylemiş. Delikanlımız ısrar etmiş. Kızcağız da sevdiği delikanlının hatırı kırılmasın diye benim romanımı okumaya koyulmuş. Romanı okumayı bitirince de sevdiği delikanlıyı telefonla arayarak Metin Savaş’ın diğer romanlarının adlarını sormuş, not düşmüş ve gidip kitapçıdan satın almış. Demek ki önyargılar da hüner değildir.

Milliyetçi yazarları milliyetçi camianın desteklemesi milliyetçilik dâvâsının yükselmesine yol açacaktır. Öyle sadece slogan atarak, oturduğumuz yerden “En büyük Türk!” diyerek büyük olunmuyor. Herkes bir yerinden tutmalıdır, herkes dâvâya bir yerinden sımsıkı yapışmalıdır. Yazılı ve görsel basının ne yazık ki milliyetçi yazarları (ve her türden milliyetçi sanatçıları) ısrarla görmezden geldiği malumdur. Bizler için reklâm söz konusu olamıyor. Şişirme yazarların kitapları ardı ardına baskılar yaparken, kimi zaman tek baskıda elli bin basılırken milliyetçi yazarların kitapları ortalama her defasında bin adet basılıyor. Bu kısırdöngüden hep beraber çıkabiliriz. Birbirimizi kıskanarak, birbirimizi çelmeleyerek, birbirimizi umursamayarak ve birbirimizi keşfetmeye tenezzül etmeyerek arpa boyu yol alamayacağımız da apaçık ortadadır.

Tabii bir de milliyetçi camia içindeki kısmen varlıklı fertlerin ve bilhassa STK konumundaki kurumlarımızın da birtakım projelerle kendi sanatçılarına sahip çıkması, onları destekleyerek Türk kamuoyuna tanıtması gerekiyor. Biz yazarlar o kitapları salt kendimizi tatmin etmek amacıyla yazmıyoruz. Tatmin boyutu elbette vardır. Nefsimi öldürdüm diyen kişi muhakkak yalan söylüyordur. Hiçbirimiz insan-ı kâmil değiliz. Bununla beraber bizler o kitapları Tanrı’nın bildiği içimizdeki samimiyetle, kendi dâvâmıza hizmet aşkıyla yazıyoruz. Bir insan hem kendi nefsine hem de kendisini ait hissettiği asabiyete samimiyetle bağlıdır. Türkçü kurum ve kuruluşlar da aynı samimiyetle (sanatı destekleyen burjuvalar gibi) milliyetçi yazarlara kol kanat germelidir. Dâvâya yetkinlikle hizmet ettiğimizde zaten kendimiz de tatmin bulacağımız için nefsimiz daima dâvâmızın gölgesinde kalmalıdır.

 

Metin SAVAŞ