MHP Lideri Bahçeli’den Kutlu Doğum Konuşması: “Kesret değil vahdet, ayrılık değil kavuşma…”
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen Kutlu Doğum Haftası
programında yapmış oldukları konuşma.
13 Nisan 2013
Bu hayır mübarek gecede sizlerle bir arada olmaktan dolayı son derece bahtiyar olduğumu bilmenizi isterim.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen “Kutlu Doğum Haftası” kapsamında buradayız, bu manevi atmosferin içindeyiz.
Sözlerimin başında hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Bu akşam, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimizin, yeryüzünü şereflendirişinin 1442’nci yıldönümü idrak ediyor, bu muazzam doğuşun, bu muhteşem nurun künhüne hep birlikte vakıf olmaya çalışıyoruz.
Çok yerinde bir tercihle, “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru” temasının işlendiği bu yılki Kutlu Doğum Haftası’nın aradığımız huzur, hoşgörü, istikrar ve kardeşlik için bir dönüm noktası olmasını Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum.
İhtiyacımız olan vahdet ruhunun, selamet ufkunun, hak ve adalet burcunun gök kubbemizde güneş gibi doğmasını, içimizi ısıtmasını ve önümüzü aydınlatmasını temenni ediyorum.
Ve bu anlamlı toplantının tertibinde emeği geçen, Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Prof.Dr. Mehmet Görmez Bey başta olmak üzere, bütün Diyanet İşleri çalışanlarını kutluyor, şükranlarımı sunuyorum.
Muhterem Katılımcılar,
Kutlu Doğum Haftası kapsamında belirlenen “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru” teması her açıdan çok geniş bir manayı ihtiva ve ihata etmektedir.
İnsan onurunun önem ve ağırlığı, bununla birlikte korunması ve teminat altına alınması tüm ilahi buyruklarda görülen manevi bir yükümlülük, kutsal bir ödevdir.
İnsanlığın her döneminde Allah’u Teala’nın varlığını, birliğini, emir ve yasaklarını, iman ve inanç kaidelerini, bizzat yaşayarak tebliğ eden Peygamberler insanca yaşamanın, insan onurunun ve insani asaletin temsilcileri olmuşlardır.
Ve elbette ümmeti olmaktan onur duyduğumuz iki cihan serveri Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam insanlık âlemini onurlandırmış, insanlığın umudu olmuştur.
Şüphesiz diğer canlılardan insanı ayıran en temel vasıf onur veya şerefle müşerref kılınmasıdır.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Biz insanı en güzel şekilde yarattık” buyururken bunu vurgulamıştır.
Şurası tartışmasız bir gerçektir ki, insanoğlu yaratılmışların en şereflisi, en ayrıcalıklısıdır.
Bu itibarla insanın izzetinefsi paha biçilemez, yeri doldurulamaz bir özellik arz etmektedir.
İnsan onuru mukaddes, insan onuru muazzez ve insan onuru her şeyden muteberdir.
Cenab-ı Allah insanı böylesi ulvi bir makamla taltif etmiş ve rahmetiyle onurlandırmış, nuruyla bereketlendirmiş, ihsanıyla ödüllendirmiştir.
Efendimiz Resulullah; onurun zirvesi olarak insanlığın sultanı, gönüllerin hâkimi, hidayetin sözcüsü, vicdanların seslendiricisi ve son Hak Peygamber olarak hepimizin iftiharı ve manevi rehberidir.
O, merhamet ve hakkaniyet doruğudur.
O, şefkat, edep, ahlak ve hamiyet kubbesidir.
O, iyilik, güzellik, incelik ve zarafet kıblesidir.
O, haysiyetin simgesi; onurun mihveri, sevginin ve hürmetin ihtişamıdır.
Resulü Ekrem Efendimiz, yaklaşık 14,5 asır evvel cahilliğin ortamına nur topu gibi inmiş, ihlâsla müzeyyen çağrılarıyla insanlığın önüne düşmüş, affın, eşitliğin ve keremin tebliğini yapmıştır.
Şirke kayanlar, yanlış itikatların peşine düşenler, zalimliğin ve caniliğin dibini boylayanlar O’nun sözleriyle irkilmiş, O’nun davetiyle titremiş ve O’nun dokunuşuyla sarsılmışlardır.
İnsan onurunu hiçe sayanlar, insana saygıyı yabana atanlar, putların ardından gidenler, kız çocuklarını diri diri mezara koyanlar O’nun sayesinde hak yolunu bulmuşlar, hakikat çizgisini keşfetmişler, rahman ve rahim olan Allah’ı tanımışlardır.
Hira Dağı’ndan inen mübarek vahiy, insanoğluna onurlu olmayı göstermiş, bu kutsi miras Efendimizin nefesiyle öğretilmiştir.
Bir ve samet olan, doğmayan, doğurulmayan, misli ve benzeri de bulunmayan, her şeye kadir Allah’ü Teala’ya iman, bağlılık ve yakınlık O’nun yılmayan iradesiyle yayılmış ve manevi azap içinde kıvranan gönüllere ulaştırılmıştır.
Peygamberimizin tebliğ ettiği “Tevhit Akidesi” müminlere sancak olmuş, bu şekilde son Hak dini İslam’ı hamd olsun kıtalara taşımış, insanlığın kurtuluş umudu haline getirmiştir.
Efendimiz insanlığa kılavuz olmuş, ümmeti ve ashabı için fani ömrünü feda etmiş, inançlarından en ufak taviz vermemiştir.
Ne mutlu bizlere ki, Cenab-ı Yaratan, bütün alemleri yüzü suyu hürmetine vücuda getirdiği Efendimizin izinden gitmeyi bizlere nasip etmiştir.
Ne mutlu bizlere ki, Habibullah’ın sevgisini gönlümüze bir kor gibi düşürmüş, sevdasını şiir gibi dilimize yerleştirmiş, onu sadakatle takip etmemizi sağlamıştır.
Bundan daha büyük bir nimet, bundan daha büyük bir inayet kesinlikle yoktur ve ebediyete kadar da olmayacaktır.
Saygıdeğer Misafirler,
İnsan ne kadar onurluysa, insan ne kadar onur sahibi ise ondan mürekkep toplum veya millet de o kadar onuru hak etmektedir.
İnsanı insan olarak anlamlı yapan manevi değerler ne kadar hürmet ve takdire şayan ise, milli emanetler de bir o kadar itibar ve övgüye layıktır.
İnsanın onurlu, mensup olduğu toplumun ya da milletin onursuz olduğu bir insanlık dönemi henüz görülmemiş ve yaşanmamıştır.
İnsanı onurla payelendirilmiş bir milletin onursuz olması eşyanın tabiatına da, beşeriyetin mantığına da ve kutsallarımızın ruhuna da aykırı olacaktır.
Tek tek fertlerden oluşan milli bünyenin, milli hasletlerin ve milli mevcudiyetin en az bireyin sahip olduğu onur düzeyi kadar saygınlıkla mündemiç olduğu şüpheye yer bırakmayacak kadar kesindir.
Bu gerçeklerden yola çıkarak, insan onuruna riayet gösterilirken, onun oluşturduğu millet yapısının ihmal edilmesi de aklın inkârıyla bir ve aynı kategoride görülmelidir.
Kesret değil vahdet, ayrılık değil kavuşma, tefrika değil birlik, kavga değil kardeşlik, küslük değil kucaklaşma hepimizin üzerinde durmamız ve söz birliği etmemiz gereken manevi vecibelerdir.
Efendimizin yolu, hayranlık verici sözleri ve herkesi kapsamına alan derin mesajları bunları önermekte, bunları şart koşmaktadır.
Zira maksat ikilik değil birliktir.
Amaç iki olmak değil birde buluşmak, biri savunmak ve birlik hukukunu sahiplenmektir.
Yüce Rabbimiz’in yanında üstünlük derimizin rengine, kökenimizin ne olduğuna, nerede doğduğumuza ve nereli olduğumuza göre tayin edilmemiştir.
Biliyoruz ki, üstünlük ırka, mezhebe, soya göre belirlenmemiştir.
Yine üstünlük sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal avantajlara göre şekillenmemiş, üstünlüğün sınırları bunlara göre çizilmemiştir.
Tereddütsüz iman ettiğimiz gerçek şudur ki, Allah katındaki üstünlük takvadadır.
Yüce dergâhta en değerli olanımız, Rabbimize karşı gelmekten en çok sakınanımızdır.
Bu itibarla kutlu dinimiz İslam’ın özünde kardeşlik, gerçek anlamıyla barış ve huzur içinde birlikte yaşama ülküsü vardır.
İyi huyun, cömertliğin, mertliğin, adaletin, ahlakın elçisi olan Efendimizin tüm sözleri ve imrenilecek hayatı bu söylediklerimin eşsiz örnekleriyle doludur.
Malumlarınız olacağı üzere, bilgisizliğin, cehaletin, zorbalığın, barbarlığın, şirkin, putperestliğin, zulmün ve haksızlığın dönemin Arap toplumunu tam anlamıyla esir ettiği bir gerçektir.
Bitmek bilmeyen kan davaları, adalet ve nizamın olmayışı, Efendimizin nasıl bir toplum yapısında dünyaya geldiğini hepimize işaret etmektedir.
Daha Peygamberlik mertebesine ulaşmadan, iyiliğin, doğruluğun ve güvenirliğin doruğu olan Yüce Elçi’nin; yozlaşmanın içinde bocalayan bir toplum yapısının çarpık inanç sistemini kırarak, cazibe ve çekim merkezi olması çok kolay olmamıştır.
Resulullah’ın bu uğurda ne kadar çaba sarfettiği, hangi badirelerden geçtiği, ne tür zorluklara göğüs gerdiği onun yolundan giden hepimizin malumudur.
O, ilkel tercihleri aşarken, kavmiyetçi körlükleri eritirken, sakat gelenekleri ve yapay düşmanlıkları törpülerken karşısına çıkan hiçbir engele aldırış etmemiş, en büyük gücü olan Allah inancından hiç sapmamıştır.
Peygamberimiz, ilahi buyrukları tüm insanlığa tebliğ ederken, aynı zamanda bunları kendi hayatına da bire bir tatbik ederek tutarlılığın ve sağlam karakterin en seçkin ve mübarek yüzü olduğunu göstermiştir.
Doğruluğu ile insanlara örnek olduğu gibi, bu alandaki hikmetli sözleriyle de ümmetini yanlıştan ve sapkınlıktan azami derecede muhafaza etmeye çalışan yine kendisi olmuştur.
Bu açıdan herkesi kavramış, her yanlış ve yozlaşma içinde çırpınana elini uzatmıştır.
Çünkü Efendimiz’de insanları ayırmayan, insanları farklılaştırmayan muazzam bir birliktelik iradesi yer almıştır.
O’na karşı çıkanlar dahi doğruluğuna derin bir saygı duymuşlar ve bunu da değişik ortam ve zeminlerde itiraf etmek durumunda kalmışlardır.
Nitekim “Doğru olunuz; doğruluğa yöneliniz” sözüyle, asırlar öncesinden insanlığa yüksek bir ahlak dersi vermiş, ne hazindir ki bu mana dolu sesleniş hala tam olarak anlaşılamamıştır.
Elbette bu sözden ibret alınması ve hayatımıza da yön vermesi gerekirken, ısrarla kayıtsızlık gösterilmesi ve üstelik bu saplantının bazı kesimlerde zuhur etmesi kabul edilemeyecek bir hal olarak karşımızdadır.
İkiyüzlülük, sahtekârlık, talan, kayırmacılık, yetim hakkının gaspı ve hırsızlık gibi kötülükler; O’nun, Yüce Allah’ın izni ve yardımıyla inşa ettiği manevi surlara çarpmış ve etkisiz bir hale gelmiştir.
Doğruluğun iyiliğe, iyiliğin ise cennete götüreceğine; yalanın, riyanın kötülüğe davetiye çıkaracağına sürekli olarak temas etmiştir.
Peygamberimiz verdiği sözde durmayı imandan saymış ve aksi davranışları ise münafıklık alameti olarak reddetmiştir.
En sıkıntılı anlarında bile üzüntüsü belli etmemiş, mübarek yüzünden tebessüm hiç eksik olmamıştır.
Mekke döneminde müşriklerin saldırılarına maruz kalmış, çeşitli suikastlara muhatap olmuş ve hatta altı defa evlat acısı yaşamasına rağmen hiçbir zaman iyimserliğini kaybetmemiştir.
Sabrının ve metanetinin kaynağı olan Yüce Rabbimiz’e imanı, kendisini bütün şerlerden ve musibetlerden korumuş ve dimdik ayakta tutmuştur.
Başka türlüsü de zaten mümkün olmayacaktır.
Aziz Peygamberimizin doğumunun üzerinden geçen yaklaşık 14,5 asra rağmen, sözleri, tavsiyeleri, yaşayış ve hayatı algılama biçimi hepimiz için çok önemli öğütler içermektedir.
Ve İslam âleminin, içine düştüğü istikrarsızlık sarmalından ancak yanı başında duran kutlu rehberi doğru yorumlayarak çıkabileceği kuşkusuzdur.
Bu duygu ve düşüncelerle, O’nun insanlığa tebliğ ettiği ilahi mesajların samimi bir şekilde benimsenmesini temenni ediyor, aranılan huzur ve hoşgörünün ziyadesiyle burada bulunacağına inanıyorum.
Allah Resulü’nün tebliğ ettiği mukaddes mesajların hepimizi hidayete ve hakikate ulaştırmasını, ebedi saadete eriştirmesini Yüce Rabbim’den diliyorum.
İhtiyacımız olan hikmeti, huzuru ve kardeşliği sevgili Peygamberimizin nurlu hayatında arayıp bulabileceğimize canı gönülden inanıyorum.
Salatü selam olsun âlemlere rahmet olarak inen Efendimize.
Selam olsun Peygamberimizin sevgisiyle yanıp kavrulanlara.
Selam olsun Resulullah’ın şefaatine nail olacaklara.
Konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’ın yar ve yardımcımız olmasını niyaz ediyorum.
Sağ olun var olun.