MİLLİ DİRENİŞE DAİR BİR DEĞERLENDİRME YAZISI
Gültekin ÖZTÜRK
Son 10 yıldır Türkiye’nin adım adım küresel sermayeye teslim edilip “örtülü manda yönetimi” altına alındığını görmekteyiz.
Bu proje, Türk milli devletini dönüştürmek için 2000 yılında uygulamaya konan “küresel bir darbedir.”
Bu küresel darbeyi önlemek için var gücüyle mücadele eden yegâne güç Türk Milliyetçileri ve onların siyasi temsilcisi olan Milliyetçi Hareket Partisi’dir.
Ben de bazı istisnalar hariç her Türk Milliyetçisi/Türk Ülkücüsü gibi bu mücadelede partime elimden geldiğince katkı vermeye çalışıyorum.
Ancak her şeyin en doğrusunu bildiğini sanan ve Türk Milliyetçisi gibi görünen kimileri ya da “çok ülkücü” olan bazı arkadaşlarımızın, her konuda MHP’yi eleştirdiğini, uyardığını ya da güdüm altındaymış gibi göstererek suçladığını görmekteyim.
Hatırlanacağı gibi 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde MHP, 367 hukuk garabetine karşı çıkıp Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleme gayretlerine alet olmadı.
Bu “çok ülkücü” arkadaşlar ya da Türk Milliyetçisi kimliğiyle yazıp çizen şahıslar ve solcular kendi adayı ile seçime katılıp 71 oy alan MHP’yi suçladılar.
AKP 341 milletvekili ile bir biçimde Cumhurbaşkanını bal gibi seçecekti. Ancak sanki AKP Cumhurbaşkanı seçemeyecekmiş de MHP seçtirmiş gibi bir hava yaratanlar sakat mantıkları ile MHP’yi suçlayarak “AKP’nin vagonu oldu” dediler.
Oysa MHP doğru bir duruş sergilemiş ve mağduriyetten beslenen AKP’nin bu yolla biraz daha güçlenmesine engel olmuştur.
Ne var ki kısır ve kısıtlı düşünen “MHP’li yeminli MHP yönetim muhalifleri” bunu anlayamamış ve kendi partilerini solcularla birlikte “vagon” olmakla suçlamışlardır.
2010 Anayasa Referandumunda da bu kısır suçlama devam etmiş ve davaya ihanet düzeyine çıkmıştır.
Bu arkadaşlarımız AKP karşısında CHP gibi “hayır” oyu kullanılmasını istediği için bu sefer de “Bakın şu MHP’ye.. CHP’nin vagonu oldu” dediler ve MHP’yi yok etme planının paslı bir parçası oldular.
Benzer bir durum milli bayramlarımızın kutlanmasına getirilen kısıtlamalara tepki verilmesi konusunda da yaşandı.
MHP, milli bayramların kutlanmasına AKP tarafından getirilen kısıtlamalara şiddetle karşı çıkmış fakat CHP-İP ve Ulusalcı denilen sol guruplar gibi sokaklara inip eylem yapanlara katılmamış ve bu sokak hareketlerini onaylamamıştır.
MHP’nin bu davranışı yine malum sakat mantık sahipleri tarafından eleştirilmiş, kimi MHP’yi sol ittifakın güdümünde olmakla, kimi gizli AKP yandaşlığı ile suçlamıştır.
Bir kez daha Ülkücüyüm/MHP’liyim diyen malum muhalif arkadaşlarımız, CHP-İP-TGB ile birlikte eylem yapmadığı için MHP’yi suçlamış “AKP’nin vagonu oldu, partinin ekseni kaydı” diye insafsızca/izansızca suçlamalar yapmışlardır.
Oysa MHP doğru bulduğu politikaları desteklemiş yanlışların da karşısında durmuştur ve asla illegaliteye prim vermemiştir.
MHP, sırf birileri karşı ya da yanında diye herhangi bir davranışa-uygulamaya “doğru” veya “yanlış” dememiştir.
Mesela son günlerde tartışılan ve anayasa gereği çıkartılan “Alkol Yasası” konusunda AKP desteklenmiş, “Taksimin Yayalaştırılması Projesinde” ise AKP rantiyeciliğine karşı çıkılmıştır.
Doğru olan da budur. MHP doğru bir duruş göstermiş, hak olanın/haklı olanın yanında yer alarak Türk Milliyetçiliğinin gereğini yapmıştır.
Ne yani Anayasamızın 58. maddesi gereği olarak getirilen alkol ve uyuşturucu kullanımını önleyecek yasaya sırf AKP getirdi diye karşı mı çıkılacaktı/ çıkılmalıydı?
Ya da sadece sol, CHP ya da İP karşı diye AKP’nin Taksim meydanına Topçu Kışlası, üzerine AVM ve rezidans yapılması kararına göz yumulmalı mıydı?
MHP, bazı hatalı yanlarına rağmen “bakkal/market/büfelerde saat 22-06 arası alkollü içki satışı yapılamaz gibi” alkol yasasının genelini doğru bulup desteklemiş, AKP’nin küresel sermayeye peşkeş çektiği Taksim alanı düzenlemesini ise “yanlış, akıl dışı bir rantiyecilik” olarak görmüş ve karşı çıkmıştır.
Her iki halde de MHP kendi lokomotifinin vagonu olmuştur.
Bugün, hükümetin “Taksim Meydanı projesine” karşı çıkan bir gurup milliyetçi demokratik protesto hakkını kullanmak için ellerinde Türk bayraklarla yürümek istedi.
Ne yazık ki bu milliyetçi gurup da diğerleri gibi polis tarafından sanki düşman geliyormuş gibi karşılandı ve gazlandı-sulandı ve acımasızca copladı.
Türkiye bir kez daha AKP hükümetinin ileri demokrasi uygulamasını gördü ve heyecanla alkışladı.
Soruyorum şimdi;
1-Hiçbir taşkınlık yapmadan ellerinde Türk Bayrakları ile yürüyen aziz vatan evlatlarına yapılan bu saldırı hak mıdır?
2-Deniyor ki “Milleti birbirine kırdırmayalım, oyuna gelmeyelim”.
Peki, soruyorum size Taksim’de milletin hangi kesimi vardı, düşman kamplar kimlerdi de o meydanda millet birbirine kırdırılacaktı?
3- Diyelim ki illegal sol örgütler polise molotof, bilye, taş attı/atıyordu.
Peki, MHP ve Ülkü Ocaklılar ne attı veya atıyordu da gazlandı, sulandı, coplandı ve tutuklandılar?
Başbakanın cevabı son derce net ve yalındı “Sultanın iradesine karşı geldiler. Bu sebeple valim, emniyet müdürüm, polisim gereğini yaptılar.”
Evet, “Sultanın” cevabı bu kadardı ve nasılsa hiç kimse ona hesap soramazdı/soramıyordu.
Tasmalı medya tarafından büyülenmiş, hipnozlanmış olanlara ve her olumsuzlukta MHP yönetimine saldıran bazı arkadaşlarımıza tavsiyem; Eğer Türkiye’nin “aksultanın mülkü, siz de kulları” olmak istemiyorsanız artık silkinmeli ve bu gaflet uykusundan uyanmalısınız.
Mevcut MHP yönetimine muhalif olsa bile dava arkadaşlarımız kendi ayağımıza kurşun sıkmaktan süratle vazgeçmeli ve Ülkücü ağzıyla konuşanların yaydığı fitneye fırsat verilmemelidir.
Milliyetçi/Ülkücü gibi görünerek bizi bozmaya çalışanların aramızda barınmasına imkân tanımamalı ve bunlar derhal dışlamalıdır.
Bilinmelidir ki gafletten/dalaletten ve uykudan uyanmanın zamanı çoktan gelmiştir.
Artık bazı arkadaşlarımızın kendi duruşlarını gözden geçirip her muhalif duruşa bir gerekçe bulup MHP’yi hedefe koymaktan vazgeçmelidir.
Bu arkadaşlarımız gözlerini açarak yapılanlara “at gözlüğü” ile değil “Türk Gözü” ile bakarak “AKP bizi uçuruma götürüyor, önlemek için koşulsuz biz de elimizi taşın altına koyalım” demeleri şarttır.
Artık “Türk Milliyetçisiyim diyen veya öyle olduklarını düşündüğüm” bazı arkadaşlarımızın sosyal medyada, facebook sayfalarında sadece AKP karşıtlarını eleştiren, MHP’yi yerden yere vuran yazılarının yanında bir kere için de olsa “AKP’yi eleştiren iki kelamlarını” görmek istiyorum.
Elbette son seçimlerde milletin %50’sinin AKP’yi desteklediğini biliyorum.
Ancak milletin geri kalan %50’sinin de AKP’ye karşı olduğu unutulmamalıdır.
Bu durumda teşkilat yöneticilerimiz “AKP muhalifi olan diğer %50’yi dikkate almalı ve MHP’li olmayanlara karşı önyargılardan sıyrılıp kucaklayıcı bir yaklaşımla sıcak temas” kurmalıdır.
Taksim olayları ile ilgili TBMM kürsüsünde konuşan AKP gurup sözcüsü “biz %50 oy aldık. Bu sebeple her kararı almak ve uygulamak hakkımızdır” diyerek ancak diktatörlüklerde görülebilecek bir tavır sergileyebilmiştir.
Türkiye’nin yürütmede bugünkü sorunu işte bu dayatmacı antidemokratik zihniyettir.
Milletimize, demokrasilerde “çoğunluk” ile “çoğulculuğun” farklı şeyler olduğu “bir oy fazla alanın her şeyi yapamayacağı, demokrasilerde böyle bir anlayışa yer olmadığı” anlatılmalıdır.
Milletin yarısının oyunu alan parti, milletin diğer yarısını yok sayamaz!
Gönüllerde/zihinlerde ve söylemlerde meşruiyetini yitirmiş yönetimler ise gayri meşru her faaliyete davetiye çıkarır ki Allah korusun bu da devletin sonu demektir.
AKP ve “ileri demokrat” başbakanımız Erdoğan, millete meşruiyette kalma nasihati verirken kendi meşruiyetini koruması şarttır.
Sonuç:
“Bazı arkadaşlarımız ve Başbakan” nasihat ederken öncelikle kendi düşüncelerini, davranışlarını sorgulamalıdır.
Yoksa adama “âleme verir talkını kendi yutar salkımı” derler ve mahcup ederler.
Tabi ki karşımızda kâmil bir “ben” veya “ben merkezli düşünmeyen” birileri varsa….
Yoksa… sözümüz de yoktur.
Güzel günler için esen kalınız.
Gültekin Öztürk/Tarihçi-Yazar