MİZAHA DAİR
Hasan TÜLKAY
“MÜSAİT BİR YERDE GÜLECEK VAR”
Kitaplarda nakledildiğine göre, Peygamberimiz hayatı boyunca hiç kahkahalarla gülmemiş. Mübarek insan, Allah’ın sevgilisi gülümsemekle iktifa etmiş… O bizim Rehberimiz, Önderimiz…
Peygamberimiz Hz. Muhammed A.S.ı örnek alacağız. Hayat modelimiz O olacak. Biz O’nu örnek alarak ona benzeyebilir, O’na yaklaşabiliriz. Fakat yüzde yüz O’nun gibi olmamız muhâldir.
Mizah meselesini de bu açıdan değerlendirmeliyiz.
Mizah günümüzde edep ve ahlâk ölçülerini çoktan aşmıştır. Hele son zamanlarda iyice işin suyu çıktı. Espriler hep bayağı.. Çoğu da belden aşağı… Zevki selim sahibi insanlar o kadar azaldı ki; insanın midesini kaldıran laflara gülüyorlar. Kusulacak yerde göbeklerini hoplata hoplata gülebilen insanlara şaşıyorum. Bazen de kendimden şüpheleniyorum: Herkes güldüğüne göre, herhalde bende bir terslik var…
Her milletin şakası, gülmecesi farklıdır. Mizah anlayışı kültürle alâkalıdır. Sene 1992 … Kızım Ayşe Yüksel Fransız İlkokulu 3. sınıfta (Ecole Primaire CE2) talebe… Fransızcası yaşına göre mükemmel denilecek kadar güzel… Özel arabamızla ailecek Paris seyahatindeyiz. Radyoda bir salon güldürüsü… Naklen yayın… Seyircilerin kahkahası yeri göğe katıyor. Bir ara kızıma dönüp dedim ki:
“Yüksel Abla; bak radyodaki oyun herkesi güldürüyor. Haydi annen, ben, kardeşin anlamıyoruz, gülmüyoruz. Peki sen neden neşelenmiyor, gülmüyorsun?..”
Kızımın cevabı hiç aklımdan gitmez. Aynen demişti ki:
“Yahu baba, biz Fransız mıyız ki bunlara gülelim. Biz Türküz. Bu saçma sapan terbiyesiz şeylere nasıl gülelim?”
Kültür farkının ne menem bir şey olduğunu ilkokul 3. sınıftaki çocuğumdan öğreniyordum.
“Biz Türküz!.. Bunlara nasıl gülelim?!.”
Nükte, zekanın gülümseyişidir aslında. Aklın ve duyguların tebessüm eden bir gelincik gibi göz kırpmasıdır. Nükte yapmak ancak zekî insanlara mahsustur. Tanıdığınız nüktedan insanları göz önüne getirin: Hem akıllı, hem de hayat dolu insanlardır.
Demek ki mizahın ruhen dinlendirici bir tarafı da var. Öz-güveni gelişmiş, kendinden emin insanlar zaman zaman kendileri ile bile dalga geçerler. Bu hafife alma değil, hafiflemedir. İmanından, inancından, bilgisinden şüphesi olanlar, kendilerini sigaya çeken şakalara bile tahammül edemezler.
Öğretmen okulunda okurken kökeni muhtelif coğrafyalardan arkadaşlarımız vardı. Meselâ şimdi Balıkesir’de sosyete dişçisi mertebesinde çalışan Osman KARAGÖZ!.. Dedeleri Üsküp’ten göçmüşler ve Arnavut kökenliler. Sırf Osman’ı kızdırıp eğlenmek için takılırdık:
“Osman,sende biraz Türklük de var galiba!..”
Osman ; “ A be yav ,biz de Türküz!..” diye anlatmaya bir başlar; Balkanlarda Hristiyanların Müslümanlara yaptıkları zulümleri, Balkan faciasını , Anadolu’ya göçleri, sözünü kesmez isek en az iki saat anlatırdı. Sözü de yine “ A be yav, gördünüz işte , biz de Türküz!..” diye bağlardı. O’nun bu safça Türklüğünü ispat çabasına için için güler , gizli bir zevk alırdık Osman’ı konuşturmaktan!… (Osman kardeşimiz halen sapasağlam yerinde kaim bir Türk Milliyetçisidir. Her halde bize de hakkını helal etmiştir.)
Osman’a en çok takılan rahmetli Hakkı ÇAKIR da Artvin’den sürgün gelmişti. Hakkı aslen Rize Çayeli’nden özbe öz “Lâz uşağı” idi. Osman’la siz mi daha fazla Türksünüz, biz mi münakaşasını kızıştırırdı. Bölücülük tehlikesi, bölünme korkusu ta o zamanlar yani 1970 lerde bile varmış ki; Rusya’nın ( o zamanki adıyla SSCB’nin) Anadolu’yu beş parçaya ayıracağına dair gizli planlarından bahsediliyordu. Hakkı ÇAKIR; “Korkmayın, Karadeniz emin ellerde.. Şimdiden kendimi Lazistan İmparatoru ilan ediyorum. İlk seferimi de Kırım’a düzenleyeceğim. Moskof keferesinden hesap soracağım!..”
Hakkı Lazistan ordusunun sancağını bile çizmişti: Hilal şeklinde kıvrılmış üç tane hamsi… Zemin yeşil miydi, kırmızı mıydı şimdi unuttum… (Rahmetli bu sancağı(!) sınıf arkadaşı, halen ASAT’ta çalışan Dr.Ergün Ekici arkadaşımıza çizdirmiş.)
Hepimiz de halis muhlis Ülkücü idik. Ne Arnavut Osman’ın Türklüğünden şüphemiz vardı, ne de Lazistan imparatoru olma hayalimiz!.. Fakat böyle zaman zaman kendi kendimizle eğlenebiliyor, üniversitelerde kavganın, silahlı çatışma ve cinayetlerin yükseldiği gergin ortamı yumuşatabiliyorduk. Yoksa devamlı nereden kahpe kurşun gelecek endişesi ve gerilimiyle yaşamak kaçınılmazdı. Zaten cehennem azabı olan hayatımızı iyice yaşanmaz hale getirecektik.
Aklı başında mizahımızdan birkaç küçük misâl:
Üstad Neyzen Tevfik körkütük sarhoş…Gecenin ilerlemiş bir saati evinin önünde beklemekte.. Bir türlü anahtarı deliğine uydurup, kapıyı açıp, evine giremiyor. Mahallenin gece bekçisi yardımına koşmuş:
“Üstadım, efendim; anahtarı lütfedin de ben açıvereyim..”
Neyzen Tevfik bekçiye şefkatle bakmış:
“Evlâdım zahmet etmeyin.. Siz sadece kapıyı tutuverin, ben kendim açarım!..”
Bir başka fıkra:
“Osmanlının son zamanları.. Devlet erkânından üç önemli zat Beyoğlu’nda zıkkımlanıyorlar.
Kadı İbrahim Bey; “Bugünlerde çok rüya görüyorum, fakat iyice seçemiyorum” demiş.
Kamalı Ziya Bey:
“Sarhoşluktan olacak mîrim! Fitil gibi yatıyorsun, elbette ki rüyayı da seçemezsin!..” demiş.
Kadı İbrahim Bey, Borazan Tevfik’e sormuş: “Sen ne dersin bu işe?”
Borazan: “Gece yatarken,” demiş , “ gözlük tak!..”
MİZAH, aklın sanatı olduğu için her şeyin mizahı çeşitli yollarla yapılabilir. Mizahın amacı; iyilere iyilik etme, kötülere de haddini bildirmektir, bunu yaparken de düşündürmektir. Bence gülmeyen insan, hayatın neşesini ve tazeliğini kaybetmiş demektir. Zekâ ürünü seviyeli fıkralar güldürürken düşündürür, insana hoşgörüyü öğretir aynı zamanda.
“İnsanlar mizah ve şaka yapabilirler.Fakat bazı konular vardır ki onlar aslâ şakaya gelmez. Orada ciddî olmak insanlık borcudur. Bayrakla alay edemezsin. Millî tarihle eğlenemezsin. Kur’an’ı mizah konusu yapamazsın. Aile namusunu hiçe sayamazsın. Bunlar Millî Mukaddesat’tandır. Millî mukaddesi olmayan millet, millet değil hayvan sürüsüdür.” (Atsız, 07 Nisan 1968, Ötüken Dergisi Sayı:52)
Şimdi sormaz mısınız; ekranlarda ve sahnelerde sergilenen onca rezaleti kasıklarını tuta tuta kahkahalarla seyredebilen halkımız ATSIZ’ın hangi tanımına daha yakındır?..
Millet miyiz, hayvan sürüsüne mi benzemeye başlamışız?!..
Biz yine de toprağımızdan, insanımızdan umudu kesmeyelim…
Allah yüzünüzden tebessümü eksik etmesin.
Allah hepimize kalbimizle gülebilme olgunluğu versin.
HASAN TÜLKAY- (2007)