Mualla YASDIMAN: DİL MİDİR KANAYAN, YÜREK Mİ?..

DİL MİDİR KANAYAN YÜREK Mİ?

Mualla YASDIMAN

Biz; hanımeli, gül, fesleğen kokan sokakların çocukları değildik zaten, lakin yüreklerimiz hiç bu kadar kırmızıya boyanmamıştı.
***
Birkaç gün önce;
”Bizim partili arkadaşlarımız yok, dava arkadaşlarımız var ve dava ne alınır ne satılılır.” demişti Sn.Devlet Bahçeli.
Biz hep o noktayız.

İstanbul’u. İşgal zamanı/ Mayıs 1919’da Sultanahmet Mitinginde ;
“Demir ve ateş; kardeşler ben bunlarla hiçbir vatan ve ırkın öldüğünü işitmedim. Şerefli bir tarih ve medeniyete, sağlam bir fazilet ve ahlâka, zengin bir şiir ve edebiyata, dinî ve millî ananelere, ırkî ve vatanî hatıralara mâlik olan bir milletin mahvolduğunu tarih göstermiyor.”  diyen M. Emin Yurdakul’un işaret ettiği duruş, her ne kadar 13 yılda saf saf bölen parçalayan bir hâl almışsa da otamak ve onarmak gözümüzde büyüttüğümüz kadar zor değil.
Zor olan; buna inancı yeniden yeşertmek.

Balzac etrafına öylesine borçludur ki, bir gün Paris’teki muhteşem malikânesine girerken borçlu olduğu bahçıvana yakalanmamak için duvardan dizlerinin üzerine atladığında, burnunun dibinde bir çift makosen ile karşılaşmıştır.
Kafasını kaldırdığında bahçıvanı ona muzip muzip bakmaktadır:
“-Bu iş artık komediye dönüşmedi mi sizce Mösyö Balzac?” der.

Bazı şeyler bizde de artık trajikomik bir hal aldı almasına da, Milliyetçi Hareket Partisinin kimseye bireysel borcu yoktur!

Türk’ün binlerce yıldır biriktirdiği ve binlerce yıl ötelere taşıyacağı kültür, tarih, gelenek, din ve felsefî değerlerinin korunmasında ve geliştirilmesinde ”Ben de varım” diyerek göreve talip olmak her ülkücünün hakkıdır.
Ayrıca; ülkenin getirildiği durum karşısında, her ülkücü kendi liyakatine göre, üzerine düşen vazifeyi de almak zorundadır.
Liyakat yeterlilik halidir, bulunduğu konuma yakışmasıdır. Liyakatin ”oturak ölçüsü” ile alakası yoktur, ”hamili kart” değildir, hak etmektir.

46 yıldır, ”Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildik!”
Ruhumuz bedenimizde gerildikçe gerildi, bir türlü o çivileri söküp atamadık.
Şimdi ”Kızıldeniz”i yaracak bir asa ile bir Musa arıyoruz!
Diye yazmıştım birkaç gün evvel.
46 yıllık tarihine bakınız, zaman zaman MHP’nin zayıf dalları kopsa da ana gövde ve kökler her daim güçlenerek çıkar her fırtınadan.
Ne İsa’ya ne Musa’ya ne de âsâya ihtiyacımız var!

Bir oraya bir buraya göz kırpıp, dedikodularla, telefonlarla kulis kızıştıran, havayı koklayan, listelerde yer alabilmek için güçlü gördüğünün yanında kendine yer ayarlayan, yanında durduğu adayın kazanması halinde, getirisi üzerinden hesap yapan teşkilat mensupları ile istenilen sonuca varmak mümkün değildir.

Bunun dışında; parası kadar konuşan, ‘’Türk Milliyetçiliği’’ ideolojisinden habersiz, tepeden düşen bazı arkadaşların tabanın itirazlarına rağmen aday edilmesi de bir milletvekili fazla çıkarsak bile; sonrasında altından kalkamayacağımız vahim sonuçlara yol açar ki; bu da hiç istemediğimiz bir durumdur.

Kim olduğu hakkında kimsenin bir şey bilmediği ama bu rumuzla yazdığı aforizmalarla ünlenen Sylviane Herpin; Yanlış anlamak/anlaşılmak konusunda ;
“Düşündüğünüz,
Söylemek istediğiniz,
Söylediğinizi sandığınız,
Söylediğiniz,
Karşınızdakinin duymak istediği,
Duyduğu,
Anlamak istediği,
Anladığını sandığı,
Anladığı arasında farklar vardır.
Dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az dokuz ihtimal var.” Diye yazmış.

Doğrudur!
Bu nedenle yazdıklarım belki de bazı arkadaşlar tarafından yanlış anlaşılacaktır ancak;

Dava, dava diye yırtındığımız; vatan, bayrak, millet, Türklük ülkü ve utkusudur.
Bu nedenle ‘’haddimi aşmakla’’ suçlanmayı göze alarak yazdığım/yazacağım her cümlenin arkasındayım.

Duble yol çukurlarında bata çıka ilerlerken ”rot ve balans ayarı” bozulmuş, titreyen, bir sağa bir sola çeken, dengesi kalmamış cumhuriyet ve demokrasinin yeniden ayarlanması için güçlü bir ”krikoya” ihtiyaç vardır.
Aslında çok da pahalı olmayan bir bakımdır bu ayar.
İşinin ehli meslek erbapları tarafından kısa sürede fabrika ayarlarına dönecek olan bu ”ayarsızlık” için 01 Kasım 2015 tarihinde açılacak olan ihalenin Türk Milletinin asil evlatlarının elinde kalması için, ihale dosyasının canı gönülden desteklenmesi şarttır.
Bu desteğin tam sağlanabilmesi ise; aday belirleme kıstaslarının yeniden gözden geçirilmesi ve tabanın desteği ile mümkündür.

Türk Milliyetçiği Ülküsünde hamili kart olmadığı gibi para da yoktur!
Aday adayının arabasının kapısını açan teşkilat mensuplarının olduğu bir seçim çevresinde hak ve adalet kavramlarının yıkıldığına şahidim.
Karı-kocanın aynı seçim çevresinden ‘’aday’’ yapıldığına şahidim.
Cumhurbaşkanına methiler sıralayan bir adayın varlığına şahidim.
Ve de aday belirlemede şahit olduğumuz onca olumsuzluğa şahit olduğumuz halde;
”Yılkıya bırakılmış olsak da, vahşi bir kısraktan farkımız yok!” Ne uslandık! Ne de yıldık… Diye haykıran binlerce Ülkücünün seçim sathında canhıraş çalışmalarına hep birlikte şahidiz!

Ve İstanbul, gözbebeğimiz İstanbul.
Her türden milletin, ajanın, teröristin yatağı İstanbul!
AKP iktidarı boyunca 3. Dünya ülkesine dönen/döndürülen, bölücülerin kol gezdiği İstanbul!
”İstanbul İstanbul olalı bu kadar zulüm görmedi!”
MHP İstanbul İl Başkanımız Sn. Mehmet Bülent Karataş’ın gece- gündüz fedakârca çalışmalarına karşın istediğimiz sonucu alamadığımız İstanbul’a mutlaka Gn. Merkezimizin el vermesi gerek değil şarttır!
İstanbul’un AKP, CHP ve son seçimde büyük şehirlerde oyunu artıran HDP’nin surları mutlaka delinmelidir!

Hepimiz biliyoruz ki; seçimlerde asıl kapışma MHP ve AKP arasında olacak.

Bir caniden bir kahraman, bir vasıfsızdan bir başkan yaratan medyanın çanına nasıl ot tıkanır, sosyal medya nasıl kullanılır, hiçbir ayrım yapmadan TV kanalları nasıl parsellenir sorularına da cevap aramanın zamanıdır.

Rivayet edilir ki; Vatan şairi Namık Kemal Magosa’da zindandadır. Zindanda da her zaman yaptığı gibi; kitap okuyup, şiirler yazmaktadır. Günün birinde yanına bir mahkûm daha getirirler. Namık Kemal yazdığı şiirleri ona okumaya başlar. Kemal şiir okudukça adamcağız başını öne eğer duygulanır, ağlarmış.
Bundan çok memnun olan Şair ;
-Ne kadar duygulu, hassas, vatan aşığı bir arkadaş bu. diye düşünerek, her şiirini daha büyük bir coşkuyla kader arkadaşına okumaya devam edermiş.
Hatta dışarıdaki arkadaşlarına yazdığı bir mektupta şöyle demiş;
-Burada çok rahatım, hatta dışarıda olmaktan çok daha mutluyum. Çünkü burada beni anlayan, dinleyen, inanan bir de arkadaşım var.
Günler böyle geçerken bir gün Namık Kemal koğuş arkadaşına sorar;
-Arkadaş, ben şiirlerimi okudukça sen hisleniyor, duygulanıyor hatta ağlıyorsun. Söyle bana şiirlerimi dinlerken ne hissediyorsun, ne düşünüyorsun, neden ağlıyorsun?
Adamcağız kocaman bir iç çekişten sonra demiş ki;
-Sen şiir okurken sakalın sallanıyor, senin sakalın sallandıkça ben köyümü, köyümdeki ”Keçilerimi’ hatırlıyorum. Keçilerimi hatırladıkça da üzülüyor ağlıyorum!

Ne demiş Mevlana;
”Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anlayabildiği kadardır.”

Yazımın bir yerinde Sylviane Herpin; Yanlış anlamak/anlaşılmak diye yazdığı bir not iliştirmiştim.

Bedeli ne olursa olsun yazdığım her cümlenin arkasındayım!

dil midir kanayan, yürek mi
kim ateşin içinde
kuyudaki kim
ey sükût
ey ‘’altın’’a kıyas duruş
bu fırtınaya kim hükmeder
ey ezel ve ebede açılan yürek
hangi engel keser önünü
sussam da sen, essem de sen…

İstanbul/31 Ağustos 2015