Fevziye A. TANSEL: NAMIK KEMAL’İN ADALAR HAKKINDAKİ İKAZLARI

AKDENİZ ADALARININ

ELİMİZDEN ÇIKMAMASI İÇİN

HUSUSÎ MEKTUPLARINA

GÖRE NAMIK KEMAL’İN

MÜCADELE ve İKAZLARI

Fevziye A. TANSEL

 

TTK  BELLETEN Dergisi, Sayı : 091 Sayfa: 479 – 511

Akdeniz adalarından bâzılarının Yunanistan’a ilhaki için ehemmiyetli ayaklanmalar önce Girid’de başgöstermiştir; bu sebeple Kemal’in, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı adalarda Yunan siyaseti ile alâkası 1866’daki büyük Girid isyanı ile başlar. Bu tarihten 1884 yılına kadar Tasvir-i efkâr ve Hürriyet gazetesindeki makaleleri ile, Ebüzziya Tevfik’e, Ahmed Midhat Efendi’ye, Sultan Abdülhamid’e yolladığı hususî mektuplarla Girid Müslümanları için halkı ianeye teşvik etmiş, Hıristiyanların tasarruf iddiasında oldukları Girid’den Müslümanlar’ın hicretini, Girid Valisi Fotyadi Paşa’nın Rum tarafdarlığı siyasetini önlemek için ikazlarda bulunduğu gibi, Girid Müslümanlarının bu yoldaki teşebbüslerini de desteklemiştir. Makalemizin birinci kısmında, Kemal’in, Girid’in elden çıkmaması için mücadele ve ikazları üzerinde durduk.

Makalenin ikinci kısmında, Kemal’in, Midilli Mutasarrıflığı sıra­sında, 1879 -1884 yılları arasında Midilli’nin Osmanlı tabiiyetinden çıkmaması için alınacak tedbirlerden, İslâhat hareketlerinden bah­seden lâyihalarına, Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti’ne bağlı diğer ada­larda, meselâ Sakız, Rodos ve mülhakatında Müslümanlar’ın iskânını, varidatın artırılmasını te’min maksadiyle Mâbeyn Başkâtibi’ne, Rodos Mutasarrıfı Agâh Efendi’ye yazdığı mektuplara yer verilmiştir.

Kemal Rodos mutasarrıfı iken, 1884-87 tarihleri arasında Rodos’da Müslüman nüfusunun gittikçe azaldığından, Müslümanlar’ın irtidadından, halkın dinî ve fikrî terbiye bakımından geriliğinden doğacak tehlikeleri, alınacak tedbirleri hususî mektupları ile Sultan Abdülhamid’e, Maarif Nâzırlığı’na, Besim Bey’e, Sadr-ı âzam Said Paşa’ya, Dahiliye Nâzırı’na arzetmiş, bunların birçoğu gözönüne alınarak mektepler, camiler inşasına, vergi kaçakçılığının önlenme­sine çalışılmıştır. Sakız Mutasarrıfı iken, 1887’de, bilhassa, vergi kanunlarının Cezayir-i Bahr-i sefid adalarındaki hayat şartlarına artık uymadığını, bunların değiştirilmesi hakkında ikazlarına Bâb-ı âlî’nin kayıdsız kaldığını, Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti’ne bağlı her yerde Yunanlılar’ın, Rodos’ta, Yunan’a izafeten İngilizler’in fesat çıkardığını, yer yer ayaklanmaların mevcudiyetini anlatmak maksadiyle devlet ileri gelenlerine yazdığı hususî mektuplara ise, maka­lenin üçüncü kısmında yer vermiş bulunuyoruz.

I. NAMIK KEMAL’İN GİRİD’İN ELDEN ÇIKMAMASI İÇİN MÜCADELE VE İKAZLARI

Namık Kemal’i, Akdeniz’de mevcut ve bugün elimizden çıkmış bulunan adalarımızdan, önce Girid mes’elesi alâkadar etmiştir; bu alâka onda, 1866’daki büyük Girid isyanı ile başlar. Yunanlılar’ın, 1864’de yedi adanın kendilerine verilmesi üzerine, Rumlar’la meskûn bütün memleketlerin birleştirilmesi ile büyük bir Yunanistan kur­mayı tasavvurları, bu sebeple Girid’i Türkiye tabiiyetinden kurtar­mak için halkı teşvikleri neticesinde doğan isyan sonunda Girid Hıristiyanları, Girid’in Yunanistan’a ilhakını ilân etmişlerdir. Sultan Abdülaziz, bu hâdise üzerine ı867’de Sadr-ı âzam Âlî Paşa’yı Girid’e göndererek, adanın Hıristiyan ahalisine birçok imtiyazlar verildikten sonra, muhtariyet arzusundan doğan ayaklanma muvakkat bir müd­det için önlenmiştir. Namık Kemal’in Girid hakkındaki neşriyatı bu sırada, Avrupa’ya kaçmasından üç ay kadar önce başlar.

1866’da, Muhbir gazetesinde neşredilen bir yazı üzerine, büyük ölçüde bir isyana sahne olan Girid için iâne toplanılmağa başlanılmış, fakat Filip Efendi’nin, toplanılan paranın, yerine gönderilmesine hü­kümet vasıta olursa, iâneden, lâyık olanlardan çok hükümet erkânının faydalanacağını ve kendisinin Girid’e gidip ihtiyacı olanlara iâneyi bizzat dağıtacağını ilânı neticesinde halkın emniyeti, iâne vermekteki gayreti azalmıştır. İşte Kemal böyle bir zamanda halkı yardıma teşvik maksadı ile Te‘âvün’u Аl’еl-bег başlıklı makalesini yazdı (1). Maka­lenin neşrinden birkaç gün sonra Asmaaltı’nda tanınmış tüccarlar­dan dokuz kişilik bir iâne heyeti teşekkül etmiş, resmen iâne toplanıl­mağa başlanılmıştır. Kemal’in,

Feryâd-ı ehl-i hacete imdada sa’yedin,
Ey gayret-i vatan çeken erbâb-ı iktidar
Ehl-i vatan mahabbetidir gayret-i vatan
Zannetmeyin ki toprak içindir bu itibâr.

kıt’ası da yine bu münasebetle, halkı iâneye teşvik için kaleme alın­mıştır (2). 1867 Mayıs’ında Avrupa’ya kaçtıktan sonra da, Hürriyet gazetesinde Girid Mes’elesi ve Rusya Politikası (3) , Yine Girid Mes’elesi Tazelendi (4) adlı makalelerine rastlarız.

1878’de, Türk-Rus harbinden sonra Girid reâyası tekrar ayak­lanmış, büyük devletler Berlin Kongresi esnasında Giridliler’in ve Yunanlılar’ın isteklerini gözönüne almıyarak ancak Berlin Muahede­sinin yirmi üçüncü maddesinin başına, “Devlet-i aliyye Girid cezire­sinin 1868 senesi nizamnâme-i dahilîsi, haklı görünecek tâdilâtı ilâve ederek tamamiyle icra etmekliği teahhüd eder” fıkrası konulmuştur; müteakiben büyük devletler tarafından bu va’din yerine getirilmesi istenilmiş, “bunun üzerine, bu vazife ile Girid’e gönderilen Gazi Ahmed Muhtar Paşa ile âsiler arasında konsolosların murakabesi altında ve bunların Hanya’ya yakın ikamet ettikleri Halepa’da müza­kereler yapılarak 23 Birinciteşrin, ı878’de bir mukavelenâme imza­landı. Buna göre, Girid valisi Hıristiyan olacak ve büyük devletlerin muvafakati ile Bâb-ı âlî tarafından beş sene müddetle ta’yin olunacak, kırkdokuzu İslâm, otuzbiri Hıristiyan olmak üzre seksen âzadan mürekkeb Umumî Meclis’in, kararlan sultanın tasdikine iktiran etmek şartı ile oldukça geniş teşriî haklara sahip bulunacak ve hattâ bu meclis, üçte iki ekseriyetle, Bâb-ı âlî’nin muvafakati olmasa da esas nizâm­nâmenin sırf mahallî işlere ait maddelerini değiştirebilecekti. Bu meclis senede kırk gün ve nihayet altmış gün kadar toplanabilecekti. Adanın jandarma hey’etine Hıristiyanlar’dan da kabul olunacaktı.

Varidatın bir kısmı mektep, hastahane, yol ve liman gibi umumî menfaatlere ait işlerin yapılmasına tahsis olunmuştu.” (5)

Kemal, 23 Teşrinievvel, ı8y8’de Halepa Mukavelesi’nin akdolunduğu bu sırada, Midilli’de bulunuyordu ve henüz Mutasarrıflık’a ta’yin edilmemişti. Ebüzziya’ya gönderdiği aşağıdaki mektubunu, bura Mutasarrıflığı esnasında yazmıştır. Mektubunu, Girid Umumî Meclisi Müslüman âzalarmdan Resmolu Derviş Efendi vasıtasiyle göndermiştir. Herhalde, Girid’in Yunanistan’a ilhakı teşebbüslerini önlemek için Sultan Abdülhamid’e verilecek istidanın tasvibine çalı­şılması hususunda tedbir alınmasını, Ebüzziya Tevfik’e tavsiye ediyor [6]:

Ebüzziya Tevfik’e

14.x.1883

Birader,

Yâdet ol günleri kim merci-i gayret biz idik

Merd idik, âdem idik, cân-ı hamiyyet biz idik[7]

Tasvir-i efkâr âlemleri gözümün önünde dolaşıyor. Kendimi bir kerre daha dünyaya gelmiş sanıyorum. Girid’deki kardeşlerimizin müsted’iyâtı var. Saçımızın, sakalımızın rengi değişti ise, mahiyetimiz de değişmedi ya?.. Biz dururken hizmetlerinde kim bulunacak? Arş bakalım. Hamiyyet-i islâ- miyeleri mücerret olan Hacı Ali Beyefendi hep elindedir. Istid’aları halife-i İslâm efendimize takdim olunursa, maksadlarının husulünü kaviyyen ümid ederim. Girid’in kurtulmasına velev zerre kadar hizmet edebilirsek, ‘ bizler için, ömr fânî olduğunu unutturacak kadar bir mefharet değil midir? Girid mebuslarından şu mektubumu getiren Derviş Efendi, rüesâsındandır. Kendisi ile güzel güzel konuşursunuz. Teşebbüsatınızın neticesini yazarsın, değil mi? Bakî merdâne bir duâ-yi tevfik ile iktifa edelim…

2 Teşrinievvel, 99 Kemal

Kemal’in aynı tarihte Terceman-ı hakikat gazetesi sahibi Ahmed Midhat Efendi’ye de, yine Derviş Efendi ile bir mektup yolladığını görüyoruz. Ahmed Midhat’tan, Girid’e iâne toplamak için yapılacak neşriyata tevassutunu reca ediyor[8]:

Ahmed Midhat Efendi’ye

14.x. 1883

Mevlânâ-el muhterem,

Sana Girid Müslümanları’ndan Derviş Efendi’yi gönderiyorum. Yirmi- beş sene evvel hepimizin gönlündeki hamiyyet ateşini alevlendiren Girid mes’elesi, yine bizlerden muktedir olduğumuz kadar iâneye ihtiyaç göste­riyor. Sen âlem-i matbuatta iken, Giridliler’i kimseye muhtaç etmezsin. . .[9] Hele bu bâbta tavsiyeye hiç muhtaç değilsin; Allah muvaffak etsin! Bana uzaktan yakından bir hizmet düşerse, mahvoluncaya kadar ifasına mühey­yayım. . . Bakî duâ kardeşim…

2 Teşrinievvel, 99 Kemal

23 Birinciteşrin, 1878’de Halepa’da imzalanan mukaveleye göre, beş sene için Girid’e ta’yin edilen Hıristiyan valinin, Fotyadi Paşa’nın müddeti 1883’de dolmuştur. Kemal bu sırada Ebüzziya Tevfik’e yolladığı 12 Kânunısanî, 1883 tarihli mektubunda Girid’i yedi başlı bir yılana benzeterek, Osmanlı İmparatorluğu’nun daima buraya ait mes’elelerle karşılaştığını yazıyor. Bu defa da, Fotyadi Paşa’nın beş sene valilik müddetinin sona ermesi ile Hıristiyan ve Müslümanlar için ayrı ayrı vali ta’yini hakkında münakaşalar baş­lamış, bu mücadeleler günlük gazetelerin başlıca mevzuu olmuştur. Girid’in üçte biri Hıristiyanlar’a, üçte ikisi Müslümanlar’a ait olduğu halde, adaya tasarruf iddiasında olan Hıristiyanlar’dır. Mektubundan anlaşıldığına göre Kemal, Fotyadi ve Sânih Paşa’nın idaresizliğini, Müslümanlar’ın ne kadar müşkül mevkide bulunduğunu, bunların Devlet-i aliyye’den ayrılmamak gayesi ile hicretini yüksek makam­lara da muhtelif defa arzetmiştir. Fotyadi Paşa tekrar vali, Hamdi Paşa müşavir olarak kaldığı takdirde, Girid’in Yunanlılar’a teslim edilmiş demek olduğu kanaatindedir. Mektubunun Sultan Abdülhamid’e takdimi için Ebüzziya’nın tevassutunu isteyen Kemal, hü­kümetimizi, Girid’de Müslümanları da memnun edecek ve buranın Yunanistan’a teslimini önliyebilecek tedbirler alması hususunda ikaza çalışmaktadır[10] :

Ebüzziya Tevfik’e

12.1.1884

Birader,

Bilirsin ki din ve devlet düşmanlarının bu memleketi[11] batırmak için birinci teşebbüsleri Girid üzerinde vuku bulmuş ve bu teşebbüsün birinci te’siri, bizler gibi hamiyyet sahiplerine dokunmuş idi. Bu Girid me’selesi, masruf olan yedi başlı ejder gibi, bir başı kesildikçe, yedi başı daha çıkıyor [12].

Padişaha seni ben takdim etmiştim; bu mektubumu da sen padişahıma [13] takdim et! İkisi de padişaha birer nevi hizmettir [14]. Bir hizmetin ikileşmesi nevâfil namazı gibi Allah indinde bile makbul oluyor [15]. Girid Müslümanları ötedenberi pek ıstırap içindedir. Evvelâ malûmdur ki oradaki Müslümanlar, adanın tesarrufça nihayet üçte biri Hıristiyanlar’a ait olarak, üçte ikisi kendilerininin iken, yine emlâk tesarrufu namı ile Girid’in Hıristiyan malı olduğun­dan bahsediyorlar.

Saniyen ben, makamat-ı âlîyeye ma’ruzat-ı müteaddide ile bahs ve beyan etmiştim ki cezayir[16]. ve Girid halkı hiçbir vakit Yunanlı olmak fik­rinde değildirler; yalnız Fotyadi Paşa gibi, Sânih Paşa gibi me’murlar Girid halkını canından bîzar etmiş, İslâm takımı, devletten ayrılmamak için muha­ceretten başka bir çare bulamamış, Hıristiyan takımı Yunan’a ilhak me’selesini devlete değil, bizim me’murlara karşı bir vesile-i necat ittihaz eyle­miş [17], arada bir me’sele-i düveliyye tehaddüs etmiş sürünüp duruyor[18].

Girid Müslümanları o hale gelmiştir ki vaktiyle memleketlerinde bey olan, ağa olan bîçareler, şimdi buralarda 120 kuruş aylık ile zabtiyelikte sürü­nüyor. Midilli’de bugün teftişlikte [19]., zabtiyelikte istihdam olunan Girid Müs­lümanları otuzdan [20] ziyadedir. Garb-Trablusu’nda bu mikdarın onbeş-yirmi katı var; etrafa da dağılmış olanlar düşünülür ise, muhacirlerin nüfus-i zükûru beşbini tecavüz eder ki âdeta ufacık bir ordu demektir. Bu hâle ise her şeyden ziyade Fotyadi Paşa’nın valiliği sebep olmuştur. Mübarek zat 30.000 kuruş maaş alacak, ana da Meclis-i Umumî’nin ekseriyeti ile muvaffak olacak, Meclis-i umumîye ise, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir kaide-i garibe ile yalnız Yunanlılık [21] fikrinde bulunanlardan değil, ekseriyet üzre resmen Yunan’ı tanımış olan habislerden mürekkeb… Hülâsa[22], Paşa mürtekib, âza edebsiz, orada bulunan hey’et-i islâmiyye ise serveten, dirayeten edyan-ı saireden olan hemşehrilerine galib olmak hususunda [23] memalik-i padişahîde münferid iken, bir habisin saye-i şeâmetinde mahvolup gitmektedir. Muhtac-ı izah değildir ki Giridliler’in —sağlık ve selâmetle verilmemiş olsa idi— i’ta edilmiş olan fermanında, “Oranın valiliği Hıristiyanlığa hasredil­miştir” [24] irade buyurulduğu halde, bir müslüman da gönderilebilir. Yalnız, yanına hıristiyandan bir müşavir verilir; amma bu cihette bâzı mahzur tasavvur olunabilir imiş, valinin Hıristiyan olmasında da öyle büyük bir muhatara yoktur; fakat Fotyadi Paşa vali, Hâmid[25] Bey müşavir olur ise, o zaman Girid, bütün bütün Yunanistan’a teslim edilmiş demek olur.

Biraz keyifsizim. Mektubumu söyleyip de yazıdırıyorum; ma’mafih canım da yanıyor, öyle ümid ederim ki mülkün her cihât-i [26] icraatına muhit olan nazar-ı hakîm-i hazret-i padişahî (27) Girid’i dahi mevcut olan seyyiatından kurtarır. Bakî duâ…

31 Kânun]ıevvel, 1299 Kardeşin,

Kemal

Kemal, bundan bir hafta sonra Ebüzziya Tevfik’e yolladığı 19.1.1844 tarihli mektubunu yine Girid ile alâkalı bir meseleye tahsis etmiştir: Girid’de neşredilen İntibah gazetesi, bir kıtal vak’asından dolayı zabıta aleyhinde bir yazıya yer verdiğinden ta’til ve muharriri tevkif olunmuştur. Saltanat-ı seniyyenin hukuku bakımından zararlı yazılarla intişar eden Hıristiyan gazetelerine karşı ise, mahallî hü­kümet sükûtu ihtiyar etmektedir. İntibah’ta, Rum gazetelerinde bası­lan ve halkı devlet aleyhine sevkeden fıkraların tercemelerine rağmen Girid Valisi Fotyadi Paşa’nın harekete geçmemesi de Rum politika­sına taraftarlığı gösterir, işte Kemal, Ebüzziya’ya gönderdiği mek­tubunda bu mes’elelerden bahsederek, ondan İslâmlar’ın himayesi için Sultan Abdülhamid’e vaziyeti arzetmesini reca etmiştir[28].

Bu mektupların tarihinden iki ay kadar sonra Fotyadi Paşa, tekrar Girid Valiliği’ne getirilmiş, valilik müddeti tamamlanmasına rağmen tekrar aynı vazifede bırakılmıştır[29]. 1884 Haziran’ında âşar-i vakfiyye mes’elesinde karşılaştığı müşküllerden dolayı istifaya karar vermiş, fakat bu isteği tasvip olunmamıştır[30]. Yine bu sırada aynı mes’ele yüzünden Girid’de Meclis-i umumî İslâm âzalarının bir istid’a ile icabeden yüksek makamlara müracaat ettiklerini günlük gazeteler vasıtasiyle öğreniyoruz [31] ve Kemal’in mektuplarında 1884’den, vefatına kadar geçen dört yıl zarfında Girid ile alâkalı mes’e- lelere temas edilmemiştir; bunun sebebi, bu arada Girid’de mühim siyasî hâdiselerin bir müddet için sükûnet bulmasıdır.

Sultan Abdülaziz’in hall’ini müteakip 3 Haziran, 1876^ Magosa kalebendliğinden afvolunan Kemal, 20 Haziran’da İstanbul’a dön­müştür[32]. Aynı yılın 20 Eylûl’ünde Şûray-ı devlet âzalığına ta’yin edilmiş[33], bir ara Kanun-ı esasî’nin tanziminde de çalışmıştır[34]. Abdülhamid devrinde, aleyhinde tertib olunan bir jurnal üzerine ve Midhat Paşa’ya taraftarlığı yüzünden 12 Şubat, 1877’de tevkif olun­duğunu görüyoruz. Muhakemesi, 10 Temmuz, 1877’de neticelenmiş[35], Temmuz’un ondokuzunda, ikamete me’mur edildiği Midilli’ye hareket etmiştir[36]. Bu ikamete me’muriyetin devamı iki sene, beş aydır. Bura Mutasarrıflığına ta’yin edildiği 22 Kânunıevvel, 1879’dan[37], Rodos Mutasarrıflığına ta’yin tarihi olan[38] 15 Teşrinievvel, 1884 tarihine kadar, beş seneye yakın Midilli’de Mutasarrıf bulunan Kemal, gerek şahsî temayülleri, gerek resmî vazifesi icabı buraya ait siyasî mes’elelerle yakından alâkadar olmuştur.

II. OSMANLI TÂBİİYETİNDEN ÇIKMAMASI İÇİN MİDİLLİ, RODOS VE SAKIZ’DA ALINACAK TEDBİRLER

Kemal, Midilli Mutasarrıflığına ta’yininden bir yıl kadar sonra, buranın Osmanlı devleti tâbiiyetinden çıkıp yabancı ellere geçme­mesi için takibedilecek siyasete dair düşüncelerini, irade-i seniyye mucibince tasavvur ve tahkik edilen islâha muhtaç şeyleri Cezayir-i Bahr-i sefid Valiliği’ne bildirmiştir. 2 Teşrinievvel, 1880 tarihli bu mufassal yazısında maarif, ziraat, sanat, ticaret, adalet, adanın dahilî idaresi sahasında izahat vermekte, o zamana kadar bu husus­larda neler yapıldığından, hâl-i hazır vaziyetinden, yapılması gereken şeylerden bahsetmektedir:

Midilli’de birkaç sıbyan, bir de rüşdiye mektebi vardır. İslâmların dinî ve ilmî müesseselerine ait ne kadar para ve bina mevcutsa hepsi mütevelliler tarafından zabtolunmuştur; mekteplerin haraplığı, hoca sıkıntısı, dolayısiyle okuyup yazma bilenlerin azlığının başlıca sebebi budur. Hıristiyanlar’ın bir-iki mektebi bulunmakla beraber, maarifçe ilerlemek imkânları aramadıklarından, İslâmlar gibi onlar da oldukça geri vaziyettedir. Maarifçe o zamana kadar neler yapıl­dığından bahseden Kemal, adanın her karyesinde ibtidaî mektep­lerinin açılması ve ilk tahsilin mecburî tutulmasını, kasabalardaki rüşdiyelerde İstanbul’daki askerî rüşdiyelerde tatbik edilen tedris tarzının lüzumunu, bir de mekteplerde leylî sınıf açılmasını, tüccar gemilerine kaptan yetiştirecek bir mektebin te’sisini, bu üç şeyin Midilli’nin fikren kalkınabilmesi için tehakkukunu kaydediyor.

Midilli’de zeytun ziraatinin mürabahacılar yüzünden verimli olmadığı, bunun için Menafi’ Sandıklarının te’sisi, bir banka şubesi açılarak ziraat sahiplerine az faizle borç verilmesi, zeytun mahsu­lünden alman verginin azaltılması, Midilli’nin zeytun ziraati bakı­mından kalkınması için Kemal’in düşündüğü çarelerdir. Mahsulünü zeytun teşkil etmesi dolayısiyle halk bilhassa sabun ve debâgat san’ati ile iştigal etmektedir; bu itibarla bir sanayi mektebinin açılması da faydalı olacaktır.

Midilli’nin ticaretce geriliğinin başlıca sebebi maarif ve sermaye noksanlığıdır; yolların azlığı ve haraplığı, limanın temizletilmemesi, adada dahilî hiçbir telgraf hattının bulunmaması, gümrük ve vergi usulleri ticarete engel başlıca sebeplerdir. Midilli’nin dahilî idaresi- ve adlî teşkilâtı hakkında da izahat veren müellifimiz, yazısının hülâsa kısmında, bütün bunları alman emr-i âlî’de Midilli halkının sorulan ihtiyaçları münasebetiyle yazdığını ilâve eder. “Ta’rif ihtiya­cından vâreste olduğu üzre buralar meselâ Bursa, yahut Amasya cihetlerine siyasetçe kıyas kabul eder yerlerden değildir. Bu muka­yesede vaktiyle edilen hatalar mülkün en ehemmiyetli birçok parça­larını havza-i tasarruf-ı padişahîden çıkardığı da pek fâci ve müessir bir tecrübe ile gözümün önündedir. Bu cihetle buraları mülkün sair yerlerine kıyas edip de, devlete vereceği hisse-i istifadeyi düşünerek idare edersek, o hisse-i istifadeden başka, buralara temellükten dahi mahrum olmak, kulunuzca pîş-i nazarda bulunduğuna ve hadd-i zatında dahi saltanat-ı seniyye böyle milel-i mütenevviadan mürek­kep yerleri hâzinesine medar-ı istifade addetmediği Fâtih zamanındanberi ma’ruf olan hakikatlerden olduğuna ve bir taraftan ise Midilli elden gitttiği halde, yalnızca Cezayir-i Bahr-i sefid değil, umum Anadolu’ca askerlik ve hükümet nokta-i nazarlarına göre terettüb edecek uygunsuzlukları ta’rife ihtiyaç olmadığına” işaret eden cümleleri, ileriyi görmesi bakımından çok dikkate şayandır. Bu se­beple, Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti vasıtasiyle Sultan Abdülhamid’- den, elden çıkmaması için diğer vilâyetlerimizden farklı bir siyaset takibi gereken Midilli’de kaydettiği İslâhatın tehakkuku için yardım­ların esirgenmiyeceği ümidinde olduğunu bildiriyor[39].

Kemal, Midilli’de, fakat Mutasarrıflıksan muvakkaten azledildiği ve muhakemesinin cereyan ettiği sırada Ebüzziya Tevfik’e, hükü­metimizi ikaza vasıta olması için gönderdiği 18 Mart, 1881 tarihli mektubunda, İstanbul patrikhanesinden tardedilen bir Rum’un, halen Sakız’da tercüman bulunan İpokrat Taylaryos’un, patrikhane­nin teveccühünü kazanmak için Midilli hariç diğer adalarda Yunan­lılar lehine ve hükûmet-i seniyye aleyhinde çalıştığını, bunda mu­vaffak olduğunu da haber vermiştir (40).

*

Kemal, Midilli Mutasarrıfı iken yalnız buranın değil, Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti’ne bağlı diğer adaların da yabancı hâkimiyetlere geçmemesi için hükümetimizce alınması gereken tedbirlere dikkati çekmiştir. Mâbeyn ikinci Kâtibi Hacı Ali Bey’e (41) gönderdiği 14 Şubat, 1884 tarihli mektubunda kendisinin Mutasarrıflık’ı zamanında tanıdığı bu vilâyet valilerinden Kürt Said ve Nâşid Paşa’nın iyi bir idareci olmakla beraber, hâlen vali bulunan Nazif Paşa’nm adalar için aldığı tedbirlerin mükemmelliğinden bahsediyor: Yabancı dev­letlerin te’siri altında şaşkınlaşan, bilhassa Yunanistan’a meyleden ada halkını, Nazif Paşa Osmanlı devletinin şan ve şerefine inandır­dığı gibi, yıllardanberi dönen dolapları önlemiştir; ancak, adalar halkının çoğu Rum olduğundan, Yunan devletine gönderilen kon­soloslar Osmanlı devleti teb’asını Yunanlı tanıttırmağa ve askerlik bedeli gibi vergileri ödemelerini önlemeğe çalışmaktadırlar. Nazif Paşa, milletlerarası hukuk kaidelerine uygun surette, ecnebi olduk­larını iddia edenlerin Osmanlı devleti teb’asından olup olmadıklarını tahkik ettirerek, mükellef oldukları vergileri ödetmiş, tebaiyyetlerine dair tezkireleri vilâyet Nüfus Nezareti tarafından verilmiştir. Bunlar dışında Sakız’da Müslümanlar’m iskânı için kale’nin ta’miri lüzumu üzerinde duruluyor. Çoğu Hıristiyan, 400’ü Müslüman olan vilâyet merkezi Sakız’dan İslâmlar’ın hicretini önlemek, Osmanlı İmparatorluğu’nun kudretini tanıtmak için donanmamızın nümayişte bulunmasını tavsiye eden Kemal, bu gibi tedbirler ihmal edildiği, malî sıkıntı giderilmediği takdirde, Sisam adası gibi burada da bir Hıris­tiyan Beyliği teşkil edileceğine muhakkak gözüyle bakmaktadır[42] :

 

Mâbeyn İkinci Kâtibi Hacı Ali Bey’e

14.11.1884

Saadetlû Efendim Hazretleri,

Dünyada ulviyyet size yakışır ki devletine cidden sadık ve milletine hakikaten bir muhibb-i gayr-i mufarıksiniz. Müjdeler olsun ki âlem-i insa- niyyette bir meziyyet-i mukaddese kazandınız. Velinimet-i bî-misal ve pa- dişah-i hamid-ül hisal Efendimiz Hazretleri esdika-yi bendegânı celbe ve hizmet-i şâhânelerinde bulundurmağa muvaffak oldukça, eslâftan kalan buhranı ref’e muvaffak olacağını biliniz; zira makam-ı hilâfetin müsteneün- ileyhi, kuwe-i mâneviye-i MuhammedîyeMir. Bu kuvvet esdika eline verilir ve hüsn-i isti’mal olunursa, bakınız ki bu devlet ne olur ve bütün dünyaya malik olmakla nümune-nümâ-yi adalet-ü merhamet olur. Hemen Hazret-i Allah, be-hürmet-i Sûre-i Tâhâ kalb-i şahanelerini ve meziyyet-i mukaddese-i şehryârîlerini her an âlî ve meserret-i zahiriyye vü mâneviyye ile malî buyur­sun duâsını cümle-i ümmet-i Muhammed ile edâ etmek ferâiz-i diniyyedendir; zira ki duâ-üs sultan, sebeb-i gufrandır. Mâdem ki efrad-ı beşer içinde birer me’muriyet-i mükemmele ile, birer rütbe-i fâhire ile iftihar ediyoruz, bu cezayirde ittihazı lâzım gelen tedabir-i nâfi’a vü müstahseneyi izhar etmek lâzımdır. Bu da cümleden ziyade… dir [43]. Eğerçi birlikte bulunup hüsn-i hiz­metlerini gördüğüm Said ve Nâşid Paşalar idareleri hasen ise de, valî-i lâhik Nazif Paşa Hazretlerinin hâl-ü mevkie muktezî olarak ittihaz eylediği tedabir mükemmeldir. Bu cezayirin sekenesi ki cümlesi ilkaat-i ecanib ile şaşırmış ve hususiyle komşumuz olan Yunanistan’a meyilleri tabiî bulunmuştur. İşte böyle bir ahaliye, şan-ü şeref-i hükûmet-i seniyye’yi tasdik ettirmiş ve hayli senelerdenberi kurulan mefsedet dolaplarını kırıp dökmüştür.

Cümlenin malûmudur ki bu cezayir ahalisinin kısm-ı a’zamı Rum olduğu cihetle, Yunan devleti tarafına me’muren gönderilen konsolosların en birinci vazifesi, devlet-i aliyye tebea-i sâdıkasmı Yunanı tanıttırmağa ve bedel-i askeriye gibi tekâlifin adem-i t’ediyesi yolunu açmağa hayli seneler­denberi etmiş oldukları bunca mesaileri her nasılsa şu sırada semere-bahş olmayıp, Valî-i müşarünileyh Hazretleri hukuk-ı milel ve kaide-i düvel daire­sinde ittihaz buyurdukları harekât-ı müstekımâne bu misillû ecnebi iddia­sında bulunan kesânın ahden devlet-i aliyye tebeasından olduklarını tahkik ettirerek, cümlesinin borçlu oldukları tekâlif-i meşruhaları istihsal kılınmış ve usûl-i cedideye tevfikan tebeiyyet tezkireleri vilâyet Nüfus Nezareti tara­fından derdest-i i’tâ bulunmuştur.

Malûm-ı saadetleridir ki Sakız ceziresi umumen Hıristiyan’dan ibarettir; yalnız merkezde 400 nüfus İslâm’ı olup, onların da burada iskânım te’min eden Sakız kal’esidir. Bu kal’e vak’a-i müdhişede harap olup fevkalâde tamire muhtaçtır[44]. Bu cezirenin yarım saat mesafe-i bahrîsinde Anadolu sevahili ve sekiz saat bu’dunda ehemmiyeti fevka-mâyetesavverdir. Ecanib tarafın­dan engüşt-i mefsedet her vakit oynamakta ve ahalî-i hıristiyaniyenin tehad- düsüne çalışmakta iseler de, hükûmet-i seniyyenin müteyekkızâne hareketi hiyel-ü ihanet perdeleri altında oynadıkları oyunu hissedip mukabele et­mekte ve dest-gâh-i mefsedette dokudukları kumaşları revaçsız bırakmak­tadır; bununla beraber bu kal’enin fenn-i cedide tatbikan ta’miratına müsaade buyurulur ve top ve esliha-i cedide-i mükemmele ile tezyin edilirse, bunun bahşedeceği kuvvet ve kudret lâte’add-ü lâ tuhsâdır. Valî-i müşarünileyh Hazretleri kal’e-i şahânenin ta’miri için karşılık tedarik edip, bu da Mecidiye Cami-i şerifi ile çarşı arasında olan arsadır. Bu arsanın, satıldığı halde 5000 lira kadar bedel getireceği ve bununla kal’e-i şahâne ta’miri husul bulacağı berî-ül iştibahtır. İşte bu kal’enin ve birtakım istihkâmatının suret-i inşası hakkında sekiz ay mukaddem bâ-irade-i seniyye Tophane-i âmire müşiriyyet-i celilesi’nden gönderilen Erkân-ı harb Heyeti’nin yapmış olduğu hari­taların henüz bir eser-i fi’lîsi görülmemiş ve bu kal’enin bu halde devamı mehâzir-i adideyi calib ve ehl-i İslâm’ın hicretini müstevcib olduğundan, bu hususta taraf-ı zî-şeref-i padişahîden müşiriyyet-i müşarün’ileyhaya emr-i kat’î verilmesi vecaib-i umurdan bulunmaştur. Şu cezirede İslâm’ın te’mini ancak kal’enin vücudü iledir. Eğerçi kal’enin ta’miratına bakılmazsa ve o halde İslâm da buradan hicret ederse, derhal buranın Hıristiyan’ı Sisam gibi bir beylik teşkili istidasına kıyam etmeleri akva-yi melhuzattandır. Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti’ni teşkil eden cezayir ahalisine bir nümayiş-i bahrî göstermek ve bâzan ufak-tefek vapurlar ile ahaliye tüfek ve barut getirip herkesi şekavete dâvet etmeğe vasıta sayılan ecnebî vapurlarının kudret ve kuvvetine sed çekmek için, bu vilâyette bir zırhlı vapur-i hümâ­yununun, veyahut buna ma’kis bir vapurun devren geşt-ü güzâr eylemesi muvafık-ı maslahattır. Zât-ı şevket-simat Efendimiz Hazretleri, Süreyya vapur-i hümâyununu maiyyet-i vilâyet-penahîye ihsan buyurmuşlardı. Bu gün bu vapur buradan Der-Saadet’e celbolundu. Eğerçi birkaç ufak-tefek vapur varsa da, fırtınalı havalarda bunların yol alması adîm-ül imkân olduğundan, maksad-ı hükümet ta’til olunuyor. Bu cihetle, hiç olmazsa İsmail vapur-i hümâyunu gibi bir vapurun merkez-i vilâyette bulundurulması ehemm-i umûrdandır.

Nazif Paşa Hazretleri ahalî-i Hıristiyaniye’yi zâhiren ve mânen saltanat-ı seniyyeden hoşnud etmek ve sızlanmalarına meydan vermemek için lâzım gelen nikat-ı mühimmede müdürlükler ve mahkemeler teşkil edip ve mü- rettebât-ı emiriyyenin tahsilini dahi bir yoluna koyup cezayir halkım tama- miyle riza-yi âlîJye muvafık muamele-i adide vü müstekimâne ile hoşnud bırakmış ve pek çok muhassenatı olan lisan-ı resmî-i padişahîyi ta’lim ve teallüm etmek için Hıristiyan mekteplerinin ekserisine birer hoca ta’yin buyurtmuştur.

Vilâyetimizin en mühim bir mes’elesi de umûr-ı mâliyesidir. Sâl-i hâl varidatı 120.000 olduğu halde, maarif-i mahalliyeye 123 ve verilen havalât-ı mühimme-i askeriye 80.000 liraya karibtir ki bu halde masraf ikiyüzbin küsûr liraya varıyor. Bu halde, bu idare böyle devam ederse, neler tevellüd eder. .. Kulunuzun her hâlim Efendimiz’in malûmu olduğundan hasb-es sedaka bu kadarcık ma’ruzat ile iktifaya cesaret edilmiştir. Ol bâbda. . .

2 Şubat, 99

Memleketimizde hususi ilk gazete olan Terceman-ı Ahval’in müessislerinden Agâh Efendi, Kemal’in yakın dostudur. Kemal’in Avru­pa’ya kaçtığı gün, 17 Mayıs, ı867’de Agâh Efendi Şûray-ı devlet’teki me’muriyetinden uzaklaştırılmış, Mehmed, Reşad ve Nuri Beyler’e katılarak Avrupa’ya kaçmış, Âlî ve Fuad Paşalar’ın vefatından sonra İstanbul’a dönmüştür. Hayatının mühim kısmını, o devir için bir nevi sürgün demek olan taşra me’muriyetlerinde geçiren Agâh Efen- di’nin, Ankara’da ikamete memur iken 21 Kânunusani, 1884 (22 Rebiülevvel, i30i)’de İstanbul’a çağırılarak Sultan Abdülhamid’in iltifatlarına mazhar olduğunu, 3 Mayıs, 1884’de Rodos Mutasarrıf­lığına ta’yin edildiğini görüyoruz[45]. İşte Kemal, hemen bu ta’yini müteakip, Agâh Efendi’ye 10 Mayıs, 1884’de bir mektup göndererek, onu Rodosla alâkalı mühim me’seleler hakkında ikaz etmiştir.

Kemal, biraz sonra tam metnini neşredeceğimiz bu mektubunda, arkadaşını yeni vazifesinden dolayı tebrikle, umumiyetle bir menfâ sayılan Rodos’a gitmekten endişe duymamasını, buranın havaca İstanbul’dan daha iyi olduğunu yazıyor. Rodos varidatının azlığın­dan, Mutasarrıf Haşan Bey’in ve Mâcid Paşa’nın idaresizliklerinden, varidatın tahminen beştebiri kadar bekaya bıraktıklarından, oraca parasızlığın tahammül edilmez derecede bulunduğundan bahsettikten sonra, esas me’seleyi, sünger ticaretinde görülen yolsuzlukları ele almıştır: Rodos varidatı ile sarfiyatının denkleşmesi için sünger tica­reti yapanların Supiray (Soupirai) denilen bir nevi teneffüs borusu mahiyetindeki aleti kullanmalarına müsaade istemesini tavsiye et­mektedir. Bu aleti kullananlar Yunanistan’dan, Girid’den tezkire alıp, sularımızda kaçamak suretiyle istihsal etmekte, süngercilik san’atı böylece Yunanistan’a, Girid’e geçerek bu ticaretten adı geçen yerler, kısmen Trablus kazanmakta ve böylece Rodos’un mühim bir gelir kaynağı baltalanmaktadır.

Kemal’in ehemmiyetle üzerinde durduğu sünger kayıklarında supiray kullanmamanın mahzurları, mektubun yazıldığı tarihlerde günlük gazetelerimize intikal eden bir me’sele halini almıştı. Rodos’a bağlı Sömbeki adasında sünger ticareti ile meşgul kayıkçılar, dal­gıçlar ve supiray kullananlar olmak üzre ikiye ayrılmış, “Cezayir-i Bahr-i sefid sularında makine ile icra-yi san’at evvelce men’olunmuş ve henüz bu memnuiyyet devletçe resmen kaldırılmamış iken, mezkûr adada yirmi otuz kadar dalgıç, makine, âlât ve edevatı bâzı tüccar taraflarından tedarik edilmiş ve diğer vilâyet sularında icra-yi sa’nat için hazırlanmış oldukları halde, geçende dalgıç esnafının umumî makineciler hakkında birtakım nümayişe kıyam ve Katriyos namında bir tacirin mağazasına resmen duhul ile eşyasını ahz ve perişan eyledikleri ve muhill-i asâyiş ve emniyyet harekât-ı umumiyeye kıyam eyledikleri” sebebiyle me’sele Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti’ne aksetmiş, verilen emir mucibince, Rodos Mutasarrıfı iken son günlerde Biga’ya nakledilen Haşan Bey, maiyyetine bir mikdar jandarma alarak Sömbeki’ye gitmiş, dalgıçlar isyan ederek hükümet konağını taşladıkları gibi, makine ve alet satan tüccarların mağazalarına girerek bu vasıtaları da imha etmişler, Cezayir-i Bahr-i sefid Valisi Mâcid Paşa Sömbeki’ye, ayaklanmayı bastırmak için İzmir’den de bir mikdar asker gönderilmiştir. Tüccarların zararları ehl-i vukufça tesbitle, mahkemeye müracaat suretiyle ödeneceğine karar verilmiş, suçlular istintak, hülâsa makine süngercileri himaye, dalgıçlar isyan hareketlerinden suçlu sayılmışlardır[46]. Kemal, Mâcid Paşa’nın ve Haşan Bey’in vaziyeti iyi idare edemediklerini söylemekle, böyle bir kıyam neticesinde makine ile sünger ticaretine müsaade istemeyiş­lerini yersiz buluyor; bu tarz ticareti önlemesi hususunda arkadaşını ikaz ile Rodos’da itimada değer ve müfsid kimselere dair izahat da vermiştir [47]:

Agâh Efendi’ye

ıo.v.1884

Atufetlû Biraderimiz Efendimiz Hazretleri,

Me’muriyet-i aliyyelerini hulûs-ı kalb ile tebrik ederim. lttihad-ı vic­danî, bizi birçok vakitler ya felâket, veya me’muriyet arkadaşlığından ayıramıyacak! İstanbul’a teşrif-i âlîleri sırasında birşey yazamadığım, o zaman­dan şimdiye kadar şiddetlice bir pünomoni (Pneumonie) ile uğraştığımdan neş’et etmiştir.

Rodos, yalnız menfâ-yi mücrimin olmak için yaratılmış bir yer zannolunursa da, hakikat-i halde böyle değildir; bilâkis dünyanın en güzel havalı mahallerindendir; hattâ havaca Midilli, İstanbul ile müsavi tutulmakta ve belki kışın i’tidal cihetiyle İstanbul’a tercih edilmekte iken, Rodos buraya müreccah tutulmaktadır. Ne faydası var ki vücudce ne kadar rahat edecek­seniz, o kadar da gönül azabı çekeceksiniz.

Vilâyet’te hayli kıdem hâsıl ettiğim için, her tarafına malûmat hâsıl edebildim: Rodos’un mülkiye ve askeriye ve habshâne-i umumî şubesi ve imaret masrafı senede 23.000 liraya muhtaçtır; halbuki varidat-ı umumiyesi 19.000 liraya baliğ olması (Anın da lâ-ekal humsu nâ-kabil-i tahsildir. Mâcid Paşa pek hanımnine, Haşan Bey de pek mâbeynci olduklarından, bırak­tıkları bekayâ tahminime göre varidatın sülüsünden ziyadedir ya .. . Ben, sizin idarenizde kalabilecek bekayayı hums itibar ediyorum), işte şu parasız­lık sebebi iledir ki ikide-birde asker aç kalır, hususiyle zabtiye terk-i silâh eder. Vilâyet, Midilli’den para yetiştirmeğe çalışır. Hâsılı oraca parasızlık tahammül olunmaz bir derecededir.

Sancağı bu hâle getiren sebeplerin biri, varidatı hem maktu ve hem de hiç hükmünde olan adalarda, gûya halkı ısındırmak için tehammülün hari­cinde birçok masraflar ihtiyârı ile birer koca kazâ teşkil edilmiş olmasıdır. Bu ciheti, merkeze teşrif-i âlîlerinde görürsünüz. Rodos’un umûr-ı mâliyesini ihlâl eden bir diğer sebep vardır ki anın için zannımca daha Der-saadet’te iken bâzı teşebbüsatm icra edilerek bir emr-i kat’î alınmak lâzım gelir.

Sünger kayıklarından Rodos’un 11.000 liralık bir iradı var idi. Bu irad bütün bütün mahvoldu; çünkü makineli denilen sünger kayıklarını men’ettiler. İşin ne mashara birşey olduğunu lâyıkiyle bilseniz hakikatte güler ve belki gülecek yerde ağlarsınız. Ma’hud supiray (Soupirai) denilen teneffüs borularının adını makine koymuşlar. Bu aleti almağa muvaffak olamayan âdî dalgıçlar, makinelerin sünger tohumu mahvettiğine dair bir istid’â ve bittabi’ kim bilir kime de ne kadar para vermişler. Şûra-yı devlet kemal-i vukuf ve dirayeti ile, makineleri kendi kendine denizin dibine iner, süngeri kökünden kazırmış zannetmiş. Âdî dalgıçlar ile, makine denilen şeyi kullananların beynindeki fark, denizin dibinde evvelki takımın az ve ikinci takımın daha çok durabilmesinden ibaret olduğunu ve denizde az duranlar tabiî ellerine ne geçerse koparacaklarından, süngerlere terettüb edebilecek zararın supiray kullanmaksızın dalgıçlar tarafından ika olunabileceğini tasavvur veya tahkik edememiş. Supiray sahibleri Yunan’dan, Girid’den bir tezkire alıyor; hattâ Garb-Trablus ve galiba Bingazi vilâyetleri de teneffüs borularına makine itlâk olunamaz diyerek, Bâb-ı âlî’den neşrolunan memnuiyyete ittiba’ etmiyor.

Oralardan tezkire alan kayıklar, ara-sıra bizim sulara da kaçamak yapıyor. San’at buradan çekilerek Yunan’a ve Yunan’dan pek de farkı ol­mayan Girid’e intikal ediyor. 11.000 liranın birçoğunu Yunanlılar ve bir haylisini Giridliler, birazını da Trabluslular kazanıyor. Rodos sancağı para­sızlıktan boğuluyor. Şimdiye kadar valiler de tedkik etmediklerinden, âdî dalgıçlara hak verir dururlardı. Nazif Paşa, mes’eleyi tahkik etti. Dahiliye Nezaretin’e buna dair bir hayli şeyler yazdı sanırım. O evrak buldurulur da, supiray kullanmak memnuiyyeti ref’ettirilir ise, o zaman Rodos sancağının muvazenesi ma’ziyade düzelir; vâkıa Isporad (Sporade) adalarının ayak takımı böyle bir tedbirden memnun olmazlar; hattâ bu dâvadan dolayı oralarda bir karışıklık mevcut olduğu da işitiliyor; fakat bizler şunu-bunu hoşnud etmeği düşünecek ve karışıklıktan korkacak değiliz ya?

Oraya gittiğiniz vakit göreceğiniz musibetlerin, çekeceğiniz sıkıntıların biri de mu’insizliktir. Mahkemeleri dünyanın en menhusu, en musibet şey­lerinden biridir. Bidayet Reisi için eşeklikle rezaleti cem’etmekte akranı bu­lunmaz birşeydir diyorlar. Ceza Reisi ile Müddeî Umumî muavini de ana yakın imiş. Muhasebeciniz harf-i zaid hükmündedir. Tahrirat Kâtibi’niz kendi hâlinde, eski kâtiblerden, ayyaş bir adamdır. Bir zaman Midilli’ye gelmişti. İki haftada becayiş istida’sma kalkıştı, işe dair bir müsvedde çıkar­mağa muktedir değildir. Tabur Ağanız casus, eşek, edebsiz birşeydir. Halk ise gayet fakir, gayet tenbeldir. Umum İslâm’ın içinde bir Murad Reis Şeyhi Abdullah Efendi vardır ki hakikaten söz anlar; sâdık, âlim, devletini sever ve sevmesini de bilir bir insandır. Anı da, galiba Paşa Efendileri’miz tehdit etmişler de inzivaya çekilmiş. Göze gösterecek bir de ibtidaiye mektebiniz vardır ki o da, bizim Midhat’in [48], hepimiz menfî iken ettiği himmet saye­sinde vücude gelmiştir.

Şimdilik hülâsaten mütalâamı arzettim. Teşrif buyurulur iken Mısır vapuruna binilse, bir gün bir gece de burada kalmağa ve andan sonra Avus­turya ile gitmeğe imkân müsaittir. Öyle bir mülâkat hâlinde ise, daha birçok tafsilât arzedebilirim. Bakî duâ-i hayr, biraderimiz efendimiz…

28 Nisan

Kemal…

III. KEMAL’İN RODOS, SAKIZ MUTASARRIFI İKEN KARŞILAŞTIĞI MESELELER VE İKAZLARI

Midilli’de ikibuçuk sene ikamete me’mur, beş yıla yakın Muta­sarrıf olarak bulunan Kemal, 15 Teşrinievvel, 1884 tarihli irade ile Rodos’a, bura Murasarrıfı Agâh Efendi ile becayiş suretiyle ta’yin olunmuş, 20 Birinciteşrin’de hareket etmiştir. Agâh Efendi’yi ikaz maksadiyle yazdığı çok uzun mektubundan, daha doğrusu muhtırasın­dan, bu becayişin İçtimaî ve İdarî birçok mes’eleler yüzünden Rumlar’la geçinemediği yüzünden olduğu anlaşılıyor : Evvelâ, Cazayir-i Bahr-i sefid Valisi Kürt Said Paşa’nın ve bâzı şahısların tahrikleri neticesiz kalmış, daha sonra Rumlar’ın muhtariyet istemeleri ile karşılaşmıştır. Bu temayülü önlemeğe uğraşınca, Midilli Despotu’nu kendisine düşman etmek bahasına muvaffak olmuş, bâzı hâdi­seler, bilhassa zengin ve nüfuzlu olup Yunanlılık iddiasında bulunan kimselerin ancak habsedilmeleri yolu ile askerlik bedellerinin tahsili bu düşmanlığı kuvvetlendirmiştir. Diğer taraftan, Midilli’ye uğrayan Yunan zırhlısı vesilesiyle Despot’un, halkı nümayişe sevk yollu hita­besini Yunan Konsoloshanesini protestosu da servet sahibi Hıristiyan- lar’ı, milliyetlerine dokunulduğu bahanesi ile ayaklandırmıştır. Naib Esad Efendi, Kemal’in devamlı hastalıklardan kurtulamıyacağını, ayş-ü işretten başka birşeyle meşgul olmadığını anlatan bir mazbata tanzimi ile Hıristiyanlar’ı ayaklandırmış, bu suretle, becayişine yol açan şikâyetler meydana gelmiştir. Kemal, bu mukaddimeden sonra, Midilli’ye ait muhtelif işlere, me’murlara ve karakterlerine, orman işlerinin bozukluğuna, vakıfların iyi idare edilmediğine, yolların bo­zukluğuna, su ihtiyacının tanzim olunmadığına dair izahat veriyor; aşağıya naklettiğimiz kısımlardan açıkça anlaşılacağı gibi, muhtariyet fikrini önlemek için Agâh Efendi’yi uyanık bulunmağa dâvet ediyor [49]:

Şimdi teşrif edeceksiniz. Sancağı, zelzeleden bir tarafı yıkılmış, bir tarafının tekmil taşları oynamış bir binaya müşabih bulacaksınız; eğer zerre kadar ashab-i iştikâye mümâşât gösterilir ve belki idare-i umûrda benden daha şiddetli davranılmaz ise bina esasından yıkılır ve ileride Midilli hükü­meti bütün bütün çorbacıların re’y-ü ihtiyarına kalarak, cezirede zimnî olsun bir muhtariyet-i idare teşekkül etmiş olur.

Ecnebi muamelâtı -Yunanlılık: Ecnebi muamelâtında müşkilâta uğra­yacak birşey yoktur; yalnız Yunanlılık iddiasında bulunanlar var; anlar da pek azaldı. Ben, Sadaret’in eski bir telgrafnâmesi hükmünce umum ecnebi­lerden temettü’ vergisi aldım. Yine Sadaret’in bir emirnâmesine ittiba’ ettim. Zaten Yunanlı olduğu malûm olmayan ne kadar adam var ise, Hariciye Nezareti’nden emir getirmesine ta’likan hiçbirinin iddiasını kabul etmedim; hattâ bâlâda dahi söylediğim gibi birkaçını habsederek bedel-i askerîsini aldım. Şimdi, bunlar yine habsedilinceye kadar bedel-i askerî vermemek dâiyyesine düşeceklerdir. Eğer müsamaha olunur ise, gelecek seneler Midilli Hıristiyanlarının yarısını ecnebilik iddiasında bulursunuz.”

“Despot, Midilli’ye muhtariyet-i idare istihsali için can vermekten çekinmez, İslâm haini bir mel’undur. İşittiğime göre, yazdığım şeylerin üze­rine, herifin oradan başka bir tarafa kaldırılmasını Bâb-ı âlî Patrikhâne’den talebetmiş; ya Darkos’a, yahut Selânik’e kalkması mukarrer imiş. Sahih çıkarsa ne âlâ, çıkmaz ise, bizzat tasdi-i ser-i hümâyundan bile çekinmeyiniz. Herifi def’in bir çaresine bakınız. Mel’un orada bulundukça, Midilli’yi daima bir muhatara-yi siyasiye hâlinde görmek lâzım gelir. Şerrinden kimseler hüsn-i hizmete muvaffak olamaz.”

“Galinyo ( ____ ) hınzırı: Molova köylerinin birinde, galiba Vato- sa’da olacak Gogo ( y-y-) ve Mande-Mande’ye tâbi Kapiye karyesinde Galinyo namında iki mel’un vardır ki, gerek despotların ve gerek tevabiinin üstadı anlardır. Yaptıkları pek kolay zâhire de çıkarılamaz. Hele bu Galinyo hınzırı, Tırnavi Despothânesin’in kâtibi imiş. Bulgaristan fesadının zuhuruna en büyük yardım edenlerden olmuş da andan sonra buraya sığınmış. Bu adamların hâlini daima nazar-ı intibah önünden dür tutmamalıdır. Gogo’nun harekâtını Molova Kaymakamlığı, Galinyo’nun desayisini Mande-Mande Müdürü ile Ser-teftiş Ispiro marifeti ile tahkikten hâlî kalmamalıdır.”

Midilli Hıristiyanları’nın muhtariyet emellerini izah, bunu önle­mek için halefi Agâh Efendi’ye ikaz ve tavsiyelerde bulunan Kemal’in, Rodos Mutasarrıflığı’na ta’yininden iki ay kadar sonra Sultan Abdülhamid’e gönderdiği mektubu çok dikkate şayandır: Rodos’un etra­fındaki adalar başka devletlere aittir; Rodos’da altıbin kadar Müs­lüman mevcut olup, bunların ancak ıooo’i köylerde bulunmaktadır. Osmanlı Imparatorluğu’nun hiçbir yerinde İslâmlar burada olduğu kadar sür’atle azalmış değildir; bu, adanın elden çıkma tehlikesine yol açmaktadır. İslâm nüfusunun çoğalabilmesi için alınacak tedbir­lerin başında askerlik mes’elesi gelir: Askere alınan gençler bulun­dukları yerlerden uzak olan kal’e dahilinde vazifelendirildiğinden, nüfusun artmasına hizmet edememektedirler. Müslümanlar’ın bir kısmı da askere alınmamak için Yunanistan, Sisam gibi yerlere giderek irtidad etmektedir. Bunun başlıca sebeplerinden biri Rodos’da mek­tep ve camilerin azlığı, dolayısiyle halkın fikren yükselmemiş, dinî terbiye almamış olmasıdır, iki köyde birer mektep açılmışsa da, karye­lerin üçünde ne cami, ne de mektep vardır: Rodos’un büdçesi, hal­kının fakirliği cami ve mektep inşasına imkân vermediğinden, Kemal hükümetten yardım istiyor. Askerliğin irtidada, nüfusun azalmasına mâni olabilmesi için, Rodos İslâmî ile buraya hariçten gelip yerli kadınlarla evlenenlerin kur’adan istisna edilmeleri fikrindedir. Böyle bir tedbirin ne gibi neticeler vereceğini izah eden Kemal, Rodos’un elden çıkmaması, Osmanlı Imparatorluğu’nun burayı siyasî bakım­dan takviyesi düşüncesi ile arizasım takdime cesaret ettiğini, muha­tabının lûtuflarını beklediğini bildiriyor[50]:

 

Sultan Abdülhamid’e

25.XII. 1884

Nezd-i keramet-ârây-ı cenab-i şehryârilerinde ta’rif ve izah ihtiyacın­dan vareste olduğu üzre Rodos, İskenderiye engini ile Cezayir-i Bahr-i sefid sularının mültekasında (51)  ve binaenaleyh merkez-i hilâfet-i seniyye ile Ara­bistan ve hususiyle Haremeyn-i şerifîye[52] arasında mevcut olan turûk-ı müwârede-i bahriyenin nokta-i iltisakmda bulunduğundan dolayı, siyaseten ahval-i tabiiyyesinin müsait olduğu mertebelerden birkaç kat ziyade ehem­miyeti haizdir. Bununla beraber etrafında bulunan cezayirin hiçbirinde İslâm olmadığından ve idareleri de hükûmet-i devlet-i âliyye’ye merbut olunamıyacak[53] bir hâl-i istisnada bulunduğundan, bu sancak dahilinde dev­letin ittirad-i idaresine dahil olan yalnız Rodos ceziresidir. Rodos ceziresinde Devlet-ı aliyye’nin asabiyeti yalnız [54] İslâm ile kaim olduğu halde, ahali-i islâmiyenin hâli neûzübillâh (55)  muhatara-i izmihlâli dâî bulunduğu için, bir suret-i mahsusada olarak nazar-ı im’ân-ı mülk-dârî ve itina-yi necat-bahşâ-yi millet-perverlerine şayeste görünür. Rodos’un İslâmî kırk-elli sendenberi memâlik-i hazret-i padişahîlerinde (56)  hiçbir cihetine kıyas kabul etmiyecek derecelerde (57) tedenni ederek (58), bir vakit 200 asker veren bir nahiyenin, şimdi umum İslâmî 400 kişiden ibaret kalmış ve zükûr-u inas cezirede bulunan Müslümanların topyekûnu 6000 kişiye varır-varmaz mertebelerde bulunmuştur ki bunun da köylerde bulunan mikdarı ancak bin kişiye bâliğ olabiliyor. Bu tedenninin esbab-ı asliyyesi birer birer zail olduğu halde askerlik mes elesi hâlâ nüfus-ı islâmiyeyi girdiği tarık-i tedennide idame edip duruyor.

Vakıa Cezayir-i Bahr-i sefidedeki İslâm’ın inkırazdan muhafazası için, bunlardan alınan askerin bulundukları kalelerden başka bir tarafa gönderil­memesi hakkında bir nizam vaz’olunmuş ise de, yine bunlar (59)  te’sis-i beyt için en müsait zaman olan gençliklerini karye ve mahallelerinden dûr olarak kaleler derûnunda ve bekârlık âleminde geçirmekte oldukları cihetle, bu nizamın dahi maksad-ı aslî olan teksir-i nüfusa hizmet edemiyeceği, nazar-ı teessüf ile müşahede olunmaktadır.

Rodos’ça en ziyade can-hiraş olacak bir facia da, köylülerden birtakım esafilin kur’a korkusu ile Yunanistan’a, veyahut Sisam gibi müstesna bir mahalle giderek, tenassur etmekte olmalarıdır. Rodos, bir hayli müddet vilâyet merkezi dahi olmuş iken, o mertebelerde müsamaha [60] olunmuştur ki cezirenin onbir karyesinde Müslüman bulunduğu ve fakat birtakımında cami ve hiçbirinde mektep olmadığı halde, iki sene evvele gelinceye kadar bunlara birer hoca göndermek (61) kimsenin hatırına gelmemiş ve hoca irsaline teşebbüs olunduğu zaman dahi köylerin birtakımı yine açıkta bırakılmıştır. Bu müsamaha seyyiesi ile din ve mezhep farkından bütün bütün kurtulmak için, kâfi görünce[62], nazarlarında sırf ahval-i âdiyeden ma’dud olan bir hareketi ihtiyardan tabiî çekinmiyor ki (63) , dehşet-bahş-i efkâr olacak haller­dendir ki şimdiye kadar tahriri hitam bulan Rodos köylerinin, yalnız sekene­sinde erkek kadın 340 nüfus-i islâmiye bulunuyor. Bunların ise yirmidördünün irtidad eylediği sabit olmuştur.

İslâm için eşna’-i beliyyât olan irtidadın önünü almağa en büyük hiz­met edecek saye-i inayet ve ihsan-ı cenab-ı hilâfet-penahîlerinde tesise baş­lamış ve bu ni’metten mahrum olan iki köye de, bu def’a birer mektep küşad edilerek, işin bu ciheti itmam edilmiş ise de, belki elli senedenberi etrafına ezan-i Muhammedi sadası vâsıl olmayan üç karyesinin (64)  ahalisinde olan şiddet-i fakra ve Rodos evkafının iktidarsızlığına (65)  nazaran dörder-beşerbin kuruş masraf ile vücude gelebilecek birer cami-i şerif ile tezyini imam-al müslimîn ve kıble-i erbab-ı yakın efendimizin ihsan-ı keramet-nişan-ı hilâfet- penahîlerine kalmıştır.

Askerliğin gerek irtidad ve gerek taklil-i nüfusça olan te’sirini izaleye (66) Rodos İslâmî’nin ve bir de hariçten Rodos’a gelerek (67)  yerliden kadın alarak tevattun edenlerin kur’adan müstesna tutulması, çare-i münferid hükmün­dedir.

Bir vakt buraca nüfus-ı islâmiyeyi teksir için muhacir iskânı düşünül­müş ve bu yolda bâzı ufak-tefek teşebbüsler de edilmiş ise de hayfâ ki gerek hariçten gelen ve gerek memâlik-i padişahîlerinin bir tarafından diğer tarafına geçen muhacirler, doğru-yalan, her neden ise pek fena şöhret kazanmış ol­duklarından, Hıristiyanların desayis-i şikayatı (68), bu maksadın istihsaline hail olmuştur.

Şimdi meselâ, ya beş (69) ve belki üç sene içinde, hanesini Rodos’a nakle­denlerin kur’adan müstesna tutulacağına dair bir kanun neşrolunmak lâzım gelse, buraca asabiyet-i islâmiyenin az bir zaman içinde arzu olunduğu kadar kuvvet ve kesret bulacağında şüphe yok ise de, devletçe böyle bir ted- bir-i fevkalâdeye müracaat için, hariçte bir zaruret gösterilemiyeceğinden, bu suret bittabi, bâzı guft-gûyu mucib olabilir; fakat yalnız Rodos halkı kur’adan müstesna tutulmak ve cezirede teehhül edenler dahi ahaliden addolunmak, nazar-ı dikkate (70)  çarpacak kadar ehemmiyeti haiz değildir.

Rodos’un senede verdiği asker yirmi kişiden ibaret olarak, Cenab-ı hak, encüm-i eflâk gibi, bî-hadd-ü bî-hisab eylesin asakir-i zafer-ma’eser-i mülû- kânelerine kıyasen bu mikdar, deryaya nisbet katre kabilinden olması cihe­tiyle, silâh altından eksilmesinde hiç hükm olamaz; mamafih bunların silâh altına alınması ile, askerlikten bütün bütün mahrum edilmesi de lâzım ol­mayıp, yalnızca kur’aya idhal edilmekten ise, kâffesi birden redife naklolun- salar da, senede bir-iki ay ta lim ettirilseler ve bir de kur’a zamanları olan yirmi yaşına kadar teehhül etmeyenler bu müsaadeye mazhar edilmeseler, buranın islâmından cezireyi hın-i hacette düşmen-i hanegî şerrinden himaye için bir ihtiyat fırkacığı meydana gelir. Hem de imkân dairesinde olarak, nüfus-i islâmiye teksir edilmiş olur. Rodos İslâmî’nin şehirlileri gerek servet ve gerek mikdar-ı emlâkçe Hıristiyanlar’a galip olduklarından, kur’adan müstesna tutulmakla, tedenniden kurtulmağa ve bir taraftan da hariçten gelenlerle tezayüd etmeğe başlayınca, asabiyet-i devlet hiç hissolunmaz bir tarz ile Rodos’ta tekarrür etmiş ve ileride Hıristiyanlar’a [71] galebe etmeğe isti’dad peyda eylemiş olur.

Hâl-i hâzırın dehşeti bir cihetle ulviyyet[72] ve bir âlem-i himmet ve hamiyyet itlâkına bi-hakkın sezâ-vâr olan vicdan-i meâlî-nişan-i mulû- kânelerine ne mertebe te’sir edeceğini ve meşagil-i uzmâ-yi saltanat arasında [73] bu cüz’iyyatın nazar-ı mülûkânelerine arzı ne derece mucib-i tasdi’olacağını tamamen bilür isem de, memalik-i mahruse-i padişah ilerinin bir köşesinde bulunan fırka-i islâmiyenin hater-gâh-i inkırazda (74) ve içlerinden birtakım cühelânın mehâbâtında edebildiği görüp [75] de sükût etmek mezheb-i muhtar-i hüccete göre küfr menzilesine varan seyyiattan ma’dud olacağına ve Cenâb-ı hak, ilel-ebed kemal-i şan-ü şevketle makam-ı celil-i hilâfette fuyuzât- âver-i istikrar eylesin; diyanet-i islâmiyeye müteallik olan böyle mevadd-i mu’tenâ-bahada merciyyet-i zat-i kudsiyyet-sıfatı zıll-ül lâhîlerine münhasır bulunduğuna binaen ve secaya-yi celile-i tevazu-i şahâne ve ahlâk-ı âliye-i teattuf-i şehryârîlerine igtiraren, şu meşhudat ve mülâhazat-ı kemterânemin arz-u beyanına ictisarı, feraiz-i ubûdiyyetten addeyledim!

Hakikaten şan-i me’âlı-ünvan cenab-i şehinşahîlerine şayan olan böyle bir hayr-i azîm için mebzûl olacak inayât-ı feyz, gayât-i hilâfet-penahîlerine vasıta-i icra ve zuhur olan [76] çaker-i ahkarlerine dünya değer bir ni’met olmağla ve mukteza-yi hâlin icrası ise, her halde irade-i mülhemiyyet-i ifade-i cihan-dârilerine mütevakkıf bulunmağla ol babda ve mehasin-i enzar-i kimya- âsar-i şehryârîlerinin hakk-ı nâ-müstehakk-ı kemterânemde idamesi, hu- susâ [77] emr-ü ferman ve lûtf-u ihsan şevketlû, kudretlu. . . [78]

7 Rebi’-ül-evvel, 302 ve 13 Kânunıevvel, 300

Kemal’in Rodos’ta îslâmlar’ın azlığından, fikirce geriliğinden, üç karyede cami bile bulunmadığından, buranın elden çıkmaması için alınacak tedbirlerden bahseden bu mektubu, Sultan Abdülhamid’i yakından alâkadar etti; Kurena’dan Besim Bey’in, Kemal’e çektiği telgrafta Rodos köylülerini cehaletten kurtarmak, din değiştirme­lerini önlemek maksadiyle yalnız üç köyde dört – beşbin kuruş mas­rafla cami açılmasına değil, Cuma namazı da edâ olunmak üzre 15.000 kuruş sarfiyle cami inşasına irade-i seniyyenin zuhur ettiğini, bura Müslümanları’nın, veya sonradan gelip de yerli kadınlarla evlenenlerin, nüfusun azalmasını önlemek için kura’dan hariç tutul­malarına dair isteğinin de Teftiş-i askerî hey’eti’ne havale edildiğini bildirmesi bu yakın alâkanın delilidir. Bunları, Kemal’in bu müna­sebetle Sultan Abdülhamid’e yolladığı 16.1.1885 tarihli teşekkür mektubundan öğreniyoruz [79].

Kemal, 1885 Kânunısanî’sinde Maarif Nâzırı Mustafa Nuri Paşa’ya da, yine Rodos Müslümanlarının hicretini önlemek maksa­diyle bir mektup göndermiştir. Esasen daha Midilli’de iken, aynı zat, onun, mekteplere ait mütalâalarını hususî olarak kendisine bildirme­sine müsaade etmiştir. Kemal, aşağıda neşredeceğimiz mektubunda kaydettiğine göre, Midilli’de iken maarif sahasında çalışmaları Müs­lümanların tenassurunu önlemek içindir; Rodos’ta ise tenassur baş­lamıştır. Rodos Müslümanlarının eli kalem tutanlarının geçim der­diyle buradan uzaklaşmalarına mâni olmak maksadiyle, Medrese-i Süleymaniye’ye bir sanayi şubesi açılmasını düşünüyor. Bunun için Maarif Nezareti’nin maddî yardımına da ihtiyaç yoktur; Kanunî Süleyman’a ait Rodos vakıflarından birinin bu medreseye bırakıl­ması ve bu vakfa ait 24 Kânunıevvel, 1884 tarihli arizasının tas­vibi, masrafların karşılanmasına yetecektir. Bunlar dışında, ta’yini istenilen hocaların kabul ve tasdikini, bir inha ile, istenilen hoca •maaşının biran evvel ihsanını reca ediyor[80]:

Maarif Nâzırı Mustafa Nuri Paşa’ya

Midilli’de bulunduğum sırada dest-i mefharet-ü ta’zim ile aldığun ferman-nâme-i âlî ve âsafanelerinde mekâtibe dair olan mütalâat-ı çakerâ- nemin hususi olarak taraf-ı samî-i mün’imânelerine arzına tenezzülen ve âtıfeten müsaade ıhsan buyurulmuş olduğundan, Rodos mektepleri hak­kında olan ma’ruzat-ı resmiye-i bendegânemin bâzı cihetlerini ariza-i mah­susa ile izaha cür’et ederim. Bu tasdiâta başlamadan evvel, Midilli mektep­leri hakkında mebzul olan inayât-ı celile-i maarif-perverîlerinden dolayı arz-i şükran etmek istiyorum; fakat şimdiye kadar kâl-ü kalem-i hakirânem ıfade-ı meram isnad edilebildiği halde hakikaten ma’raz-i teşekkürde olan tasavvuratımı tasvirden âciz kalıyorum.

Midilli’de Cemiyet-i ilmiye’nin son mazbatasını tertibettirmekle meşgul olduğumu gören ahbabımdan biri, “Midilli halkı, aleyhinize muhzir terti­bettirmekle uğraşıyor; siz hasta bulunduğunuz halde anların mekteplerine hoca maaşı tedarik etmekten başka birşey düşünmüyorsunuz!” demekle, Bu türlü nakîselerini bildiğim için mekteplerinin bu istediğim hâle gelme­sini bu dereceye kadar iltizam ediyorum ya…” cevabını vermiştim, işte Midilli nin sahihan muhtaç olduğu maarif-i ibtidaiyeyi oraca te’sis edebil­mek bendenizce bir ömr-i beşere sermaye-i iftihar olmağa kâfî olacak bir hizmete saye-i ınâyet ve himayet-i âsafanelerinde nail olduğumdan, hakk-ı bendegânemde irad buyurulan bu itimad-ı celil-i mün’imânelerinin il’el-ebed minnetdârıyım.

Rodos sancağı ise maarifçe Midilli’den ziyade himmet ve inayet-i mün’imânelerine müftekardır. Oradaki sa’ylerin birinci sebebi, Müslümanlar tenassura başlayacaklar korkusu idi; burada ise başlamışlar. Bir surette eli kalem tutan Rodos Müslümanları’nı teharrî-i maişet ile şuraya-buraya dağıtıp da, İslâm’ı bir kat daha azaltmamak için Medrese-i Süleymaniye’ye bir de sanayi şubesi açmak en ziyade çalışılan maksatlardandır. Bu leylî sınıfıyle sanayi şubesini vücude getirmek için nezaret-i celile-i âsafânelerince nakden bir fedakârlık ihtiyarına ihtiyaç görünmez. Medrese-i Süleymaniye’nin sahibi olan cennet-mekân Sultan Süleyman Hân Gazî evkafından Rodos’ta mevcut olanlardan birinin medrese-i mezkûreye terki hakkında Rodos Meclis-i idaresi tarafından 12 Eylül, 99 tarihiyle Vilâyet’e takdim olunan ve rivayete göre nezaret-i celilelerince derdest-i müzakere bulunan mazbata müşarileyh hazretlerinin evkafından olan sermayeye dair 12 Kânunıevvel, 300 tarihli ve 164 numarası ile takdim ettiğim arizanın tervici kâfi olacağından, inayât-i mahsusa-i fahimanelerinden Rodos Cemiyet-i İlmiyesi dahi mazhar olursa Medrese-i Süleymaniye müsteid olduğu mertebe-i istikmale îsal edilmiş olur. Arzettiğim karşılık az görünür ise de, bir taraftan Medrese-i Süleymaniye iradının tezyidi ile uğraşılmakta olduğu gibi birinci sınıfı talebesinin ekmek ve donu da yine Gazî Müşarileyh Hazretleri evkafından olan imaretten verileceğine nazaran, bu tesavvurun imkânı hisab ile dahi sabit olmuştur. O halde dahi zükûr mekâtib-i ibtidaiyesince arzu olunacak birşey kalır ki o    da ta’yin olunan hocaların kabul ve tasdiki ve bir de Meis kazâsında te’sis olunan mekâtib-i ibtidaiye için 23 Teşrinievvel, 300 tarihli ve 303 numaralı inha ile Vilâyet’ten istenilen ve şimdiye kadar Nezaret-i celile’ye arzolunmuş olması der-kâr olan hoca maaşının ihsanıdır. Rodos köylerinin her birinde bulunan müslüman çocuklar ki. . .

Akdeniz’de Sisam ile Rodos arasında bulunan küçük adalardan îsporat (Sporade) adalarından birkısmı, bu arada Kerpe ve Söm- beki Rodos’a bağlıdır. Muhtariyet idaresine kuvvetle meyilli olan bu yerlerden bilhassa Sömbeki ahalisi, diğer adalara göre serkeşlik bakımından dikkati çekmektedir. Hareketleri cezasız kaldığından cesaretleri gittikçe artmış, hattâ irade-i seniyye mucibince yapılması gereken nüfus tahririne bile mâni olmuşlar, bu sebeple Rodos mülha­katından ancak Kerpe’de nüfus sayımı yapılabilmiştir. Böyle bir zamanda Sömbeki Kaymakamlığı’na Dahiliye Vekâleti tarafından ta’yin edilen bir kaymakamı iktidarsızlığından dolayı, Kemal kabul etmemiş, yerine bu işleri yürütmeğe muktedir birini inha etmiş, bunun tasdiki için aylarca mücadeleden sonra fikirlerinde İsrar ederek, bu inhaların tasdiki için Abdülhamid’in tevassutunu reca etmiştir[81]. 15.vıı. 1885 tarihli bu mektubundan bir ay kadar sonra, îsporat adalarında muhtariyet temayülünün önüne geçmek, halkın hükü­mete itaatini te’min için muktedir me’murlara ihtiyaç olduğundan, inha ettiği kimselerin me’muriyetlerinin tasdiki için Sadr-ı âzam Mehmed Said Paşa’ya da bir mektup göndermiştir. Biraz sonra neşredeceğimiz bu mektubunda, Sömbeki’nin nüfus sayımı dolayı- siyle ablukasına müsaade edildiğini, sünger ticaretinin makineli kayık­larla yapılması hususundaki isteklerinin yerine getirilmesinden duyduğu sevinci, muhatabının hastalığım gazetelerde okuduğu za­manki teessürünü, iyileştiğini haber alınca ne kadar memnun ol­duğunu anlatıyor. Mektubunu bitirirken sözü yine, Kerpe Kayma­kamlığına inha ettiği Mahir Bey’in Dahiliye Nezareti tarafından hâlâ ta’yininin tasdik edilmediğine getirerek, aksi bir karara varıl­maması için Said Paşa’nın yardımını reca ediyor[82]:

 

Mehmed Said Paşa’ya

12. VIII. 1885

Hizmet-i devlette mazhar-i te’yid olmaktan büyük dünyada hiçbir lezzet tesavvur olunamaz. Sömbeki’nin ablukası ve sünger makineleri mem- nu’iyyetinin men’ine müteallik olan ma’ruzat-ı kemterânemin is’afına mebzul olan inayet-i celile-i fehamet-penâhîleri, evvelden (?) hayat bahşeden bir hafta zarfında iki defa müstefid olduğum için, terettüb eden farîze-i mah- medetin ifasından o derece âcizim ki teşekkür lâfzını lisana almaktan hicab ederim[83].

Kulunuz için ne garib bahtsızlıktır ki böyle bir surur-i vicdanîden birkaç saat olsun hâdisesizce istifade mümkin olamadı. Gazetelerde inhiraf-i mizac-i mün’imâneleri fıkra-i elîmesi görüldü; bu haberin te’sirat-ı can- güdâzını izale edebilecek birşey var ise, o da âfiyet-i rahimâneleri beşareti idi. Cenab-ı hakk’a şükürler olsun ki, gazeteler, çakerlerini o beşaretten mahrum bırakmadılar.

Birkaç saat içinde sururdan kedere, kederden surura intikal etmek hissiyatına mağlûb olan kalbe göre, bayağı dünya değiştirmek kadar tezelzül- bahş-i ıstırab olduğundan, çekilen buhran-ı şedidin hâlâ te’sirinden kurtula­madığıma nazaran, ifadat-ı kemterânemde bir kusur ediyor isem, afvını istirham ederim.

İnayet-i İlâhiye ile zail olan inhirafın, kesret-i iştigalden neş’et eylediği rivayet olunuyor. Vâkıa, Ne şandır hak yolunda halka bezl-i cân edib durmak —Ne devlettir şehîd-i zî-hayât olmak bu dünyâda sözü, efendimiz gibi ‘izâm-ı ‘izâm için sevilecek hakikatlerdendir; fakat hakîm-i âsafânelerine şurası da hafî değildir ki vatana müteallik olan her türlü fedakârlıklar, idame-i hizmet iktidarını muhafaza şartı ile müfid olmak lâzım geliyor. Elbette zât-ı samî-i meâlî-perverânelerini, bu şerîtaya riayeten âciz görecek kadar talihsiz değiliz.

Saltanat-ı seniyye’nin saye-i iktidar ve akdarında, Sömbeki’nin ablu­kası bir haftandanberi sızıltısızca icra olunuyor. Iki-üç güne kadar, evamir-i evvele karşı görülen muhalefetin bütün bütün ber-taraf olması kaviyyen me’mul olunmaktadır. Şimdiye kadar me’murlarımızm maaş ve me’muriyet dilenciliği saikası ile, yüz verile verile, eyâlet-i mümtazeye rahmet okutacak bir mertebe-i serkeşîye gelmiş olan Sömbeki, bu tazyik kuvveti ile bayağı yeniden fetholunmuş bir hâle gelecek ise de, yine Dahiliye, veyahut lntihab-ı me’murîn Komisyonu, buraca ta’yin olunan kaymakamın me’muriyetini tasdik etmemek teassubunda devam eder de, tedabir. . ,[84] nin iktitaf-ı semerâtından hükümeti mahrum eylerse, hakikaten buraca hiçbir şey yapılmağa iktidar kalmayacağından, böyle bir netice-i gayr-i maraziyyeye ittisal edilmemek için, tekraren ve mahsusen, inayet-i celile-i cenab-ı sadaret-penâhîlerine iltica olunur. Ol bâbda ve katıbe-i ahvalde. . .

31 Temmuz, 301

Kemal, Rodos Müslümanları’nın din değiştirmesine, başka yer­lere hicretine mâni olmak için dinî bir terbiyenin de takviyesine ihtiyaç olduğundan, Sultan Abdülhamid’e gönderdiği 25.xn.1884 tarihli mektubunda cami inşası lüzumundan bahsetmiş, bu hususta derhal, irade-i seniyye mucibince bu dinî müesseselerin yaptırılma­sına karar verilmişti. Aşağıdaki mektubu, bu camilerin küşad mera­simi münasebetiyle Sultan Abdülhamid’e yollamıştır. Ertuğrul, Tîri-i Müjgân ve Sultan Abdülhamid’in namına Hamidiye adı verilen bu camilerin bulundukları yerleri tasvir eden Kamal, bu hususta ihtiyaç hissolunan bâzı şeyleri Besim Bey’e de yazmakla beraber, ihmal edilmemesi için, bunlardan Sultan Abdülhamid’i de haberdâr ve onun lûtuflarmı reca etmektedir [85]:

Sultan Abdülhamid’e

27.x.1886

İmam-ı müslimîn ve muktedâ-yi erbâb-ı din olan velini’met-i bî-min- netimiz padişahımız, padişah-i âlem ve kıble-gâh-i ümem efendimiz hazret­lerinin câmiiyyet-i celile-i hilâfet-ü saltanat ve mazhariyet-i külliye-i inâyet-ü merhametleri âsar-i bâhiresinden olmak üzre Rodos mülhakatından, belki asırlardanberi Ezan-i Muhammedi istimâ’ından mahrum olan Çayır ve [____ ] karyelerinde mesarifinin efdal-i celile-i mülûkânelerinden tes­viyesi ile inşası irade-i seniyye-i hilâfet-penahîleri muktezâ-yi celilinden olan üç cami-i şerif, biribirini müteâkib makrûn-i hitam olarak, ikisinin bir müd­det evvel resm-i küşadları icra olunduğu gibi, bunlardan ferman-ı hümâyun-ı şehryârîlerine imtisalden Çayır cami-i şerifi Ertuğrul ve                 cami-i şerifi Tîr-i müjgân namları ile tesmiye olunmuş ve Âdet bıtdur aharda gelir bezme ekâbir kaidesince, itmamı en sonra müyesser olan cami-i şerifi dahi Hamidiye ünvan-ı celili ile nâm-dâr edilmiştir.

Cevami-i şerifenin küşadı münasebetiyle köylerde bulunan etfal-i müsli- mînin sünnet-i hitanı icra edildiği gibi, inayet-i mâlâ-nihâye-i hazret-i mülû­kânelerinden ihsan buyurulan tahsisat ile her birinde birer Mevlid-i şerif kıraet ettirilmiş ve o münasebet ile fukaraya, belki müddet-i ömürlerinde görme­dikleri surette pilâv ve zerde ikram edilmiş olduğundan, bî-çareler umûr-ı dinîyelerinin takviye ve islâhı ile beraber bir de ziyafet-i seniyyeye nail olunca hayret ve mefharetten ibaret bir hâl ile saatlerce girye-rîz-i mesâr oldular ve dillerinin döndüğü yolda, deavât-i tezâyüd-i ömr-ü şevket-i şahânelerini tekrar eylediler.

Ertuğrul ve Tîr-i müjgân cami-i şeriflerinin mevkı’leri de pek güzel ise de, mazhariyet-i mahsusa-i cenab-i şehryârîleri âsarından olarak Hami- diye cami-i şerifi, üç saatte dolaşılamıyacak derecelerde vâsi bir ârızalı zeminin en yüksek mevkiine tesadüf ederek o sahrâ-yi rengini, lâtafet-i manzarası ile bir kat daha tezyin etmekte ve öyle, cezirenin en hücra mahallinde bî-kes-ü garib kalan aceze-i İslâm hakkında zat-ı şevket-simat-i cenab-ı hilâfet-pena- hîleri canib-i akdesinden ne kadar âlî bir himayet carî olduğuna âlem-i bâlâdan inmiş bir burhan-i mücessem gibi görünmektedir.

Cevami-i şerifenin bâzı ihtiyacatı Besim Bey kullarına iş’âr olunmağla ve Cenab-ı hak, vücud-ı âlem-sûd-i velî’ün-ni’amânelerini kemal-i ömr-ü âfiyet ile daha nice bin hayrât-ı celileye muvaffak buyurmak de’âvâtı ise her zaman ve der-zeban-i ubûdiyyet bulunmağla, ol bâbda ve katıbe-i ahvalde emr-ü ferman ve ihsan-i bî-pâyân şevketlû, kudretlû, azametlû, merhametlû velini’met-i bî-minnetimiz padişah-i âlemyân ve şehenşah-i ‘amîm-el ihsan efendimiz hazretlerinindir.

15 Teşrinievvel, 302

Rodos karyelerinden üçünde yaptırılan camilerin inşasında ça­lışan kalfaya Sanayi Madalyası verilmesine, hizmet gören diğer kimselerin adları bildirilmesine dair irade-i seniyye sudur ettiği Da­hiliye Nezareti tarafından Namık Kemal’e yazılmıştır. Rodos’a ait me’seleleri duyurmak için bunu vesile sayan müellifimiz, Dahiliye Nâzın Ahmed Münir Paşa’ya gönderdiği 17.xı. 1886 tarihli mek­tubunda, bir menfa sayıldığı için idarece müsamahaya uğrayan, halk tarafından vergilere maktuiyyet konulup bunu hükümete de kabul ettiren. Rodos’ta bir nevi muhtariyete çalışıldığından bahisle, iki senedenberi idaresindeki intizam dolayısiyle bura varidatını üçtebir nisbetinde artırdığını, îsporat adalarından ancak Rodos’a bağlı olanlarda nüfus sayımı yapılabildiğini kaydediyor. Gösterdiği bu muvaffakiyette, Sultan Abdülhamid’in himayesinin de te’siri olmuştur. Mektubuna ek olarak taltifi gereken kimselerin adlarını da göndermiştir; ancak, bunlar yalnız cami inşasında çalışan bir kalfa ile sair müstahdemler değildir; başarısı görülen başka me’murların da listesini yollamıştır. Bu münasebetle onların da taltifini reca ediyor[86]:

Ahmed Münir Paşa’ya

17.xı. 1886

Avatıf-i ihyakârî-i mülûkânelerini taltif-i bendegânda icad-i vesaile kadar tevsi eden velini’ınet-i bî-minnet padişah-i meâlı-haslet Efendimiz Hazretleri tarafından, Rodos’ta inşa buyurulan cevami-i şerifenin hitamı münasebeti ile ihsan buyurulan imtiyaz madalyasının berat-i âlî-şaniyle bera­ber irsal olunduğuna dair ve cami’lerin inşasında istihdam olunan kalfaya Sanayi Madalyası ihsan buyurulduğundan isminin arzı ve daha sair taltifi lâzım olan bendegân için bir defter takdimi irade-i mekârim-i ifade-i cenab-i şehinşahî muktezâ-yi cehlinden olduğunu mübeşşir şeref-tastir buyurulan irade-nâme-i âlî-i âsafâneleri şeref-resan-i enamil-i ta’zim-ü i’zaz oldu ve madalya ile berat-i âlî-şan nihade-i ferk-ı iftihar-ü imtiyaz olundu. înayât-i aliyye-i cenab-i veli-ni’metin bir zerresine ifa-yi mahmedet iktidar-i beşer dahilinde değilse de, farize-i ubûdiyyet saikası ile bir arz-i hâl tertibolunarak leffedilmekle bir münasib zamanda atabe-i felek-mertebe-i zıll’llahîye ref ’-ü takdimi inayât-i aliyye-i rahimânelerine mütevakkıftır.

Kerâmat-ı celile-i hilâfet-penahî âsâr-ı bâhiresinden olarak taltifi iktiza eden bendegân için irsali ferman buyurulan deftere gelince, Rodos sancağı her nedense şimdiye kadar gelen me’murların hemen kâffesi tarafından bir nevi menfa addolunarak idarece pek ziyade müsamahaya uğradığından, pek ziyade müşevveş bir halde iken bir dereceye kadar intizam altına alına­bilmiş ve leffen takdim olunan hulâsa pusulasından malûm-ı dâverâneleri buyurulacağı veçhile iki sene zarfında sülüsünden ziyade terakki etmiştir. Kavaid-i siyasiyece bir memleketin müvazeııesi suret-i idaresine mi’yar ittihaz edilegelmesine nazaran bu pusula dahi Rodos’un idaresince istihsal olunabilen intizamın derecesine delil olabilir. Bundan başka, Vilâyet dahi­linde bulunan İsporat adaları vergilerine bir maktu’iyyet iddiası meydana koyarak, her nasılsa vaktiyle hükümete de kabul ettirmiş olduklarından bu müsaadeyi bayağı muhtariyet derecesine getirdikleri halde mümkin mertebe tecavüzlerinin önü alınmış ve hattâ sair taraflara tâbi olan İsporat adalarında tahrir-i nüfusa iktidar hasıl olamamışken, buraya tâbi olanlarda o nizam dahi icra ettirilmiş idi. Bu neticelere vusulde taraf-ı çakerânemden hasb-es- sadaka sarfolunan gayretin de bir dereceye kadar dahli olduğunu tahdis-i ni’met kabilinden olarak arzetmekten çekinmez isem de, asıl medâr-ı muvaf­fakiyet birinci derecede min gayr-i istihsalin mazhar olduğum teveccühat-i mahsusa-i padişahînin teşebbüsat-i lâzimede refakat me’murlarma ilka ettiği itmi’nân-ü cesaret ve ahaliye bahşeylediği emniyet olarak tevfık-u te’yid her­halde velini’metin ve sa’y-ü gayretin kısm-ı a’zamı da refakatindedir. Bu cihetlerle Rodos’ta yalnız cevam-i şerifenin inşasında değil, sair umurda dahi arz-i hizmet-ü sadakat etmiş birtakım bendegân mevcut olduğundan, istid’a-yi taltiflerini medar-i ta’ciz olmayacak bir zamana ta’lik etmekte ol­duğum halde inâyet-i cemile-i cenab-i cihan-dârî, bu bâbda dahi tekaddüm-nümâ-yi zuhur olarak imdada yetişmekle tertibine ictisar olunan defter leffen takdim kılınmış ve cevami-i şerifeden Ertuğrul ile Tîr-i müjgân’ı bir kalfa ve şehre onbeş saatten uzak bulunan Hamidîye’yi başka bir kalfa inşa eyle­diğinden ve erkam-ı inayât-i cenab-i şahinşahînin teaddüd ile tenahî bul­mayacağı bidihiyyattan olduğundan, ikisinin de ismi melfuf deftere dercedil- miştir. Ol bâbda ve herhalde emr-ü ferman hazret-i velî’ül-emrindir.

21 Safer, 1304, 5 Teşrinisani, 1302(87)

Bende,

Mehmed Namık Kemal

Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti’ne bağlı her yerde Yunanlılar’ın, Rodos’ta ise Yunan’a izafeten Ingilizler’in fesat çıkardıkları göze çarpmaktadır. Hükümetin emri mucibince Rodos’ta nüfus sayımı icra edilmekle beraber, Sakız’a bağlı adalarda bu kanuna riayet olunmayarak nüfus tahriri yapılamaması da fesadın tezahürlerin- dendir. Rodos’ta İngiliz siyasetine karşı koyabileceğini ileri süren Kemal, Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti’nin başka yerlerinde başgös- teren ve Yunanlılar’ın çıkardıkları fesatlarla mücadeleyi kendince imkânsız bulmakta, bu hususta arizalarma kayıtsız kalan Bâb-ı âlî’nin ikazını istemektedir. Besim Bey’e yolladığı aşağıdaki mektubunda üzerinde durduğu bir başka mesele de az-çok bununla alâkalıdır: Sultan Abdülhamid’e sadakat ve liyakatine dair ma’ruzatta bulun­duğu Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti Müddeî Umumîsi Tevfik Bey İstanbul’a gitmiştir; işin iç yüzünü lâyıkiyle bilen Tevfik Bey’in dinlenilmesini, edinilen bilginin Sultan Abdülhamid’e arzını reca ediyor[88] :

Besim Bey’e

3.v. 1887

Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti’nin her ciheti Yunan ve Rodos sancağı ise Yunan’a’ izafeten Ingiltere desayisi içindedir. Yunan tesvilâtı gittikçe kuvvet buluyor. Bir derece kuvvet buluyor ki, bendeniz, Rodos’a tâbi’ olan îsporat adalarını saye-i akdar ve iktidar-i padişahîde tahrir-i nüfus nizamına itba’ ettirdiğim halde, Sakız’a tâbi’ adalarda o kanun-i padişahî icra olunmadı.

Bu adaların iddia ettikleri idare-i istisnaiye, Vilâyet’in her tarafına sirayet edeceğinden ve bu iddianın hiçbir kaideye müstenid olmadığından bahisle gerek Rodos’tan ve gerek Vilâyet’ten müteaddid ma’ruzat takdim olundu; Bâb-ı âlî’ce hiçbirine ehemmiyet verilmedi. Mülkün sahibi vükelâ değil padi­şahtır. Bendeniz, buraca İngiltere desayisinin önünü almağa muktedirim; kendimi ortaya korum. Bir edebsiz tercemam var, anı def’ederim. Bir ma’tuh konsolosu var, anın ile nasıl olsa uğraşırım; fakat Yunan desayisinin tesi’ratım men’etmek yalnızca buranın ve hattâ Vilâyet’in kuvveti ile kabil olamaz zannederim. Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti Müddeî Umumîsi Tevfik Bey Der-saadet’e azimet ettiğinden ve buraların hakayık-i ahvaline tamamiyle muttali bulunduğundan, irade buyurulacak tafsilât andan alınabilir.

Huzur-ı hazret-i velini’met’e gerek Vilâyet’in hâline, gerek mumaileyhin liyakatine ve sadakatine dair bâzı ma’ruzat takdim olunmuş ise de, hafâyâ-yi maslahat hiçbirisinde tamamiyle münderiç olmadığından ve mumaileyh ise buraların bi’l-etraf hâline vâkıf olduğu gibi, hakikaten hizmet-i padişîhiye lâyık ve o sayede terakkiye müstehak bulunduğundan, bir kerre de kendi­sinden istîzah-i maslahat buyurulmasım ve ifadâtının bir münasib zamanda, huzur-i samî-i hilâfet-penahîye arzolunmasını hamiyyet ve sadakat namına temennî ederim. Ol bâbta. . .

21 Nisan, 1303

*

6 Haziran, 1887 tarihli mektubun kime gönderildiği kaydedilmemekle beraber, muhteviyatından bir Nâzır’a, belki Maliye Nâzırı’na yazıldığı anlaşılıyor ve Kemal bu sırada Sakız Mutasarrıfı bulunu­yordu. Mektupta, Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti dahilinde Isporat denilen oniki adanın mevcudiyetinden, Tanzimat’tan önce yalnız beş adaya maktu’ vergi usulü konulduğundan, Tanzimat’ı müteakip bu usul ilga edildiği gibi, tatbikatta da birçok maddeler değiştirilerek artık hükmü kalmamış bir fermana dayanılarak vergi alındığından bahsediliyor; Isporat adalarından geri kalan yedisinin, fermanda adı bile zikredilmemiştir. Isporat halkı, kendilerini, Devlet’in vergi siste­mindeki ihmali yüzünden bir nevi imtiyazlı saymaktadır; Sömbeki’de son günlerde sünger vergisi vermemek için teşebbüse geçilmiştir. Bunun başka yerlere de sirayetinden endişe eden Kemal, vaziyeti Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti’ne bildirmiş, arizasınm bir suretini de muhatabı olan zata aşağıdaki mektubuna ek olarak göndermiştir. Vergi usulünden doğan yedi-sekiz bin liralık hazine zararının önlen­mesi için, icabeden tedbirin alınması hususunda alâkalı makamı ikaz etmektedir (89):

6.vı. 1887

Devletlû Efendim Hazretleri,

Min-gayr-i istihsal idaresine me’mur olduğum sancak dahilinde hukuk-ı hâzineye dokunacak bir mes’ele zuhur ettiğinden, o hukukun muhafazasına kâfil olan zât-ı âlî-i nezaret-penahilerini, ubûdiyyet-ü sadakat saikası ile tasdie mecbur oldum.

Cezayir-i Bahr-i sefid Vilâyeti dahilinde bulunan ve îsporat ta’bir olunan oniki cezire, devlete suret-i maktûada bir vergi vermektedirler ki bunun mikdarı, tahrir muamelâtına tevfikan vergi alınmak lâzım gelirse, hasıl olacak iradın onda biri değildir. Bu maktu’iyyetin esası, kabiet-Tan- zimat, yalnız beş adaya mahsus olmak üzre verilmiş ve Tanzimat-ı hayriye ile esasen mülga olduktan başka, ekser ahkâmı tağyir edilerek hiç hükmü kalmamış bir fermana müsteniddir ve altısı Rodos’a tabi’ olan diğer yedi cezirenin ise, Ferman’da isimleri bile münderiç değildir.

İsporat halkı, hukuk-ı hâzineyi bu suretle ihlâl eyledikten başka, tekâ­lifte câri olan maktûiyyet usulünü bir nevi imtiyaz hükmünde göstermek istediklerinden, şu hâl-i gayr-i tabiîye bir nihayet verilmek için, gerek bura­dan ve gerek Vilâyet’ten makamat-ı âlîyeye ma’ruzat-i müteaddide takdim olundu; hâsıl olacak neticeye intizar olunuyor.

Şimdi ise Sömbeki halkı birtakım vesail-i fâside ile sünger resmini de çürütmek teşebbüsündedirler. Görecekleri cüz’î bir müsaade sair adalara da sirayet edeceğinde ve refte-refte, devletimin yedi-sekizbin liralık iradı mah­volacağında şübhe yoktur.

Tafsilât ve maslahat bu defa vilâyet-i celileye arzolundu ve yazılan arîzanm bir sureti de, malûmat olmak üzre leffen takdim edildi. Meallerine nazaran iktizâ-yi hâlin icrası inâyet-i mahsusa-i âsafanelerine şayan görünür.

Ol     bâbda…

25 Mayıs, 303

Yukarıdaki mektup, Namık Kemal’in makalemizin başındanberi üzerinde durduğumuz mevzu ile alâkalı mektuplarının, elimizde mevcut vesikalara göre sonuncusudur. Esasen, mektubun tarihinden birbuçuk sene sonra vefat eden (2.ХІІ.1888) müellifimiz, Osmanlı Tarihi’nin tab’ı durdurulması, basılan nüshaların satışı men’olunması dolayısiyle mühim maddî ve mânevî ıstıraplarla karşılaşmıştır. Bu sebeplerle sihhati de sarsılan Namık Kemal’in, ömrünün son bir – iki yılında bu gibi siyasî mes’elelerle meşgul olmadığını tahmin ediyoruz.

*
*         *

DİPNOTLAR

(1) Bu makale Tasvir-i efkâr’dan naklen, müdafaa edilen fikirler tasvib olunduğundan Rûzname-i ceride-i havadis’te de neşredilmiştir (Nu. 596, 20 Şubat, 1867).
Tasvir-i efkâr’dan kaydiyle Külliyat-ı Kemal’de de mevcuttur (Birinci tertib 3, Makalât-ı siyasiye ve Edebiye, cüz 6, İstanbul, Mahmud Bey Matbaası, 1327, s. 303 v.d.).

(2)Yeni Tasvîr-i efkâr, 8, 7 Haziran, 1909. Bu kıt’a Sadeddin Nüzhet Ergun’- un eserinde (Namık Kemal’in Şiirleri, İstanbul, İnkılâp Kitabevi 1941, s. 256)de mevcuttur.

(3) Hürriyet gazetesinde imzasız neşredilen (26 Eylül, 1869) bu makale, Külliyat-ı Kemal’e de alınmıştır (Makalât-ı siyasiye, birinci tertib 3, cüz 2, s. 158 v.d.). Ebüz-ziya Tevfik bu makalenin Ziya Paşa’ya ait olduğunu ileri sürer (Mecmua-i Ebüzziya, 94, 5 Cemâda 11, 1329, s. 499: Makalât-ı siyasiye-i Kemal’de Müsamahat).

(4)Hürriyet gazetesi, 7 Kânunıevvel, 1868; Külliyat-ı Kemal, Birinci tertib 3, s. 75 v.d.

(5) Cemal Tukin’in, Başvekâlet Arşivinden, yerli ve yabancı kaynaklardan faydalanarak yazdığı Girid maddesinde, bu hususta müfid bilgi verilmiştir (İslâm Ansiklopedisi, cüz 38).

(6) Mektubun, bir başkasının el yazısından kopya edilen nüshası Es’ad Çinar’dadır (Defter, s. 70). Kemal’in resmî ve hususî mektuplarından birkısmının kendi veya bir başkasının el yazısiyle nüshaları, pek az Midilli’de, daha çok Rodos’ta Tahrirat Kâtibi olarak yanında çalışan Baha Bey’dedir. Sayın Es’at Çınar, Baha Bey’in zevcesinde mevcut bu mektupları istinsah etmiştir. Bunları tetkik ve neşretmemize müsaade ettikleri için kendilerine müteşekkiriz.

(7) Bu beyte, Kemal’in neşredilen şiirleri arasında rastlamış değiliz.

(8) Mektubun bir başkasının cl yazısından kopya edilen nüshası Es’at Çınar’dadır (Defter, s. 71).
(9) Ahmet Midhat bu sırada Takvim-i vakayi gazetesi ve Malbaa-i âmire Müdürü’dür.

(10) Mektubun aslı Yıldız evrakı arasındadır ve Prof. İsmail Hakkı Uzun- çarşılı tarafından neşredilmiştir (Namık Kemal’in Abdülhamid’e Takdim Ettiği Arizalar ile Ebüzziya Tevfik Bey’e Yolladığı Bâzı Mektuplar, Belleten, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1947, s. 282 v.d.); bu neşirde mektubun başında, “Girid Müslümanları hakkında padişaha takdim edilmek üzre Namık Kemal Bey tarafından Ebüzziya Bey’e gönderilmiş bir mektup” kaydı vardır. Aynı mektup, Girid Mes’elesini Kurca­layanlar başlığı ve Dr. Kâzım imzasiyle İzmir’de çıkan Köylü gazetesinde, buradan naklen Teni Tasvir-i efkâr’da (Nu. 181, 30 Teşrinisani, 1909) basılmıştır. Prof. İs­mail Hakkı Uzunçarşılı neşrini esas alarak Teni Tasvir-i efkâr basımıyle karşılaştır­mak suretiyle neşrediyoruz.

(11) Krş., mülkü

(12) Krş., yerine bir başı daha çıkıyor

(13) Krş., padişaha

(14) Krş., bu

(15) Krş., olur

(16) Krş., Cezayir-i Bahr-i sefid

(17) Krş., etmiş

(18) Krş., mes’ele-i düveliyye sürünüp duruyor

(19) Krş., müfettişlikte

(20) Krş., otuzdörtten

(21) Krş., Yunanîlik

(22) Krş., ve hulâsa

(23) Krş., hususunca

(24) Krş., hasredilmemiştir (bu ifade tırnak içerisinde değildir).

(25) Krş., ismin yeri noktalarla işaret edilmiştir. Girid Müsteşarı Hâmid Bey, Hanya hânedânındandır (Süreyya Bey, Sicill-i osmani, İstanbul Matbaa-i âmire, 1311, s. 108).

(26) Krş., cihet

(27) Krş., muhit olan hükm-i hazret-i padişahî

(28) Bu mektup Yıldız evrakından naklen Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı tara­fından neşredilmiştir (Aynı makale, Belleten, s. 284).

(29) Ceride-i havadis, nu. 5613, 7 Mart, 1884.

(30) Aynı gazete, nu. 5690, 4 Haziran, 1884.

(31) Aynı gazete, nu. 5694, 8 Haziran, 1884; istid’â metni de neşredilmiştir.

(32) Nâzım Paşa, Bir Devrin Tarihi, Cumhuriyet gazetesi, nu. 2800, 22 Şubat, 1932. Ceride-i havadis, nu. 3100, 13 Cemâdâ 1, 1293-5 Haziran, 1876. Telgraf, Kemal’in Türk Tarih Kurumu’ndaki mektupları arasındadır.

(33) Ceride-i havadis, nu. 3192, 1 Ramazan, 1293-20 Eylül, 1876.

(34) Nâzım Paşa, Bir Devrin Tarihi, Cumhuriyet gazetesi, nu. 2792, 2793, 14 ve 15 Şubat, 1932.

(35) Bu hususta tafsilât için bk., Ceride-i havadis, nu. 3314, 3318, 12 ve 16 Şubat, 1877; nu. 3334, 3350, 7 ve 26 Mart, 1877; nu. 3365, 3445, 12 Nisan, 13 Temmuz, 1877.

(36) Aynı gazete, nu. 3445, 3451, 2 vc 9 Receb, 1294-13 ve 20 Temmuz, 1877.

(37) Prof. Dr. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Namık Kemal’in Abdülhamid’e Takdim Ettiği Arizalar ile Ebüzziya Tevfik Bey’e Yolladığı Bâzı Mektuplar, Belleten, nu. 42, s. 237. Ceride-i havadis, nu. 4197, 22 Kânunıevvel, 1879.

(38) Bu husustaki resmî vesikalar Beşvekâlet arşivinden faydalanılarak M. Cemal Kuntay tarafından neşredilmiştir (Namık Kemal, II, ksm. II, İstanbul, Maarif Basımevi, 1956, s. 439, 446, 450).

(39) Yıldız Evrakı arasında mevcut bu çok mühim, mufassal mektup Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı tarafından neşredilmiştir (Aynı makale, Belleten, nu. 42, s.246-264.).

(40) Aslı Yıldız Evrakı arasında mevcut bu mektup, Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı tarafından neşredilmiştir (Aynı makale, Belleten, nu. 42, s. 267 v.d.).

(41) El-hace Hacı Ali Bey, Haleb Eminliğinde, Hazine-i hassa Meclis-i idareReisliğinde, Makam-ı mehd-i ulyâ Kethudalığinda bulunmuş, on yıl kadarMâbeyn İkinci Kâtibliği’nde çalışmış, müteakiben Ser-kurenalık’a ta’yin edilmiştir(Süreyya Bey, Sicill-i Osmanî, İstanbul, Matbaa-i âmire, c. IV, s. 731).

(42) Mektubun, Kemal’in el yazısından istinsah edilen nüshası Kıbrıslı Kaytas- zâde Nâzım Efendidedir; bundan faydalanılarak M. Cemal Kuntay tarafından neşredilmiştir (Namık Kemal, c. II, ksm. II, s. 737). M. Cemal Kuntay, Kemal’in, bu mektubunu Rodos Mutasarrıfı iken yazdığını kaydetmekte ise de, müellifimiz bu sırada henüz Midilli Mutasarrıfı bulunuyordu.

(43) “Bir kelime yırtılmıştır” (Not – M. Cemal Kuntay).

(44) Sakız zelzelesi ve tahribatı hakkında o devir gazetelerinde geniş bilgiye rastlarız (Ceride-i havadis, nu. 4580, 1 Cemadâ 1., 1298-9 Nisan, 1881 v.d.d.).

(45) Server İskit, Hususî İlk Türk Gazetemiz Terceman-ı ahval ve Agâh Efendi, An­kara, Ulus Basımevi, 1937, s. 42 v.d. Ceride-i havadis, nu. 5659, 4 Mayıs, 1884.

(46) Ceride-i havadis, nu. 5689, 3 Haziran, 1884; Sömbeki adası başlıklı ve Bahr-i sefid gazetesinden nakledilen imzasız yazı…

(47) Karagöz sahibi Fuad Bey’in hemşiresi. Fatma Hanım vasıtasiyle elde edilen bu mektup Ahmet Rasim tarafından neşredilmiştir (Vakit gazetesi, nu. 2658, Mayıs, 1925). Bu neşirde mektubun sonunda yalnız 28 Nisan tarihi vardır. Agâh Efendi’nin Rodos’a ta’yininden sonra yazıldığını gözönüne alarak 1884 yılma ait olduğunu tesbit ettik.

(48) “Merhum Ahmed Midhat Efendi ki, Rodos’ta menfî bulunduğu günlerde, orada Medrese-i Süleymaniye namı ile bir mektep yapmış ve usûl-i cedide üzre tedrisat esasını vaz’etmiş idi. Merhum-ı müşarünileyhin Medrese-i Süleymaniye’de tatbik ettiği usûl-i cedide, bilâhare Makrıköyü’nde Dar’üs-saade Ağası Behram Ağa’nın inşa ve te’sis ettiği Behramiye mektebinde vesatet-i âcizanem ile bir müd­det tatbik olunmuştur. Nâ-tamam, fakat zamana göre emsalinden mükemmel bir usul idi” (Not-Ahmet Rasim).

(49) Kemal hakkındaki eserlerin hiçbirinde faydalanılmayan bu yarı resmî mektup, bu muhtıra, Karagöz gazetesi sahibi Ali Fuad Bey’in kardeşi Fatma Hanım vasıtasiyle Ahmet Rasim tarafından elde edilmiş, Vakit gazetesinde tefrika olun­muştur (30 Mayıs, 1925 v.d.d.). Tarihsiz olan mektubun, Kemal, 20 Teşrinievvel, 1884’de Rodos’a hareket ettiğine göre, 1884 Ikinciteşrin’inde yazıldığını tahmin ediyoruz. Server İskit’in, Agâh Efendi’nin Midilli’ye ta’yini üzerine Kemal’in elli- iki ufak sahifeden ibaret bir muhtıra yazıp halefine gönderdiğinden bahsettiği bu mektup olabilir (Hususî İlk Türkçe Gazetemiz Terceman-ı ahval ve Agâh Efendi, Ankara, Ulus Basımevi, 1937, s. 45).

(50) Ariza metni, bir başkasının el yazısından Es’ad Çınar tarafından istinsah edilmiştir (Defter, s. 79). Kemal’in el yazısiyle müsveddesi, gelini Celile Bolayır’- dadır ve M. Cemal Kuntay tarafından klişesi, yeni harflere çevrilmiş metni (Namık Kemal, c. II, ksm. II, s. 29 v.d.) neşredilmiştir; Es’at Çınar’daki nüshayı esas alarak, Kemal’in el yazısiyle olan müsvedde ile karşılaştırarak neşrediyoruz.

(51) Krş., nokta-i mültekasında

(52) Krş., Haremeyn-i şerifeyn

(53) Krş., tamamiyle merbut addolunamayacak

(54) Krş., münhasiren.

(55) Krş., Ne’uzu bi’llah-i teâlâ

(56) Krş., padişahîlerinin

(57) Krş., derecelerinde

(58) M. Cemal neşrinde metin yeni harflere çevrilirken müsveddede tashih edilen müteâkip ifadelerin birkısmı atlanmıştır; bu cins başka ibare ve kelimeler de mevcuttur.

(59) Krş., yine asker olanlar

(60) Krş., müsamaha ile idare

(61) Krş., hoca olsun göndermek

(62)  bütün bütün gafil kalan cahiller bir müddet Yunanistan’a giderek ismini değiştirmeyi kâfi görünce

(63) Krş., çekinmiyorlar.

(64) Krş., karyenin

(65) Krş., iktidarsızlığa

(66) Krş., izaleye ise

(67) Krş., gelip

(68) Krş., desayis ve şikâyâtı

(69) Krş., meselâ beş

(70) Krş., nazar-ı dikkatine

(71) Krş., ve belki ileride

(72) Krş., bir cihan-ı ulviyyet

(73) Krş., sırasında

(74) Krş., inkırazda bulunduğunu

(75) Krş., bî-muhâbâ tenassur edebildiğini

(76) Krş., olmak

(77) Krş., hususunda

(78) Krş., kudretlû, merhametlû, azametlû velini’met-i bî-minnetimiz, padişa­hımız, velini’met-i âlem-yân, padişâh-i cihan efendimiz hazretlerinindir.

(79) Aslı, Yıldız Evrakı arasında bulunan bu mektup, Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı tarafından neşredilmiştir (Belletten, nu. 42, Aynı makale, s. 295).

(80) Mektubun, Kemal’in kendi el yazısiyle ve noksan olan müsveddesinin klişesi, birkısmı, yeni harflere çevrilmiş metni M. Cemal Kuntay tarafından neşre­dilmiştir (Namık Kemal, c. II, ksm. II, s. 696, 702).

(81) Aslı, Yıldız Evrakı arasında bulunan bu mektup, Prof. 1. Hakkı Uzun- çarşılı tarafından neşredilmiştir (Belleten, nu. 42, Aynı makale, s. 384 v.d.).

(82) Mektup metni, Kemal’in el yazısı ile olan nüshadan Es’at Çınar tarafından istinsah olunmuştur (Defter, s. 27).

(83) Kemal, kızı Feride Hanım’a, damadı Menemenli Rifat Bey’e hitabeden 18.vın. 1885 tarihli mektubunda da, makineli kayıklarla sünger ticareti mem- nuiyyetinin kaldırıldığından duyduğu memnunluğu ifade ediyor: “Pazar günü Sömbeki’den avdet ettim; bu gün yine gidiyorum. Herkit’in tahriri icra olundu; Sömbeki’nin de yarın başlıyor. Makine memnuiyyeti lâğvedildi. Dahiliye Nâzırı kenefi, makinelere dair Vilâyet’in tasdik ile gönderdiği mazbatayı hasır-altına atmış. Sadr-ı âzam ise, hani, “Herkes hırsız, sizden başka para çalmayan yok; anın için sizi tasdi’ ediyorum” yolunda bir mektup yazmamış mı idim, herif, alâ-rağm-ül vükelâ anı meclise koymuş. Suretleri okunmuş… Memnuiyyeti o kâğıt üzerine lâğvedildi” (Kemal’in kendi el yazısı ile olan bu mektubu, Türk Tarih Kurumu’ndaki evrakı arasındadır, nu. 121).

(84) Müteâkip kelime kaydedilmemiştir.

(85) Mektubun kopyası, Esat Çınar’da (Defter, s. 77)dır.

(86) Mektubun, Kemal’in el yazısiyle nüshası Salih Zeki Aktay’dadır; bundan faydalanılarak M. Cemal Kuntay tarafından klişesi ve yeni harflere çevrilmiş metni, Dahiliye Nâzırı’na gönderildiği kaydı ile neşredilmiştir [Namık Kemal, c. II, ksm. II, s. 28, 30).

(87) Ahmed Muhtar Paşa’nın Takvim’üs-sinîn’me göre 5 Teşrinisani, 1302 tari­hinin Hicrî karşılığı, 19 Safer, 1304’dür.

(88) Kemal, aynı tarihte Said Paşa’ya da bir mektup yazıp, Tevfik Bey’in Adliye meslekinden ayrılmak istediğini, ma’ruzatı bulunduğunu kayıt ve kendisinin lütfen dinlenilmesini reca etmiştir. Her iki mektubun kopyaları Es’at Çınar’dadır (Defter, s. 86, 75)

(89) Mektubun, Kemal’in el yazısından istinsah olunan nüshası Esat Çınar’da­dır (Defter, 15).

 

KAYNAK: TTK  BELLETEN Dergisi

Sayı : 091 Sayfa: 479 – 511
Tarih : 1958
Cilt : 22
Fevziye Abdullah Tansel, Akdeniz Adalarının Elimizden Çıkmaması İçin Hususi Mektuplarına Göre Namık Kemal’in Mücadele ve İkazları