KİTAP BİRİKTİRMEK…
YA SONRASI?
Doç. Dr. Necmeddin SEFERCİOĞLU
Küçük veya büyük bir kitap dermesine (koleksiyonuna) sahip olmak, her aydın insanın kaçınılmaz kaderidir. O, gençlik yıllarında zevk veya boş zamanını değerlendirmek için, meslek veya ilim hayatına atıldıktan sonra da biraz mecburî olarak okumak ve bu amaçla kitap edinmek zorundadır. Böylece sahip olunan kitaplar bir yandan onda bir edebî zevk, bilgi ve kültür birikimi oldururken, bir yandan da önce raflardan, sonra dolaplardan, daha sonra da odalardan taşan bir ‘kütüphane’ birikimi meydana getirir. Başlangıçta belki sadece ‘okunacak şey’ gözü ile bakılan kitaplar, onlara sahip olunca, ailenin fertleri gibi görülmeğe başlanır. Artık kitap okuma alışkanlığı yanında bir de kitap biriktirme merakı başlamıştır. Artık aileye sık sık yenileri katılır, fakat hiç birisinden ayrılmağa gönül razı olmaz. Bu katılmalar ‘kitapsever’in ömrü boyunca sürüp gider.
Evde işgal ettiği yer giderek genişleyen kitaplar, zamanla, onları biriktirenin aile çevresinde bazı meseleler ortaya çıkarır. Hanımları, davetsiz olarak gelip bir daha hiç gitmeyen bu zoraki aile fertlerinin varlığından, çoklukla, rahatsız olurlar. Kitapların bulunduğu yerler, onlar bakımından, kayıp mekanlardır. Hele kitaplar dolaplardan taşmağa başladı mı, evdeki huzursuzluk daha da artar. Çünkü onların ev halkına zaten zor gelen bakımına ve temizliğine, bir de onları evin başka amaçlar için düşünülmüş veya ayrılmış köşelerine yerleşme düzenini bozmadan yerleştirilmesi külfeti eklenir. Kitapların evin misafir salonlarına çıkması hemen hemen hiç istenmez. Çoğu evlerin salonlarını süsleyen ve adı da “kütüphane” olan dolaplar kitaplar için değil, cam veya porselen eşya, çiçek, fotoğraf, vb. içindir. Kitapların o “kütüphane”nin dekorunu bozduğuna inanılır. Bu durumda kitaplar evin en kuytu köşelerinde, somya altlarında, hatta hazan —varsa— bodrumdaki bir depoda veya tavan arasında; mukavva kutular, tahta sandıklar içinde saklanmağa mahkum edilirler. Artık onlardan istenildiği zaman yararlanma imkanı da kaybolmuştur. Apartman dairelerinin sınırlı mekanında yaşamak zorunda olanlar. bu olumsuzluklarla daha çok karşılaşmak durumundadırlar.
Fakat büyük fedakârlıklarla bir araya getirilen, ondan da büyük fedakârlıklarla saklanmağa çalışılan bu aydın dostlarının asıl dramı, önceden tedbir alınmamışsa, onları biriktirenlerin ebedilik alemine göçüşünden sonra başlar. Böyle bir durumda evden ilk uzaklaştırması, varlıklarından ilk kurtulmak istenilenler kitaplar olur. Ailede ya hiç kitap sever yoktur, veya onların ilgi duyduğu alanlar farklıdır. ölenin üzerine titrediği kitaplar, çoğu kez, onlar için bir anlam ifade etmez. Yılların oluşturduğu dermenin bir bölümü aile fertlerince paylaşılsa bile, onların ilgi alanı dışında kalan büyük bölümünün tasfiyesi yoluna gidilir. Tasfiye işi ya kitapların bir kütüphaneye, bir kuruma bağışlanması veya satışı suretiyle, yahut haraç-mezat satılmasıyla gerçekleştirilir. Birinci şık elbette ki tercihe şayandır. Böylece o kitaplardan başka kitapseverlerin de yararlanması, biriktirenin ruhunun şâd olması sağlanmış olur. İkinci şıkta ise, biriktirenin bütün emelleri, bütün emekleri uçup gitmiştir.
Kitap biriktirenlerin sonsuzluğa göçüşünden sonra yaşanan acı olayların pek çok örnekleri vardır. Bunları dinlemek, bazılarına şahit olmak, bir kitapsever aydın için gerçekten ıstırap vericidir. Bunların ikisini, işittiğim zamanlarda duyduğum acıları aynen yaşayarak, aktarmak istiyorum.
Ülkemizin çok değerli tarihçi ve yazarlarından birinin Kurtuluş Savaşımıza ait çok değerli belgeleri de içine alan değerli bir kütüphanesi vardı. Vefatından bir süre önce müşterek bir dostumuzun iş yerinde yaptığımız görüşme sırasında kitaplarını İstanbul’daki büyük bir kütüphaneye bağışlayacağını söylemişti. Ben de kendisine, bağışlayacağı eserlerin muhtemelen bağışlamayı düşündüğü kütüphanede bulunacağını, bu nedenle onları yeni kurulan üniversitelerimizden birinin kütüphanesine bağışlamasının daha doğru olacağını belirttim. Böylece o üniversitenin genç araştırıcılarına, Cumhuriyetimizin kuruluşuna ait belgelerin de bulunduğu değerli bir araştırma dermesi sağlanmış olacaktı. Hocamız bunun da düşünülmeğe değer olduğunu söylemiş ve konu böylece kapanmıştı. Daha sonra Hoca’yı bir daha görüp kitapları hakkındaki son kararlarını öğrenemedim. O görüşmeden bir süre sonra da vefat haberini gazetelerden okudum. Sevip saydığım bu değerli insanın vefatına çok üzüldüm. Ama beni daha çok üzen, rahmetlinin kitapları ile ilgili düşüncelerini gerçekleştiremeden Hakk’a yürümesi oldu. ölümünden bir süre sonra, kitaplarının bir fakülteye getirildiğini, orada bir odaya konulduğunu, durumu öğrenen bazı öğretim elemanlarınca yağma edildiğini, kalanlarının da —lütfen— o fakültenin kütüphanesine verildiğini öğrendik. Olay, kitaplarının bir kütüphanede, yetişecek nesillerin istifadesine sunulması emelinde olan rahmetli Hoca’nın ruhunu sonsuz bir ıstıraba sürüklemesi yanında emanete hıyanet olarak adlandırılabilecek davranışları dolayısıyla, söz konusu fakültenin idareci ve öğretim elemanları açısından da içler acısı idi. Olayın tek teselli edici sayılabilecek yanı, kitapların kâğıt fabrikasının dişlileri arasına değil de, başka kitap dostlarının (!) eline düşmüş olması idi.
Aktaracağım ikinci olay daha da üzücüdür. Gerçek bir kitapsever olan ve evinin misafir salonundaki sehpaların üstü bile kitaplarla dolu bulunan bir profesörümüzün kitapları, vefatının hemen ardından, oğlu tarafından haraç-mezat satışa çıkarılmış ve içlerinde kütüphanelerden ödünç alınmış olanlar da dahil, evdeki bütün kitaplar, duyup gelenlere, bazan tek tek, bazan kilo ile tartılarak satılmıştı. Satış günlerce devam etti. Ailesi, kitapsever hocanın herhalde hoşlanmadıkları bu sevgililerinden böylece kurtulmuş oluyordu. Tabii Hocanın ruhunu ebedi bir azap içinde bırakarak.
Bu iki olay, kitap sever aydınların büyük fedakârlıklarla biriktirip sakladığı ve üzerine titrediği kitapların, önceden tedbir almazlarsa, sonsuzluğa göçüşlerinden sonra uğrayabileceği korkunç âkibeti ikaz etmesi bakımından önemli olsa gerektir. Toplumumuzda sık sık bunların benzerleri, hattâ çok daha beterleri yaşanmaktadır. Bunlar bize, kitapsever aydınların, kitaplarının geleceğini vefatlarından çok önce düşünmüş ve tedbirlerini almış olması gerektiğini çok güzel anlatıyor.
Sanırız bu konuda yapılabilecek en güzel iş, kitapların topluca yeni kurulan bir kütüphaneye devrini sağlamaktır. Bu devrin bağış yoluyla olması, kitapsevere hayırların en güzelini işleme fırsatını da verir. İlmî ağırlıklı bir kitap dermesi yeni açılan bir üniversitenin kütüphanesine, popüler ağırlıklı bir derme de yurdumuzun çeşitli yerlerinde her bir yenisi açılan ve büyük kitap sıkıntısı içinde bulunan halk kütüphanelerinin birine bağışlanabilir. Böylece yılların emeği ve çabası ile bir araya getirilmiş bir bilgi ve kültür kaynağından yeni yeni nesillerin yararlanması sağlamış olur. Kitapları o kütüphaneye vermiş olan kişi de uzun yıllar saygı ve hayırla anılma fırsatını kazanır.
Bunları hatırlatarak, okuyucuları yazının başlığındaki sözler üzerinde düşünmeğe dâvet ediyorum:
Kitap biriktirmek güzel! Ya sonrası?
KAYNAK: Türk Kültürü Dergisi