Nureddin TOPÇU: Bahtiyar Belde

Bahtiyar Belde*

Nureddin TOPÇU

*Fikir ve Sanatta Hareket V (1970), sayı: 54, Haziran 1970, s. 4-6’dan alınmıştır.

Hayatın gayesi, onu yaşanmaya değerli yapan şey; varlıklar basamağında ilerleyerek cansız maddeden bitkiye ve hayvana, ondan da insana yükselten evrimin, insanlığı Allah’a yaranma sevgisine ulaştırmasıdır. Allah’a yaranmayı hayatının gayesi yapan insan, faziletli insandır. Faziletli insanların bir arada yaşadıkları belde ise ‘bahtiyar belde’dir. Bizi Allah’a götüren ruhçuluk, faziletli insanı yetiştirir. Sosyalizm, ‘bahtiyar belde’nin hayat planıdır.

Sosyalizm, asrımızda hiç benzeri görülmemiş şekilde çiğnenen kul hakkı davasıdır. İnsanlar âleminde de Darwin’in bütün canlılar dünyası için anlattığı hayat savaşı hâkimdir. Kuvvetli zayıfı yok ediyor. Kuvvetin saltanatını koruyan; damarlarımızın yapısına aşılı olan ihtiraslarımızdır. Bu sebepten, dünyamızda her zaman “insan insanın kurdu” olmuştur. İnsanları yeryüzündeyken birbirlerinin zulmünden koruyacak kuvvet, adil devletin otoritesidir. Bu otorite geçmişteki insanlara karşı zaman zaman zulüm vasıtası olarak kullanıldığından, insanlığı himayeden mahrum bırakmak için bu olayı fırsat bilen Yahudi cemaati tarafından Fransa ihtilalinden sonra Avrupa milletlerinde, asrımızın başında ise bizde tekmelendi ve milletler kendi içlerindeki hayat savaşına terk edildiler. Buna demokrasi ve hürriyet adını verdiler. Hürriyet; kuvvetini serbestçe kullanma yetkisidir ve kuvvetin insanda bağlandığı şeyler çok ve çeşididir. Bedenin kuvveti vardır; pençe ve yumruk kuvveti vardır; paranın kuvveti vardır; kalem kuvveti, fikir kuvveti vardır; ruh kuvveti, ahlak kuvveti vardır; din kuvveti, hakkın kuvveti vardır. Hürriyet bunların hangisinin hâkimiyetini sağlayan serbestliktir?

İnsan her şeyden önce egoist varlıktır. Bedenin hazlarıyla menfaatlerini arttıran, onları şaha kaldıran kuvvetleri kullanmak ister. Saydığım şeylerin hepsinden önce, hepsinden çok maddi menfaatlerini çoğaltma hürriyetini kullanmak ister. Geçen asırlarda insan, hakkı olan bahtiyarlığı araştırma yolunda hazlarıyla menfaatlerini arttıran sarayların etrafında, zulüm gören ve zulüm yapan, kendinden yukarıdakinin zulmüne boyun eğen ve kendinden aşağılarda bulunanlara zulüm yapan zorba-esirler halinde halkalanıyordu. Batı’da, geçen asırda, bize asrımızın içinde hâkimiyetini kuran büyük sanayinin sofrasında bütün halk kütleleri cemiyetin her tarafından zorba-esirler halinde halkalandı. Vaktiyle yalnız hükümdar sarayı etrafında zorba-esirler topluluğu vardı. Şimdi sanayi ve iktisat âleminde merkezileşerek cemiyetin her sahasına dağılan büyük küçük, sayıları pek çok zorba-esir daireleri meydana çıktı. Yahudi dünyasının planladığı demokrasi rejimi bunların hepsine hürriyet ve hâkimiyet bağışladı. Şimdi her sahada zulüm ve zalimler türedi ve kuvvet bunların ellerinde bulunduğundan, onların hürriyeti; insanlığı ezmekte ve inim inim inletmektedir. Zulüm bir elden yüzlerce, binlerce ele dağıldı. Zalimler evvelce sayılı fertlerken, şimdi cemiyetin her tarafına yaygın şebekeler halindedirler. Toplum sahnesinde güler yüzler, onların çılgın ve sarhoş yüzleridir. Mazlumların feryadı bunların naraları arasında kaybolup gitmektedir. İçimizde kimler hür yaşıyorlar?

Tüccar ve satıcı, malını istediği fiyata satmakta hürdür. Buna muhteşem liberalizm sistemi derler. Bu toprağın bin yıllık çilesi ile beslenip yetiştirilen gençler ve işçi kafileleri çok kazanmak hırsıyla koştukları yabancı ülkelerde çalışmak ve bunca cihatların Hakk’a davet uğrunda kanını akıttıkları milletlerin, çocuklarına, hem de seve seve, hizmet etmekte hürdürler. Buna seyahat ve çalışma hürriyeti deniyor.

Gazeteler, habis kazanç emelleriyle milleti her gün rezil etmek, fertleri ve zümreleri birbirlerine saldırtıcı fesatlar tertiplemek, vatanıma düşman davaları hançer gibi onun bağrına sokmak ve sindirmek, insanlığı hayvanlaştırma yolunda birbirleriyle yarışmak hususunda hürdürler. Buna basın hürriyeti derler.

Sayısı her gün artan neşriyat ve köylere kadar sokulan sinemalar, bir yandan çocuklarımızı bayağı zevklerle en düşük duyguların esiri otomatlar haline getirirlerken, öbür taraftan din adına insan ruhuna çevrilmeyen dinî telkinler, onu kindar otomatlar gibi kalıplaştıran birer tehlikeli cihaz olmaktadırlar.

Halkımızı yer yer hayvanlar gibi süründürüp cinayetlerin ve çeşitli faciaların yaptırıcısı alkol; sınırdaki köylerden büyük merkezlere kadar yurdumuzda bir yangındır bugün. Öyleyken o da serbesttir. Bu da içki serbestliğidir.

Okuldaki delikanlı, boykot ve nümayiş hakkının, hürmet denen ilahi duyguyu bütün bütün ezip de yok etmek için, en sabi yavrulara kadar verilmesini isteyerek sarhoştur. İlim mabedi olan mektep, bugün öğretmenler için bir çile yeridir; gençler içinse bir isyan ve fesat yuvası. Bu mabetteki genç ruh, hayvanî hürriyetlerinin hepsini elde etmek için çırpınmaktadır. Öyle zannediyorum ki insan ruhunun Allah’a ulaşabildiği bu mabetle, yakında insanlığın iflası ilan edilecektir. Bu, öğrenci hürriyetidir.

Zevkleri besteleyen ve iradeleri uyuşturan terennümleriyle şarkıcı sanatkâr ve mevlitçi hoca, Allah kelamını da aynı emel dairesinde kazanç sermayesi yapan hafız, duygusuz, ruhsuz ve Allahsız haykırışlarıyla halkı soymakta hürdürler. Bu da sanat ve din hürriyetidir.

Esasen etrafımızda açların ve yoksulların duyulmayan feryatları arasında en çok kazananlar; halkı uyuşturanlar, aldatabilenler, şuurları büyülemesini bilenler, bir kelime ile uyutarak dolandıranlardır. Önce seri halinde otomobil yaparak milyonların emeğini istismar eden patron hür olduğu gibi, sonra da otomobili eline geçiren şaki, şerir, vatansız, merhametsiz, mesuliyet ve vicdan bilmeyen şoför ve azgın, şımarık araba sahibi, vatanın yolları kendi öz malı ve kendi malikânesi imiş gibi fütursuzca arabasını sürerek, kendi hayat hakkını bile aramasını bilmeyen zavallı halkı zalimane ezip geçmekte ve ruhlarına bir an bile huzur bırakmamakta hürdürler. Buna da taşıt hürriyeti derler.

Radyo idaresi gibi, şehrin sebze ve meyve hali, bir de bunların yanında muhtar üniversitesi hürdür. Her biri, milleti hiçe sayan, devletten ayrı bir devlet, bir derebeylik, imparator kılıcını kullanan birer derebeyliktir. Yayım hürriyeti, ticaret hürriyeti ve öğretim hürriyeti gibi kâbuslar, şehri ve mukaddes beldeyi her tarafından kuşatmışlardır.

Hür olan bütün bu şerir kuvvetlerdir, bunların esir ettikleri ise mazlum ve zayıf halk kitlesidir. Demokraside bu halk kitlesinin içinden zulüm silahını eline geçirebilenler de hürriyetine kavuşuyor. Doktor, avukat ve mühendis gibi serbest meslek sahipleri halkın maddi ve manevi sefaletine pençesini geçirince zalimler kafilesine katılıyorlar. Hatta gümrükçüler, sahte şoför ehliyeti verenler ve küçük esnaf bile hürriyet adıyla zulümlerini yapıyor ve çalışarak ekmeğini helalinden kazananları kıvrandırmasını biliyorlar. Peynire kanserli maya, sütlere verem mikrobu, kala ve emsali içkilere kanserojen maddeler karıştıran, ilaçları hileli yapan, mikroplu suları menba suyu diye halka içiren kurumlar ve bunlarla işbirliği yapan idare adamları da hürdür.

Hâsılı, milletin maddi ve manevi cinayetini hazırlayan bütün kuvvetler hürdür ve eğer halkının yüzü güldüğü bir belde arıyorsanız; işte böyle beldelerde demokrasi sayesinde bu cinayetlerin sahibi olanlar bol bol gülüyor. Seyyahlar dikkatle seyretsinler; demokrasinin hâkim olduğu memleketler, hep gülen yüzlerle doludur. Hürriyeti seçenler, bu cinayetlerin hepsini hoş görüp alkışlayanlardır. Bu memleketlerde gülen yüzler, bol çalan tüccarlarla; serbestçe bıçaklayan kanundan korkusuz hür katilin yüzü; hayâdan sıyrılmış sarhoş gençliğin yüzü; imar idaresinde kanunları dolandıran mühendis ve müteahhitler; müvekkilini sayan hak satıcısı avukatın çehresi veya fakirler izbesinde inleyerek can verirken onların hakkını da hayatını da çiğnemeyi hak sayıp zenginden kopardığı sekiz on bin liraya ameliyat yapan doktorun utanmaz yüzüdür. Hatta belediye zabıtasına küçük bahşişini sıkıştıran işportacı da sevinçten gülecektir. Sokaklarda sürünen boykotçu gençlik alayları, edeple hayâyı protesto eden naralarla gülüyorlar. İmtihanını kopye ile veren genç gülmez mi? Korkunç bir inkılap fırtınası ile soyunan aile kızlarının iffeti ile eğlenen delikanlı gülmesin mi? Bir akşam eğlencesinde içerek sızan yüzlerce aile halkının cebinden kasasına, oturduğu yerde yüzbinleri devşiren gazinocunun yüzü gülmez mi hiç? İçi leş gibi kokup çürüdüğü halde, bir akşam binlerce elin alkışlarıyla gururlanmış, sinirleriyle cinsiyetinden başka varlığı kalmamış şarkıcı kızlar da gülüşmez mi? Partisi iktidara gelerek millet servetini soymak ve ailesi arasında paylaşmak emellerine ulaşmış devlet adamı, öyle sırıtmaz mı? Karısının yarı çıplak, salonlarda göbek attığını dostlarıyla viski içerken seyreden medeni aile babası da gülmesin mi öyle? Çocukluğunu mısır tarlasında çapa sallamakla geçirdikten sonra büyük şehre gelip beş-on sene duvarcılık yaparak birkaç vurgunla hanlar apartmanlar sahibi olan zengin, otomobiline yaslanıp purosunu yakarken ta karnından gelen hayvanî gülüşle elbette gülecektir.

İşte gülen yüzlerle dolu büyük şehirlerde demokrasinin yarattığı neşe bu insanların çılgınlığından doğmaktadır. Bu cellat, neşenin; şuurları boğan, vicdanları tekmeleyen, hakkın katili olan gerçek zemini ve zehirli kaynağı, insanlığın üstüne kalın bir matem perdesi geriyor. Çalışanlar gülmüyor, çalışmadan kazananlar gülüyor. Bin türlü dalavere ve dolandırıcılık yollarıyla insanlığı sömüren hünerbazlar gülüyor. Varlığımızı kapkara bir çukura yuvarlayan, büyük şehirlerin sahnesinde çalkalanan kalabalıkları güldüren hürriyet, hakkın ve çalışan insanlığın, ruhu ile yaşamak isteyenlerin esaretini hazırlamaktadır.

Bugün evladınızı bir edep mektebinde okutmak hürriyetine sahip değilsiniz. Kızlarınızı iffete uygun kıyafette okula gönderemezsiniz. Milyonların tahtına oturmadıkça, gazete çıkarıp halka duyuramazsınız. Dünyada yahudi saltanatını yaşatan mason locasının hizmetine girip ona kul olmadan ne basında sesinizi duyurabilir ne de üniversitede bir davanın yürütücüsü olabilirsiniz. Gazetelerle radyonun her gün, her saat saçtığı mikroplardan ailenizi, insanınızı, hatta köylünüzü bile koruyabilecek hürriyetiniz yoktur. Mikropsuz bir bardak su bile içecek hürriyetiniz olmadığı halde, istediğiniz alkolü istediğiniz yaşta ve yerde içebiliyorsunuz.

Şerrin bu müthiş saltanatı kendi hürriyetiyle akıl, iman, şeref, namus, hak ve vicdan adıyla insanlığımızın sahip olduğu bütün değerlere saldırmaktadır. Ve bu yüksek değerler onun elinde esirdirler. Hak, devlette; haysiyet, alış-verişte; din, hocaların dini satan ellerinde esirdir.

Bu esaret zincirini kırıp da temel yapısı ruh ve ahlak olan varlığımızı istiklale kavuşturacak savaş ne olabilir? İnsanı insan yapmadan ve insanlık cevheri diye bir şey tanımadan sadece bugünkü bozuk düzeni yıkmak isteyen komünizm, bugünkü esaretin yerine bir hayvan cemiyeti, bir kin ve beden insanlığı getirmek istiyor. Bugünkü mason esaretinin yerine böyle bir komünist maddeciliğinin esaretini getirmek boşuna yorulmak ve boş yere kan dökmektir.

Kurtuluş, ancak ruhları Allah yolculuğunda selamete ulaştıracak, ruhçu ve İslamcı bir sosyalizmin eseri olabilir. Bu zafere ulaşmanın şartı ve çaresi ise hakkın ve vicdanın katili olan hürriyetleri yok ederek, onun yerinde, çalışanların, düşünenlerin, sevenlerin ve acıyanların haklarıyla hürriyetlerini yaşatabilmektir.

Biz bedenin zalim hazlarıyla çılgınlaşarak gülen yüzler istemiyoruz. Onlar kendi naraları arasında mazlumların boğulan feryadını hazırlıyorlar. Bize mazlumların, hakkı ile vicdanına birlikte kavuşmuş sevinci ve zalimlerin de ruhlarındaki kirlerden temizlenerek güzelleşen yüzlerinin neşesi lazımdır. Sevinçle merhametin, aşk ile saadetin birleştiği yüzlerdeki vakar ve necabet, ‘bahtiyar belde’nin insan yüzlerinde parıldayan bayrağıdır. Hilekâr ve habis yahudinin çirkef bakışını, ondaki saadet alameti sayan, zulümlere hayran gönüller kendi içlerini yoklasınlar. Orada gerçek saadet ve kendine yeterli tatmin yerine, muradına ermiş kin ile kızgın haset fırtınasından başka bir şey bulmayacaklardır.

Huzur içinde durulmuş, kaderine minnetle gülümseyerek Allah’a çevrilmiş bakışlar, aradığımız ‘bahtiyar belde’nin ilahi manzarasıdır. Her birinin başkasının lokmasındaki bolluğa bakarak Allah’ına şükrettiği, fertlerinin cemaate hizmet sevdasına kendini bağışladığı sosyalizm, İslam sosyalizmidir. Ancak böyle bir belde, saadetle fazileti birlikte sunarak, insanları Allah’a yaklaştırabilir.

Bu mânâda, sosyalizm devrimizin şeriatıdır.

__________________________

Nureddin TOPÇU, İstanbul’da doğdu (1909). Sorbon’da felsefe doktorasını tamamladı (1934). Galatasaray Lisesinde felsefe öğretmeni oldu (1935). Daha sonra İzmir Atatürk Lisesi’ne tayin edildi. İzmir’de Fikir ve Sanatta Hareket Dergisini çıkarmaya başladı. Aynı dergideki “Çalgıcılar” yazısı yüzünden Denizli’ye sürüldü. İstanbul Haydarpaşa Lisesi’ne tayin edildi. Vefa Lisesinde ve son olarak İstanbul Erkek Lisesinde öğretmenlik yaptı. Bu görevden 1974’te emekliye ayrıldı. 1975 yılında İstanbul’da vefat etti.