Peyami SAFA: MEHMET ÂKİF GELDİ (1936)

MEHMET ÂKİF GELDİ

Peyami Safa

Âkif’in şiiri, içinde bir güneş hülâsası taşıyan pır­lanta kırıntısı gibi, ancak üstünde bir kuyumcu parmağının oyabileceği ince bir sanat işi değil, kayadan yontulmuş dimdik, koskoca bir âbide hacmiyle zamana ve mesafeye meydan okuyan sapasağlam bir heykeltraş eseridir. Yarınki nesillerin Çanakkale’de ve Sakarya’da bir âbide arıyan gözleri, bu toprağın altında kefensiz yatanların bir tek tesellisi olarak, onun şiirini görecektir. Mehmet Âkifsiz Boğazlar müdafaasının ve İstiklâl Harbinin destânı. bir vakanüvisin kale­minden çıkan alelade ve kupkuru bir zabıt varakası hâlinde kalacaktı. O tarihlerde bütün Türk şairlerinin ne ile uğraştıklarını soracak olan yarına, Türk edebi­yatı namına Mehmet Âkif’den başka hangisi cevap verebilecektir.

Biz, vatanından bir lâhza cüda düşmemek için cânını ve canânını fedâ etmeğe hazır olduğunu bildiğimiz bu insanın onbir senelik ayrılığında doğan hasre­timizi, kendisine lâyık bir derecede ifâ edememiş olmakla da ayrıca mes’ulüz. Bu hasret, İstanbul’a geldiğinin ilk günlerinde, Mithat Cemal gibi onu yalnız bırakmıyan birkaç vefalı adamın gözlerinde, büyük şa­irine karşı vatanın bütün sevgisini teksif etmek gibi ağır ve ulvi vazife yüklenerek, daracık bir hastahane duvarları arasında kalmış, mahpus bakışlarıyla kendisine arzedebildi.

Zararı yok, bazan bütün bir memleketi, birkaç adamın vefası temsil eder.  
1936