ANKARA ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
DÜŞMANLIĞI’NIN
TARİHÇESİ:
YAŞAR KUTLUAY VE OSMAN TURAN’IN DEVLET GAZETESİNDEKİ SAVUNMALARI
Prof. Dr. İbrahim MARAŞ
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin 70. kuruluş yıldönümünü kutladığımız bu yıl Yaşar Kutluay’ı anmadan geçmek olmaz (şahsen Fakülte’den ayrı olarak tek başına kutladığımı ve bu konuda tarihe miras kalacak bazı yazılar yazdığımı belirtmek isterim). Sönmez Kutlu hocamızın bugünkü ilgili paylaşımında sayın Süleyman Hayri Bolay hocamızdan nakille söylediği “eğer yaşasaydı İlahiyatlar ve Fakültemiz çok farklı olurdu” ifadesini haklı kılacak merhum Kutluay’a ait bir bilgiye yer vereceğiz.
Merhum Kutluay, 7 Nisan 1969’da yayın hayatına başlayan ve haftalık çıkan meşhur Devlet adlı gazetenin birinci sayısında “Türkiye’de Din Eğitimi” başlıklı bir yazı yayımladı. Yazının başlığı, “Türkiye’de Din Eğitimi” idi. Zannettiğiniz gibi sıradan bir yazı değil çok cesur bir çıkıştı. Yazısında Türk toplumunun en önemli eski hastalıklarından birinin, ıslah etmek yerine yıkmak ve ortadan kaldırmak olduğuna işaret eden Kutluay, din eğitimi kurumları için de aynı husustan bahsetmektedir. O, hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet döneminde aynı şeylerin yapıldığını ve Tevhid-i Tedrisat’ın gereği yerine getirilmediği için dini bilginin ve bununla ilgili eğitimin öksüz kaldığını belirtmektedir. Hükümetlerin basiretsizliği ve öngörüsüzlüğünden bahseden Kutluay, dini eğitim veren okulların bulunmamasının bu hizmetlerin olmaması anlamına gelmediğini söylemekte, nitekim binlerce din hizmetlisinin sözde özel kurumlar tarafından yetiştirilen müspet ilimlerden ve hatta ilimden bütünüyle habersiz “çeyrek” veya “yarım” din görevlilerince yerine getirildiğini ve bunların Diyanet tarafından görevlendirilmek durumunda kalındığını ifade etmektedir. Aynı talihsizliğin 1949-1953 yılları arasında açılan İmam-Hatip mekteplerinin öğretmenleri ve programları ile alelacele açılan Yüksek İslam Enstitüleri için de geçerli olduğunu öne süren Kutluay, bu kurumların program ve hoca yapısının 20 yıl boyunca pek değişmediğinden yakınmaktadır. Bununla birlikte, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin 1949’daki kuruluşundan 20. yılına kadar, bütün olumsuzluklara rağmen, ciddi bir tekâmül gösterdiğini de vurgulamaktadır. Kutluay, yazısına Devlet’in 21 Nisan 1969 tarihli 3. sayısında devam etmekte ve burada da din eğitiminin Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile garanti altına alınmasına rağmen, birileri tarafından dinsizleştirme politikası uygulandığını söylemektedir.
Yaşar Kutluay’ın bu yazıları yazma sebebi; o günlerde, haksız yere Fakülte’den atılan iki erkek ve bir kız öğrencinin haklarını savunmak için yapılan 1968 baharındaki öğrenci boykotu sebebiyle/bahanesiyle üst makamlarda fısıltı halinde dolaşan “Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin, lağvedileceği veya başka bir Fakülte’ye bağlanacağı” dedikodusudur. Nitekim dönemin 27 Mayıs 1969 tarihli Cumhuriyet gazetesi, baklayı ağzından çıkarmış ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin, “fonksiyonunu kaybettiği, öğrenciler ile öğretim üyeleri arasında ikilik olduğu ve irtica odağı haline geldiği gerekçesiyle lağvedileceği veya başka bir Fakülte’ye (DTCF ve Hukuk Fakültesi’ne) bağlanacağı” haberini vermiştir. Cumhuriyet gazetesi, Söz konusu kararın Ankara Üniversitesi senatosu tarafından oluşturulan ve Basın Yayın Yüksek Okulu Müdürü Feyyaz Gölcüklü, Prof. Faruk Erem, Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Uğur Alacakaptan ve Prof. Safa Reisoğlu’ndan oluşan komisyonun raporuyla alındığını duyurmuştur. Söz konusu raporun aylar öncesinde hazırlandığı bilindiğine göre Kutluay, bu rapor hazırlığını duymuş ve buna göre bazı yazılar yazmıştır.
Kutluay’ın yazılarını yayımladığı Devlet gazetesi de bu vahim olayla yakından ilgilenmiş, 2 Haziran 1969 tarihli 9. sayısında Cumhuriyet gazetesinin haberini “İlahiyat Düşmanlığı” başlığıyla duyurmuş ve yerden yere vurarak, böylesi komik bir raporu hazırlayan komisyon üyelerinin “insanlık haysiyeti” taşımadıklarını ve “ilim adamlığı ile hiçbir alakalarının olmadığını ilan etmiştir. Devlet gazetesi, haberine eğer İlahiyat kapatılacaksa bütün Fakültelerin kapatılmasının gerekeceğini, bilhassa ODTÜ başta olmak üzere, birçok Fakültede sol fraksiyonların hakim olduğunu da ilave etmekte ve ekte verdiğimiz Fakülte resmini, “Kim kapatacakmış görelim!..” alt yazısıyla paylaşmaktadır. Devlet gazetesi bununla da kalmamakta aynı sayıda meşhur tarihçimiz ve dönemin Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Osman Turan’ın, “İlahiyat Fakültesi Kapatılacakmış!” başlıklı sert bir yazısını yayımlamıştır. Osman Turan, yazısında aydın ihanetini, kültüre, tarihe, tarih şuuruna, dile ve maneviyata yapılan cinayetleri dile getirmekte ve Türk toplumunun cinnet geçirmekte olduğunu ifade etmektedir. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin daha kuruluşunda bile materyalistleri ve dindar “çürümüş muhitleri” rahatsız ettiğinden ve söz konusu kurumu “şeytaniyat fakültesi” gibi göstermek isteyen zümrelerden bahseden Turan, İlahiyat Fakültesi’nin, bütün engellemelere rağmen, ciddi bir ilim müessesesi olma yolunda ilerlediğini, ilmi ve milli vazifesini yerine getirdiğini söylemektedir. Bu kapatma kararını veren akademik komisyonunun aslında kendi kendilerini inkâr ettiklerini belirten Turan, özgür kürsüler olan bilim yuvalarının kapatılmasının medeniyet tarihinin nadir görülen cinayetlerinden ve ahmaklıklarından biri olduğunu da eklemekte ve Türk milletinin buna müsaade etmeyeceğini açıkça beyan etmektedir.
Devlet gazetesinin 7 Temmuz 1969 tarihli 14. sayısı, konuya dair son noktayı koymakta ve bu sayısında Yaşar Kutluay’ın bu saçma raporla ilgili son karar mercii olan Ankara Üniversitesi Senatosu Üyelerine yazdığı “Açık Mektup”a yer vermektedir. Kutluay, bu mektubun sonuna İlahiyat Fakültesi Genel Kurulu’nun 28 Mayıs 1969 tarihinde rapora karşı, ittifakla aldığı, 7 maddelik karar metnini de koymuştur. Beş profesörün hazırladığı raporun “İlahiyat Fakültesi’nin ölüm fermanı” olduğundan söz açan Kutluay, senato üyelerinden 20 yıl önceki ilim ve tarafsızlığı ve de haysiyeti korumalarını istemektedir. Kutluay, mektubunda rapordan alıntılar yaparak bunu hazırlayanların tarafgirliğini, çelişkilerini ve art niyetlerini Üniversite Senatosu’na göstermeye çalışmaktadır. Mesela, raporda, Fakülte bir taraftan dini ilimlere gereken önemi vermemekle suçlanırken diğer taraftan da irtica odağı haline gelmekle suçlanmaktadır. Kutluay, mektubunun sonunda İlahiyat Fakültesi Genel Kurulu’nun, adı geçen raporu: “İlim zihniyeti ile bağdaşmaz, peşin hükümlü, objektiflikten uzak, maddi delillerden mahrum, hissî bir ithamnâme” olarak gören kararlarına yer vermiştir.
Görüldüğü üzere Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin düşmanları ne sadece Hanefi görünümlü selefiler ve tarikatçı siyasal İslamcı zihniyettir, ne de özgürlükçü ve çağdaş geçinen jakoben Kemalistlerdir. Millet ve maneviyat düşmanı sol, komünist çevreler de her zaman bu Fakülte’nin karşısındadırlar. Ancak o günlerden bugüne değişen önemli bir husus vardır: Fakülte’ye diş geçiremeyen sözde dindar ve siyasal İslamcı çevreler, 1960’lardan sonraki süreçte, ülkedeki siyasi hayatla paralel olarak, Fakülte’nin kadrolarını ele geçirme yarışına girmişler ve maalesef bu konuda belli oranda başarılı da olmuşlardır. Bu kesimlerin ötekileştirici ve kendilerinden başkalarını yok sayıcı zihniyetleri ile 1969’daki Fakülte’yi kapatmak isteyenlerin ötekileştirici ve kendilerinden başkalarını yok sayıcı zihniyetleri arasında çok büyük bir fark bulunmamaktadır. Bu konunun detayını ve ilmî objektifliği, hakkaniyeti, geniş çerçeveden ve eleştirel bakmayı esas alan Ankara İlahiyat Ekolü’nün nasıl ideolojik, dar bakış açılı (gelenekçi/modernci/tarihselci) ve siyasal İslamcı bir Ankara Okulu’na dönüştürülmeye çalışıldığını bir başka yazımızda ele alacağız. Bütün bu engellere rağmen Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, bir ekol olarak, ilmi mücadelesine devam edecektir.
KAYNAK: İbrahim Maraş / Sosyal Medya