TASAVVUFUN
İSLÂM SAN’ATLARINA
TESİRİ
Necdet TOSUN
İslam sanatlarından şiir, musikî, hat, ebrû gibi sahalarda eser verenlerden bir çoğunun hayatı incelendiğinde tasavvuf kültürüyle ve tekkelerle ilişkili kişiler oldukları görülmektedir. Hz. Mevlânâ’nın altı ciltlik Mesnevî’si Farsça ve nazım (şiir) olarak yazılmıştır. Sa’dî Şîrâzî ve Ferîdüddin Attâr da Farsça manzum eserler yazan büyük mutasavvıf ve şâirlerdendir. Türk edebiyatının Hoca Ahmed Yesevî, Yunus Emre, Niyâzî Mısrî, Şeyh Gâlib gibi en önemli isimleri tekke muhitlerinde yetişmiş sûfîlerdir.
Sanat, zevk-i selim sahibi, duygu yönü ön planda olan insanların başarılı olabileceği bir sahadır. Tasavvuf da insanın duygularına hitap eden, ince ruhlu insanlar
yetiştirmeye çalışan bir eğitim sistemidir. Öte yandan sanattaki başarı, uzun yıllara yayılan bir sabrın sonucudur.
Tasavvufta da nefsi terbiye etmek için bazı zorluklara sabretmek en önemli esaslardan biridir. Bu sebeple tasavvuf ve sanat her zaman birbirine yakın olmuşlardır. Eskiden
beri, aklî yönü ön planda olan insanlar medrese ilimlerinde, duygu yönü ön planda olanlar da tasavvuf yolunda ilerlemeye daha müsait kişiler olarak görülmüştür.
İslam sanatlarından şiir, musikî, hat, ebrû gibi sahalarda eser verenlerden bir çoğunun hayatı incelendiğinde tasavvuf kültürüyle ve tekkelerle ilişkili kişiler oldukları görülmektedir. Hz. Mevlânâ’nın altı ciltlik Mesnevî’si Farsça ve nazım (şiir) olarak yazılmıştır. Sa’dî Şîrâzî ve Ferîdüddin Attâr da Farsça manzum eserler yazan büyük mutasavvıf ve şâirlerdendir. Türk edebiyatının Hoca Ahmed Yesevî, Yunus Emre, Niyâzî Mısrî, Şeyh Gâlib gibi en önemli isimleri tekke muhitlerinde yetişmiş sûfîlerdir. Tasavvuf düşüncesinin coşkunluğu olmadan Yunus’un:
“Aşkın ile âşıklar
Yansın ya Resulullah
İçip aşkın şarabın
Kansın ya Resulullah”
dizeleri söylenebilir miydi? Tasavvuf düşüncesinin derinliği olmasaydı Niyâzî Mısrî’nin:
Kahrı lütfu şey’-i vâhid bilmeyen çekti azâb
Ol azâbdan kurtulup sultân olan anlar bizi.
Zâhidâ ayık dururken anlamazsın sen bizi
Cür‘a-i sâfî içüp mestân olan anlar bizi.
dizeleri dile gelebilir miydi?
Şiirde olduğu gibi mûsikî sahasında da en önemli şahsiyetlerin tekkelerden yetiştiği görülmektedir.
XVII. asrın büyük mûsikî üstâdı Hâfız Post’un Halvetiyye tarîkatına müntesip olduğu tahmin edilmektedir.
“Tende canım, canda cânânımdır Allah Hû diyen” mısraı ile başlayan acem durağı ve “Vakt-i seherde açıla perde” mısraı ile başlayan nevâ ilâhisi Hâfız Post’un en seçkin besteleri arasındadır. Aynı yüzyılın en kuvvetli şâir, bestekâr ve hânendelerinden olan Buhûrîzâde Mustafa Itrî (ö. 1123/1711) Mevleviyye tarîkatına müntesip bir dervişti.
Yenikapı Mevlevîhânesi’ne devam ederek Câmî Ahmed Dede’ye bağlanmıştı. Osmanlıdan günümüze miras kalan ve İslam dünyasında bir benzeri olmayan meşhur segâh tekbîr ve salât-ı ümmiyenin bestesi de Itrî’ye âittir.
XVIII. asırda İstanbul’daki Galata Mevlevîhânesi şehrin en önemli mûsikî merkezlerinden biriydi. Türk musikî nazariyâtına ilk eğilenlerden Nâyî Osman Dede bu tekkenin şeyhi idi. XIX. yüzyılın meşhur musikî bestekârı İsmail Dede Efendi (ö. 1846) Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Ali Nutkî Dede’ye mürid olmuştu. “Ey büt-i nev-edâ olmuşum mübtelâ” mısraıyla başlayan uzzal şarkısı, “Yine
neş’e-yi muhabbet dil ü cânım etti şeydâ” mısraıyla başlayan hicaz yürük semâîsi, “Bir ismi Mustafa bir ismi Ahmed” mısraıyla başlayan uşşak ilâhi, “Yine bir gülnihâl aldı bu
gönlümü” mısraıyla başlayan şarkısı Dede Efendi’nin en meşhur eserlerindendir.
Diğer İslam sanatlarında olduğu gibi, hat sanatının önemli ustalarının da tasavvuf ve tekke kültürüyle bağlantılı olması şaşırtıcı değildir. Nakşbendî şeyhlerinden Hicâz’da mukîm Muhammed Cân Efendi’nin mürid ve halifelerinden Kazasker Mustafa İzzet Efendi (ö. 1293/1876) Ayasofya Câmii’ndeki büyük ta’lik levhaları yazan kişi idi.
Sülüs ve nesih yazıda zamanının Hâfız Osman’ı kabul edilirdi. Resim sanatıyla uğraşan sûfîler de olmuştu. Yenikapı Mevlevîhânesi müdâvimlerinden ve Yusuf Zühdî Dede’nin
mürîdlerinden Leylek Hasan Dede (ö. 1243/1827) çokça leylek resmi çizen ve bazı hat yazılarını leylek şeklinde istif eden bir kişi idi.
Tezhîb sanatında da dervişlerin etkin olduğu görülür. Meselâ XIX. yüzyılda Mevlevî müzehhibleri arasında adı geçenler, Rokoko tarzı tezhipler yapan Hacı
Dede, Mevlevî Süleyman Efendi ve Nakşî Dede’dir. Bu sanatçılar, vazolu vazosuz çiçek buketleri, demetler ve tek çiçek yapan sanatçılar arasında sayılır.
Ebrû sanatını Orta Asya’dan Anadolu’ya getiren kişi de bir Nakşbendî şeyhi idi. Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi şeyhi Sâdık Efendi (ö. 1262/1846) Buhara’da iken öğrendiği ebrû sanatını iki oğluna, Şeyh İbrahim Edhem ve Nâfiz Efendi’ye öğretmiş, bu sanatın İstanbul’da ve Anadolu’da yayılmasını temin etmiştir. İbrahim Edhem Efendi’nin
ebrû talebelerinden bazıları Necmeddin Okyay (ö. 1976), Sâmi Efendi (ö. 1912), Aziz Efendi (ö. 1934) ve Abdülkâdir Kadri Efendi’dir (ö. 1942).
Hulâsa sanat, duygu, aşk ve sabır işidir.
Tasavvuf da duygu, aşk ve sabırdan başka bir şey değildir. Bu sebeple İslam sanatlarıyla meşgul olan en meşhur sanatkârlar, tasavvuf ve tekke muhitlerinde yetişmiştir.