Prof. Dr. Osman TURAN: “Ey Türk Milleti, titre ve kendine dön!”

 

 

 

 

 

 

 

“Ey Türk Milleti,

Titre ve Kendine Dön!”

Prof. Dr. Osman TURAN

Bu başlık, bugünkü duruma uygun geldiği için, oniki asır önce yaşayan Göktürk hükümdarı Bilge Kağan’ın kitabesinden alınmıştır. Filhakika Türkiye çok sağlam bir tarihî mirasa ve ahenkli bir içtimaî bünyeye sahip olduğu, millî birliğe kavuştuğu ve geniş iktisadî ve coğrafî imkânlar karşısında bulunduğu, nihayet istilâ ve isyanlara maruz kalmadığı halde mânevî buhranlar, siyasî sarsıntılar, ahlâkî ve iktisadî ızdıraplar içersinde kıvranmaktadır. İmparatorluğun çöküntü devrinde bile Türk Cemiyeti millî birlik ve mefkûre şuûruna, içtimaî ahenge ve ahlâkî yüksekliğe sahipti. Böylece, tarihî kudret ve hayatiyetini muhafaza eden milletimizin siyasî, ahlâkî ve ideolojik sarsıntılarla uğraması sebep ve mes’ullerini, burada, izaha girişmek imkânsız olduğundan, sadece Bilge Kağan’ın Türk milletine bildirdiği fikir ve yaptığı ihtarların bir kısmı nakledilecektir.

Türk hakanı: “Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığı zaman ikisi arasında kişi oğlu ve insanlar üzerinde de ataları”nın hüküm sürdüğünü belirterek söze başlar. Bu ifade kendi cihan hâkimiyetlerine inandıklarına dair ideallerinin de bir örneğini teşkil eder. Bilge Kağan kendisinden iki asır önce gelen ecdadına aid bir devrin hikâyesini ve kudret kaynağını anlatırken de o zamanda Gök-Türk devleti hakan ve yüksek memur (buyruk)larının akıllı ve kahraman olduğunu, beyler ile hakan arasında ahenk bulunduğunu; bu sayede dört tarafta düşmanları sulha ve hükümleri altına almağa mecbur ettiklerini ve böylece Türk ülke ve kanunlarını nizâma koyduklarını anlatır.

Orhun kitabelerine göre Bilge Kağan, Çinlilerin bu devleti beyler ile halk arasında nifak yaratmak, aralarındaki ahengi bozmak suretiyle yıktıklarını söyler. Bu münasebetle de sonradan gelen beylerin, eskileri gibi akıllı ve kahraman olmadığını, zira Çin tesirlerine kapıldıklarını belirtir ve bu sebeple “Atalarından kalan Türk milletinin devlet ve yurtlarını zevale” uğrattıklarını acı ve haklı olarak izah eder.

Bilge Han’a göre bu esaret devrinde Türk halkı (Kara budun) şöyle diyordu: “Ben devleti ve Kağan’ı (padişahı) olan bir millet idim şimdi devletim ne oldu? Kim için çalışayım ve kime kazanayım! Hakanım nerede diyerek Çin İmparatoruna karşı harekete geçmiş.” Nihayet “Türk Tanrısı Türk milleti yok olmasın diye” Allah’ın, babasını ve kendisini yüceltip tahta çıkardığını bildirir. Bundan sonra Türk hakanı “Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım, Allah’ın yardımı ile milletimi dirilttim” diyerek kendi devrine temas eder. Bunu müteakip milletine kudreti ve felâketinin sebeplerini anlatırken de Bilge Kağan, millî imanını çok canlı bir şekilde belirtir: “Ey Türk ve Oğuz beyleri, milleti! Üstte gök çökmediği altta yer delinmediği halde senin devlet nizâmını ve millî an’anelerini (ilini, türeni) kim bozdu? Ey Türk milleti, artık titre ve kendine dön!”

Türk hükümdarı, tarihte misli görülmemiş bu millî duygu ve görüşle milletini uyandırırken de ideolojik bir inkılâp olmadıkça hiç bir dış kuvvetin devletini ve milletini yıkamayacağını, ancak millî kültür ve an’anelerini kaybetmesi ve nihayet millet ile aydınlar arasında ahengin bozulmasıyle felâketin gelebileceğini meydana kor ve bu sebeple hem millî inancını belirtir, hem de acı ihtarlarını yapar. Türk milleti bugün de bozguncu yabancı tesirler ve bu tesirler ile kökünden kopmuş aydınlar yüzünden buhranlara ve ızdıraplara düşürülmüş; böyle Bilge Kağan’ın azamet ve sükut devirlerini hatırlatan bir durum hâsıl olmuştur.

Bu vesile ile Orhun âbide ve kitabelerinin kültür merkezlerinde dikilerek yeni nesillere hediye edlimesinin millî uyanış için ehemmiyetini belirtmeliyiz. Türk ocakları reisi bulunurken âbidenin Ankara’daki haşmetli binanın önünde ihyasına dair bir idare hey’eti kararı alınmış; fakat şartların ve maddî imkânların kifayetsizliği bu teşebbüsün gerçekleşmesine fırsat vermemişti.

Bilge Kağan’ın hitâbesinde Türklerin, tarih boyunca, inandıkları cihân hâkimiyeti mefkûrelerini belirten ifâdeler de görülmektedir. Nitekim bu imân ve ideal Gök-Türk, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde fiilen yaşamış ve buna dair pek çok vesika bize kadar gelmiştir. İslâm dini ve mefkûresi de bu millî inanışı beslemiş ve ona taze bir ruh vermiştir. Hazreti Peygamber’in bazı hadisleri ve pek çok İslâm büyüğünün sözleri de bu cihân hâkimiyetini tebşir ve tebcil etmiştir. İşte 1000 yıllık Türk-İslâm tarihi azamet ve kudretini de bu kaynaklardan almıştır. Türk hükümdarı Bilge Han’ın hitabelerini şimdi bu devirlere ve bugüne uygun bir şekle sokarak tekrarlayalım :

Ey Türk milleti! Sen tarihin boyunca, derin bir imanla, tek bir Tanrı’ya. sonra da İslâm’ın Allah’ına inandın. Hak, adâlet, millet ve insanlık idealleri uğrunda cihâd yaptın ve oluk gibi kan döktün. Bu suretle üç kıt’ayı ve hususiyle Anadolu’yu ecdâd şehitleri ve ziyâretgâhları ile doldurdun. Büyük ve cihangir padişahlarına, yüksek devlet, ilim, fikir adamları ve aydınlarına inanarak azametli tarihi yarattın, mes’ud devirler ve bunların gururunu yaşadın. O devirlerde bu rehberlerin ile senin aranda tam bir iman birliği ve âhenk hüküm sürüyordu. Bu şuûr ve kudretle başka uzak diyarlara ve çeşitli milletlere adâlet, din hürriyeti, medeniyet ve insanlık götürdün. Yûnus, Mevlâna, sayısız Türk mutasavvıf ve dervişi İslâmlık ve insanlık idealleri ile dinler ve milletlerarası âhenk ve kardeşlik yarattın; imparatorluklarını bu manevî temel üzerinde kurdun. Bu yüce vasıfların ve hizmetlerin savaştığın kavimlerin tarihî kaynaklarını nakşeden vesikalarla ebedîleşmiştir. Esasen böyle olmasa idi ataların cihân hâkimiyeti kurabilir ve onu asırlarca yaşatabilir mi idi? Böylece sen maddî-manevî bütün kuvvetlerini birleştirerek saltanatını milletlerin kalbinde kurdun ve bu sâyede cihanı idare ettin. Tarihin hiç bir milleti, hiç bir imparatorluğu bu kudreti bu kadar uzun asırlar boyunca yaşatamamıştır.

Ey Türk milleti!

Her kemâlin bir zevâli vardır. Nihâyet asırlar geçti, devirler değişti; sen medeniyet ve teknik üstünlüğünü kaybettin; yükselen yeni medeniyet ile onun kudretli temsilcilerine karşı zayıf ve yalnız kaldın. Asırlar boyunca Haçlı taarruzlarına uğradın; onları İznik, Eskişehir, Konya ve mukaddes topraklarda karşıladın. Rumeli’ye ayak bastığın günden beri de daimî Haçlı istilâlarına uğradın. Vatanını korumak ve tehlikeyi uzaklaştırmak gayesiyle onları takiple Edirne, Kosova, Niğbolu, Varna ve Belgrad’da mağlûp ettin. Viyana’ya kadar ilerledin. Nihayet sen takibe uğrayarak Sakarya’ya kadar geriledin. Bir çok mağlûbiyetlerle, ülkeler kayıbına uğradın; sel gibi kanını akıttın. Dünyayı fethederken şefkat, merhamet ve adâletin ile düşmanlarını dahi hayran ve memnun bıraktın. Fakat ric’at ederken misli görülmemiş zulüm ve vahşetlerle biçildin. Bu mağlûbiyetlere rağmen sen aslî cevherini, ahlâkî ve manevî değerlerin muhafaza ettiğin ve bu suretle de yine dünyayı hayran bırakan bir içtimaî nizâmı devam ettirdiğin için savaş meydanlarında hayatiyetini gösteriyor ve kahramanlık destanları yazıyordun. Böylece manevî kudretine inanarak nihai mağlubiyetini aslâ kabul etmedin.

Ey Türk milleti! İşte seni savaş cephelerinde yıkamayanlar yaşayan bu tarihî hayatiyetinin kaynaklarını hedef tuttular. Çok mâhirâne usûller ve şeytanî metodlarla millî şuûrunu bizzat kendi evlâdlarının eliyle tahrip yolunu buldular. Gaflet ve cehalete kurban giden bir aydın zümresini kendilerine müttefik “ilericilik – gericilik” safsatalarını sahte bir ideal yaparak yeni nesli birbirine düşürdüler ve halk ile münevverler arasında da uçurumlar yarattılar. Bu gaflet ve dalâlet zümresi ile senin dinini, mukaddesatını, tarihini, edebiyatını, dilini, ahlâk ve an’anelerini yıkan manevî barbarlığı da ilericilik göstermek suretiyle seni şaşkınlığa uğrattılar. Bugün karşılaştığın manevî buhran, fikrî ve ahlâkî sukûtun, siyasî ve iktisadî sarsıntıların sebebi de budur. Yaratılan manevî buhran ve taassup o kadar derindir ki, artık ilim bile senin meselelerine hakem olmak imkânını kaybetmiş; aklıselim yerini taassuba ve safsatanın saltanatına terk etmiştir.

Böylece manevî nizâmın, içtimaî düzenin, millî şuûr ve birliğin ilericilik adiyle, sarsılınca içeride kudretin, dışarıda da itibarın -kırılmıştır. Avrupalı olmak zannı ile ve aşağılık duygusu ile kendini Şarktan ve husûsiyle İslâm dünyasından ayırdın. Bu suretle bu tarafta yaşayan büyük tarihî mirâsını ve liderlik mevkiini inadına kendi elinle israf ettin. Bu gafletle hem Şarkta ve hem de Garpta şahsiyetini kaybettin. Şarkın efendiliğinden, Garbın yamaklığına düştün. Kahire Konferansında ve Birleşmiş Milletlerde yalnız kalmanın, haksızlığa uğramanın sebebi budur.

Ey Türk Milleti! Sen asırlarca emperyalizme karşı cihâd yapmış, Şark’ı korumuş, istiklâl bayrağı ile mazlûm milletlere rehber de olmuş iken emperyalizmin evlâdı ve ileri karakolu olan küçük Yunanistan’ı değil, seni emperyalizmin âleti saydılar. Çünkü sen eski vatandaş dindaşlarının istiklâl mücâdelesine karşı müstemlekecilerden de daha ileri bir siyasetin kurbanı oldun.

Sen İslamların lideri olduğun halde dışarıdaki mümessillerin müslümanların bayramlarına, dinî günlerine iştirâk etmeyecek kadar ilericlik ve aşağılık duygusu içine gömüldüler. Müslüman dünyası, Anadolu halkını tanıymcaya kadar, artık Türklerin İslâmiyet’ten çıktığına inanmıştı. Küçük Yunanistan kilisesi, papazları ve bütün aydınları ile senin aleyhinde bir Haçlı seferine hazırlanır, Megalo hayâllerinin ilk merhalesi olarak Kıbrıs cinayetlerini işler ve dünyayı da Haçlı zihniyetine kışkırtırken bile senin aydınların ve hükümetlerin hâlâ irtica bahanesiyle dindarlara karşı tedbirler alıyor ve azgınlaşan komünizme karşı ses çıkarmıyor; böylece de millî mukavemetini zayıflatıyordu.

İşte Kıbrıs fâciaları da bu sâyede mümkün oluyor; Kore müdafaasında dünyaya eski kahramanlığını ispat eden şanlı ordumuz da bu sebeple kendi ırkdaşlarının katline seyirci bırakılıyordu. Yunanistan senin bütün âbidelerini tasfiye ettiği halde, sen kendi vatanında Yunan ve Hıristiyan uydurma mukaddes makamları ihdâs ediyor; aslı olmayan ziyaretgâhlar yaratıyorsun; buna mukabil millî-dinî ecdât türbelerini kapatıyor; bir çoğunun toprağa gömülmesine seyirci kalıyorsun. Böylece bu yurdu vatan yapan tapu senetleri iptâl ve yerlerine yabancılara tapu ferağlarında bulunuyorsun. Bu zihniyetle de Hazreti Peygamberin tebşirine mazhar olan Koca Fâtih’in milletine emanet ettiği Ayasofya hâlâ müslümanların ibadetine açılamamış; orada 500 yıl okunan zafer duaların hâlâ başlayamamıştır. Aslında her büyük cami ve âbide gibi bu ibadetin Ayasofya’nın câmi-müze vazifesine de engel değildir.

İlmî, millî ve insanî gayelere aykırı bir kültür tahribatı ile seni Avrupalılaştırma cezbesine kaptırıp Avrupa’ya ruhsuz bir cesed halinde teslim etmek gafletini gösterenler şimdi utanmadan Şimale “yön” değiştirmiş; sana dolaşık yollarla Demirperde’nin câzîbelerini göstermeğe uğraşıyorlar. Böylece hıyanet perdeleri açılmış ve artık aldatmak ve avlamak hileleri iflâs etmiştir. Gerçekten bugüne kadar aydınları hedef tutan fesâd başarıya ulaşmış; yeni nesli kargaşalığa düşürmüş ve ideolojik cephelere bölmüştür. Bu uzun ve çetin gayretlerin neticesi alındıktan ve kifayetsizliği görüldükten sonra artık sıra milleti birbirine düşürmek ve fesâdı Anadolu’ya yaymak düşünülmüş; Sünnî-Alevi tahrikleri bu hain hesaplar üzerine kurulmuştur. Böylece Türkiye’de nizâm düşmanlığı ve hiyânet teşkilâtlı bir çete halinde bu millete kasdeylediği âşikâr bir duruma gelmiş ve artık iğfal ve avlamak da zorlaşmıştır. Fesadın bu derece cür’et ve kuvvet kazanması onun matbuata, üniversiteye, maarife, sinemaya, tiyatroya ve bütün müesseselere nüfuzu ile mümkün olmuştur. Bu sebeple de bu müesseselerin ve hususiyle ilim ve kültürün ilmî ve millî esaslara göre ıslâhına imkân verilmemesi için her çâreye baş vurulmuştur. Gazete kâğıtları üzerinde ve nutuklarla kışkırtılmaya başlayan zorakî mezhep savaşı tahribin son safhası ve fakat hıyânetin ilânı olarak da iflâsıdır.

Ey Türk milleti! Sen hâlâ tarihî manevî mirâsını ve pek çok yüksek hasletlerini muhafaza ediyor; tarihte son sözünü söylememiş ve son vazifeni yapmamış bulunuyorsun. Esasen seni sarsmak ve kargaşalık içinde bırakmak gayretleri de bu hayatiyet ve kudret cevherini senden daha iyi bilmeleri sebebiyledir. Bundan ötürü Anadolu hâlâ dostların ümidi ve düşmanların hedefidir. Zira sen bir toparlanabildiğin, millî şuûr ve kültürünü kurtardığın, ilim ve tekniğini kurduğun zaman bu cevherlerinle yine eski kudretini ihya edeceksin. Yerli-yabancı düşmanlarının telâşı, artık uyanmaya başladığın, tehlike kaynaklarını gördüğün ve bütün tahrip vasıtalarına rağmen yine de sinenden sağlam aydın vatan evlâdlarını, cepheye sürdüğün içindir. Sen artık manevî bütün silâhlarıyle devam eden Türkiye meydan muharebesine girmiş bulunuyorsun. Yeni taarruzlar ve şiddetli çarpışmalar da beklenmelidir. Fakat Allah’ın nihaî zaferi senin hesabına yazdığına inanıyoruz. Bu durum karşısında sözü Bilge Han’a göre bitirelim :

“Ey Türk Milleti, aydınları! Üstte gök çökmediği (büyük istilâ orduları saldırmadığı), altta yer delinmediği (iç isyanlarla boğuşmadığın) halde senin nizâmını ve an’an elerini (millî şuûr, mefkure ve birliğini, içtimaî ve ahlâkî temellerini) kim bozdu?

EY TÜRK MİLLETİ TİTRE, KENDİNE DÖN!..”

KAYNAK:

Osman Turan / Yeni İstanbul Yazıları 
Hazırlayan: Nasrullah UZMAN
Hitabevi Yayınevi, 2016.
s. 78-86.