12 Eylül’ün “Öz” Eleştirisi: Ülkücülerin Sorması Gereken Sorular
Prof. Dr. Recai COŞKUN
Yazıya net bir hükümle başlayalım: Ülkücü Hareket 12 Eylül’ü ne yazabilmiş ne de okuyabilmiştir! İçimiz acıyarak bu tespiti yapalım ve meramımızı anlatalım…
Doğru soru yoksa doğru cevap ta yoktur. Aradan geçen 33 yıla rağmen Ülkücüler 12 Eylül ile ilgili temel soruları henüz yeterince sorabilmiş ve tartışabilmiş değiller. Oysa bu sorular ve cevaplar Ülkücü Hareketin Türk tarihi içerisindeki konumunun belirlenmesi, geleceğe ilişkin söylem ve tavrının da biçimlendirilmesi için önemlidir.
12 Eylül’ü kişiler üzerinden tartışmak doğru değil. Olayları kişiler üzerinden tartıştığımız müddetçe büyük resmi yakalamak mümkün olmuyor. Tarih okumalarında bir olgunun önündeki ve sonundaki 20-30 yıl ancak “kısa dönemli” bir okumaya denk gelir. Biz de öyle yapalım…
Eğer 40-50 yıllık bir genişlikten bakılırsa “Türkiye’nin milletleşme” süreci ile Ortadoğu’nun Batılı emperyalistlerce işgali; İkinci Türk Aydınlanması ile Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığı; “Yeşil Kuşak” projesi ile “Ilımlı İslam” gibi olgular arasında bağlantı sorgulanabilir. Bu bağlantı bize egemen güçlerin günümüz ve gelecek bölgesel yapılanmalarda Türkiye’ye yüklemeye çalıştıkları görevi verecektir. Türkiye’ye dayatılan bu misyon merkez alındığı oranda da Ülkücü hareketin başına gelenler ile ilgili tartışmalar anlamlı olacaktır. Türkiye’yi dikkate almadan Bölgeye ilişkin kurgulama yapılamaz; Ülkücü hareketi dikkate almadan Türkiye’ye ilişkin kurgulama yapılamaz…
1980 öncesi MHP’sini düşünün mesela… Bingöl’de Belediye Başkanlığı kazanan, Muş, Diyarbakır gibi illerde büyük bir teveccühe sahip olan Ülkücü Hareketi düşünün… Teşkilatının her kademesinde “Kürt” lakaplı Ülküdaşları olan bu hareket aynı ivmeyle devam edebilseydi bugün bölgede terör diye bir sorun olabilir miydi? 12 Eylül’de Ülkücüleri zindana koyup PKK’lıların önünü açan “devlet aklı” Türk Devletinin aklı olamazdı, Türk Milletinin hiç olamazdı. Peki, kimindi bu akıl? Bu soru bize 12 Eylül’de Milliyetçi Hareketin önünün kesilmesi ile PKK’nın kurulması için sosyal-psikolojik ortamın hazırlanması (sokakta Kürtçe konuşmanın yasaklanması; Diyarbakır cezaevi uygulamaları vb.)ve akabinde de 1990’larda Irak’ın işgal edilmesi süreci arasındaki bağlantıyı kuracak zemini hazırlıyor.
O zaman 12 Eylül iki şeye hizmet etmiştir demek ki… Birincisi, Türkiye’nin milli bütünleşmesini sağlayacak sosyolojik ve siyasi gelişmelerin önü kesilmiştir; ikincisi Ortadoğu’ya özellikle Irak üzerinden yapılacak operasyonlarda Türkiye’nin kullanılmasına karşı çıkacak siyasi ve sivil toplum güçlerinin tasfiye edilmesi sağlanmıştır. Emperyal güçler için fazla’dan bir kazanç ta Türkiye’nin toplumsal hastalıklı halinin sürdürülmesi ile kontrol edilebilirliğinin artmasıdır. Ayrıca Bölge’de İsrail’in yandaşı olabilecek Kürtçü yapılanmalara Türkiye’den gelebilecek itirazların da zayıflatılması sağlanmıştır. Elbette hesap henüz kapanmış değildir lakin…
12 Eylül’ün Ülkücü Harekete verdiği en büyük zararlardan bir tanesi 1960’larda ve 70’lere oluşmaya başlayan ikinci milliyetçi aydınlanma sürecini ortadan kaldırmasıdır. Birinci milliyetçi aydınlanma 1900’ların başında gerçekleşmiş, milli eğitim, sanat, edebiyat hareketleri ve milli iktisat gibi alanlarda yeni bir anlayış inşa edilmiş; en sonunda Türkiye Cumhuriyetini kuran milli hareketin fikri altyapısı oluşturulmuştu. Özellikle 1940’lardan itibaren Türk siyasi aktörlerinin bir kısmının ABD’ye diğer kısmının ise Sovyetlere yaslanmaya başlaması ile birlikte devletin “millilik” vasfı zayıflamış ve yeni bir Milliyetçi aydınlanma gereği doğmuştur. Üniversitelerde, şiirde, romanda, sinemada, dergicilikte, gazetecilikte, resimde milli tonları güçlü bir tarzın gelişmesi için bir koza oluşmuş; Milliyetçi-Ülkücü Hareket buna merkezlik yapmıştır. 12 Eylül Ülkücü Hareketin bütün bu birikimlerini elinden almış; Stalin’in “repressiyas”sına benzer şekilde milliyetçilere bir fikri soykırım uygulamıştır. Atatürk’ün Türkiye’sinde Türk Milliyetçiliği yargılanmıştır. Milliyetçiliği savunmak suç haline getirilmiştir. “Atatürk Milliyetçiliği” diye anlamsız bir kavram geliştirilerek milliyetçiliğin içi boşaltılmıştır.
Sonuç şudur ki, esasen kalkınma hamlesi içerisindeki ülkelerde maddi ve manevi kalkınma hamlelerine milliyetçi camialar öncülük ederken, Türkiye’de milliyetçi hareketin eli-kolu bağlanmış; bütün fikri birikimleri tar-ü-mar edilmiştir. Peki, bunun sonucunda ne olmuştur? Birincisi, 1989’da çöken Doğu Bloku karşısında Türkiye’nin güçlü bir poziyon alması mümkün olamamıştır. Bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri ile nasıl bir ilişki kurulması gerektiği konusunda söz söyleyebilecek aydın ve birikimli kişi sayısı yok kadar az olmuştur. Turancılığın ve Milliyetçiliğin suç sayıldığı bir ülkenin Turan coğrafyası ile ilişki kurmada sorun yaşaması kadar doğal ne olabilirdi ki?
Peki, Ülkücülerden boşalan bu alanlara kimler yerleştirildi? Ülkücü hareketin toplumsal meşruiyetini kaybetmesi için her türlü kara propagandayı yapanlar bu alandaki boşluğa kimleri yerleştirdi. ABD ile sorun yaşamayacakları… Ülkücü hareketin yerine Türk coğrafyasına giden cemaatlerin ve kuruluşların ortak yönü “Ilımlı İslam” projesine uygun hareket etmeleridir. Bu da ABD’nin kendi kontrolü altındaki İslam coğrafyası için öngördüğü “Yeşil Kuşak” projesine uygun bir zemin anlamına gelmektedir. Buna itiraz edebilecek “Milli Görüş” hareketi ise iktidara eklemlenerek “milli” vasfını giderek kaybetmiş ve en nihayet Büyük Ortadoğu Projesine “eşbaşkanlık” yapmaktan gurur duyan birisini Başbakan çıkarabilmişlerdir. Tarikatlar ve cemaatler ABD’ye karşı “ılımlılaşınca” Milli Görüşün de bu yönde evrilmesi ve “gömlek değiştirmesi” kaçınılmaz olmuştur.
Bugünden 33 yıl geriye bakarak bu okumaları yapmak mümkün. 12 Eylül’ü tezgâhlayan şebekeler ile bugünkü durum arasındaki bağlantıları çözmek Ülkücülerin boyun borcudur. Ülkücülüğün bir yanı da “dayatılan durumu kabullenmemektir”. Beslendiği damarları unutmamak, varlık sebebini yerine getirmektir Bu hem kendi davalarının hem de milletine ve şehitlerine karşı sorumluluklarının bir gereğidir. Bir milletin Ülkücüleri yoksa o milletin geleceği de yoktur. Milli hafızanın olmadığı yerde ise Ülkücü yetişmez… Derin tefekküre vesile olsun Şehit hatıraları…
Her şeye ve yine her şeye rağmen Türkiye’de Emperyalizme karşı “ılımlılaşmayan” tek hareket Ülkücü Harekettir. 12 Eylül’ü biraz da böyle yazmalı ve okumalı!