Sovyet Rusya’da Müslümanların Durumu
RİCHARD PİPES*
(*)Harvard Üniversitesi Rusya İle Alâkalı Araştırmalar Merkezi Mensuplarından, “Sovyetler Birliği’nin Kuruluşu” adlı eserin müellifi.
Rusların Kültürel baskı ve gittikçe artan lâikleştirme faaliyetlerine rağmen, yeni millî duygular gittikçe kuvvetlenmektedir.
İnsan, Sovyet Merkezî Asyasının en büyük şehri olan Taşkent’ten uçakla Afganistan’a giderken, değişikliği zor seçebilir. Büyük endüstriyel devletlerden birinin metbuu olan ülke ile dünyanın en geri memleketlerinden biri olan ülkenin peyzajının büyük bir kısmını çıplak tepeler teşkil etmekte olup, zaman zaman bu tepeler kenarlarında yeşillik veya ev ve çadır kümeleri bulunan çamurlu suyu havi kıvrıla kıvrıla akan dereler tarafından kesilmektedir. Yalnız hududun iki yanındaki şehirler farklıdır. Afganistan’da olduğu gibi Orta Asya’da da şehirler havadan her bir hücresi bina ve bahçelerle çevrilmiş olan bir petek gibi görünür. Fakat Sovyet Asyasında peteğe benziyen ve yerlilerle meskun bu mahallere muvazi olarak muntazam bir şekilde döşenmiş sokaklar ve meydanlar göze çarpar ki, bu da buralarda Avrupalı sakinlerin bulunduğunun gözle görülen bir delilidir.
Orta Asya sekenesinin ekseriyeti Müslüman olan birkaç büyük Sovyet müstemlekesinden ancak bir tanesidir. Sovyetler Birliği’nde bulunan Müslümanlar 25 ilâ 30 milyon kadardır. Bunların çoğu 16.ncı Asır ile 19.ncu Asır ortalarına kadar Çarlık Rusyası tarafından fethedilmiş olan ve geçen bin yıl zarfında Rusya’nın Doğu ve Güney hudutlarına yerleşmiş bulunan Türk kabilelerinin ahfadıdır. Bunlar üç bölgede toplanmıştır :
16.ncı asırda Korkunç İvan tarafından fethedilmiş olan Volga – Ural Bölgesi; 19.ncu asrın ilk yarısında ele geçirilmiş olan Kafkaslar; ve 19.ncu asrın ortasında kısmen İkinci İskender’in orduları tarafından ve 1920-21 yıllarında da Komünistler tarafından tamamiyle fethedilmiş olan Orta Asya, Sovyetler Birliği’nde Türkiye’de olduğundan daha fazla Türk ve Birleşik Arap Cumhuriyeti’nde olduğundan da daha fazla Müslüman bulunduğunu öğrenmek, bazıları için bir sürpriz teşkil edecektir.
ÇARLIK DEVRİ ve MÜSLÜMANLAR
Çarlık rejimi Müslüman ahaliye bir hayli dahilî otonomi bırakmıştı. Gerçi 16ncı ve 17nci asırlarda Müslümanları Ortodoks yapmak için bir mikdar baskı yapılmıştı, fakat Müslümanlar buna mukavemet ettiler ve neticede Büyük Katerina’nın onların dinlerine karşı tahammül göstermesini sağladılar. Müslümanların çoğu geçimlerini ziraat ve hayvancılıkla ve ticaret ve el sanatları ile sağlıyorlardı. Zaman zaman karşılaştıkları polis ve vergi memurları hariç, Rus makamları ile pek az temasları vardı.
Fakat eski rejiminin son elli yılında Rusya’yı tahrik etmiş olan İktisadî ve entellektüel kaynaşmanın tesirinden nisbeten geri durumda olan Müslüman ahalinin bile kendini tamamiyle kurtarmasına imkân yoktu. 19. asırda Kazan ve Bakû gibi büyük merkezlerde, aslı kısmen ticarî ve kısmen de meslekî olan küçük fakat faal bir Müslüman orta sınıfı çıkmaya başladı ve bu sınıf dindaşlarının kültürel seviyesi ile hayat seviyesinin yükseltilmesine ciddî bir alâka göstermeye başladı. Bunların malî desteği ile Kırımlı Tatar Kaprinski’nin liderliğinde kültürel inkılâpçılardan müteşekkil bir grup, Birinci Dünya Harbi’ne tekaddüm eden yirmi yıllık devrede bütün Rusya’da hatırı sayılır miktar; da bir inkılâpçı Müslüman okulları şebekesi kurmaya muvaffak olmuştur. Bu yeni okullarda Batı metodlarına göre Müslümanlıkla alâkalı klâsik mevzulardan başka ân’anevi Müslüman eğitimine ait olmayan lâdinî bazı mevzular da öğretilmeye başlandı. Reforme edilmiş dan bu yenilik taraftarı okulların öğretmenleri ile bu okullardan mezun olanlar mahiyet itibariyle geniş mikyasta liberal ve sosyalist ve Rusya’daki muhalefet gruplarına bağlı bir Müslüman münevverler sınıfı meydana getirdi. Neticede bu modem cereyan «Cedidizim» yâni teceddüt taraftarı olarak tanındı. Bu eski muhafazakâr Müslüman liderliğine muhalif ve bir asır evvelki Musevî Haskalah cereyanına benzeyen «terakkiperveri» bir kuvvet meydana getirdi. Bu teceddüt cereyanı haddizatında Müslümanları katılaşmış bir İslâmlığın tahdidlerinden kurtarmaya çalışan kültürel bir cereyan olmasına rağmen, kısa bir zaman sonra sosyal ve politik hüviyet de kazanmaya başladı. Bunun sebebi 1861 yılında serflerin kurtuluşunu müteakip büyük bir sömürgecilik cereyanı başladı ve bu esnada kütle kütle Ukraynalı köylüler Müslümanların elindeki ziraî bölgelerle otlaklara hücum ettiler. Bu cereyanın husule getirdiği husumet, 1907-1911 yıllarında Başvekil Stolypin’in teşebbüsü ile Çarlık Hükümetinin Müslümanlarla sakin Sibirya, Volga – Ural ve Orta Asya bölgelerine Rus ziraat bölgelerindeki fazla ahaliyi yerleştirmek için büyük çapta bir programı tatbik sahasına koymaya başlaması ile şiddetlendi.
TECEDDÜT TARAFTARLARI HAREKETE GEÇİYOR
Rus ihtilâli patlak verince teceddüt taraftarları hemen siyasi bakımdan harekete geçtiler veya-kendi başlarına veyahut da Rus aslından gruplarla işbirliği yaparak «kütleleri» teşkilâtlandırmaya başladılar. Umumiyet itibariyle gayretlerini Rusya’daki Müslüman camiaya tesir eden iki bellibaşlı dâvaya tevcih ettiler: Rus müstemlekecilerinin durmadan memleketlerine akını ve ortodoks makamlarının Müslüman camiası üzerindeki boğucu hâkimiyeti. O zamanlar tamamiyle siyasî mahiyette olan meseleler ikinci plânda geliyordu, zira faal liderlerin çoğu İmparatorluğun adem-i merkezileştirilmesi ve bir çeşit millî otonomi sağlanmasını kâfi buluyorlardı. 1917 yılında Mayıs ile Eylül arasında içtima etmiş olan Rusya’daki bütün Müslümanlara şamil İslâm Kongresi bilhassa sosyal ve kültürel meseleleri ele aldı. O yıl zarfında teceddüt taraftarları muzaffer çıktı ve seçilmiş olan dinî ve kültürel teşkilâtlarda tam bir ekseriyet sağladı. Bu keyfiyet dünya Müslümanları arasında modern inkılâp cereyanının en evvel Rus İmparatorluğu dahilindeki Müslümanlar arasında başladığı ve geliştiği sözünün yerinde olduğunu göstermektedir.
Lenin ile Bolşevik mesaî arkadaşları başlangıçtan, haddizatında Teşrii Demokratlar ve Menşevik Sosyal Demokratlarla işbirliğinde bulunan teceddüt taraftarlarını büyük şüphe ile karşılamakta idi. Fakat Müslümanlar arasında Bolşeviklerin sayısı o kadar az idi ki (1917 den evvel belki de bir tek Bolşevik Müslüman yok idi), Lenin iktidarı ele geçirmek için harekete geçip de her ne pahasına olursa olsun iktidarı elinde tutmaya çalışırken kendi hükümetini tanıdığı müddetçe , her Müslüman topluluğunu desteklemeğe razı idi. Lenin’in Stalin vasıtasiyle 1917-1918 yıllarında yapmış olduğu müracaatlara teceddüt taraftarı liderlerden hiç kimse kulak asmadı, fakat Lenin’in vaadlerine ve onun kayıtsız şartsız selâhiyet teklifinin cazibesine kapılan bazı daha genç Müslüman Marksistler Lenin’e iltihak etti. Daha sonra Bolşevikler rejimlerini daha müstakar kıldıkça aynı şartlar tahtında daha bazı Müslüman münevverler de Bolşeviklere iltihak etti. Lenin bu taraftarlarını gerek dahilde ve gerekse hariçteki Müslüman efkârını Sovyet dâvası için istedikleri şekilde idarede serbest bıraktı. Batıda yakın bir zamanda ihtilâl çıkması ümidi söndükçe Lenin Bolşevik cereyanını emperyalizmin «ihtiyat müstemlekelerine» yaymak için desteğine güvendiği Müslüman münevverlerle anlaşmak için büyük bir arzu gösterdi.
MOSKOVA’NIN TAHAKKÜMÜ
Fakat Rus imparatorluğunun Doğu hudud bölgelerini teşkil eden ve dahili harp esnasında çoğu ayrılarak bağımsız devletler haline gelmiş olan ülkelerin neticede Bolşevikler tarafından yeniden fethi bir avuç Bolşevik taraftarı Müslüman münevverin faaliyetinden ziyade bu bölgelerde bulunan Rus ahalinin beklenmedik sadakatına mebni idi. Onyıllar hattâ yüzyıllar imtiyazlı bir grup durumunda olan Ruslar (Rus memurlar, tüccarlar, askerler, işçiler ve köylüler) yerlilerin kontrolü altında mahallî rejimlerin onları bu an’anevî hegemonyalarından mahrum etmelerine muhakkak ki razı değillerdi. Bunlar Moskova’da yerleşmiş Bolşeviklerin hâkimiyeti altında bir Rus rejimini yerlilerin ekseriyeti teşkil ettiği demokratik mahallî rejimlere tercih ettiler. Bunun neticesi, Müslümanlarla meskûn bölgelerin çoğunda 1917 -1921 yıllarında, korkunç bir millî savaş patlak verdi ve bu savaşlarda Komünist Moskova tarafından desteklenmekte olan her sınıftan Ruslar, yerlilere Rus idaresini «proleter diktatörlüğü» adına yeniden empoze ettiler ve bu bölgeleri tekrar Moskova’ya bağladılar. Birçok bölgelerde bu savaşları vahşiyâne bir tedhiş takip etti ve bu tedhişe yerliler gerilla savaşları ile mukabele ettiler ki, bu gerilla savaşlarının en uzun süreni ve en amansızı 1918 -1924 yılları arasında (Basmachestvo) ismi altında Orta Asya’da vukubuldu. Rus sömürgecilerin yardımı ile ve sağlanan muvakkat tâvizlerle neticede Kızıl Ordu yerli ahalilerin isyanlarını bastırmaya muvaffak oldu.
Hudud bölgelerinin Bolşevikler tarafından yeniden fethinin meydana getirdiği durum, Müslüman münevverler için ciddî bir müşkilât idi. Bir taraftan onları, daha evvel eski kafalı Müslümanlar tarafından engellenmiş olan ve çok ehemmiyet verdikleri birçok dahilî reformları Moskova’nın yardımı ite tahakkuk ettirmek imkânları cezbediyordu. Diğer taraftan da hudud bölgelerinde patlak veren savaşlarda Rusların yerli ahaliyi eski durum* da bırakmak için birleşerek savaşmaları ve bu müstemlekecileri Komünizmin açıktan açığa desteklemesi karşısında dehşete ve nevmidiye düşüyorlardı.
Bu çıkmazın sebep olduğu buhran en iyi bir şekilde İhtilâl ve Dahilî Harp devrinin başta gelen Müslüman Komünisti Volga Tatarlarından Sultan Galiev misâl gösterilmek suretiyle mükemmel bir şekilde belirtilebilir. Eğitim bakımından teceddüt taraftarı ve mesleği de gazetecilik ve öğretmenlik olan Sultan Galiev, Bolşeviklere 1918 yılının başında genç iken iltihak etmiş ve hiyerarşi dahilinde sür’atle yükselerek Stalin’in şahsî bir hamisi olmuştu. Zeki, dinamik ve Müslüman camiasının hürmetini kazanmış bir şahıstı. Sultan Galiev, Bolşeviklere kapitalizm ve emperyalizmin Asya ve Afrika ahalilerinin geriliğine binaen yaşamakta olduğuna ve İslâmların ancak kapitalizm ve emperyalizmin yıkılması ile kurtulabileceğine inandığı için iltihak etmişti. Mamafih Dahilî Harp ve NEP bakımından geçirdiği tecrübeler onun bu kazilerini kısa bir zamanda baltaladı.
1919 yılında Sultan Galiev, Rus Komünist Partisi’nin haddinden fazla bir Garplılaşmadan muzdarip bulunduğundan açıkça şikâyete başladı ve Doğu ahalilerinin ihtilâl potansiyeline daha fazla alâka gösterilmesini istedi. Daha sonra daha ileri giderek bir çeşit acayip Bakuninizm, Leninizm ve nasyonalizm halitasından müteşekkil bir prensiple parti politikasından nazarî olarak «inhiraf» etti. 1920 yi takip eden yıllarda Müslüman Komünistler arasına şahsen yaydığı bu nazariyeye göre, sömürge ahalilerinin hakikî düşmanı emperyalist memleketlerin burjuva sınıfı değil bütün endüstriyel cemiyet idi. «Kapitalistler tarafından istismar edilen» antitezi yerine «endüstriyel bakımdan geri» antitezinin ikamesini ileri sürdü ve bu kaziyeden, müstemleke ahalilerinin ancak, daha evvelkiler gibi endüstriyel cemiyetlerin temsilcilerinin hâkimiyeti altında bulunan Üçüncü Enternasyonalin hilâfına olarak, kendi Komünist Enternasyonallarını kurmak suretiyle kurtulabilecekleri neticesine vardı. Bundan başka Orta Asya’da kendi Komünist partisine sahip bir tek Müslüman Cumhuriyet teşkilini ileri sürdü.
1923 yılında Sultan Galiev’i hapse attılar, sonra serbest bıraktılar ve 1929 – 1930 yılında tekrar tevkif ettiler ve kısa bir zaman sonra onu Sovyet temerküz kamplarından birinde öldürdüler. Tabiatiyle ileri sürdüğü fikirlerden hiçbiri kabul edilmedi. Filhakika, onun yazmış olduğu yazılar o kadar mükemmel bir şekilde ortadan kaldırılmıştır ki, bu yazılar hakkında ancak ikinci defa hapsolunduğunda Sovyet basınının ona yapmış olduğu hücumlardan bilgi edinmiş bulunuyoruz.
DARBELER
1921 ile 1928 yılları arasında Sovyetler Bîrliği’ndeki İslâm camiaları, İhtilâlden evvel kurulmuş olan şekilde devam etti. Bu camialara kültürel bakımdan tam bir müstakil idare dahil olmak üzere geniş mikyasta dahilî otonomi verildi. Bolşevikleri muhtelif «otonom» İslâm Cumhuriyetleri meydana getirmeye sevk eden sebep, Orta Asya’da bir tek İslâm Cumhuriyeti kurulması arzusu şeklinden tezahür eden yaygın Pan Türkist ve Pan İslâmist temayülleri kösteklemekti ve vatandaşların hayatı üzerinde pek az tesiri görülmüştü. Fakat bunu müteakip, 1928 yılı ile başlayan on yıl zarfında Sovyetler Birliği’ndeki Müslümanlara arka arkaya öyle şiddetli darbeler indirilmeye başlandı ki bunun tesirinden henüz tamamiyle kurtulmuş değillerdi.
Bu darbelerden birincisi kollektifleştirme idi. Ziraatle iştigâl eden Müslümanlar arasında kollektifleştirme ancak UkraynalI ve Rusların maruz kaldıkları ıztırap ve kayıplarla mukayese edilebilen ıztırap ve kayıplara sebep olmuştur. Mamafih Müslüman ahalinin çoğu göçebe ve yarı göçebe bir hayat yaşamaya devam ediyordu. Onlar için kollektifleştirme yalnız topraklarına el konulmak değil aynı zamanda an’anevî aşiret topluluklarının parçalanması ve zorla toprak üzerinde iskân ettirilmeleri demekti. Bunlar bu kolektifleşmeye şiddetle mukavemet ettiler ve Sovyetler Birliği’nde bir tek etnik grupun maruz kaldığı en büyük kayıplara maruz kaldılar. Sovyet istatistiklerine bakılırsa Türk aslından belli başlı göçebe bir halk olan Kazakların nüfusu 1926 yılında dört milyon iken 1939 yılında 3 milyon 100 bine düştü. 1926 ve 1939 yılları arasında artması icap eden nüfus miktarı bir yana demek ki, bir buçuk milyonluk bir kayba maruz kaldılar. Diğer taraftan, bir istatistikten diğer istatistiğe kadar geçen devre arasında Sovyetler Birliği’ndeki Müslümanlar, Ruslara veya Sovyetler Birliği’nin bütün nüfusuna kıyasen daha az nisbette artmışlardır.
İkinci darbeyi kollektifleştirme taarruzuna muvazi olarak girişilmiş olan İslâm kültürü aleyhine yöneltilen taarruz teşkil ediyordu. 1920 ile başlayan on yılın sonlarına doğru ve 1930’u takip eden ilk yıllarda binlerce cami kapatıldı, binlerce molla ve dinî lider tevkif edildi ve bütün dinî hayat felce uğratıldı. Dinî hayatın canlanmasını önlemek için, Sovyet makamları her ne maksat için olursa olsun Arap harflerinin kullanılmasını yasak etti, bunun yerine bütün halka sun’î bir Lâtin alfabesi empoze etti ve daha sonra da bu alfabenin yerine tâdil edilmiş Rus alfabesini ikame etti. Zamanımızda kendi Arabca harflerini kullanmalarına müsaade edilmeyen ve lisanlarını müstevli kuvvetin alfabesinde yazmaya mecbur kalan yegâne Müslüman camiası, Sovyetler Birliği’ndeki Müslüman camiasıdır. Bu politikadan gaye Rusya’daki Müslüman ahalilerin hem hariçteki Müslümanlarla ve hem de tevarüs ettikleri kıymetlerle olan alâkasını koparıp atmaktı.
TEVKİF ve TEHCİRLER
1930 u takip eden yıllarda Müslüman münevverlerin hemen hemen hepsi uydurma ithamlar ve bilhassa «burjuva nasyonalizmi» ithamı ile tevkif edilerek tehcir edilmişlerdir. Bu suretle Stalin 1917 yılından itibaren rejime hizmetten ziyade rejimle işbirliği yapmış olan teceddüt taraftarları veya bunların fikirlerini aşıladığı güzideler grupunun kökünü kazımağı ümit ediyordu. Din liderlerini takiben münevverlerin de toptan tevkifi Müslüman ahalileri seslerini duyurmak fırsatından tamamiyle mahrum etti. Böylece buna takaddüm eden elli yıllık sıhhatli gelişme âniden dumura uğradı, ve daha evvelki devrenin yerini sükût ve şüphe aldı. Filhakika teceddüt devrinin miras bıraktığı o büyük an’ane kökünden sökülüp atılmıştı. Bununla beraber reform cereyanının doğuşundan bu yana Avrupalı ve yerli toplulukları yekdiğerine bağlayan köprü de çöküverdi. İslâm camiaları gene yabancılara karşı bir itimatsızlık içinde pasif ve kırgın bir şekilde kendi içlerine kapandılar.
Müslümanların Sovyet rejiminden ne kadar nefret ettikleri İkinci Dünya Harbi’nde kendini gösterdi. Bu harp esnasında Müslüman askerlerle Müslümanlarla meskûn bölgeler dehşetle bu rejim aleyhine döndü. Filhakika harp sona erince Stalin, 250,000 kişilik Kırımlı Tatarlarla Kuzey Kafkasya’da bulunan bazı gruplar da dahil olmak üzere, bazı Müslüman grupların toptan Doğu’ya tehcirini emretti. (Kafkasya’dakiler Rusların Finlandiya’ya taarruzu esnasında isyan ettikleri için cezalandırıldılar).
Stalin’in ölümü, durumlarının oldukça hafifletilmesine rağmen, Sovyetler Birliğindeki Müslüman camianın hayatında esaslı bir değişik getirmedi. Tehcir edilmiş olan camialardan bir kısmının (zengin toprakları Rus ve Ukraynalı müstemlekecilere bağışlanmış olan Kırım Tatarları hariç) memleketlerine avdetlerine müsaade edildi. Artık oldukça bir dinî hayata müsaade edilmektedir ve İslâmlığın emirlerini yerine getirenler eskisi kadar işkenceye maruz kalmamaktadır. Buna rağmen Stalin tarafından 1928 yılını müteakip tatbik mevkiine konmuş olan politikaların hiçbiri il ga edilmiş değildir. Sovyetler Birliğindeki dindaşları ile mukayese edildiğinde meselâ Cezayir’deki Müslümanlar hayret verecek derecede bir hürriyet ve kendi kendilerini idareye sahiptir.
1928 den 1939 a kadar olan on yıllık işkence devrinden bu yana Müslüman camialar dış dünya ile olan alâkalarını kesmişlerdir. İç hayatları hakkında pek az şey biliyoruz. Salâhiyetti Sovyet gazetelerinin yazdıklarına bakılırsa Ruslar da onlar hakkında pek az şey bilmektedir. Meselâ son zamanlarda Sovyet etnograferleri kendi Müslüman camialarına hakkiyle duhul edemediklerini itiraf etmişlerdir.
MÜSLÜMANLAR ÇÖZÜLMÜYOR
Mamafih bilinen birkaç şey vardır. Bir defa, açıkça anlaşılıyor ki, son otuz yıl zarfında gerek onları dağıtmak bakımından ve gerekse kültürel bakımdan onlara yapılmakta olan muazzam baskıya rağmen Rusya’daki Müslümanlar çözülüp dağılmamıştır. Evvelâ 1930 u takip eden yılların terörüne ve daha sonra da Kruşçev’in Kazakistan’ın «bâkir topraklarını» istismar hamlesi ile alâkalı olarak Müslümanlarla meskun bölgelere akın eden milyonlarca Rus, Müslümanları memleketlerinden sürememiş ve onların yanıbaşında yerleşmiştir. Ne köylerde ve ne de şehirlerde ahaliler mühim sayılabilecek bir şekilde yekdiğeri ile karışmış değildir. Diğer müstemleke bölgelerinde olduğu gibi bir yere yabancıların akını iki münferid ve ayrı cemiyet meydana getirmektedir: Avrupalı ve yerli.
Gayesi İslâm cemaatını kendi kültürüne sahip bir cemaat olmaktan çıkarıp dağıtmak olan kültürel baskı da akamete uğramıştır Dinin yeni nesiller üzerindeki tesirinin zayıfladığı ve bir hayat tarzı olarak İslâmiyetin Batı’da Hristiyanlık gibi mâziye ait birşey olduğuna şüphe yoktur. Fakat, diğer cemiyetlerin geçirdiği teamüllerle tecrübe edildiği veçhile lâiklik milli hissiyatın şiddetlenmesine yol açmıştır. Sovyetlerin akılsızca politikaları ile tahrik edilmiş olan batınî kuvvetlerin tesiri altında, Müslüman ahali daha evvelki dinî ve kabilevi duygusunu kaybetmiş ve bunun yerine milli bir duygu gelişmiştir. Teceddüt taraflarının öldürülmüş olmalarına rağmen, bir bakıma kültürel misyonları ifa edilmiş ve onların, daha az kültürlü olmalarına rağmen aynı derecede vazife duygusuna sahip halefleri, işi devam ettirmektedir. Sovyetler Birliğindeki yeni yetişen Müslüman münevverler gerçi Rusça bilmektedir, fakat bu lisanı kendi ana lisanı yerine yardımcı bir lisan, Batının usullerini ve tekniğini öğrenmek için bir vasıta olarak kullanmaktadır. Meselâ Hintli münevverlerin İngilizceyi kullanışları gibi.
Sovyetler Birliğindeki Müslümanlar Batılıların 16.ncı asırdan 19 uncu asra kadar ve Batı müstemlekeleri ahalilerinin de hâlen geçirmekte oldukları tekâmül safhasına benzet bir safhadan geçmektedirler. Sosyal mânasiyle cemiyet lâikleştirilmekte ve demokratlaştırılmadadır. Bunun neticesi dinî bağlar zayıflamakta ve bunun yerini milli bağlar almaktadır. Modern sosyal bir inkişaf mahiyetinde olan bu gelişmeyi Rusların baskısı ancak hızlandırmaktadır.
Belki de komünist makamlar bu olup bitenlerin oldukça farkındadır ve Müslümanları sıkı bir kontrol altında tutmağa devam ediyor. Ama dış âlemin bundan haberi yoktur. Müslüman ahalilere müstahak gördükleri muamele kapkara bir leke teşkil ettiği halde bunun onların Müslümanları ve Arap milliyetçiliğinin dostu görünmeleri üzerinde fiili pek bir tesiri olmadığı anlaşılıyor. Ne yazık ki Arap politikacılarının çoğu İslâm ahalilerin refahına, Batıya şantaj yapmak ve kendi iktidarlarını kuvvetlendirmek için Müslümanların baş düşmanından sağlayabilecekleri istifaden daha az alâka göstermektedirler.
(New Leader’den)
KAYNAK: Millî Hareket, Sayı:42, Ocak 1970.