Nesillerin
“Türk-İslâm Ülküsü”nü
eserlerinden öğrendiği
S. Ahmed Arvasî’yi hasretle anıyoruz.
Ruhu Şad Olsun…
ÜLKÜ~YAZ
31 Aralık 1988-31 Aralık 2018
***
Neden Türk-İslâm Ülküsü?
S. Ahmed ARVASİ
Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı değil de “Türk-İslam Ülküsü” ne bağlanmayı savunuyoruz? Biz iddia ediyoruz ki, “Emperyalizm”, Türk ve İslam dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile “vatan çocuklarını” din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır.
Bugün yeryüzünde iki sömürgeci “blok” vardır. Bunlardan biri kara renkli “kapitalist emperyalizm” diğeri ise bütün fraksiyonu ile “kızıl emperyalizm”. Birincisi “çok uluslu şirketlerin” paravanasında, “az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek” maskesi altında, ikincisi de “ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek” maskesi altında, “sınıfsal savaş” sloganı ile “iç savaşlar” çıkartmakta ve “dünya proleterlerinin dayanışması” adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.
Gerçekten de yer yüzünde ezilen ve sömürülen bir de “üçüncü dünya” vardır. Bu dünya, daha çok Asyalı, Afrikalı irili ufaklı devletlere ve devletçiklere, beyliklere, emirliklere, federasyonlara bolünmüş milletlerden ibarettir. Esef edelim ki, bu insanların sayısı bir buçuk milyardan daha fazladır. İşin ızdırap veren diğer bir yanı da, bu nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar teşkil etmektedir. Bunun yanında çok acı bir gerçeği daha belirtelim ki, bu ezilen ve sömürülen Müslümanlar arasında Türk Milleti’nin çok önemli bir bölümü bulunmaktadır.
1970 Yılında yapılan bir araştırmaya göre, yabancı boyunduruğunda tam bir sömürge hayatı yaşayan Türk nüfusunun sayısı, Türkiye’mizde bulunan genel nüfusumuzun tam iki katıdır.
Emperyalist güçler, fırsat buldukları zaman zorla, bulamadıkları zamanlar ise hile ile İslam ve Türk dünyasını ele geçirmiş, zenginliklerini yağmalamış, din ve milliyet duygu ve değerlerini tahrip etmiş, direnenleri lekeleme ve imha yoluna gitmiş, kendine uygun kadrolar yetiştirmiş, bu milletlerin uyanış, diriliş hamlelerini, milli eğitim ve kalkınma planlarını baltalamış ve bu ülkeleri, “ebedi sömürge” statüsüne mahkum etmek için elinden geleni esirgememiştir.
Emperyalist güçler, korkunç bir kültür emperyalizmi programı ile millet çocuklarını milli tarihlerine, milli ve mukaddes kültür değerlerine, milli ülkülerine, milli menfaatlerine, hatta motif ve sembollerine düşman etmekle kalmazlar, kendi değerlerini “bir uygarlık ve ilericilik” unsuru biçiminde onların kafalarına ve vicdanlarına oturturlar. Böylece milli ve mukaddes değerlere bağlı milliyetçilerin karşısına, bu değerlere ters düşen “yabancılaşmış kadrolar” çıkarırlar. Bir ülkede, değerler “ikizleşince”, kadroların da ikizleşmesi ve çatışması mukadder olur. İşte düşman, bu noktada aktivitesini arttırır. Ülkenin ve milletin “parsellenmesi” için beynelmilel güçleri harekete geçirir.
Ülke artık birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır kadrolara bölünmüşse, düşman rahatlıkla at oynatabilecek vasatı bulmuş demektir.
Düşman, karşısındaki güçleri parçalayarak, onları birbirine düşürerek, kolay yutulur lokmalar durumuna sokmak ister. Mesela, sanki bir insan, hem ‘dindar’, hem ‘milliyetçi’, hem ‘medeniyetçi’ olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt programlar durumuna sokarak, hiç yoktan ‘çatışan güçler’ meydana getirir. Bu oyunlarını, o kadar ustaca planlar ki, tertiplerini anlamak için bazen olayların üzerinden elli veya yüz sene geçmesi gerekir. Mesela, Osmanlı Türk Devleti’nin parçalanması ve Orta-Doğu’nun sömürgeleştirilmesi için, dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, ‘din’ ile ‘milliyetçilik’ arasında zıddiyet ve düşmanlık duyguları doğurmayı planlamış olduklarını şimdi itiraf ediyorlar.
Serge Hutin adlı bir Fransız masonunun yazdığı ‘Les Francs-Maçons’ kitabının 127.nci sayfasında okuduğumuza göre İslam dünyasında masonlar Cemaleddin-i Afgani ve Muhammed Abduh gibi ‘din politikacılarını’ localarına kaydederek onların eliyle ‘Dini, milli yapılara göre reforme ederek’ alemşümul İslam dinini bozmak, öte yandan Müslüman Kardeşler (Freres Musulmans) hareketi ile de ‘İslam’da milliyetçilik yoktur’ propagandası ile milletleri çökertmek ve bu suretle -çok kahpece bir planlar- birbirine zıt ‘İslamcı’ ve ‘Milliyetçi’ sun’i düşman kamplar doğurmak istemişlerdir.
Emperyalizm, bizim dünyamızda bu ‘paradoks’tan çok istifade ettiğini ayrıca yazmaktadır. Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı, birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.
O halde, Türk Milliyetçisine düşen iş, bütün varlığı ile bu oyunu, her şeyden önce kendi yurdunda bozmak olmalıdır. Bu ülkede, sun’i olarak birbirine düşman ‘güya Türkçü’ ve ‘güya İslamcı’ cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların karşısına, bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır.
Bunun için, Türk-İslam kültürüne, Türk-İslam medeniyetine, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyet’i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur.
Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten, ‘sentez’, tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız ‘Türk-İslam sentezi’ yerine, ‘Türk-İslam Ülküsü’ sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını, ‘TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ’ olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.