Prof. Dr. Hilmi Özden: SOMA’DAKİ VATAN
Soma’daki maden faciamız ile ilgili bir şeyler yazabilmek çok zor. Belki de hemen hemen imkansız. Sözün bittiği yerde yazılabilecek hiçbir şey yoktur. Fakat yüreğimiz daralıyor. Yıllar önce o yörede pratisyen hekim olarak görev yaptığımı hatırladıkça, belki de şehitlerimiz henüz bebekken muayene etmiş olabilirim diye düşünüyorum. Otuz yıl önce Akhisar’ın Süleymanlı kasabasına sağlık ocağında görev yapmak üzere mecburi hizmet için gitmiştim. Bulunduğum kasaba ile Soma arasında sadece Kırkağaç vardı. Zaman zaman da Akhisar’daki sağlık ocaklarından birinde de görevlendiriliyorduk. Sağlık alanında sosyalizasyonun yeni başladığı yıllardı. Bebek aşılamalarında Türkiye’nin çok başarılı olduğu dönemlerden biri idi. Ebelerimiz, sağlık memurlarımız köy köy o yöre’de hamilelerin, bebeklerin, çocukların takibini yaparlardı. Biz hekimlerde onlarla birlikte okullarda öğrenci muayenesinden aşı kampanyasına kadar her faaliyete iştirak ederdik. Sağlık ocaklarımız da ise küçük cerrahi müdahaleden muayeneye kadar üstümüze düşen görevleri yapmaya çalışırdık. Soma’dan gelen hastalarımızın olduğunu da biliyorum. Bu saatden sonra yazı yazmak neyi değiştirir. Tabii ki hiçbir şeyi. Aradan otuz yıl geçmesine rağmen, Akhisarlı, Soma’lı, Süleymanlı, Kırkağaçlı, Ova köy’lü halen çok sevdiğim arkadaşım dostum var. Onlar güzel Türkiye’mizin güzel insanları. Her yerde çok güzel insanlarla karşılaşırsınız ve unutmazsınız onları. Şimdi yüreklerimizde kor gibi bir acımız var. Soma’da ve civardaki beldelerdeki evlere düşen acıyı, yangını yazmak ise ne mümkün. Sadece o yörede iki buçuk yıl görev yapmış bir hekim olarak yanan göğsümden çaresiz sızan hıçkırıkları yazıyorum:
Soma’ya ateş düşer
Kalplerde bin bir keder
Hakk’dan değil bu kader
Gençliğim oldu heder
Gözüm beyazsız bakar
Şu kanım kara akar
Maden yürekler yakar
Bedenim yerden çıkar
Evime acı indi
Yuvamda ocak sindi
Göğsüme bir yük bindi
İstikbalim silindi
özden bu suç senindir
İlim senin neyindir
Denmiştir yitiğindir[1]
Hayatta mürşidindir[2]
Şehitlerimize Rahmet, Acılı Ailelerine ve Türk Milletine başsağlığı dilerim. Şehitlerimiz ve aileleri kulluk haklarını bizlere helâl etmezlerse, haklıdırlar. Onlar vazifelerini yaptılar, vatanlarını üşütmediler. Eğer üşüyüp kendimize gelemiyorsak, Kur’an-ı Kerim’de “deki: Rabbim ilmimi artır” (Taha/114.ayet) “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu. Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer suresi/9. ayet) dendiği halde biz ısrarla ilimsiz yaşamayı ilke ediniyorsak Kur’an ne yapsın? vatan ne yapsın?.Alnının teriyle canını ortaya koyan ne yapsın? Bir ülkede önce ilimle iştigal edenler ilmin rehberliğini topluma anlatamıyorlarsa suçlu aramaya çalışmayalım. İlimle hem hal olduğunu iddia eden biz akademisyenler önce ilme, fenne, aklı işletmeye itibar edelim ve ettirelim. Yoksa Uluğ Bey’in dediği gibi “ İlim itibar görmediği yerden kaçar” Özellikle de ilim, ilminin hakkını vermeyen ilim insanlarından kaçar!
16 Mayıs 2014
hilmi özden
[1] Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyete göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:“Hikmet, değerli bilgiler müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa almaya daha hak sahibidir.”(Tirmizi, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 17)
[2] “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir”. Mustafa Kemal Atatürk.