Hâlim Sâbit’in
Amelî İlmihal’i ve
Mehmed Âkif’in
Bu Kitaba Dair Görüşleri
Tahsin Yıldırım
ULUSLARARASI KAZAN SEMPOZYUMU /
İstanbul Bağcılar Belediyesi Türk Dünyasını Aydınlatanlar Kitabı, s. 271-284
Özet
Döneminde Sarıklı Türkçü olarak tanınan Hâlim Sâbit, İslamî meseleler de dâhil olmak üzere birçok konuya Türkçü bir bakış açısıyla eğilmiştir. II. Meşrutiyet sonrasında kaleme aldığı, tanıtımını yaptığımız ilmihal, Hâlim Sâbit’in bakış açısına bir örnek niteliğindedir.
Hâlim Sâbit’in ele aldığı konulardan biri de eğitim-öğretim meselesidir. O, bu sahadaki eserlerin eksikliğini görüp kafa yoranların başında gelir. İslamî konuların her yaş grubuna ve hedef kitlenin önceliklerine göre anlatıldığı kitaplara ihtiyaç bulunduğunu ve çocuklara yönelik ilmihal kitaplarının eksikliğini ortaya koymuştur.
Öğrencilerin pratik ihtiyaçlarını karşılayacak, bir solukta okuyabileceği kitaplara olan ihtiyacı gören Hâlim Sâbit’in farklı yaş gruplarına yönelik üç ilmihal kitabı, dönemin aydınları, özellikle de Mehmed Âkif tarafından övgüyle anılmıştır. Söz konusu eser ibtidaîlerin birinci, ikinci ve üçüncü sınıflarında okutulmak üzere yazılmış olup dönemin Maarif-i Umumiye Nezareti tarafından nakdî olarak da ödüllendirilmiştir.
Kitapların en önemli özelliği, öğretmen ve öğrenciler düşünülerek kaleme alınmış olmalarıdır.
Bu eser Türk eğitim tarihi açısından çok önemlidir. Türk milli eğitim tarihinde, kılavuz kitabı ile birlikte eğitimin hizmetine sunulan ilk ders kitaplarındandır. Tebliğimizde, Hâlim Sâbit’in Amelî İlmihal’inin 1.Kitab’ına dair bilgiler verilmiştir.
Anahtar kelimeler: Hâlim Sâbit Şibay, ilmihal, Osmanlı eğitim sistemi, ders programları, ilmihal dersi, kılavuz kitap, Amelî İlmihal, Mehmed Âkif Ersoy
“Sarıklı Türkçü”ye dair
Hâlim Sâbit (Şibay/Sabiroğlu), döneminde olaylara Türkçü bir bakış açısı ile eğildiğinden Sarıklı Türkçü olarak anılmış önemli düşünce adamlarımızdandır.
Hâlim Sâbit, 1883 senesinde, Simbir vilâyetinin Küçük Tahranlı Labit köyünde doğmuştur. Babası, bir zamanlar İdil-Volga havzasında hüküm süren Bulgar-Türk mirzalarından, Şibay sülalesine mensup Sabircân Efendi, annesi ise Hayat Hanım’dır.
İlköğrenimine, 1890 yılında, İdil boyundaki Semera şehrinin yeni usulle eğitim veren yatılı okulunda başlamıştır. 1897’de, İdil boyu Simbir vilayetinde, Ulutarhan’daki Medrese-i Hâlimiyye’de okumuştur.
Bu arada Rus lisesine girerek buradan da mezun olmuş; daha sonra Orenburg’daki Hüseyniye Medresesi’nde
bir müddet müderrislik yapmıştır. 1904 yılında İstanbul’a gelmiş, 1 Şubat 1906’da Mercan İdâdîsi’nden mezun olmuştur. 14 Temmuz 1910’da Dârülfünûn-ı Osmanî’nin yüksek dinî ilimler şubesini pekiyi derece ile bitirmiş ve idâdîlerde muallimlik hakkını elde edebilmek için, Dârülfünûn’da yapılan imtihanı kazanmıştır. Buradan mezuniyetinin ardından, Orta Asya’daki Türk topluluklarının hayat tarzını inceleyip araştırmak maksadıyla Türkistan’a doğru Altaylar’a bir gezi yapmış ve bu seyahatini, 1910-11’de Türk Yurdu’nda yayımlanan “Altaylar’a doğru” başlıklı yazı dizisinde anlatmıştır.
Hâlim Sâbit, İttihat ve Terakki Fırkası’nın hars şubesi mensuplarındandı. Devrin siyasî cereyanlarına doğrudan katılmamakla beraber, İttihat ve Terakki liderlerinin, İslâm birliği, Türkçülük ve Rusya meselesi hakkında düşüncelerinden istifade ettikleri fikir adamlarından biriydi. Siyâseti tamamen bir tarafa bırakmadan, onunla kol kola ve gücünü yanında hissederek hareket eden bir âlim figürüdür. Sadece masa başı çalışması yapan, bir odaya kapanıp kalan ve oradan konuşan bir âlim değildi.
Hâlim Sâbit’in yazı hayatı öğrencilik yıllarında başlamıştır. Sırat-ı Müstakim, Sebîlürreşad, Yeni Mecmua, İslâm Mecmuası, Türk Yurdu, İçtimâiyat Mecmuası, İslam-Türk Ansiklopedisi, İslâm Ansiklopedisi gibi yayınlarda yazıları yayımlanmıştır. Son senelerindeki iki yazısı da, çok sevdiği Mehmed Âkif hakkındadır.
Hâlim Sâbit’in hayatta iken yayınladığı altı eserinden beşi, okullar için ders kitabı niteliğindeki Amelî İlmihal adını taşıyan ders ve öğretmen kılavuz kitaplarıdır. Medreselerin ıslahı hakkındaki risalesi kitap halindeki son eseridir. Son zamanlarında yazdığı Kur’ân’a Doğru isimli eseri ise yayınlanmamıştır.
Hâlim Sâbit; kültürel faaliyetleri içerisinde, bir yazar olarak, asıl mesaisini, zaman zaman kesintiye uğramakla birlikte, 12 Şubat 1914 – 30 Ekim 1918 tarihleri arasında tam 63 sayı çıkarmaya muvaffak olduğu İslâm Mecmuası’na vermiş; ismi, adeta mecmuası ile beraber hatırlanır ve zikredilir olmuştur.
İttihat ve Terakki’nin malî desteği ile, on beş günde bir çıkarılan mecmua Modernist-İslâmcı ve Türkçü-İslâmcı olarak tanımlanmaktadır. İslâmcı-Türkçü görüşün ileri gelenlerinden olan Hâlim Sâbit, başta da belirttiğimiz gibi Sarıklı Türkçü olarak anılmaktadır.
27 Aralık 1946 Cuma günü, Diyânet İşleri Reisliği Müşâvere Heyeti azası iken, 63 yaşında vefat etmiş ve Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedilmiştir. Türk lehçelerini çok iyi bilen Hâlim Sâbit Bey Uygurca da konuşabilirdi. Arapça, Farsça ve Rusçayı öğrenmiş, Dârülfünûn’a devam ederken Alman lisanına da çalışmıştır. Ayrıca, İngilizce dersleri de almıştır.
İlmihal kavramı ve ilmihal kitaplarına dair
İlmihal ‘ilim’ ve ‘hal’ kelimelerinden meydana gelen bir isim tamlaması olup, sözlük anlamı ‘hal-durum ilmi’ demektir. Dinî literatürde ise, Müslüman’ın bağlı olduğu inanç, ibadet ve ahlak esaslarını, öğretici bir tarzda özetleyen ilmin ve bu konuda yazılan kitapların adıdır. “İlm-i hal” terimi, muhtemelen Hicrî IV ve V. yüzyıllardan sonra kullanılmış olmakla birlikte, Arap aleminde ‘ilmihal’ adını taşıyan bir kitap bulunmamaktadır. Buna karşılık, Türk dünyasında, ‘ilmihal’ adıyla sonradan, çeşitli türde ve çok sayıda kitap yazıldığı bilinmektedir. Bir bakıma, ilmihal yazma işinin Türk-İslam dünyasına ait bir gelenek olduğunu söyleyebiliriz.
İslamiyet’e ait bazı konuları halka anlatacak, halkın sorularına cevap verecek, anlaşılabilir eserlere duyulan ihtiyaçtan dolayı ilmihal kitaplarının sayısı artmıştır. Bir kitap türü olarak ilmihalin tarihî seyrine baktığımızda, eldeki mevcut bilgiler ışığında, ilmihal ismi verilen eserlere ancak Osmanlı’nın yakın döneminde rastlanılmaktadır. Fakat, çağlar boyunca değişik isimler altında yazılan başucu eserleri, bu sahadaki ihtiyaca cevap vermişlerdir.
Osmanlı eğitiminde ilmihal dersleri
Eğitimi bir milletin olmazsa olmazı olarak değerlendiren Hâlim Sâbit’e göre, Osmanlı eğitim sistemindeki ders programları plansız ve zamanın ihtiyacına önem verilmeden hazırlanmıştı. Usûl-i tedris ise düzenli değildi. Eskileri taklitten ileri gidilememişti. Ona göre aklın, fikrin, tecrübenin, ihtiyacın önemi kalmamış, kitaba esir olunmuş; bunun sonucu olarak da talebenin zihni körelmiş ve idraki daralmıştır.
Hâlim Sâbit, eğitimde dersleri ve içeriklerini önemsemiştir. Ona göre, ders programlarında ve öğretim yöntemlerinde akıl ve fikre ve zamanın ihtiyaçlarına kesinlikle önem verilmemiştir. Ders programı dağılımındaki gelişigüzellik de, kısa ve dar bir düşüncenin sevki ile, taklitten başka hiçbir bakış açısıyla itibara alınmamış olmasındandır. Hâlim Sâbit, eğitim zihniyetine ait temel sıkıntıları şöyle açıklamıştır:
- a) Kitap esâreti;
- b) Âlimce ve dindarca bir emelin olmayışı;
- c) Faziletin kişiye ait kılınması.
Hâlim Sâbit’e göre burada iki şey ortaya çıkmıştır: Gayeler ve programlar… Toplumsal durumlar ve hayat şartları hayli değiştiğinden, geçici olarak sunulan ders programı yeterli gelmez olmuştu.
Osmanlı’da farklı okullarda ortak dersler okutulmaktaydı. Bu derslerin başında da, Müslümanların kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerim öğretimi gelmektedir. Klasik dönemin sosyo-kültürel şartları dikkate alındığında, derslerin belli bir sistem dâhilinde ve örgün bir eğitim-öğretim yaklaşımıyla okutulduğu anlaşılmaktadır.
Ders programları arasında önemli bir yeri ilmihal-fıkıh tutmaktaydı. İslam inancının temel rükünlerinin en iyi biçimde öğretilebileceği, özümsenebileceği ve zihinlere en net bir şekilde nakşedilebileceği çağın çocukluk yılları olduğu dikkate alındığında, böyle bir seçimin isabetli olduğu söylenebilir.
1846’da yayımlanan bir talimatla Kur’ân ve ilmihal eğitimi emredilmiştir.
Fatih devrinde kabul edilen esaslara göre, İptida-i Hariç medreselerinde, gerektiğinde alfabeden başlayarak okuma-yazma öğretildikten sonra ilmihal, Kur’ân, yazı ve dört temel işlem öğretilirdi. Osmanlı toplumunda çok okunan ilmihal kitaplarının başında gelen Mızraklı İlmihal, yalnız okunmakla kalmayıp aynı zamanda ezberlenmiş, hatta İstanbul, Rumeli ve Anadolu’da, sıbyan mektepleri gibi resmî eğitim kurumlarında da din bilgisine giriş kitabı olarak okutulmuştur. 1892 yılında çıkarılan bir talimat, iptidai mekteplerde Kur’ân-ı Kerim ve ilmihal okutulmasını içermekteydi. 1902 yılında Rüştiye okullarının 1.sınıfında da Kur’ân-ı Kerim’le beraber ilmihal de okutulmuştur. Bu yıllardan sonra, ilmihal dersi diğer eğitim kurumlarının farklı sınıflarında da verilmiştir.
Modernleşme süreci olan Tanzimat’tan sonra açılan mekteplerdeki din dersi ihtiyacı ile, ilmihal kitaplarında belli bir tekâmül seyri takip edilmeye başlanmıştır. Çünkü, bu yeni dönem ile birlikte, o zamana kadar etkinliğini sürdüren şifahî gelenek, yerini kitap merkezli bir anlayışa bırakmaya başlamıştır.
Nitekim, İslâm dünyasında, modernleşme sürecine kadar pek çok kitap telif edilmiş olmasına rağmen, eğitim sistemi şifahî usullerle ve hoca merkezli olarak devam ettiğinden, kitabın birincil kaynak olduğunu söylemek zordur. İşte, modern dönemde açılan yeni mekteplerdeki ders kitabı ihtiyacı, bu durumun değişmesine zemin hazırlamıştır.
Hâlim Sâbit’e göre, ders programları çok eskiden beri bozuk ve intizamsızdı. Ders programları hazırlanırken zamanın ihtiyaçlarına önem verilmemiş ve programın tanzimi dar bir düşünceyle yapılmıştı.
Yine ona göre, ders programlarında yer verilmesi gerekli dersler gaye, terbiye ve hayat itibariyle üç gruba ayrılmalı ve ilmihale de mutlaka yer verilmelidir.
1909’da ve 1910-11 öğretim yılında ilkokullarda okutulan dersler arasında ilmihal de vardır. Bazı fikirlerinden Hâlim Sâbit’in de etkilendiği Ziya Gökalp, 1914 başlarında yayınladığı bir makalesinde, Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmak formülünün eğitime de uygulanmasını istemiş; okullarda ilmihal okutulmasını gerekli görerek, öğrencilere öğretilmesini istediği üç farklı bilgi kaynağını şöyle sıralamıştır: a) Millî dil, millî tarih, millî edebiyat; b) Kur’ân, tecvîd, ilmihal gibi dinî bilgiler; c) Riyaziyat, tabiiyat gibi bilimler, yabancı diller, elişleri, beden eğitimi vs.
Eğitim tarihimizde önemli bir yeri olan Satı Bey de, ders olarak ilmihale duyulan ihtiyaca ve bunun nasıl olması gerektiğine dair şunları söylemektedir:
“‘İlmihal-ulûm-i dîniyye’ dersi mekteplerimizin programlarında –zaman itibariyle– pek ehemmiyetli bir mevki tutuyor. Bilhassa mekâtib-i ibtidaiye dersleri arasında pek büyük bir mevki işgal ediyor. Çünkü tahsil-i ibtidaî –Maârif Nizamnamesi’ne göre– aynı zamanda tahsîl-i dînîyi de tazammun eyliyor…
Fakat bu dersin mekteblerimizde işgal ettiği zaman, temin ettiği fâ’ide ve neticelere nisbet olunursa bedâheten anlaşılır ki, bu netice ve fâ’ideler, hasr olunan zamana nisbetle lâ-şey’ gibidir; bütün bu derslere rağmen, çocukların mâlumât-ı dîniyyesi –tahsil-i dînîsi– hemen umumiyet itibariyle, mekteb haricinde, aile kucağında öğrendikleri şeylerden ibaret kalır ve bunun içindir ki, ahkâm-ı dîniyyeyi bazı âdât-ı seyyie ve hattâ efkâr-ı bâtıla ile karıştıran ‘taassub-ı câhilâne’, kemâl-i şiddetle hükmünü sürmekte devam edip duruyor…
Bu müessif hale nihayet verebilmek için, evvel-emirde bunun sebeblerini aramak lazım gelir. Acaba ne için böyle oluyor? Ne için ulûm-ı dîniyye derslerinden, sarf olunan zamanın temin edebileceği derecede değil, bu derecenin onda biri raddesinde bile bir fâ’ide iktitâf olunamıyor?
Bu suallere cevâben, zihne ‘Muallimler cahil olduğu için!’ yolunda bir mütâlaa vârid olabilir. Fakat cüz’î bir teemmül, şüphe bırakmaz ki, bu mütâlaa asla doğru değildir. Muallimlerimizin en çok vâkıf –en az cahil– oldukları şey, şüphe yok ki, ilmihal ve ulûm-ı dîniyyedir…”
Hâlim Sâbit’in, önemli eğitimcilerden Satı Bey’in bahsettiği bu kaygıları önemseyen bir anlayışla kaleme aldığı Amelî İlmihal, çağdaşları arasında, özellikle de Mehmet Akif tarafından, çağın ihtiyaçlarını göz önüne alan bir eser olarak taltif edilmiştir.
Hâlim Sâbit’in Amelî İlmihalleri
Okullarda dinî ilimlerin de tahsil edilmesini isteyen Hâlim Sâbit, mekteplerin ve eğitimin eksik yönlerini tespit ederek, bunlara birtakım hal çareleri aramıştır. Gördüğü eksikliklerden biri de, yaş gruplarına uygun ilmihallerin bulunmayışıdır.
Hâlim Sâbit, öğretmenler ve öğrenciler için yazmış olduğu Amelî İlmihal kitaplarıyla, bu alandaki çalışmalarının ciddiyet ve samimiyetini ortaya koymuştur. O, özellikle çocukların ve gençlerin iyi bir şekilde yetiştirilmesi için büyük bir çaba sarf etmiş; bu çabanın yansıması olarak da, son derece faydalı ve anlaşılır bilgilerle dolu kitaplar ortaya çıkmıştır.
Hâlim Sâbit’in sağlığında yayınladığı altı eserden beşi, Amelî İlmihal adını taşıyan ders ve öğretmen kılavuz kitaplarıdır. Bu kitaplar ibtidailerin 1., 2. ve 3. sınıfları için yazılmıştır. 1. ve 2. sınıf kitaplarının, öğretmenlere yönelik Muallimlere Mahsus kılavuz kitapları da vardır. Ancak 3. sınıf için olanı sadece öğrencilere yöneliktir. Bu kitaplar Maârif Nezâreti ile Tetkik-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer‘iye Meclisi’nin onayını almıştır. Söz konusu Amelî İlmihal kitapları şunlardır:
- Kitap-Talebeye Mahsus, İstanbul, 1328, 21 s., Sırat-ı Müstakim Matbaası; diğer baskı: İstanbul, 1333, 21 s., Necm-i İstikbal Matbaası;
- Kitap-Muallimlere Mahsus, İstanbul, 1328, 69+3 s., Sırat-ı Müstakim Matbaası;
- Kitap-Talebeye Mahsus, İstanbul, 1329, 79 s., Şirket-i Mürettibiye Matbaası; 1331’de yine aynı matbaada, 1332’de Necm-i İstikbal Matbaası’nda basılmıştır;
- Kitap-Muallimlere Mahsus, İstanbul, 1329, 101 s., Şirket-i Mürettibiye Matbaası;
III. Kitap-Talebeye Mahsus, Tevsi-i Tıbaat Matbaası, İstanbul, 1331, 128 s., Sebîlürreşad Kütüphanesi.
Hâlim Sâbit’in bu kitapları, İttihat ve Terakki tarafından kurulan okullar için defalarca basılmış ve ayrıca müellifine ödül kazandırmıştır.
Amelî İlmihal veya Amelin İlmihali
Hâlim Sâbit’e göre, toplumun geleceği için kafa yorulması gereken konulardan bir tanesi de eğitim-öğretim meselesidir. Eğitimdeki birçok eksiği fark eden Hâlim Sâbit, çeşitli yazılarında, eğitim ve öğretimin ihtiyaçlarına yönelik tespitler ortaya koymuş ve çözüm önerileri sunmuştur. Onun önemsediği konulardan biri de, çocuklara yönelik ilmihaller ile öğretmen kılavuz kitaplarıdır. Kendisi, sadece öğrenciler için değil, öğretmenler için de kitaplar hazırlamak suretiyle, derslerin pedagojik ihtiyaçlarını karşılayan bir öncü olmuştur. Bu ilmihal kitaplarının en önemli özelliği, öğretmen ve öğrenciler de düşünülerek kaleme alınmış olmasıdır. Sırat-ı Müstakim dergisindeki imzasız bir yazıda, “Şimdiye kadar mektep kitapları içinde ilk ehemmiyet verilmeyen bir şey varsa o da ilmihal kitapları idi” denilerek, bu sahadaki eksikliğe vurgu yapılmıştır. “Çocukların malumat-ı diniyyesinin noksan kalmasına en büyük sebep teşkil eden şu ciheti nazar-ı dikkate alan Sırat-ı Müstakim ceride-i İslamiyesi”nin, Hâlim Sâbit’in, bu sahada görülen eksikliği gidermek için çağın dikkatini metne veren eserini tanıtan makalesinde, Amelî İlmihal’in geç kalmış, ama hayırlı bir çalışma olduğu yazılmıştır.
Eğitimci Satı Bey de, ilmihal derslerinden gerekli semerenin sağlanamamasının, pedagojik dikkatlerin esere yansımamasından ve soyut, kavramsal içerikli metinlerin çocuğa ders kitabı şeklinde sunulmasından kaynaklandığını şöyle ifade etmiştir:
“Ulûm-ı dîniyye dersinin gayr-ı müsmir kalmasının sebebini, muallimlerin cehlinde değil, her şeyde olduğu gibi bu dersde de takib ettikleri usûlün fenalığında aramalıdır. Filvaki, altı-yedi yaşında çocuklara mahsus ilmihallerin bile ilk sahifeleri ‘İlmihal, her müslim ve müslime için itikad ve amele dair bilinmesi lazım olan şeydir’, ‘Farz delil-i kat‘î ile bilinen şeydir’, ‘Vâcib, delil-i zannî ile bilinen şeydir’, ‘Cenâb-ı Hakk’ın sıfât-ı selbiyyesi ve sıfât-ı subûtiyyesi vardır’ gibi tarifler ile doludur; muallimler, ilk derslerden itibaren bunları çocuklara öğretmeye çalışmaktadır.
Düşünmeli, bir çocuk kafası böyle bir lisanı nasıl anlayabilir? Bir çocuk zihni, bu kadar mücerred efkâr ve ta‘rîfâtı nasıl idrak ve ihâta eyleyebilir?.. Böyle ta‘rifleri o yaşta çocuklara öğretmeye kalkışmak, onları hiç anlamaksızın –asla hazm ve temsil edemeksizin– körü körüne ezberlemeye mecbur etmekten başka ne netice verebilir? Ve, ne netice verebiliyor?
Çocukları, böylece, anlamadan ezberlemeye mecbur etmek ne kadar muzırdır!
Böyle yapmak ile, bir taraftan onlar beyhude yere işgâl ve it‘âb edilmiş olur; bir taraftan ezberciliğe alıştırılmış bulunur, diğer taraftan da, o bahislere büyüklüklerinde bile cahil kalmalarına sebebiyet verilmiş olur. Çünkü, anlaşılmadan ezberlenen şeyler insana bir ‘vehm-i vukû’ verir, insanı ‘öğrendim, anladım, biliyorum’ zannına düşürür; onun için, çocuk, bu bahisleri bir defa anlamaksızın ezberlemeye mecbur oldu mu, sonra bütün bunları anlayabilecek bir yaş geldiği vakit tekrar okusa bile, ekseriya onun üzerine sarf-ı zihne lüzûm görmez, ezberlenmiş cümlelerin verdiği ‘vehm-i ilm’ ile onların üzerinden geniş adımlarla atlayıp geçer.
İmihal tedrisatıdaki marazı sebebi bu suretle meydana çıkarınca, aynı zamanda bu marazı çâre-i def‘i de meydana çıkarılmış olur. İmihal tedrisatıda da esaslıbir tebeddül yapmak, ilmihal tedrisatında da usûl-i tedrisin kavâ‘id-i umûmiyesine tevfîk-i hareket etmek…”
Tanıtımını yaptığımız Amelî İlmihal’in 1. Kitabı, “Bu usulün, ilmihal tahsiline yeni başlayan çocuklar için bihakkın fâ’ide-bahş olduğu tecârib-i adîde ile sâbit olmuştur” şeklinde tanıtıcı bir cümle ile başlamıştır. Ders kitabının daha etkin ve verimli kullanılabilmesi için, o dersle ilgili müfredat programında (eğitim ve öğretim programında) yer alan kazanım ve açıklamalar doğrultusunda öğretmenleri yönlendirici çeşitli örnek ve alıştırmaların olduğu; öğretmenlerin yararlanması için, işlenen ünite, konu, tema ve öğrenme alanları hakkında okuma kaynakları ile farklı etkinliklerin bulunduğu basılı ya da elektronik ortamda hazırlanmış eserlere kılavuz kitap denilmektedir. Bizde, son yıllara kadar öğretmenlerin ders araçları içerisinde yer almayan kılavuz kitapların ilki, Hâlim Sâbit’in, ilmihal kitaplarını tamamlamak üzere Muallimlere Mahsus adıyla yazdığı eseridir. Bu yönüyle Hâlim Sâbit, Türk eğitim sisteminde yenilikler başarmış önemli düşünürlerimizdendir.
Hâlim Sâbit’in Amelî İlmihal kitaplarından ilki olan eser, Levhalar halinde 21 bölüme ayrılmış olup önsöz, ihtar-ı mühim ve sonunda yer alan tanıtımla birlikte 24 bölümden oluşmaktadır. Çocuk zihni küçük parçaları daha kolay algılayacağından, ilmihal küçük küçük parçalardan oluşturulmuştur.
“İş bu eser Maarif-i Umumiye Nezareti ile Bâb-ı Fetvâ’da müteşekkil tedkik-i mesâhif ve müellefât-ı şer‘iye meclis-i âlîsince tasvib ve tasdik edilmiş ve umum mekâtib-i ibtidaiyede okunmak üzere maa’t-takdir resmî programa kabul ve idhal olunarak ayrıca mükafat-ı nakdiyyeye de mazhar olmuştur” denilerek, izinle yayınlandığı, çağın pedagojik ihtiyaçlarının gözetildiği ve ödül aldığı ifade edilmiştir.
Levhaların bazılarında ayet, hadis ve duaların Arapça asılları verilmiş; ardından, bunların kısmî açıklamalarını içeren basit cümleler yazılmıştır. Bu cümlelerde, imanî ve ahlakî konulara ait kısa sözler yer almıştır. Bu metodu, dönemin eğitimcilerinden Satı Bey şu cümlelerle savunarak, yapılması gerekenleri şöyle ifade etmiştir:
“Çocuklara, hep bu suretle, gerek itikada ve gerekse amele dair olarak kâfî derecede mâlumât-ı yakîniyye verildikten sonra [ilmihale] başlanmalıdır; ilmihal dersinin ikinci tabakasını teşkil edecek olan bu tafsilatda dahi tedrîci elden bırakmamalıdır. O vakte kadar, bahs olunan fiiller ve itikadlar arasından farzları, vâcibleri, sünnetleri, müstehabları, haramları, mekruhları ayırmalı; fakat, işe bunları tesmiye veya tarif ile girişmemeli, evvel-emirde bunların neticelerini göstermeli. (…)
İşte böyle yapıldığı vakit, çocukların zihnine, temelli, köklü mâlumât-ı dîniyye verilmiş olur…”
Amelî İlmihal’in levha olarak adlandırılan bölümlerinde şunlardan bahsedilmektedir:
Levha 1’de, İslam’ın olmazsa olmazı olan Kelime-i Tevhid’le Kelime-i Şehadet’in yanında iyi mümin olmaktan bahsedilmiştir.
Levha 2’de, Besmele ile birlikte Fatiha yazılmış, ardından da Tekbir’in Arapçası, Türkçe karşılığı, Allah’ın yaratıcılığı ve tekliği kısa cümlelerle ifade edilmiştir.
Levha 3’te, eşi ve benzeri bulunmayan, Kadir olan Allah’ın yaratıcılığı, sıfatları, dileme kudreti, her şeyi işitmesi ve görmesi anlatılmıştır.
Levha 4’te, Tahiyyat duasının yanında, Allah’ın hak sözü Kur’ân-ı Kerim’i yücelten, onun hak kitap olduğunu belirten ve onu korumanın her Müslümanın görevi olduğuna yönelik ifadeler yer almıştır.
Levha 5’te, Salavât-ı Şerife’nin Arapçası ile onu şerh eden kısa cümleler yer almıştır. Burada çocuklara, Hz. Peygamber’in nasıl sevilmesi gerektiği, “Biz Hz. Peygamber’i canımız gibi severiz. Hz. Peygamber’i sevenleri severiz” gibi veciz sözlerle anlatılmıştır.
Levha 6’da, Amentü’nün şerhi sayılabilecek “İnsan ölmekle dünyadan ahirete gider. Dünyada iyi olanlar ölmekten korkmamalıdır. Allah’ı seven, Peygamber’i seven ahiret gününde kurtulur. Müslümanları seven ahiret gününde sevilir. Müslümanlar ahiret gününde bahtiyardır. Biz Müslümanız, ahiret gününden korkmayız” şeklindeki açıklamalarla, çocukların zihnine ve bilinçaltına iyi Müslüman, iyi insan olmanın kurallarını ve imana ait kavramları yerleştiren izahlara yer verilmiştir.
Levha 7’de, okulun eğitim hayatıyla sosyal yaşantıdaki yeri Allah’ın bir nimeti olarak zikredilmiş; bunun yanında “Allah Teala bize pek çok nimetler ihsan etti. Hz. Allah Müslümanları sever. Allah Teala bize göz, kulak, dil verdi. Allah Teala bizi yoktan var etti. Allah Teala bize peder, valide verdi” denilerek, Allah’ın verdiği bu nimetlere şükredilmesinin gereği belirtilmiş ve bunun nasıl yapılacağı da “Biz Allah Teala Hazretleri’ne hamd ederiz, şükrederiz. Mektebe gelmek, derse çalışmak Allah Teala’ya şükürdür.
Okumak, yazmak öğrenmeyen çocuk Allah’a şükretmemiş olur. Kur’ân-ı Kerîm okumak Allah Teala’ya şükürdür. Peygamber’i sevmek Allah Teala’ya şükürdür. Biz mektebe geliriz; Peygamberimiz’i severiz.
Dinini seven kimse Allah Teala’ya şükretmiş olur. Kur’ân-ı Kerîm’i sevmek Allah Teala’ya şükürdür. Biz Kur’ân-ı Kerîm’i severiz” gibi cümlelerle açıklanmıştır.
Levha 8’de, ahlakî öğütlere yer verilmiş; çocukları iyiliğe, güzelliğe çağıran arkadaşın, arkadaşlığın önemi ve Allah nazarında kötü söz söylemenin makbul olmadığı “Ben arkadaşlarımı severim. Kötü söz söyleyen kimseden Allah razı olmaz. İyi çocuk arkadaşının kabahatini başkasına söylemez. Allah Teala, arkadaşlarını seven kimseyi sever” cümleleriyle anlatılmıştır.
Levha 9’da, İhlâs suresinin Arapçası verilmiştir. Bu bölümde, fakirin Allah, Peygamber ve insanlar nazarında korunup kollandığı, “Biz fukarayı severiz. Biz fakir çocuklara acırız. Ben fakir çocuklara yardım etmeyi pek severim. Fukarayı seven kimseyi Allah Teala sever. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri fukarayı çok severdi. Hz. Allah ‘Ey zenginler, fukaraya yardım ediniz’ diyor. Allah Teala ‘Fukaraya zekâtlarınızı veriniz’ diyor. Fukaraya yardım etmek her Müslüman’a borçtur. Müslüman kimse zekât vermeyi sever. Her Müslüman fakirleri sevmelidir. Fukarayı seven kimseden Allah Teala razı olur. Hz. Peygamber Efendimiz fukaranın dostu idi” gibi örneklendirmelerle açıklanmıştır.
Levha 10’da, Peygamberimiz’in insan sevgisi “Peygamberimiz Hazretleri insanları kurtarmak için çok çalıştı. Muhammed (s.a.v) Efendimiz insanları pek ziyade severdi. Peygamberimiz küçükler için çok şefkatli idi. Hz. Peygamber yetim çocuklara ziyadesi ile acırdı. Muhammed (a.s) Efendimiz öksüzlere yardım ederdi. Peygamberimiz Hazretleri küçükleri kucağına alır, okşardı. Hz. Peygamber Efendimiz küçükler için hayır dualar ederdi. Peygamberimiz, bozuk kimseleri gördüğü vakit, onlar için Allah’tan doğru yol isterdi. Peygamber ‘Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat ediniz’ buyurdu. Hz. Peygamber, insanları doğru yola götürmek için çok meşakkatlere katlandı. Peygamberimiz bizi pek ziyade severdi” cümleleriyle çocukların dikkat ve duygularına sunulmuştur. Hz. Peygamber’in bu sevgisine karşılık Müslümanların da ona duymaları gereken sevgi “Ben Hz. Peygamber Efendimiz’i pek ziyade severim. Peygamberimiz’i seven kimse bahtiyardır. Biz de Peygamber Efendimiz’i canımızla, kalbimizle severiz” ifadeleriyle anlatılmıştır.
Levha 11’de, çocukların anne ve babalarına olan sevgilerinin İslam’daki karşılığı, hadisler eşliğinde “Allah Teala ‘Peder ve vâlidenizi seviniz’ buyurmuştur. Peder ve vâlidesini seven kimseyi Allah Teala da sever. Peder ve vâlidesini sevmeyen kişiyi Allah Teala sevmez” gibi cümlelerle açıklanmıştır. Bu bölümde “Pederim benim için çalışıyor. Pederim beni pek ziyade seviyor. Ben pederimi çok severim. Ben vâlidemi de severim. Vâlidem de beni sever. Ben vâlidemin sütünü emerek büyüdüm” sözleriyle, çocuklar üzerinde her zaman etkin olan ebeveyne duyulan ilgi ve ihtiyaç ifade edilmiştir. “Pederim benim iyi insan olmamı istiyor” denilerek de, anne-babanın çocuk üzerindeki kredisinden hareketle, İslam’ın vaz’ ettiği iyi insan olma hasletine vurgu yapılmıştır.
Levha 12’de, ilmihalin ana amacı olan Müslümanlık vurgusu yapılmış; Müslümanların birbirini sevmesi gerektiği, bütün Müslümanların kardeşliği, Allah’ı ve Peygamberimiz’i tanıyan herkesin Müslüman ve Müslümanların da bahtiyar olduğu yazılmıştır. Bu bölümde, çocuklardaki aidiyet duygusundan hareketle, kendilerinin Müslümanlar arasında yer aldığı ve ona göre davranmaları gerektiği ifade edilmiş; farklı coğrafya ve ülkelerden örneklerin verildiği “Bütün Müslümanlar yekdiğerlerini severler. Kazan, Sibirya, Buhara, Hindli… Müslümanlar hep kardeşimdir. Ben bütün kardeşlerimi canımdan ziyade severim.
Müslümanlar hep kardeştir” cümleleri ile ümmet ruhu vurgulanmıştır.
Levha 13’te, Allah, Hz. Peygamber, Kur’ân-ı Kerim, melekler, ahiret, cennet ve cehennem kavramları ve İslam inancındaki karşılıkları kısa cümlelerle anlatılmıştır. Bu bölümde, çoğu yerde tekrarlandığı gibi, iyi insan olmanın insanlığın ve Müslümanlığın bir gereği olduğu “Bütün insanlar ile iyi geçinmek borcumuzdur. Bütün insanların iyi olmalarını Allah Teala’dan isteriz” cümleleriyle anlatılmıştır. Ve İlmihal’in birçok yerinde örtülü ya da açık olarak bahsedilen ve ümmet ruhunun tezahürü olan “Müslümanların kardeş olduğu” düşüncesi, “Bütün Müslümanlar benim kardeşimdir. Biz Müslümanları severiz” cümleleriyle tekrarlanmıştır.
Levha 14’te, İslam’ın temizliğe verdiği önem, abdest, abdestsiz namaz kılınmaması, temizliğin Müslümanlığın bir şiarı olduğu, Allah’ın ve Hz. Peygamber’in temizliği ve temiz insanları sevdiği şu cümlelerle anlatılmıştır: “Ben temizliği severim. Temiz olan kimseyi Allah Teala da sever. Müslümanlar temiz kimseyi severler. Temiz olan kimseye Allah Teala selametlik verir.” Bu bölümde, şu cümlelerle, özellikle abdeste vurgu yapılmıştır: “Namaz kılınırken abdest alınır. Günde beş defa abdest alan kimse temiz olur. Abdest almayan kimse temiz olamaz. Müslümanların hepsi temizdir. Bir Müslüman her namaz kılarken abdest alır. Abdestli bulunmak çok sevablıdır. Abdestli kimse temiz olur. Peygamberimiz Hazretleri her zaman abdestli bulunurdu. Hz. Peygamber uyuyacağı zaman da abdest alırdı. Ben abdestli bulunmayı severim.”
Levha 15’te, bizi yoktan var ettiğinden ve verdiği nimetlerden dolayı Allah’a karşı şükretmemiz ve bunun için de Allah Teala’yı sevmemiz ve O’na ibadet etmemiz gerektiği yazılmıştır. Bu bölümde, namazın Müslümanların hem dünyada, hem de ahirette kurtarıcısı olduğu “Hz. Allah namaz kılan kimselerden razı olur. Allah Teala’ya namaz kılmayan kimse iyi olamaz. Namaz kılmayan kimse kötüdür.
Namaz kılmayan kimseleri Allah Teala da, Peygamberimiz de sevmez. Allah Teala Müslümanlara ‘Beş vakit namaz kılınız’ diyor. Beş vakit namaz kılmak Allah Teala’nın emr u fermanıdır. Namaz kılan kimse ahiret gününde kurtulur. Beş vakit namaz Müslümanlar için ibadettir” cümleleri ile ifade edilmiştir.
Levha 16’da, Kevser suresinin Arapçası yazılmış; ardından, çocukların zihnine tam olarak yerleşmesi için, İslam’ın alâmet-i fârikalarından Ezan’ın tam metni verilmiştir. Milli şairimizin “Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” mısralarında ifade edilen millî ve dinî kimliğin sembolü, İslam’ın şiarı olan Ezan burada tabii olarak yerini almıştır.
Levha 17’de, Allah’ın yaratıcılığının ve mahlukatını sevdiğinin, yaratılanların da O’nu nasıl sevmeleri gerektiğinin yanında İslam’ın şartları “İhlâs ile namaz kılan kimseler iyi olur. Ben beş vakit namaz kılmayı severim. Müslümanlar beş vakit namaz kılarlar. Müslümanlar oruç tutarlar. Fakirlere zekât vermek zenginlerin borcudur. Namaz kılmayan kimsenin gönlü kararır. Oruç tutmak sevablı bir ibadettir” şeklinde anlatılmıştır. “Allah Teala’ya ibadet etmeyen kimse iyi değildir” denilerek, çocukların yaratıcıya olan fıtrî ilgileri uyandırılmak istenmiş; “Allah Teala bize pek çok nimetler ihsan etmiştir. Hazret-i Allah, kendisine ibadet eden kimseleri sever” cümleleriyle de, Allah inancının kalplere nakşedilmesi amaçlanmıştır.
Levha 18’de, Kunut dualarının Arapçası yazılmış; ardından da, çocukların zihnine tam olarak yerleşmesi için, İslam’ın alâmet-i fârikalarından Ezan’ın tam metni bir kez daha verilmiştir.
Levha 19’da, “İhtiyarlara hürmet ediniz” hadisinden hareketle, ihtiyarların dünyada misafir olduğu, onlara hürmetin üzerimize borç olduğu, Allah Teala’nın ihtiyarlara hürmet eden kimseyi seveceği zikredilmiştir. İhtiyarlara yapılacak saygının anlatılmasının yanında, âlimlerin hayatımızdaki önemi ve yol göstericiliği de anlatılarak “Ulemâyı dinleyen kimseler kurtulur” denilmek suretiyle, âlimlerin yol göstericiliği ve rol modelliği dikkatlere sunulmuştur.
Levha 20’de, Allah’ın varlığı, birliği, yaratıcılığı anlatılmış; ardından, yaratılanların Yaratıcı’ya karşı tutumları “Allah Teala bizi yoktan var etmiştir. Allah Teala yeri, göğü yarattı. Kötü kimseler kıyamet gününde Allah Teala’dan kurtulamaz. Allah Teala’dan korkan kimseler ahiret gününde kurtulur. Allah’tan korkan kimse bahtiyardır. Allah’tan korkan kimse hiç kimseden korkmaz. Allah’tan korkmalı, başkasından korkmamalı. Allah’tan korkmayan kimse herkesten korkar. Ben Allah’tan korkarım, başkasından korkmam. Allah Teala kendisinden korkan kimseleri sever. Allah’tan korkmayan kimselere inanılmaz” cümleleri ile ifade edilmiştir.
Levha 21, ilmihalin son levhasıdır. Bu bölümde, İslâm ve imanın şartlarıyla İslâm’ın özü sayılabilecek inançlar tekrar edilmiştir. İslâm inancının temeli olan Allah’ın varlığı ve birliği, Hz. Peygamber’in O’nun kulu ve elçisi olduğu inancı “Allah’ı, Peygamber’i tanıyan Müslüman’dır. Allah’a, Peygamber’e inanmayan Müslüman değildir” şeklinde açıklanmıştır. Bu bölümde, Peygamberimiz ve peygamberler “Hz. Âdem ile Peygamberimiz arasında pek çok peygamberler gelmiştir. Hz. Âdem ilk peygamber idi. Hz. Muhammed (a.s) en son peygamberdir. Hz. Peygamber’den sonra peygamber gelmez. Hz. Muhammed (a.s) Allah Teala’nın en sevgili bendesidir” cümleleri ile çocukların dikkatine sunulmuştur. Bu cümlelerin ardından, Hz. Peygamber’in son ve hak peygamber olduğuna iman “Hz. Muhammed (a.s)’ın Allah’tan getirdiği her şey doğrudur. Hz. Muhammed (a.s)’ı sevmek bizim borcumuzdur. ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedun rasûlullah’ deyip inanan kimse Müslümandır” şeklinde açıklanarak, Hz. Peygamber’in İslam anlayışındaki yeri tarif edilmiştir. İman esaslarından biri olan Kur’ân-ı Kerim’in hak kitap oluşu “Kur’ân-ı Kerim bizim kitabımızdır. Kur’ân-ı Kerim’e inanan kimse Müslüman olur. Kur’ân-ı Kerim’e inanmayan kimse Müslüman değildir” sözleriyle anlatılmıştır. Namazla orucun tüm Müslümanlar, hacla zekâtın ise zengin Müslümanlar üzerine borç olduğu belirtilerek, Müslüman olan kimsenin ahirette kurtulacağı ifade edilmiştir.
Sırat-ı Müstakim’deki bir yazıda; Amelî İlmihal’in pedagojik açıdan incelenmesi istenmiş; ardından, eserde, dinî ve imanî konuların çocukların yaş gruplarının ihtiyaç duyduğu şekilde anlatıldığı, mekteplerdeki masumların ihtiyaçlarına cevap verdiği örnekleriyle açıklanmış ve eğitim camiasının dikkatine sunulmuştur. Makalede, eserin kıymetinin “mekâtib-i ibtidâiye”de görevli olanlarca daha iyi anlaşılacağı belirtilmiştir.
Eserde, levhalar halindeki bölümlendirmelerde konular çocuğun anlayacağı bir dille ve kısa cümlelerle ifade edilmiş ve önemine binaen yer yer de tekrarlanmıştır. Tekrarlar çoğunlukla Allah, Peygamber, Kur’ân-ı Kerim ve ibadet esasları ile ilgilidir. Bu konuda, meşhur eğitimcilerimizden Satı Bey, bu kavramların çocuklara yönelik ilmihallerde önemli olup, somut örneklerle ve çocuğun algı seviyesine uygun bir biçimde verilmesi gereğini şöyle anlatmıştır:
“Bütün derslerde olduğu gibi ilmihal derslerinde de bir semere iktitâf edebilmek için; onları çocukların hâl-i fikrîsine tevfîk etmek, onlarda müşahhasâtdan başlayarak kaide-i tedrice riâyet etmek zarûrîdir.
İbtidaî çocuklarına bidâyeten îtikada dair öğretilebilecek şeyler Cenâb-ı Hakk’ın birliği, Hz. Muhammed’in peygamberliği ve bir rûz-ı cezânın varlığı… meselelerinden ibarettir. Bunlarda bile kendilerine, yalnız anlayabilecekleri şeyleri söylemekle iktifâ edilmelidir; şartlar, rükünler, taksimler, tasnifler daha o yaşta çocukların zihinlerinin alamayacağı şeylerdir. Cenâb-ı Hakk’ın varlığı fikri, kendilerine, etraflarında gördükleri eşya ve hadisattan bir Sâni‘in mevcudiyeti istidlâl ettirilmek suretiyle telkîn edilmelidir; Cenâb-ı Hakk’ın evsâfı da yalnızca âsârı ile anlatılmalı, bu evsâfın isimlerini söylemekten ve bahusus bunları tasnif eylemekten tevakkî eylemelidir. Hz. Muhammed’in (s.a.v) peygamberliği fikri de, bir-iki cümlenin mübhem ve mücerred tarifleri ile değil, birçok siyer ve kısas vasıtasıyla ilkâ olunmalıdır: Hz. Peygamber’in başlıca menâkıbı, çocukların nazar-ı dikkatine en çok çarpacak, onların kalplerini en çok teshîr edecek mehâsini anlatılmalıdır.”
Satı Bey’in bu söylediklerinin Hâlim Sâbit’in Amelî İlmihallerine yansıdığı görülmektedir. Bu ilmihalde, anlatımlarla anlatılacak konu ve kavramların yaş grubuna uygunluğuna dikkat edilmiştir.
Amelî İlmihal’in, kısa ve sade cümlelerden oluşan 1. Kitabında, kelime seçiminin hitap kitlesinin anlama seviyesine uygun olduğu görülmektedir. Bundan dolayıdır ki, öğrencinin, anlam oluşturma sürecinde anlayamama, daha da tehlikelisi yanlış anlam üretme ihtimali çok azdır. Bu durumun da, öğrencinin analitik düşünme yeteneğinin gelişimine katkı sağlayacağı ortadadır. Kitapta kullanılan dilin yanı sıra dilsel anlatım da, öğrencilerin metne fikirsel hâkimiyetini sağlamaktadır. Eserin öğrencilerin algı, anlama, bilgi ve birikimlerinin yanı sıra, dine ve anadile karşı istek ve heyecanlarının artmasına katkı sağladığı da bir hakikattir. Amelî İlmihal, hitap kitlesinin zihnî alt yapısında yer alan bazı konulara uygun bir içerik taşımaktadır. Eser; hitap kitlesine uygun bir üslup ve bilgi içermesi ve basıldığı dönemde ilgili öğrencilere ders materyali olarak sunulması dolayısıyla, ilmihal kitaplarına farklı bir bakış açısı geliştirmiştir. Eserin, yaş gruplarına uygun üslup ve kelime seçimleri açısından öğrencilerin pedagojik yeterlikleri ve anlama-kavrama seviyeleri ile uyumlu olduğu görülmektedir.
Mehmed Âkif ile Hâlim Sâbit’in ilişkileri
Hâlim Sâbit; henüz Dârülfünûn’da talebe iken, II. Meşrutiyet’in ilanından bir ay sonra Ebu’l-Ûlâ Mardin ile Eşref Edib (Fergan) tarafından çıkarılmaya başlanan Sırat-ı Müstakîm ve devamı olan Sebilürreşâd mecmualarındaki yazılarıyla dikkati çekmiş ise de, bunları kitap şeklinde neşretme hususunda pek istekli olmamıştır. Dost ve arkadaş seçiminde hassas olan Mehmed Âkif, Hâlim Sâbit’i, gerek yazıları, gerekse de düşünceleri itibariyle önemsemiş ve onun tavsiye ve telkinlerine değer vermiştir.
Hâlim Sâbit, Mehmed Akif’e ait düşüncelerini, “Âkif’i tanıyanlar, onda riya ve gösteriş olmadığını, işinde ve sözünde candan samimî olduğunu bilirler. Şu hâlde, Âkif’in, birtakım yalancı unvan ve teşekküllere tamamen arka çevirerek Türk İstiklâl Savaşı’na koşmasını milletseverliğinden başka türlü îzâh etmek imkânsızdır. Âkif İslâm’ın imanıyla Türk-severliği birleştirmişti. Âkif imanının kuvvetini İpekli babasının kanından, millî kültür kaynaklarına dayanan ilhamlarını da Türkistanlı anasının sütünden alıyordu. Âkif’in düşünceleri, siyasî fikirleri, Türkçülüğü, İslâmcılığı hep kendine göre idi. Âkif büyük bir Müslüman Türk olarak yaşadı. Türkçe düşündü. Türkçe yazdı. Türkçe terennüm etti. Ve bu sevgi ile gözlerini kapadı” sözleriyle ifade etmiştir.
Zaten ikisi arasında bir hukuk olduğu bilinen bir hakikattir. Hâlim Sâbit, Âkif’e “Kavâid ve nakliyattan ziyade doğrudan doğruya Kur’ân’dan anladığınızı, duyduğunuzu yazınız. Âyetlerin size ilhamları bizce en mükemmel tefsîrdir” demiş ve Sırat-ı Müstakîm mecmuasının kuruluşunda tahrir heyeti içinde yer aldığı zaman da, tefsir kısmının Mehmed Âkif tarafından yazılması teklifini de kendisi yapmıştır.
Mehmed Âkif’e göre Hâlim Sâbit’in İlmihal’i
Çeşitli eserler hakkında tanıtım, değerlendirme, tahlil ve tenkit içerikli yazılar yazan Mehmed Âkif’in bu sahadaki yazıları şunlardır:
- “Açık Mektup-Ebuzziya Tevfik Efendi’ye”, Sırât-ı Müstakim, 18 Şubat 1325/3 Mart 1910, sayı 78, s.409-410.
- “Gayet Mühim Bir Eser”, Sırât-ı Müstakim, 1 Temmuz 1326/14 Temmuz 1910, sayı 97, s. 322-323.
- “Yeni Bir Mektep Kitabı”, Sırât-ı Müstakim, 8 Teşrinisani 1326/20 Ekim 1910, sayı 111, s. 115-116.
- “Medeniyet-i İslâmiye Tarihi’nin Hataları”, Sebilürreşâd, 22 Mart 1328/3 Nisan 1912, sayı 187, s.92.
- “Zulmetten Nura”, Sebilürreşâd, 9 Mayıs 1329/22 Mayıs 1913, sayı 245, s. 187-188.
- “İslâmlaşmak”, Sebilürreşâd, 10 Nisan 1335/9 Nisan 1919, sayı 404, s. 132-133.
- “Köy Hocası”, Sebilürreşâd, 12 Kanunıevvel 1334/11 Aralık 1918, sayı 382, s. 331-332.
Âkif’in, kitap tenkitlerinde çok detaylı açıklamalar yapmadığını, yüzeysel yorumlarla yetindiğini; ancak önemsediği ve değer verdiği eserler hakkında yazılar kaleme aldığını biliyoruz. Bu konudaki yazıları eğitim, lisan, inanç ve vatan gibi konularda yoğunlaşmaktadır. Bir başka ifade ile, Âkif’in kitap tenkitleri, özellikle duygusal tepki ya da gördüğü bir eksikliğe işaret yahut olumlu bir tavrın takdiri şeklinde tezahür eden intibalardır. Şüphesiz, bu yazıları da, yayımlandığı dergiden ve okuyucu kitlesinin Âkif’in intibalarını öğrenmek/okumak istemesinden dolayı önemlidir.
Mehmet Âkif, çocuklara önem vermiş ve bunu da şiirlerine yansıtmıştır. Safahât’ın Birinci Kitab’ında, babasının kendisiyle kız kardeşini Fatih camiine yatsı namazına götürüşünü anlatmıştır. Mehmed Âkif, “Bugünün küçüğü yarının büyüğüdür” anlayışı ile, çocukları hayatın merkezine almıştır.
Mehmed Âkif, bir yazısında, Hz. Ali’nin bir vecizesinden hareketle, çocuklarımızı kendimize benzetmeye zorlamanın cinayet olacağından bahisle, onları kendi yetiştiğimiz biçimde ve yaşadığımız zamana göre değil, Hz. Ali’nin de dediği gibi, gelecek için ve ciddi bir şekilde ve eğitim biliminin esaslarına göre yetiştirmemizi istemiştir. Çocuk eğitiminin önemine ve çocukların nasıl eğitilmesi gerektiğine dair görüşlerini şöyle dile getirmiştir:
“Bizim adam olabilmemiz için çocuklarımızı okutmaktan, asrın icabına göre terbiye etmekten başka çare olamayacağını anlamayan ya hiç kimse yoktur, ya pek azdır. Kendimiz ister okumuş, ister görmüş olalım… Artık mâziye karışmış sayılacağımız için, bugün düşüneceğimiz bir şey varsa o da istikbâldir, yani evlâdlarımızdır.
Çocuklarımıza kendi terbiyemizi vermeye çalışırsak cinayet işlemiş oluruz. Hikmeti doğrudan doğruya Peygamberimiz’den alan, öğrenen Cenab-ı Ali diyor ki: ‘Ciğerpârelerinize yalnız kendi terbiyenizi giydirmeye çalışmayınız. İyice hatırınızda olsun ki onlar sizin yaşamakta olduğunuz zamandan başka bir zaman için yaratılmışlardır.’”
Bir başka yazısında da, çocuk eğitiminin materyallerine ait beklentilerini şöyle ifade etmiştir:
“Evet, elifbamız hayli ıslah edildi, ufak tefek hesap kitapları, kıraat kitapları yazılmaya başladı; bunları kâle almamak, sahiplerine teşekkür etmemek pek nankörlük olur. Şu var ki, efradı bizim kadar az okumuş bir millet için, iptidai kitaplarımızın hal-i hazırını kâfi görmek hiç doğru olmaz. Askeriyemizi yeni silahlarla donatmak ne ise, çocuklarımızın eline, zamanına göre yazılmış kitaplar vermek de aynıyla odur. Bizim yetiştiğimiz devirler geçti. Hem çoktan geçti! Nasıl geçtiğini burada tasvire kalkışmayacağız.
Ciğerpârelerimizin kıymetli zamanlarını öyle geçirmek, farz-ı muhal olarak doğru bile olsa, kabul olamayacağını bir kere daha hatırlara getireceğiz.”
Mehmed Âkif, öğrencilere hem günümüzde, hem de gelecekte kullanacakları bilgilerin verilmesi gereğini anlatırken, zihinlerini gereksiz bilgilerle doldurmanın yanlışlığını şöyle dile getirmiştir:
“Bizler, malumat diye kafamıza doldurduğumuz şeylerden ne yarar sağladık ki? Sekiz yaşında ezberlediğim birçok şeyi ancak otuz yıl sonra anlayabiliyorum! Çocuklarımız bugün de okuduklarını anlamıyorlar, beyinlerinde bilgiyi emanet para gibi taşıyıp duruyorlar. Biz sersem olduk diye çocuklarımızı da mutlaka kendimize mi benzetmeliyiz?”
Eğitimin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünen Mehmed Âkif, çocuklara verilen eğitimin gereksiz bilgileri barındırmasının ya da gereksiz olarak görülebilecek birtakım elzem değerlerin atlanmasının yanlışlığını da “İçimizde tahsil hayatının ne acıklı bir surette geçip gittiğini hatırlamayacak kimse var mı? Bilgi namına kafamıza doldurduğumuz şeylerden ne istifade ettik? Düşünüyorum da, sekizyaşında ezberlediğim birçok cümleleri, metinleri otuz sene sonra anlayabildiğimi görüyorum! Tabiî, on beş yaşlarında iken okuduklarımı anlayabilmeye ömrüm müsâit olmayacak” cümleleri ile anlatmıştır.
Eğitimin gereklerinin ve okutulacak eserlerin dilinin çocuğa göre olması ve ders kitaplarının da buna göre kaleme alınması gerektiğini şöyle anlatmıştır:
“Bugün mini mini çocuklar için yazıldığı yazarları tarafından belirtilen, söylenen öyle okuma kitapları, öyle fen kitapçıkları görüyorum ki, onları anlamak hususunda ben bile sıkıntı çekiyorum! Pekâlâ, bunları benim çocuklarım nasıl anlayacak?”
Merhum Âkif, eserlerin dilinin çocukların bilgi, görgü ve anlama seviyesine uygun olması gerektiğini de şu ifadelerle ortaya koymuştur:
“Acaba, hazmedemeyeceği kadar kuvvetli yemeklerle harap edilen mide gibi, bu şekilde özümseme işinden, alışkanlığından mahrum kalan akıla, şuura yaratılıştaki faaliyeti geri vermek, bozuk bir hazımla ilgili cihazı tamir etmeye benzer mi? Mümkün ile mümkün olmayan kıyaslanılabilir mi?..”
Mehmed Âkif, çocuklar için yazılan ders kitaplarına ait eleştiri ve önerilerini ortaya koymuş; gördüğü olumlu gelişmeleri ve “eskiye bakılınca epeyce bir şey sayılan” yenilikleri takdirle ifade etmiştir.
Mehmed Âkif, eğitim ve öğretimin en büyük eksikliklerinden birinin de, pedagojik bakış açısı ile yazılmış ders kitaplarına olan ihtiyaç olduğunu şöyle ifade etmiştir:
“Her baba, evladını kendi okutacak kadar vakit, yahut hususi bir hoca tutup okutturacak kadar para bulamaz. Maarif Nezareti de, birkaç sene içinde hiç yoktan bir usul-i talim icat edecek kadar muktedir muallimler yaratamaz. O halde ne yapmalı? İktidarı, hamiyyeti olanlar hem mektep çocukları için kitaplar yazmalı, hem de o kitaplardaki mebâhisi çocuklara nasıl öğretmek lazım geleceğini gösterir eserler, yani hoca kitapları meydana getirmelidir.”
Hâlim Sâbit, eğitim ve öğretimin açmazları ve çözüm yolları hakkında çeşitli yazılar kaleme almıştır.
O, eğitim-öğretimin birçok eksik yönlerini tespit etmiş ve bunlara birtakım hal çareleri aramaya koyulmuş, eksiklik olarak gördüğü ilmihal eğitimi alanında kitaplar yazarak bu sahaya da katkı sunmuştur.
Amelî İlmihal ve öğretmenler için kaleme aldığı kılavuz kitap, onun bu alandaki çalışmalarının ciddiyet ve samimiyetini ortaya koymaktadır.
Mehmed Âkif, Hâlim Sâbit’in yazdığı –Maârif Nezâreti tarafından kabul olunan– kitapların, özellikle çocukların ve gençlerin iyi bir şekilde yetiştirilmesi ve ilmihal bilgisi alması için sade dille yazılmış olmasının önemli olduğunu ifade etmiş ve bu konuda şunları yazmıştır:
“İyi ama, ‘Yazmalıdır, etmelidir… gibi kuru temennilerden ne çıkar?’ diyeceksiniz, öyle mi? Çok şey çıkabilir. Nitekim çıktı: Çocuklarımızın en mühim eksiği ilm-i hal kitabı değil miydi? İşte Hâlim Sâbit Efendi kardeşimiz onu tamamladı. Şimdiye kadar hiç kimsenin yazmadığı bir ilmihal yazdı. Artık yedi-sekiz yaşındaki yavrularımız, yaşını başını almış ulemâ-yı kelamın bile kolay kolay anlayamayacağı yahud anlatamayacağı sıfât-ı zâtiye, sıfât-ı subûtiye bahislerini papağan gibi ezberlemek mecburiyetinde kalmayacak; artık çocuklarımız, fıtrat-ı beşere tamamıyla mülayim bulunmasından, daha açık bir tabir ile o fıtratın aynı olmasından dolayı, sadeliği, besâteti temsil eden ahkam-ı meşruamızı, akaid-i esasiyemizi birer muamma gibi telakki etmeyecek.”
Mehmed Âkif, kılavuz kitabı bir eğitim materyali olarak gören Hâlim Sâbit tarafından yazılan ve eğitim tarihindeki ilklerden biri olan, Amelî İlmihal kitabının kılavuzu hakkında da şu tespitlerde bulunmuştur:
“Hocalarımız ne yapacak? Evet, hocalar da bu yeni kitabı okutmak için hiç güçlük çekmeyecek. Çünkü, müellif eserini, biri çocuklarımıza, diğeri hocalarımıza mahsus olmak üzere iki kısma, daha doğrusu iki kitaba ayırmış; çocuklar için levhalar tertip etmiş; muallimlere mahsus kısımda ise, o levhalardaki hakâ’ik zihinlere nasıl telkin olunacak, layıkıyla göstermiştir.”
Mehmed Âkif, “Yeni Bir Mektep Kitabı” başlıklı makalesinde, İlmihâl kitabının ehemmiyetinden bahisle, yenileşmenin ve yeniliğe açık olmanın gereğini savunarak “Bu yeni ilmihal, bâb-ı fetvada müteşekkil tedkik-i mesâhif ve müellefât-ı şer‘iyye meclis-i âlîsinin tasdikini, takdirini kazandıktan sonra bütün mekâtib-i ibtidaiyede okutulmak üzere Maarif Nezareti’nce kabul olunmuş; sahibine mükafat-ı nakdiye verilmiştir. Biz ne bahtiyarız ki, temennilerimizin yavaş yavaş tahakkuk ettiğini görmeye başlıyoruz; çocuklarımız ne bahtiyardır ki, böyle güzel bir esere malik bulunuyor. Hâlim Sâbit Efendi ne bahtiyardır ki, irfanının, sa‘yinin her taraftan şükran ile istikbâl edildiğini görüyor” şeklinde bir açıklama yapmıştır.
Mehmed Âkif, dinî gelenek ve hassasiyetleri ön planda olan bir aile ve muhitte yetişen birisidir. Onun İlmihal kitabı hakkındaki müspet değerlendirmeleri, kitap ve Hâlim Sâbit için önemli bir referanstır.
Kitap konusunda fazla yazısı olmayan Mehmed Âkif’in bu eserle ilgili müstakil bir makale yayınlaması mevzuya, kişiye ve eserine verdiği değeri ortaya koymaktadır. Mehmed Âkif’in bu yazısı, çocuk pedagojisi hakkında yazılmış bir esere duyulan saygının yanında, çocuk eğitiminde pedagojiye verilen değer ve kaygının da bir ifadesidir.
Hâlim Sâbit, Mehmed Âkif’in de belirttiği üzere, kendi zamanına kadar hiç yazılmamış olan ve ilmihal ve kılavuz kitaplarından oluşan Amelî İlmihalleri yazmıştır. Dili oldukça sade olan bu kitaplar yeni fikirlerle telif edilmiştir.
Çocukları ve eğitimi önemseyen Mehmed Âkif, bu makalesiyle, onların maddî ve manevî eğitimlerinin lüzumundan bahsetmiştir. Çocuk eğitimine dair kitapların yetersizliğinden ve mevcutların çağın gereklerini yerine getirememesinden şikayetçi olan Mehmed Âkif, Maarif Nezareti’nin bu eksikliğe çözüm üretmesi gerektiğini her zaman için savunagelmiştir. Âkif, “Yeni Bir Mektep Kitabı” başlıklı yazısında, bu kaygıdan hareketle, yenilikçi ders kitaplarına bakış açısını ve gelenekçi eğitim-öğretime getirdiği eleştirileri dile getirmiş ve Hâlim Sâbit’in Amelî İlmihal adlı eserinin gerekliliğini ifade etmiştir.
Sonuç
İslâmî konuların her yaş grubuna ayrı ve hedef kitlenin önceliklerine göre anlatıldığı kitaplara olan ihtiyaçla, çocuklara yönelik ilmihal kitabının eksikliğini fark eden Hâlim Sâbit’in, öğrencilerin pratik ihtiyaçlarını karşılayacak, bir solukta okunabilecek, farklı yaş gruplarına yönelik ilmihal kitapları, dönemin aydınları, özellikle de Mehmed Âkif tarafından övgüyle anılmıştır. Amelî İlmihal ismini taşıyan bu kitap, Türk milli eğitim tarihinde, kılavuz kitabı ile eğitime sunulan ilk ders kitabı olduğundan, Türk eğitim tarihi açısından da çok önemlidir.
Söz konusu eser, ibtidaîlerin 1., 2. ve 3. sınıflarında okutulmak üzere hazırlanmış olup, dönemin Maarif-i Umumiye Nezareti tarafından nakdî olarak da ödüllendirilmiştir. Kitabın en önemli özelliği, öğretmen ve öğrenciler de düşünülerek kaleme alınmış olmasıdır.
Çocuklara yönelik ilmihal yazıcılığının öncülerinden olan Hâlim Sâbit, bu yönüyle bilinmediğinden, bu sahada hak ettiği ilgiyi görememiştir.
Hâlim Sâbit’in, öğretmenler ve öğrenciler için yazmış olduğu Amelî İlmihal kitapları, onun bu alandaki çalışmalarının ne kadar ilmî olduğunun ve bu konudaki hassasiyetinin bir göstergesidir. Amelî İlmihallerde, çocukların İslam’a olan ilgi ve duygularına seslenilmiştir. Çağın ilmî yaklaşımı göz önüne alınarak yazılan kitaplar, alanında duyulan ihtiyacı ortaya koymuş ve kendisinden sonra yazılacak eserlere zemin hazırlamıştır. Kitap, son derece faydalı ve anlaşılır bilgilerle doludur.