TÜRK CUMHURİYETLERİ -TÜRKİYE İLİŞKİLERİ / Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ

FIRSATLAR VE ZORLUKLAR EKSENİNDE TÜRK CUMHURİYETLERİ TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ

20. yüzyıl so­nunda komünist-sosyalist anlayışla yönetilen devletlerin yıkılmasıyla Dünyanın siyasî haritası yeniden şekillen­meye başlamıştır. 1991 yılında Sovyetler Bir­liği’nin dağılması ile birlikte beş Türk Cum­huriyeti bağımsızlığına kavuşmuş ve bugün, her biri birer müstakil cumhuriyet olarak Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nda yerini almış­tır. Balkanlarda Yugoslavya, Bulgaristan ve Romanya’da da bu değişimler olmuş ve Türk azınlıklar eskiye göre daha çok kültürel ve siyasal haklar elde etmiştir. Türkiye dünyada yaşanan bu hızlı değişime hazırlıksız yakalansa da “Türk dünyası” kavramının çok sık olarak seslendirildiği bir ülke konumuna gelmiştir.

Türk dünyasının coğrafî sınırları batıda Balkanlardan başlayıp, doğuda Büyük Okya­nus’a, Kuzeyde Kuzey Buz Denizi’nden baş­layıp, güneyde Tibet’e kadar uzanan yaklaşık 11 milyon km2’lik bir alanı kaplamaktadır. Bu büyük coğrafî alanda yaklaşık 200 milyonun üzerinde Türk nüfusu yaşamaktadır. Türk dünyasının sınırları içinde Türkiye Cumhuri­yeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Azer­baycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgı­zistan ve Kazakistan Cumhuriyetleri olmak üzere bağımsız yedi ülke bulunmaktadır. Bu yedi ülkenin 11 milyon km2’lik Türk dün­yası sınırları içindeki yeri ancak %43’tür. (4.8 milyon km2) Kalan %57’lik (6.2 milyon km2) bölüm ise diğer ülkelerin sınırları içinde kal­maktadır. Bugün, yukarıda isimlerini saydığı­mız bağımsız Türk cumhuriyetlerinin dışında başta Rusya Federasyonu olmak üzere Uk­rayna, Moldova, Gürcistan, Çin Halk Cum­huriyeti’nde sözde yarı özerk cumhuriyetler bulunmaktadır. Buralarda yaşayan Türklerin yarı özerklikten bağımsızlığa geçme sürecinin önünde büyük engeller bulunmaktadır. Ayrıca ağırlıklı olarak İran, Irak, Suriye, Afganistan ve Balkan ülkelerin­de yaşayan yaklaşık 50 milyonluk bir Türk nüfus da var olma mücadelesi vermektedir. Ayrıca, Kanada, ABD; Avustralya, Yeni Zelan­da, Japonya, Libya, Suudi Arabistan, Alman­ya, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya gibi ülkeler başta olmak üzere; dünyanın hemen her ye­rinde, Türkiye’den yakın zamanda gitmiş göçmen ve işçi statüsündeki in­sanlara rastlamak mümkündür.

1991 yılında beş Türk devletinin bağımsızlık mücadelesi vermeden ortaya çıkması; Balkanlardan Çin Seddi’ne kadar geniş alanda ya­şayan, dil ve kültür beraberliğine sahip olan müşterek bir tarihi büyük ölçüde paylaşan “farklı devletlere sahip bir millet” oldukları­ gerçeğini Türklerin önüne koymuştur.  Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’ın ekonomik ve demografik potansiyeli toplamda, 140 milyonluk nüfusla dünyada 9. sırada; 4,8 milyon kilometre karelik yüzölçümüyle 7. sırada; 1,5 trilyon dolarlık GSYİH ile 13. sıradadır. Ancak Türk cumhuriyetleri küresel ölçekte sahip olduğu coğrafi ve demografik ağırlığın altında bir ekonomik performans sergilemektedir. Tarihin ve talihin ender şekilde milletlerin karşısına çıkaracağı ve “insanlık tarihinde yıldızların parladığı anlar” olarak yorumlana­bilecek bu muazzam imkânın layıkıyla değer­lendirildiği söylenemez.  Güçlerini birleştirerek küresel bir aktör olma yolunda ilerlemek yerine içe kapalı baskıcı rejimlerle varlığını sürdüren Türk cumhuriyetleri uluslararası arenada etkisi sınırlı ülkeler arasında bulunmaktadır.

Türk halkları ve onların yaşadığı devletler dünyanın kalpgahını oluşturan; yüzyılımızın enerji kaynaklarına ve koridorlarına sahip coğrafyada;  Avrasya’da bulunmaktadır. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle dünyadaki iki kutupluluğun ortadan kalkması, Türkiye ve Türk dünyasının jeopolitik yapı­sını köklü bir biçimde değiştirmiştir. Soğuk Savaş sonrası küresel ve böl­gesel güçler için Orta Asya’da yeni jeopolitik fırsat alanlarının ortaya çıktığı görülmektedir. Bölge, hâlen süren istikrarsız yapısına karşın, büyük enerji kaynaklarına sahip olması se­bebiyle, uluslararası alanda cazibe merkezi olmaya devam etmektedir.

Jeopolitik bir eksen olan Avrasya’ya egemen olan bir güç, dünyanın en ileri ve ekonomik olarak verimli üç bölgesinden ikisini kontrol edebilir. Dünya nüfusunun dörtte üçlük bölümünü barındıran Avrasya aynı zamanda hem ekonomik girişimler hem de yer altı zengin­likleri bakımından dünyanın fiziksel zengin­liklerinin çoğuna sahiptir. Avrasya, dünyanın GSMH’nın % 60’ına ve bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir. Ayrı­ca, dünyanın biri hariç resmî olarak bilinen nükleer güçleri ve de gizli nükleer güçlerinin tümü Avrasya’da bulunmaktadır.  Hâkimiyet teorilerinde bir satranç tahtası olarak da nitelenen Avrasya, 13 yıllık AKP hükümetlerinin ideo­lojik tercihlerinden dolayı öncelik sıralamalarının içinde olmasa da, dünyanın ilgisi dâhilin­de kalmaya ve küresel hâkimiyet mücadele­sinin oyun sahalarından birisi olmaya devam etmektedir.

Türk dünyasının kendi bü­tünleşme sürecini daha da hızlandırması ge­rekliliği ortaya çıkmaktadır. Bugün Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte sayıları yedi olan “Türk Devletleri”nin aralarında çok sıkı işbirliği yap­maları elzemdir. Belirli alanlarda, ekonomi, eğitim, kültür, beşeri kaynaklar, dış politika, savunma vs. gibi konularda birlikte kararlar alıp, beraber hareket etme kural ve kurum­larını tesis edip dayanışmalarını sağlamaları daha gerçekçi bir hedef olarak kabul edile­bilir. Türk devletlerinin hep birlikte belirle­yebilecekleri “birlik” kural ve kurumlarını gerçekleştirme hedefine yönelik faaliyetleri hızlandırmak ve kurumsal yapılara kavuştur­ma zorunluluğu vardır.

 

Sovyetler Birliğinin dağılmasının ar­dından ortaya çıkan Rusya Federasyonu ilk aşamada bazı sarsıntılar geçirse de özellikle Putin yönetiminde kendini toparlamış dün­yanın ve bölgenin belirleyici aktörlerinden biri olmuştur. Özellikle enerji (doğal gaz) ala­nında tekel oluşturması ve bunu dış politika­da silah olarak kullanması bölge ülkeleri üze­rindeki gücünün artmasına zemin oluştur­maktadır. Rusya Federasyonu içindeki Türk ve Müslüman halklar Türkiye-Rusya ilişkile­rinin önemli ayaklarından birini oluşturmak­tadır. Bu halkların çoğu Rusya’dan koparak bağımsız olma arzusu içindedir. Bir kısmı ise kendi kimliklerini korumanın peşindedir. Türkiye’nin stratejik hedefleri doğrultusunda Türk ve Müslüman halkların geleceğinin na­sıl şekilleneceği Rusya ile sorun oluşturacak bir konu olacaktır. Türkiye Rusya’dan kendi­ne gelecek tehditlere karşı Rusya’nın içinde yaşayan 20 milyonluk Türk ve Müslüman kartını öne çıkaracak politikaları geliştirmek zorundadır. Bu alanda politika geliştirmek o kadar da kolay değildir. Bir defa iki ülke de birbiri için önemli ticari pazarlardır ve özel­likle Türkiye ekonomisinde Rusya’ya satılan mallar önemli bir yekûn teşkil eder. Rusya’nın doğal gazına Türkiye’nin mahkûm olması dış politikada manevra kabiliyetini azaltmakta­dır. Rusya’nın İran, Ermenistan, Suriye, Sır­bistan gibi ülkelerle olan stratejik ortaklıkları da Türkiye’nin bölgesel güç olarak büyüme­sinin önündeki engellerdendir. Türkiye’nin bölgedeki en önemli rakibi ve belki de kü­resel güç olma yolunda Avrasya birliğini tesis etmede ittifak kurabileceği ülke Rusya’dır. Rusya-Türkiye ilişkileri bölge halklarının iç içe geçmişliği bakımından da karmaşık bir yapıya sahiptir. Rusya’nın Abhazya’ya verdiği destek Türkiye’ye yakınlaşmış Gürcistan için bir tehdit oluştururken Türkiye içindeki Ab­hazları sevindirmektedir. Türkiye bu küçük örnekte bile bir açmaza düşebilmektedir. Ta­rih içinde iki ülkeden birinin genişlemesi, bü­yümesi öbürünün aleyhine olmuştur ve coğ­rafi yakınlık da gelecekte de aynı durumun süreceğini göstermektedir. Türkiye batılı de­ğerleri benimseyerek ve ABD ile çıkarlarını örtüştürerek stratejik ortaklık çerçevesinde politikalar geliştirmelidir. Türkiye’yi yöneten kadroların son zamanlarda AB perspektifinden uzaklaşıp Rusya ve Çin’in ait olduğu bloklarda yer almak istemeleri eksen ve zihniyet değişimine ait ipuçlarını vermektedir. Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Ukrayna’yı parçalamaya yönelik politikaları ABD ve AB tarafından cezalandırılırken, Türkiye’nin Rusya’yı sığınılacak bir liman ve işbirliği yapılacak bir ortak olarak görmesi dünyanın nereye gittiğini iyi göremediğinin de göstergelerinden biridir. Türkiye’de iktidar gücünü elinde bulunduranlar stratejik ortak olarak gördükleri Rusya’yı yeterince tanımamaktadır. Bir ay önce birlikte Moskova’da birlikte cami açan iki lider şu an birbirlerinin düşmanı gibi davranmaktadır.  Türkiye ve Rusya’nın Suriye politikaları birbirine tamamen zıttır. 24 Kasım’da Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi iki ülkeyi neredeyse savaşın eşiğine getirmiştir. Türk Cumhuriyetleri Türkiye Rusya gerginliğinde Azerbaycan biraz kenarda tutulursa Türkiye’nin yanında yer almamıştır. Bu cumhuriyetlerin birçok yönden Rusya’ya bağımlı olmaları ve ortak paktlar içinde yer almaları Türklük merkezli siyaset geliştirmesini güçleştirmektedir. Kazakistan devlet başkanı Nazarbayev bu krizde Türkiye/Rusya ilişkilerinin geliştirilmesinde kendi rolünü öne çıkararak bunun bozulmasında Türkiye’yi sorumlu tutan beyanatlarda bulunmuştur. Ayrıca Kazakistan ve Kırgızistan’ın Rusya ile Türkiye’nin karşısındaki bir pakt olan Avrasya Ekonomik İşbirliği Örgütü içinde bulunmaları tavırlarının ne olacağını az çok göstermektedir. Türkmenistan ve Özbekistan’ın Türkiye merkezli oluşumlardan kaçınması önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin Türk cumhuriyetleri ile olan ilişkilerinin zorluklarla dolu olduğunu göstermektedir. Türkiye Türk cumhuriyetleri ilişkilerini geliştirme konusunda uzmanlarını dışarıda tutan, Türk dünyasını tanımayan donanımsız kadrolarla sahada olan ve duvara tosladığını anlamayan Türkiye, Rusya içinde yaşayan 20 milyonluk Türk kökenli halkı yumuşak güç olarak kullanabilmenin yollarını geliştirememiş bir ülke olarak Rusya’nın Kürt kartıyla başını bir hayli ağrıtacağının farkındadır.

Yer altı ve yer üstü zenginlikleri bakı­mından öne çıkan Türk dünyasında özellikle Hazar Havzası’nın gelecekte dünyadaki pet­rol ve doğal gaz rezervlerin yüzde 12,5’ine sa­hip olacağı ve Basra Körfezi’nden sonra ikin­ci sıraya yerleşeceği değerlendirilmektedir. Bağımsızlığını kazanan Türk devletlerinin sa­hip olduğu enerji kaynakları stratejik önem­lerinin artmasının yanı sıra Türkiye’nin enerji ihtiyacına da katkı sağlamakta ve birbirini tamamlayan ülkeler özelliğini ön plana çıkar­maktadır. Azerbaycan, Kazakistan, Özbekis­tan ve Türkmenistan bölgede Rusya’dan son­ra en büyük petrol ve doğal gaz üreticisidirler. Bu ülkelerin sahip olduğu petrol rezervleri­nin dünya toplam rezervine oranı % 3.5; do­ğal gaz rezervlerinin dünya rezervlerine oranı ise %6.9’dur.Türkistan cumhuriyetlerinin doğal kaynakları incelendiğinde Kazakistan; dünya petrol rezervlerinin yüzde 0.8’ine, 5.9 trilyon metreküplük doğal gaz rezervine, eski SSCB’nin en büyük üçüncü kömür havza­sına sahiptir. Tungsten üretiminde dünyada birinci, krom ve manganez üretiminde dünya ikincisi, molibden ve fosfat üretiminde dünya dördüncüsü, bor üretiminde dünyada üçün­cü, bakır üretiminde de yedinci sıradadır. Özbekistan; 45 milyar ton doğal gaz üretimi ile dünyada önemli bir üretici konumundadır. Dünya pamuk üretiminde dördüncü, altın üretiminde onuncu sıradadır. 800 milyon ton olduğu tahmin edilen bakır rezervlerine sa­hiptir. Türkmenistan ekonomisinin ağırlığını doğal gaz ve petrol üretimi teşkil etmektedir. Doğal gaz rezervleri 1995 verilerine göre 2,75 trilyon metreküp, petrol rezervleri ise 1,5 mil­yar varildir. Türkmenistan, Özbekistan’dan sonra en büyük ikinci pamuk üreticisidir. Zengin kaynakları ve jeopolitik konumları Türk cumhuriyetlerini önemli aktörler haline getirebilecek durumda olmasına rağmen, gelişmemiş siyasi kurumları onları zayıf kılmaktadır. İpek yolunun tam kalbinde olan Türk devletlerinin jeopolitik kaderleri daha çok Rusya’nın yörüngesindedir. Türk Cumhuriyetleri için NATO Barış Ortaklıkları ve ABD’nin varlığı, Rusya ve Çin’e karşı yararlı denge unsuru olarak görülmektedir. “Büyük Oyun”da stratejilerini ABD, Rusya ve Çin’e bırakarak esas oyuncular için jeopolitik pivot oyuncusu konumunda olan bu devletlerin bir an önce kendi aralarında ortak menfaat alanlarını öne çıkarmaları gerekir.

Geniş tarım arazileri ile enerji koridorlarını, denizler ve kıtalar ara­sı geçiş yollarını hâkimiyetleri altında tutan Türkler, gelecekte, Türk devletlerinin tek tek sahip oldukları avantajlı konumlarını hep bir­likte nasıl daha avantajlı hale getirebilecekle­rinin yollarını bulmak zorundadırlar. Türkle­rin binlerce yıla yayılan ve farklı coğrafyalar­da bulunan güçlü devletler kurup uzun yıllar yönetebilme başarısı, geleceği daha sağlıklı planlayabilmeleri açısından önemli bir mirastır. Öncelikle; Türkiye, Soğuk Savaş son­rası ortaya çıkan yeni koşullarda ve yeni jeo­politiğin meydana getirdiği sorunların aşılma­sında Türk cumhuriyetleri için güvenilir bir ortak olmuştur. Bu anlamda Avrupa pazarla­rına çıkış için Türkiye, Rusya, Çin ve İran gibi diğer seçeneklere göre daha güvenlidir. Bölge ülkeleri için Türkiye, piyasa ekonomisine ge­çişte model olarak dikkate alınan ve özellikle son 10 yıl içerisinde ortaya çıkan devlet ku­rumlarının demokratikleşmesi bağlamında özenle dikkate alınması gereken bir ülke ha­line gelmiştir. Zenginliğin tabana yayılması ve bunun toplumsal tansiyonu düşürme üzerin­deki etkilerini model alma açısından Türkiye, bölge ülkeleri için oldukça önemlidir. Sanayi ürünlerinin temini, hantal Sovyet geçmişin ardından modernizasyon ihtiyacı içerisinde olan alt yapının inşası ve modern işletmele­rin faaliyete geçirilmesi açısından Türkiye’nin Türk cumhuriyetlerine sunabileceği seçe­nekler bir hayli fazladır. Daha da önemlisi, uluslararası ekonomi politik açısından Türki­ye’nin, mevcut haliyle Türk cumhuriyetlerine küresel fırsatlar sunma ihtimali çok yüksektir. Kafkasya’da Türkiye-Azerbaycan düzlemin­de ciddi bir alt bölgesel alan ortaya çıkmıştır. Bölgesel projeler tamamlandığında, bu alan Rusya ve İran’a daha az bağımlı olacak ve Batı ile bütünleşme sağlanacaktır. Nitekim, Doğu-Batı enerji koridorunun iki temel bileşenini teşkil eden ve başarıyla hayata geçirilen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) ve Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) boru hatlarına ilave olarak Trans-Anadolu Boru Hattı Projesi de (TANAP) eklenmiştir. Azerbaycan doğalgazının ülkemiz üzerinden Avrupa piyasalarına taşınmasına imkan sağlayacak bu projeye yönelik çalışmaların en kısa sürede tamamlanması için özen gösterilmektedir. İleri bir aşamadan bu hatların Türkmenistan ve Kazakistan bağlantılarının ilave edilmesi de mümkündür.

Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu Kazakistan başta olmak üzere Türk Cumhu­riyetlerinin dünyaya uyumlu olması açısından önemli bölgelerdir. Bu bölgelerin stratejik önemi İpek Yolu’nun güney kolunu oluşturan ve Hazar Denizi’nin güneyinden geçen demir ve kara yollarından oluşan ticaret hatlarının geçmesiyle ilgilidir. Ayrıca, Kazakistan’ın kendi petrolünü uluslararası pazara ulaştır­masında bölgeden geçen petrol boru hatları önemlidir. Astana, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının yanı sıra Türkmenistan ve İran üze­rinden geçmesi ihtimal boru hattını da kârlı bulmaktadır. Kazakistan’ın yaptığı gibi Türk cumhuriyetleri Rusya ve Çin gibi önemli güç dengelerini de gözeterek kendi aralarında iş­birliğine yönelmeyi öne almalıdır. Orta Asya Türk halklarının ortak tarihi, kültürel ve dil kökenleriyle birlikte bağımsız bir bütünleşme merkezinin oluşumu siyaset ve ekonomi alan­larında adımların koordine edilmesini gerek­tirmektedir. Mesela Kazakistan ilk gününden itibaren Orta Asya bölgesel bütünleşmesini destekleyen tavır almıştır. Orta Asya Birli­ği (1994), Orta Asya Ekonomik Topluluğu (1997), Orta Asya İşbirliği Örgütü (2001) bu bütünleşme girişimlerinin ürünüdür. Rusya bölgede önemli bir güç olduğu kadar denge­leri de değiştirmektedir. Mesela 2005 yılında Kazakistan’ın başlattığı bu oluşumlara Rusya üye olunca, esas amaçlar anlamını yitirerek, Moskova merkezli bütünleşmeye dönüşmüştür.  Kazak dış politikasının Rusya boyutunun var­lığı Orta Asya cumhuriyetlerinin, özellikle de Kazakistan’la rekabet içinde olan Özbekis­tan’ın Astana tarafından sunulan bütünleşme önerilerine kuşkulu ve mesafeli durmasını doğurmuştur. Türkmenistan’ın tarafsızlığını, Tacikistan ve Kırgızistan’ın zayıf ekonomisini göz önünde bulundurduğumuzda Özbekis­tan’ın bu tavrı Kazakistan’ın Rusya ile olan ilişkileri de bahane edilerek Orta Asya böl­gesinde başarılı bütünleşmenin oluşmasını zayıflatmıştır. Kazakistan ile Özbekistan ara­sında ara sıra liderlik tartışmasının yaşanma­sı ve Özbekistan’ın çeşitli Türk bütünleşme hareketlerinden uzak durarak, yanaşmama konusunda ısrarcı davranması bütünleşme çabalarını engellemektedir. Türkmenistan ile Azerbaycan arasında Hazar’ın statüsü ile ilgi­li ciddi görüş ayrılıklarının olması ve bunun ikili ilişkilere yansıması, Türk dünyası bütün­leşme girişimlerini zorlaştıran bir durumdur. Özbekistan ile Kırgızistan arasında çözüme kavuşturulamayan anklav sorununun hâlâ güncelliğini koruması ve hidroelektrik san­traller ile birbirlerine karşı düşmanca tavırları meselesine bir türlü çözümleyici reçetenin bulunmamış olması bir diğer sorun alanıdır. Türkistan cumhuriyetleri su ve elektrik ener­jisi kullanımındaki anlaşmazlıklar karşısında bu iki sistemi yeni şartlara göre ve tek bir ül­keye ait kaynakları tek bir ülke içinde kulla­nıyormuş gibi sistemleştirmek zorundadırlar. Aksi takdirde aralarında sürtüşmeler ve Rus­ya’ya bağımlılık bir şekilde devam edecektir.

Türklerin yaşadığı coğrafyalar dün­yanın en stratejik bölgeleri ve halkın da bü­yük bir kısmının Müslüman olması itibarıyla Suudi Arabistan ve İran gibi ülkeler buraları kendi nüfuz alanına sokma gayreti içindedir. Fakat ne Azerbaycan, ne de diğer Türk Cum­huriyetleri, Türkiye modelinin dışında bir İs­lam devleti olmayacaklarını ortaya koysalar da, hâlâ Türk dünyasının üstünde İran’ın Şii ağırlıklı telkinleri ve Batı kaynaklı Hıristiyan propagandaları söz konusudur. Özellikle Af­ganistan ve Pakistan üzerinden bölgeye sızma çabası içinde olan bazı radikal dini örgütlerle devlet güçleri arasında Özbekistan, Kırgı­zistan sınır bölgelerinde çatışmalar olmak­tadır. İlerleyen yıllarda bu örgütlerin Özbe­kistan’da ve Kırgızistan’da kendilerine alan yaratacakları tahmin edilmektedir. Kafkasya ve Türkistan’da köklü bir sufilik geleneğinin olması ilerde dini grupların büyüyeceğinin sinyallerini vermektedir. Doğu Türkistan’da Çin’in uyguladığı baskılar Türkler arasında İslami köktendinciliğin yayılmasına neden olmuştur. Afganistan, Pakistan hattından destek alarak Kafkasya’daki mücahit gruplarla birleşme potansiyeline sahip olan İslamcı örgütler bir yandan Türk cumhuriyetlerini tehdit ederken, diğer yandan Irak-Suriye hattındaki İŞİD türü örgütlere eklemlenerek Türkiye’yi de terör girdabının içine çekmeye uğraşacaktır. Türkiye radikal İslami anlayışlara son dönemlerde göstermiş olduğu sempatiyi kesmezse, muhtemeldir ki, hür dünya tarafından yalnızlaştırılma ve tecrit edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Yeni Türk cumhuriyetlerinde; Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen ve Azerbaycanlılık üzerin­den ulus inşa süreci devam ederken, Türk­lük gibi bir ortak kimlikten çok, kendi yerel ulusal kimliklerine öncelik verilmektedir. Orta Asya’nın ülkesel sınırları ve yerel kim­likler arasındaki uyumsuzluk bütünleşme çabalarının önündeki zorluklardan biridir. Bu kimlikler arasındaki gevşek bağ gerilim yaratmakta ve bazı sıkıntılar oluşturmak­tadır. Türklük ulus üstü ortak kim­lik olarak benimsenmeli, böylelikle Kırgız-Özbek-Kazak kimlikleri üst Türklük kimliği­nin üyeleri olarak uzlaşıcı ve işbirliğini artırıcı bir görev üstlenmelidir. Türklük ağacı ulus üstü kimliği temsil ederken, onun dalları ulus devlet biçiminde yapılanan devlette Özbek, Kırgız, Kazak ulus kimliğinin adı olarak kul­lanılabilir. Azerbaycan, Türkmenistan ve Tür­kiye “Oğuz” ismi etrafında bütünleşmelidir. 200 milyonu aşkın nüfusa sahip Türk dün­yasında, Türkiye-Orta Asya ilişkileri, klasik devletlerarası ilişki değildir. 2009’da kurulan Türk Konseyi üye ülkelerin devlet başkanlarının birkaç kez bir araya gelerek ilişkileri geliştirme yönünde adım attığı önemli bir kurumdur. Ancak Eylül 2015’te Astana’da yapılan liderler zirvesine Türkiye Cumhurbaşkanının katılmaması Türk cumhuriyetlerini ihmal etmeye başladığımızın bir görüntüsüdür. 25 yıldır Türk dünyasının bir çok bölgesinden gelen yaklaşık 20 bin öğrenci Türkiye’de öğrenim görmüştür. Ne yazık ki bu kalabalık yetişmiş kadrolar bile Türkiye Türk cumhuriyetleri arasında yumuşak güce dönüştürülememektedir.

 

Türk dünyasının geleceğini planlarken “vizyoner bir devlet” anlayışı ile hareket et­mesi gereken Türk cumhuriyetleri Türk dün­yasında barış, istikrar ve refahın tesisi nokta­sında devletler arasında karşılıklı işbirliğini ve dayanışmayı artırmayı esas almalıdır. Bu kapsamda Türk cumhuriyetleri öncelikli olarak tarihsel, coğrafi ve kültürel-inanç boyutunda müşte­rek bir maziye ve kadere sahip olduğu ger­çeğinden hareketle ortak bir geleceğin inşası noktasında birbirlerini rakip yerine kardeş görmeli, maddi ve manevi tüm güçlerini bütünleşme yolunda or­taya koymalıdırlar. Türk dünyasında oluşturulacak sağlam bütünleşmeler Avrasya Birliği gibi ekonomik ve kültürel bir yapılanmada Türkiye’yi önemli bir aktör olarak öne çıkaracaktır. Türkiye-Türk dünyası bütünleşmesinin esas maksadı;  mal, sermaye ve iş yap­mak olacak şekilde ortak pazar anlayışına dayanmalıdır. Ayrıca bilimsel ve teknolojik alanlarda araş­tırma yapmak, eğitimi çağdaş taleplere göre düzenlemek de bu birliğin temel görevleri arasında olmalıdır. Sovyetlerin dağılmasının ardından oluşan iklim Türkiye’nin önüne tarihi fırsat alanları çıkarsa da bundan yeterince istifa­de edilememiştir. Bir taraftan Türkiye kendi toprak bütünlüğünü muhafaza amaçlı bölücü terörle mücadele ederken diğer taraftan yeni Türk cumhuriyetlerinin liderlerinin eski Ko­münistler olması, demokratik anlayışlardan uzak olması ve birbirlerine karşı düşmanca duygular taşıması, Türk dünyasının birlikte hareket etmesini ve ortak çıkar alanları belir­lemesini zorlaştırmıştır. 2002 yılından itibaren Türkiye’de hâkim olan AKP iktidarının ideolojik tercihlerinde Türklüğün yer almaması da Türkiye-Türk cumhuriyetleri ilişkilerinin yeterince gelişmemesinin nedenlerinden biridir. Bizler, aynı kök­ten beslenen ağacın kollarıyız. İlişkilerimizin temelinde dostluk ve kardeşlik vardır. Aynı kültür dairesinin insanları olmamız, bizleri aynı yöne baktırmaktadır. İlişkilerimizi her alanda geliştirmemizde ortak menfaatlerimiz söz konusudur.