Türkçülük
Düşmanlığında
Sinsi Bir Yol
Nejdet SANÇAR
Türkçülük düşmanlığı. Türklük düşmanlığının sinsi yollarından birisidir. Bu vatanın ve bu milletin sahibi bulunan millete, açıkça ve erkekçe düşmanlık edemeyenler, düşmanlıklarını öteden beri, Türkçülüğü çeşitli şekillerde kötüleme ve yerme yolu ile yapmaya çalışmışlardır. Ve hâlâ da bu yoldadırlar.
Türkçülük, durmadan yerilir ve böylece, fikir meseleleriyle doğrudan doğruya ilgisi bulunmayan büyük kütlelerin kafalarında, kalblerinde veya şuuraltlarında korkulu, çekinilmesi veya hiç değilse kendisinden uzak durulması gereken bir kavram haline getirilirse. bu. elbette ki Türklük için bir kayıp, Türk düşmanları içinse kazanç olacaktır. Düşmanlar, Türklüğe yönelmiş çalışmalarını, onun için, bu yolla yapmaya çalışmaktadırlar.
Bu sinsi yol ile saldırılanlar, sadece, yaşamakta olan Türkçüler değildir. Vatan topraklarına karışmış eski Türkçüler de. bu İblisçe oyunun hedefleri olmaktan kurtulamamaktadırlar.
1908 sonrasının değerli kalemlerinin ve bunlardan Ziya Gökalp ile Mehmet k’min Yurdakul’un. Türk düşmanları tarafından fcik sık saldırılnra uğramalarının sebebi budur. Çünkü Gökalp. Türkçülük Ülküsü’nün sistemleştirilmesl yolunda unutulması imkânsız bir hizmet yapmıştır. Mehmed Emin, ise. o büyük ülküyü, manzumeleriyle gönüllere doldurmuştur. Diğer Türkçüler gibi, bu iki değerli kalem de, bu sebepten sevilmekte. sayılmaktadırlar.
Türk milletinin birbiri ardından gelen nesilleri, bu oğullarını, elbette ki, lâf olsun diye tutmuş ve saymış değildir. Bugün tarihe mal olmuş ve tarihten, hakkı olan yeri almış bütün Türk uluları gibi, onlar da, yaptıkları hizmetler dolayısıyla sevilmişler, sayılmışlardır.
Ziya Gökalp; Türklük şuurunu. Türklüğün bütünlüğünü. Türk tîlküsü’nün mânâsını ve mâhiyetini; kısacası Türkçülüğü derli toplu bir hale getiren ilk Türk oğludur. Bu hizmeti, sadece ilmi ve fikri eserleriyle yapıp kalmış da değildir. Ana meseleleri; mısralar, beyitler ve dörtlükler şeklinde fikir komprimeleri haline getirmiş: böylece. kafalara ve gönüllere kolayca yerleşmesini sağlamıştır.
Türklüğün; kavim, kabile, boy adlarıyla bölünmesinin mânâsızlığını:
“Deme bana: Oğuz, Kayı. Osmanlı..
Türk’üm; bu ad her unvandan üstündür.”
mısraları ile dile getirmiş, soyumuzun vatanının, ne sadece batıya göç etmiş Türklerin yurdu, ne de doğuda kalmış olanların ülkesi olmadığı gerçeğini;
“Vatan, ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan,
Vatan; büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.”
beytiyle formülleştirmiş; Türkçülük Ülküsü’nün büyük hedefini, şu kısa heceli mısralarla kafalardan gönüllere aktarmaya çalışmıştır:
Demez taş, kaya;
Yürürüz yaya;
Türk’üz, gideriz
Kızılelma’ya…
Hiçbir resmî mecburiyet, hiçbir sinsi zorlama: çekinmeden doğun hiçbir endişe olmadan, tabutunun arkasından sessizce, fakat gözleri ıslak olarak yürüyen mahşeri kalabalık, onun, bu millete yaptığı hizmetin, o millet tarafından dile getirilmiş reddi mümkün olmayan delillerinden en mânâlısı değil midir?
Mehmet Emin Yurdakul ise, hayli kuru sayılabilecek bir kalemin sahibi olmasına rağmen, bu milletten “Türk Şâiri” ünvanını ve rütbesini almış insandır.
Onun şiirleri; barış günlerinde köylerde, savaş yıllarında siperlerde okunmuştur. Çanakkale’de yurtlarını süngüleriyle korumak İçin düşmanın üzerine yürüyen askerlere, o şiirlerle, vatan ve millet heyecanı verilmiştir. Ve o kadirbilir Birinci Dünya Savaşı nesli, siperlerden “Türk Sazı” şairine gönderdikleri yazılarda, kendisine “Türklüğün ruh babası” diye hitap etmişlerdir. İnsanlık tarihinde, milletinden böylesine yüksek bir unvan almış, kaç kişi gösterilebilir?
Kendilerine, birtakım kulplar takılarak saldırılan ve daha yerinde bir söyleyişle, saldırılmaya yeltenilen insanlar, işte bu Türklerdir.
Hiçbir insan kusursuz değildir. Tarihin bütün insanlarının, hattâ en büyüklerinin bile kusurları vardır. Bu kusurlar elbette ki söylenecek, yazılacaktır.
Kusurları saklamak, saklamaya kalkmak lüzumsuzdur, mânâsızdır. Esasen mümkün de değildir. Ama, insanları, ne şu veya bu kusurlarını öne sürerek inkâra kalkmak doğrudur, ne de kusurlarının üzerine sünger çekmeye kalkışmak…
Ziya Gökalp ve Mehmed Emin, temeli ve hareket noktası Türkçülük düşmanlığı olan gayelerle yakılmaya. yıkılmaya çalışılmaktadır. Fakat bu. boşuna bir gayrettir.
★
Dikkat edilirse, ölü Türkçülere saldırmak ve onları kötü yollara sapmış göstermek suretiyle. Türkçülüğü, dolaylı yoldan hançerlemeye yeltenenlerin büyük çoğunluğu, milliyet düşmanlarıdır. Bunlar, Türkçülük ülküsü’ne: “Bu ülkü kötüdür!” diye saldıramadıkları, başka bir söyleyişle bu derece yürekli olmadıklar, için bu fikrin eski mensuplarının kabirleri üzerinde tepinerek gürültü yapmaktan medet ummaktadırlar. Ama bunun mertçe, erkekçe, Türk’çe bir yol olmadığı muhakkaktır. Fikrî haysiyet sahibi, ciddî ve şerefli insanların yolu, elbette, bu yol olamaz.
Günümüzün Türk milliyetçileri, kendilerinden önce yaşamış Türkçüleri, fikirleri ve bu yolla Türklüğe yapmış oldukları hizmetler dolayısıyla takdir etmekte ve beğenmektedirler. Yarınkiler de öyle yapacaklardır. Çünkü İnsanî ve mantıkî yol budur.
Türkçülük tarihinde yer almış bütün Türklerde, şüphesiz, eksiklikler ve kusurlar bulmak mümkündür.
Ama bunlar, ancak, ciddî fikir ve ilim adamları tarafından yapılan incelemelerle tesbit edilir. Türk ve Türklük düşmanları tarafından, hizmet edilmekte bulunulan yabancı dâvalara yarar sağlamak maksadıyla ortaya atılan iddiaların, hiçbir değeri olamaz.
Türkçülere ve bu yolla Türkçülüğe böyle sinsice saldıranların büyük çoğunluğunun, dış dâvaların hizmetinde kişiler arasından çıktığı, bu meseleler ile ilgili olanların malûmudur. Hangi merkeze bağlı bulunursa bulunsun, kızıl dâvanın bütün mensupları bu yolun yolcularıdır. Güneyden beslenen millet ve milliyet düşmanı “ittihâd-ı islâmcı”lar bu yoldadırlar. Kısacası, Türkiye’yi içerden vurmak yolundaki bütün Türk düşmanları, bu işi, Türkçülük düşmanlığı yolu ile yürütmeye çalışmaktadırlar.
Ama gayretleri boşunadır. Türk soyu, üç bin yılı aşkın tarihinde nice fırtınalara, nice kasırgalara göğüs germiş; karşılaştığı bütün tehlikeleri, Tanrı vergisi olan yüce vasıflarıyla atlatmıştır. Bütün Türk düşmanları, önünde, sonunda dize getirilmiştir. Bu sebeple, bugünkü düşmanları bekleyen âkıbet de, elbette ki, öncekilerinkinden farklı olmayacaktır.
Kurt, geç ve yavaş da olsa, uyanmaktadır. Genç Türkçü nesiller, günden güne artan sayılarıyla, ata armağanı yurtlarını kaplama yolundadırlar. Yani, Türkiye’nin kaderine Bozkurt neslinin hâkim olacağı günler, pek uzaklarda değildir. İşte o zaman, kuzeyin ayısı da, güneyin devesi de, şuraların-buraların sırtlanları, timsahları vesairesi de, kaçacak delik arayacaklardır. Ama o deliği bulacaklar mı?
Bunu zaman gösterecek.
İstanbul, 26 Aralık 1973
***
YUNUS BUĞRA YILMAZ ARŞİVİNDEN
ÖTÜKEN
AYLIK TÜRKÇÜ DERGİ
KURULUŞ TARİHİ: OCAK 1964
DÖNEM:11
SAYI:1(121)
SAHİBİ VE SORUMLU MÜDÜR : ATSIZ