ÜLKÜCÜLERİ ANLAMAK
Galip Erdem anlatır ya uzun uzun…
Hayatlarında rahata yer olmadığını, hemen herkesle çatıştıklarını, en yakınları tarafından bile anlaşılmadıklarını…
Ve nihayet kendilerini, yaşadıkları topluma feda ettiklerini…
İşte ülkücüleri anlamak için Türk milletinin tarihi misyonu kadar yakın tarihi, yaşanan zamanı ve geleceği de doğru okumak gerekiyor.
Tarih, Türk milletinin ve Türkiye’de yaşananların son 15-20 yılını belgelerle, şahitlerle, hatıralarla velhasıl ciddi analizlerle yazdığında gelecek nesil eminim ki şaşkınlık içinde kalacak ve “Biz böyle olduğunu tahayyül edememiştik.” diyeceklerdir.
Devrimizi yaşayanlar; siyasi söylemlerden yapılan eylemlere, demeçlerden alınan kararlara kadar tanımlamaları tahlil etmekte oldukça zorlanmakta ve zihin berraklığından bahsetmek mümkün olmamaktadır.
Yakın tarih açısından bakıldığında Türkiye, büyük bir kıskacın ve yok etme arzuları ile kuşatılan bir ihanet cenderesinin içinde olduğu aşikardır.
Sadece başlıkları ile ifade edecek olsak bile üç büyük tehdit yıllardır Türkiye’yi ve Türk milletini zorda darda bırakmak, hatta yok etmek için faaliyet göstermekte, desteklenmektedir.
- Terör olayları
- Küresel ve bölgesel soğuk-sıcak savaşlar
- Ekonomik kaos tehditleri
Bütün bu saldırıların temelinde iki asrı aşan şark meselesinin yattığını söylemek mümkündür. Türk milletinin, Anadolu coğrafyasındaki bin yılı aşan istikrarı ve kadim topraklarla olan bağı küresel güçleri ve global sermaye sahiplerini rahatsız etmiştir, etmektedir.
Asırları aşan hesaplaşma arzusu 15 Temmuz ile bir kez daha gün yüzüne çıkmış ve Türk Devleti, Türklük ve Türk milleti ile hesabı olanlar; dış mihraklarca desteklenerek, içerdeki uşakları aracılığı ile yıkılmak istenmiştir.
Dün olduğu gibi bugün de Türk milliyetçileri 2200 yılı aşan devlet geleneğinin ve milli şuurun gereği doğrultusunda, duruşlarını kişi temelli değil, tarihi sorumluluklarına göre belirlemişlerdir.
Devletin ve milletin ebediyeti adına yapılması gerekenler, milliyetçi fikir insanları ve eli kalem tutan ülkücü münevverlerce gündemde tutulmuş ve tutulacaktır.
Artan her türlü terör tehditleri, sınırlarımızda yaşanan düşmanca tutumlar ülkenin geleceğini ipoteğe götürme endişesine sebep olan ekonomik sinyaller, siyasi öncelikleri ikinci plana itmeyi gerekli kılmaktadır.
Bunların tamamı her Türk milliyetçisi için vazgeçilmez esasları teşkil eder. Ve burada Türk milliyetçileri iradi olarak Türk milletinin yanında, Türk devletinin safında yer almıştır. Sergilenen tutum ile ilgili “Eski Ülkücü, Yeni Ülkücü vb” sıfatlarla açıklamalar yapıp hareketin geleneği ile örtüşmeyen yaklaşımlar anlamlı durmamaktadır. Yine ülkücü irade ile hiç alakası olmayan kişilerin, kurumların, siyasal söylem sahiplerinin yönlendirme, şekillendirme çabaları dikkatle izlenmelidir.
Çünkü ülkücü hareket içerisinde “eski-yeni” gibi kavramlar olmamıştır, olmaz.
Ülkücü hareketin, geleneği bellidir. Eleştirilere kapalı olmayan ancak fitneye sebebiyet vermeden, çözüm ifade eden yaklaşımlara yani istişareye ehemmiyet hareketin geçmişten getirdiği bir anlayıştır.
Eleştiriler, ilgili yerlere ülkücü edep içerisinde, ülkülere, ülkeye ve varlığımızı uğruna adadığımız milletimize katkı sağlayacak şekilde yapılmalıdır.
Bu çok doğaldır. Elbette eksik stratejiler olabilir. Siyasal ve sosyal yapılanmaların yeni bir istikamet kazandığı günümüzde, yaklaşımlar da Türk toplumunu kuıcaklayıp ona anlamlı bir istikamet kazandıracak niteliğe büründürülmelidir.
O zaman o eksikleri tamamlayarak, tarihe de şerh düşecek şekilde yapmak her ülkücü münevverin asli vazifesi olmalıdır.
Ülkücülerin neyin derdinde olduğu yıllardır anlatılır. Rahmetli Başbuğ, ülkücülerin ne istediğini ve kim olduğunu 7 Ekim 1990 yılında, bir basın toplantısını haberleştiren Yeni Düşünce Gazetesinde, şöyle dile getirir.
“Geçmiş yıllarda olsun, yaşadığımız günlerde olsun davamız ve hareketimiz için çeşitli sıfatlandırmalar yapılmıştır. Milliyetçi Hareket gibi, Ülkücü Hareket gibi, Ülkücüler gibi sıfatlar bizi anlatmak, ifade etmek için kullanılan kelimelerdir. Biz de gerek fikir ve düşünce sistemimizi kullanırken, gerek hareketimizin dayanak noktalarını ifade ederken çok açık bir şekilde beyanlarda bulunarak maneviyatçı milli mukaddeslere bağlı bir sistemi ve hareketi temsil etmekte olduğumuzu söyledik. Türk milliyetçiliği fikrini, İslam imanı, ahlak ve faziletini temel alan bir siyasi aksiyon olarak kendimizi tarif ettik. Kaynağını Türk İslam Ülküsünde bulan Türk milliyetçiliği diyoruz. Milliyetçilik ve Ülkücülük sıfatı, Ülkücüler tanımlaması, bizim kendi kendimizle ilgili bir beyanımız olmasının ötesinde, devlet-millet-vatan varlığı ve bütünlüğü yolunda verilen kutlu mücadelenin yolunda verilen kutlu mücadelenin fertlerine Türk milletinin verdiği, yakıştırdığı bir şeref sıfatıdır. Bu kelimenin, bu şerefli sıfatın yanına hiç de yakışmayan bir kelimeyle kullanılmasını büyük talihsizlik olarak görürüz.
Ülkücü, İslam imanının, ahlak ve faziletinin sahibidir.”
Bilinir ve bilinmelidir ki;
Hiçbir Türk milliyetçisi Türk devlet ve milletinin faydasına olmayacak söz, eylem, tutum, ideoloji içerisinde olmaz. Çünkü ülkücüler, Türk milliyetçiliği ideolojisi çizgisinde Türk milletinin bekası adına hareket ederler.
Türk devlet ve milletinin bekası adına yanlış bir tutum sergilenirse ne olur?
Sergileyen kim olursa olsun, devrin ülkücüleri; nasıl ki Çin sarayını basıp özgürlük ateşini yakmışlarsa, Malazgirt ovasından girip Anadolu’yu yurt yapmışlarsa, Söğüt’e gelip cihan devleti kurmuşlarsa, Cihan devleti yıkılırken nasıl ki milli şuuru diriltmişler ve Kuvayı Milliye ile başlayıp milli devleti kurmuşlarsa yine aynı şuuru harekete geçirirler.