Gültekin ÖZTÜRK: VATANA İHANET

VATANA İHANET

Gültekin ÖZTÜRK

Evet, Başbakan 7 Kasım 2013 günü Tekirdağ’da aynen şöyle dedi:

“Devletin öyle mahremleri vardır ki bunları kimsenin teşhir etmeye hakkı yoktur…Devletin mahremini ifşa etmenin adı özgürlük değil düpedüz bu vatana ihanettir.”

Başbakan da söylediğine göre nihayet vatana ihanet eden birilerinin olduğu kesinleşti. Ancak kim olduğu konusunda tam bir mutabakat henüz yok.

Benim ve mensubu olduğum camianın hainleri bellidir ve eğer bir gün iktidar olursak bu hainlerin hıyanetini mahkeme kararı ile kesinleştirir, cezalarını infaz ederiz.

Bugün liberallerin, Cemaatçilerin, İhvancıların ve Başbakanın haini ya da hainlerinin kim olduğu tartışılacak. Suç duyuruları yapıldı, sıra mahkeme kararı ile bu ihanetlerin kesinleştirilmesinde. Özel Savcıların harekete geçmesini ve dalga dalga yapılacak operasyonları dört gözle bekliyoruz.

Aslında Başbakanın kime hain dediği ve neden dediği herkesin malumudur. Zaten mesaj adresine ulaşmış ve o cenahın da hainlerini açıklayan cevap, 9 Kasım 2013 tarihinde Taraf Gazetesindeki köşesinden Baransu tarafından anında verilmiştir;

“Başbakanın işine gelen çok daha gizli belgeleri yayınladığımda hiç de öyle devlet mahremi gibi kaygıları yoktu. Aksine güdümündeki gazetelerde çarşaf çarşaf kullandırıyordu o belgeleri.”

Aynen böyle diyor bavulcu… “Sevsinler sizin hainlerinizi de hainliklerinizi de be!”

Dershanelerin kapatılması ya da dönüştürülmesi girişimi üzerine başlatılan kavganın 2004 MGK kararları ve bu kararlar gereği Başbakanlığın kamu kurumlarına gönderdiği “Uygulama eylem planının” Taraf Gazetesinde yayınlanmasıyla gelinen noktaya bakınız.

Görüyorsunuz dershane diye başladı “devletin mahremine” oradan da nerelere uzandı. Şimdi de bu “ihanet” suçlaması…Bu derin mevzuların daha nerelere kadar gideceği meçhul, kim bilir belki de buradan yeni bir “Akpegenekon” ya da “Tabaranyoz” davası bile çıkabilir.

Değerli okurlarım işin esprisi bir yana yaşananlar, söylenenler ve yazılanlar gösteriyor ki bu kavganın sebepleri kapsamlı ve derindir. Her ne kadar PKK ve Gülen Cemaati ile yerel seçimlere kadar geçici bir ateşkes sağlanmış gibi görünüyorsa da AKP’nin gizli anlaşmalarına ihaneti sebebiyle bu üçlü hesaplaşmanın burada kalmayacağı, tarafların oldukları yerde duramayacağı açıktır.

Erdoğan-PKK/BDP ve Cemaat kavgası, çok sayıda kitabın konusu olmuş ve olacaktır. Bu konuyu elbette bir köşe yazısı izah etmek mümkün değildir. Fakat bugünümüzü anlamaya katkı vermek, Gülen Cemaati ile yapılan kavgayı ana hatlarıyla ve elle tutulur sonuçlarıyla özet olarak açıklamak mümkündür.

Şöyle ki;

Bazen açıkça, çoğu zaman kapalı kapılar ardında yaşanan “Erdoğan- PKK/BDP ve Cemaat” kavgasının ana sebebi; Tayyip Erdoğan’ın koalisyon ortaklarına “diz çöktürmek, baş eğdirmek” için başlattığı operasyonlardır.

Başbakan Erdoğan, 2010 Anayasa Referandumundan sonra Gülen Hareketinin etkisini 2011 seçimlerinde de test etmek istemiş ve cemaat mensuplarına ait atamaları sürekli öteleyerek seçimin sonucunu almayı beklemiştir.

Tayyip Bey, seçim sonunda %49’u görünce kendini “başkan/sultan” yerine koyup “tek otorite benim” diyerek “iktidar gücünü artık kimse ile paylaşmayacağını” açıkça ilan etmiş ve otoritesine rakip gördüğü herkesle ölümcül bir kavga başlatmıştır.

2011 Seçim başarısı Erdoğan’ı, koalisyon ortaklarına karşı girdiği taahhütlerden, yaptığı gizli anlaşmalarından geriye çark ettiren son gelişme olmuştur.

Üst üste kazandığı seçimlerin bu sonuncusunda aldığı %49 oy, Erdoğan’ın kibrini doruğa çıkarmış ve koalisyon ortaklarına diz çöktürmek için savaş açmasına sebep olmuştur.

Rakiplerini nakavt eden bu seçim başarısı üzerine Tayyip Bey, 2011 Eylül ayından itibaren kendi iç bünyesine dönmüş ve “Türkiye’nin tek karar adamı olmak” için “paydaşlarına diz çöktürme” hareketini başlatmıştır. İşin aslı esası budur…

Erdoğan-Gülen Cemaati kavgasına biraz daha açıklık getirmek istiyorum;

2010 Anayasa Referandumunda bütün varlıkları ile ve prensiplerinin aksine açıkça AKP’ye çalışan cemaat/cemaatler, hizmetlerinin diyetini yargı dâhil devletin bürokrasisinde muazzam bir kadrolaşma sağlayarak fazlasıyla almışlardır.

On yılda ekonomide, idarede, YÖK’de elde ettikleri ile yetinmeyen cemaatler, özellikle de Gülen Cemaati, 2011 Eylül ayından itibaren medya gücü ile “arşivindeki belge stokunu da” kullanarak yargı ve devlet istihbaratının tamamını ele geçirmeye yönelmiştir.

İşte AKP ile koalisyon ortaklarının birbirine açıkça karşılıklı “parmak göstermeleri” tam da bu noktada başlamıştır. Yani Erdoğan-Cemaat kavgasının aleniyet kazanması dershaneler meselesiyle değil “MİT Krizi” ile olmuştur.

Cemaatin etkisinde olduğu söylenen Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya, 7 Şubat 2012’de Oslo görüşmecisi olan istihbaratın başındaki Hakan Fidan, Emre Taner, Afet Güneş’i ifadeye çağırmış ve ipler de bu noktada kopmuştur. Bu girişim Başbakan Erdoğan’ı çileden çıkarmış ve malum “MİT Krizi” ile Cemaat-Erdoğan kavgası ilk kez kamuoyu önünde aleniyet kazanmıştır.

İşte bu çerçevede başlattığı kavganın bir gereği olarak 2011 Eylül ayına kadar bir bahane ile cemaat isteklerini ötelemiş olan Erdoğan, geçmiş ve 2004 MGK kararlarına dayanarak yapılmış ve yapılmakta olan “cemaat mensuplarına ait fişlemeleri” kullanarak Gülen Cemaatinden gelen isteklere 2012’den bu yana açıkça karşı çıkmaya başlamıştır.

Her ne kadar hükümet kanadı bunu kabul etmemişse de belgesini yayınlayan Mehmet Baransu aksini söylüyor ve gerçek durumu şöyle açıklıyor;

“2004 MGK Belgelerini haber yapmak Başbakan Erdoğan’a göre “devletin mahremiyetini” açıklamak ve “vatan hainliği”

Başta şunu söyleyeyim; o belgeler devletin mahremi olduğu için değil Tayyip Erdoğan’ın mahremi olduğu için bu denli öfkeli.

Kimyasının bozulmasının nedeni bu, yargıya emir veremezsin…

Erdoğan’ın topluma ve muhafazakâr camiaya karşı işlediği günahlar deşifre oluyor. Devletin mahremine bir şey olduğu yok.

2013 Türkiye’sinde kurban bağışladı diye fişlenenler olduğunun deşifre olması devletin mahreminin değil devletin ayıplarının ve suçlarının ifşasıdır..”

Evet, 7 Kasım tarihli bu satırların yazarı yakın zamana kadar Tayyip Erdoğan’ı “demokrasi ve özgürlük şampiyonu” göstermiş olan AKP’nin basın kahramanı Taraf’ın bavulcusu Baransu’dur.

Peki, Baransu bugün ne diyor ve bunları neden diyor?

Baransu çok açık olarak “Öküz öldü ortaklık bozuldu bu sebeple Erdoğan ile birlikte geçmişte işlediğimiz günahları ifşa ediyorum” diyor.

“Tayyip Beyin demokratik diktatörlük kurmaktan başka bir marifeti olmadığını” söylüyor.

Daha ne desin adam be! Allah korkusu olmayınca kuldan utanma da olmuyor tabi ki…

Başbakan da basına iliştirilmiş bu eski kıymetlisinin ona yaptığını haklı olarak “Vatana ihanet” olarak niteleyip dava açıyor ne âlâ değil mi?  

Günahlarla, suçlarla, düzmece belgelerle söndürülen ocaklar o kadar çok ki bunlar bir köşe yazısının hacmini aşar. İnşallah bu kirli dosya bir gün mağdurları tarafından kitaplaştırılacaktır.

Bu kitap, bugün yaşadıklarımızın asıl sebebinin ve Türkiye’nin temel meselesinin “Tayyip Erdoğan’ın tatmin edilemez egosu sebebiyle tek adam-ebedi şef olmak” isteğinden başka bir şey olmadığını açıkça yazmalıdır.

Tayyip Erdoğan, bu sakat amacını gerçekleştirmek için;

“Türk-Kürt Federasyonunu konuştuğu eşbaşkanlık düşünen İmralı’daki cani Öcalan ile seçim hesaplarına göre” bir gün kavgalı, ertesi gün paydaş olabilmiştir.

“Gel artık, vatan sizi kucaklasın ve bu hasret bitsin” dediği kadim ortağı Gülen ve Cemaatini dereyi geçene kadar kucaklayıp, dere geçilince de boğmaya kalkışabilmiştir.

Cumhuriyet Tarihimizin en büyük siyasi fırsatçısı olan Erdoğan, gayesine erişmek için hiçbir değeri, kuralı tanımamakta, her şeyi ve herkesi bir kalemde silebilmektedir.

Tıpkı rahmetli Erbakan’ı “Milli Görüş gömleğini çıkardım” diyerek sildiği gibi…

Tıpkı kendisini demokrasi kahramanı ilan eden sözde aydınları, liberal yazarları “siz de kim oluyorsunuz. Tasmalarınızı biz çıkardık…” diyerek sildiği gibi…..

Tıpkı dünkü kadim ortağı Cemaati, bavul dolusu gizli belgeleri açıkladığında alkışladığı Taraf ve Baransu’yu sildiği gibi….

Başbakan Erdoğan, kendisine kafa tutacak, rakip olacak, “hayır” diyecek hemen herkesi bir kalemde silip atmıştır/atamaktadır. Siyasi ömrü sürdükçe de ihtiyaç fazlalarını ve kullanıp eskittiklerini çöpe atmaya devam edecektir.  

Elbette defterden sildikleri de boş durmuyor. BDP/PKK ve Cemaatin karşı hamleler yapmaktan hiç de geri durmadıklarını görüyoruz.

Özellikle Gülen Cemaati, en önemli kuruluşu olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfına yayınlattığı bildiri ile Erdoğan’a siyasi hayatının en zor günlerini yaşatacağı uyarısında bulunmuştur.

Nitekim Vakıf bu bildirisinde;

“……..önceki seçimlerde denenmiş olan özel hayatın mahremiyetini ihlal edici ahlak dışı girişimlerin deneneceğine dair endişe verici işaretler görülmektedir…” diyerek “Yeni şantaj kasetleri” açıklanabileceğini ima edip “aba altından sopa” göstermiştir.

Her ne kadar bu tehdide karşılık Başbakan da “Bize kimse diz çöktüremez. Savcıları göreve çağırıyorum….Bildiklerimizi açıklarsak yer yerinden oynar..” diyerek rest çekerek cevap vermişse de kasetler karşısında bugün için boyun eğildiğini ve sulh yapıldığını görmekteyiz.

Ne güzel değil mi “Kadim ortakların hesaplaşması” herhalde bu şekilde oluyor, yoksa bir muhip diğerine böyle şeyler söyler mi?

Evet, değerli okurlarım “İhanet” diye başladığım yazımın konusu olan AKP ve paydaşları arasındaki kavgayı özetle anlattığım bu çerçeve içine oturtmak mümkündür.

Esasen bugünkü kavgayı, sebeplerini hatta muhtemel sonuçlarını “AKP iktidarını oluşturan koalisyon ortakları, er geç birbirini yok edecek bir güç savaşına gireceklerdir. Onların yok olması umurumda değil lakin milletime ve devletime ağır hasar vermelerinden korkarım” diye uzun zaman önce yazarak ilan etmiştim.

Yalan, riya ve çıkar hesaplarına göre oluşan ortaklıklar, yıktığı yapılar gibi hoyratça yıkılmaya, söndürdüğü ocaklar gibi her türlü ihaneti yaşayarak sönmeye mahkûmdur.

Bu iktidar, nasıl inşa edildiyse öyle hatta daha kötü yıkılacaktır. Hangi kirli ilişkilere girdiyse, ne gibi günahlara bulaşarak bugünlere geldiyse, ektiklerini biçe biçe aynı günahların kurbanı olarak geldiği yoldan geriye dönecektir.

Eşine/işine ihanetin de vatanına/milletine ihanetin de, yol/dava arkadaşlarına ihanetin de mutlaka cezası vardır. Sadece verilecek bu cezaların infazının zamanını bilemiyorum.

Yoksa bu ihanetlere çok ağır cezaların verileceğinden ve bundan hiç kimsenin, hiçbir şekilde kaçamayacağından zerre kadar şüphem yoktur.

Yüce dinimizi kirli amaçlarına alet edenler, ihanetlerin/günahların en büyüğünü Allah ve Resulü’ne karşı işlemişlerdir. Elbette hem bu dünyada hem de ahirette en ağır ceza bunların olacaktır.

Elbette “iktidar ve muktedir olmak için” yalan, iftira, sahtekârlık, riyakârlık yaparak Allah’a ve Resûlü’ne karşı ihanete edenlere gazap verilecektir.  

AKP ve lideri, kendilerini var eden herkese ve her değere ihanet etmiştir. Her ihanetin bedeli gün gelir fazlasıyla ödenir/ödenecektir. Kimsenin şüphesi olmasın ki bu hükümet de yaptıklarının cezasını mutlaka misliyle ödeyecektir.  

Hiç kimseye hor bakma

Sen nefsine yan çıkma

İncitme gönül yıkma

Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler.

Evet, böyle diyor Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri. Ben de “Euzu Billahi Mineşeytanir Racîm” diyorum ve firavunların şerrinden milletimle birlikte Allah’a sığınıyorum.

Cenab-ı Allah’ın adaletinden yüce adalet yoktur!

Tanrı Türk’ü korusun!

Gültekin Öztürk/Tarihçi-Yazar